2015 yılında Becky Albertalli’nin yazdığı bir roman gençler arasında çok popüler olmuş ve birçok dile çevrilerek best-seller olmuştu. “Simon vs. the Homo Sapiens Agenda”, sevilesi başkarakterinin eşcinsel olduğunu açıklayamamaktan muzdarip halleri bir çok akranına ilham kaynağı olmuş ve dünya gençliğini de etkisi altına almıştı. Bizde de sevilmesi iki yıl sonrasını buldu. “Simon Homo Sapiens'e Karşı” adıyla dilimize kazandırılan roman Pegasus etiketiyle raflarda yerini aldığında genç okurlarda yankısını buldu. Kaçınılmaz olarak film yapımcılarının ilgisini çekti ve “Aynı Yıldızın Altında”nın yapımcılarınca canlanıp peliküle dönüştü. 16 Mart’ta vizyona giren film ilginçtir ülkemizi pas geçti. “Love, Simon” izleyicilerin karşısına ancak ev sinemasında çıkabiliyor. Meraklısına beyazperde yerine beyaz ekrandan göz kırpıyor.
“Love, Simon”un künyesi film hakkında ilk izlenimi fazlasıyla veriyor. Tüm ekip dizi dünyasından doğan isimler. Bu yönüyle tam bir dizi toplaması esasen… Senaryosuna birçok dizide birlikte çalışan Elizabeth Berger ve Isaac Aptaker’in imza attığı filmin yönetmen koltuğunda özellikle The CW dizileriyle tanıdığımız Greg Berlanti oturuyor. Süper kahraman hikayelerini diziye uyarlayan Berlanti, üçüncü kez koltukta. 2000 yılında ilk sınavını “The Broken Hearts Club: A Romantic Comedy” ile başarılı şekilde verdikten sonra 2010 yılında “Life as We Know It” ile iyi iş çıkarmıştı. Sekiz yıl aradan sonra onlara göre daha hafif ve basit bir filmle kendince nefes almış. Nick Robinson, Katherine Langford, Alexandra Shipp, Jorge Lendeborg Jr., Logan Miller ve Keiynan Lonsdale’in başını çektiği genç kadroya Jennifer Garner ile Josh Duhamel eşlik ediyor.
Kendi deyimiyle son derece normal bir hayatı olan lise öğrencisi Simon ile tanışıyoruz. Anlayışlı bir anne, şefkatli bir baba ve hamarat bir kızkardeşi ile hep beraber takıldıkları üç iyi arkadaşa sahip. Tüm bu tabloya rağmen bir sırrı var: Eşcinsel! Bunu kimseye söyleyememekten muzdarip… Bir gün tüm bu tabloyu değiştiren bir şey oluyor. Okulun dedikodu sitesinde biri ismini vermeden gay olduğunu açıklar ve mail adresini verir. Simon da kolları sıvar ve onunla yazışmaya başlar. Ortak sorunları üzerinden başlayan iletişimleri aşka doğru evrilir… Lakin iki sorun baş gösterir. Mailleri gören arkadaşının şantajı ve yazıştığı kişinin kimliğini bilemeyişi…
Film konusu hayli basit… Tamamen dönem gençliğine odaklanıyor ve onların dünyasından besleniyor. Gençler dışında kimsenin anlamayacağı ya da anlam veremeyeceği bir dünya. Kimliğini açıklama meselesi, sırlar ve ifşalar, bloglar ve amaçsız hayatlar. Dişe dokunur herhangi bir şeye rastlamak mümkün değil. Karakterler çok düz neredeyse karikatürden. Hele bir tanesi var ki eşcinsellik sembolü olarak konmuş ve bayrak gibi duruyor filmin orta yerinde. Romanı okumadığım için herhangi bir yorum yapamayacağım ama filmin her açıdan yüzeysel olduğunu belirteyim. Popüler birçok satardan ne bekleniyorsa o var. Tüm karakterler bildik. Aile ve arkadaşlar hazır şablon. Diyaloglar içi boş balonlar. Bu tablo da verilen mesajların havada kalması kadar doğal bir şey de yok haliyle. Normalde etkileyici olması gereken ana konuşma sahnesinde dökülen gözyaşları havada kalıyor ve çok absürt görünüyor bu yüzden.
Love, Simon bildik bir mesaj veriyor eninde sonunda. Kim olursan ol kendin ol. Kendini saklayarak nefesini tutma. Kendini rahat bırak nefesini ver ve kendin ol. Ne olursa olsun herkesteki anlamın aynı kalacak. Bu basit mesajı eşcinsel bir ana karakter üzerinden veren film hayli vasat seyrediyor. 110 dakikalık süresini sadece meçhul gay Blue’nin kim olduğunu merak etme duygusu üzerinden geçirebiliyor. İyi bir gençlik filminin standart özelliklerinin de dışında. İyi müziklerle donatılmamış örneğin. Döneme dair göndermeler ya da bu zamana aitlik hissiyatından da uzakta. Eğlence ve güldüren anlardan, esprilerden de eser yok. Çok ruhsuz. O beklenen humourdan yoksun. Sıradan bir tv filmi gibi gelip geçiyor ve izleyiciye unutmak kalıyor. Sözün özü, İkibinli yıllar gençliği daha iyi filmlerde kendini bulmayı hak ediyor.
Yorum Gönder