Yazıya başlamadan önce gelen bir gerginlik ânı vardır. O anda oturup çok fazla düşünmemem gerekir, yoksa ilk cümleye asla ulaşamam. Bu en azından benim için geçerli. Size yoğun duygular hissettirebilen bir albümü tutup yazıya dökmek –az önce ifade ettiğim gibi- gergin ve bir o kadar da huzur verici, yani ikircikli bir eylem. Söz konusu Elliott Smith olunca, müziği bir yana şarkı sözleri de devreye giriyor ve insanın eli ayağına dolaşıyor. Bazı kararsızlık anlarında hiçbir şey yapmadan durup beklersiniz. Öylece önünüze bakarak, aklınız bomboşmuşçasına -ki aslında patlarcasına doludur- durursunuz. Bu albüm, işte böyle bir deneyim. Dur, önüne bak, hisset, hisset, dur ve tekrar hisset… Mantıklı değil biliyorum, mantıklı olmak zorunda değil onu da biliyorum. Hisleri mantık çerçevesine sokmaya çalışarak sonucunu çok iyi bildiğim bir hataya düşmeyeceğim. Sadece şunu ifade edebilirim: Ben birçok albümle bütünleştim, birçoğunu hissettim, bunu hiçbir zaman açıklayamadım, hiçbir zaman mantıklı gelmedi; ne bana ne başkalarına. Bunun bir kanıtı olarak işte ekranın başındayım ve Elliott Smith’in 1998’de yayınladığı XO albümünü anlatacağım. Nedeni asla mantık değil, asla olmadı, olmayacak. Belki de bu sadece müziğe karşı olan bir sadakattir. Tahsin Yücel, romanı olan “Yalan”da müziğin kayıp dilin bir arayışı olduğunu söyler. Söylenemeyen, söylenmesi kelimelerle mümkün olmayan, kayıp bir dil vardır. Müzik o tünelin aydınlatıcısıdır. Ben de o tünelde olmayı seven bir insanım.
Doğmak ve Birtakım Tarihler
Elliott Smith’in XO’yu yayınladığı tarih, 25 Ağustos 1998. İnsanlardan çok albümlerin “doğum gününü” hatırladığımın farkına varıyorum. O albümlere bakıp iyi ki doğdun demek, hayattaki birçok başka şeyden –insanların doğum günlerinden?- daha manidar. Sanırım ufak ufak deliriyorum ama yapacak bir şey yok; iyi müziğe zaafım var. Fazla tutku ve zararları gibi bir konuya giriş yapmanın ne yeri ne zamanı olduğundan albümdeki parçalarla başlıyorum. On dört parçalık uzun ve yalın-altını çiziyorum ‘’yalın’’- yolculuğun ilk durağı Sweet Adaline.
Albümdeki Beatles etkisini hafiften hissetmeye başladığım fakat ilk şarkı olduğu için “Yok canım hemen etiket koymaya gerek yok.” diye düşündüğüm –ve her şeyde olduğu gibi ilk sezgilerimin doğru çıktığı- Smith parçası Sweet Adaline. Gerek yavaş ve vurucu girişiyle gerekse ortalarda piyanoyla birlikte artan temposuyla “başarılı” tanımlamasını hak ediyor.
Cut this picture into you and me/ Burn it backwards, kill this story/ Make it over, make it stay away/ Or hate will sing the ending that love started to say
Tomorrow Tomorrow ile devam ediyor albüm. Karanlıkla aydınlık arası bir çizgide yürüyor bu parça. Her an bir taraf tutabilir gibi ama sonuç belirsiz kalıyor. Sözlerin bir bölümüyse şöyle:
They took your life apart and called your failures art
Tomorrow Tomorrow’un parçasının ardından, “She shows no emotion at all, stares into space like a dead china toll” diyerek sonlanan ilk dizesiyle Waltz #2 geliyor. Elliott Smith’in kadife sesinden dinlediğimiz Waltz#2, aynı zamanda sanatçının en bilinen parçalarının başında geliyor. Albümün tamamına kulak vermeden önce keşfetmiştim bu parçayı.
Tell Mr.Man with impossible plans to leave me alone in a place where I make no mistakes/In the place where I have what it takes
Daha melodik ve iyimser bir parça Baby Britain “Fights the problems with bigger problems” dizesiyle soru işareti yaratırken ardından gelen Pitseleh parçası cevabı şöyle veriyor:
They say that God makes problems just to see what you can stand/ Before you do as the Devil pleases/ Give up the thing you love, but no one deserves it
Smith’in benzersiz vokaliyle hayat verdiği, aralara serpiştirilmiş kırılmalarla dolu –ve bence albümün en başarılı kaydı olmaya aday- parça “Independence Day” varoluşun bugünün, bu anın içinde anlam bulduğunu anlatmak istiyor. Delüzyonlarımızı, gerçekçi olmayan ya da uzak bir gelecekte gerçekleşebilecek hayallerimizi bir kenara fırlatıp, yaşadığımız âna odaklanarak ondan beslenmeyi, onu büyütmeyi öneriyor Smith. Her şey şu anda oluyor, her şey.
Waltz#1 ile devam ediyoruz. Hüzünlü ama huzurlu bir kabulleniş hissediyorum bu parçada. Büyük bir hayal kırıklığı ve bu kırıklığı kucaklama var. “Silent and cliche/ All the things we say and didn’t say/ Covered up by what we did and didn’t do”
Ardından gelen Amity parçasının başlangıcında Pearl Jam havası solunuyor. Şarkı ilerledikçe ise ilginç bir şekilde Beatles’ı anımsatmaya başlıyor. Fakat bu karışım sırasında Elliott Smith özgünlüğünü kaybetmemiş, onu yeniden doğurmuş. Daha yumuşak içimli Oh Well OK ise aksak, tekdüze olmayan iniş çıkışlarıyla ve çeşitli enstrümanların beklenmedik anlarda devreye girmesiyle –yaylılar inanılmaz bir iz bırakıyor şarkıda- bizi başka diyarlara götürüyor.
If you get a feeling next time you see me/Do me a favor and let me know/ Cause it’s hard to say ‘’Oh Well, OK’’
Bottle Up And Explode bateri ve yaylıların benzersiz armonisiyle; A Question Mark eğlenceli -en başta belli belirsiz funk’ı andıran bir havası var- alternatif rock edasıyla; Everybody Cares, Everybody Understands şarkı sözleriyle ön plana çıkmasıyla ve I Didn’t Understand bıkkın ve umudunu yitirmiş –ve Beatles etkilerini fazlasıyla taşıyan- albümün geriye kalan parçalarından.
Özetle söylemek gerekirse, basit bir iş çıkarıyormuş, basit bir sound yaratıyormuş gibi görünerek böyle bir özgünlüğe ulaşabilmek her sanatçının gelebileceği bir nokta değildir. Şarkıların çoğunda hissedilen sadelik asla sıradan ve sıkıcı bir çizgide konumlanmıyor, o çizgiden oldukça uzakta. Dinlerken tam “Çok basit bir folk parçasını andırıyor.” ya da “Sıradan indie rock işte, bunda bir şey yok.” diyecekken, tam demeye yeltenirken, tüm o lafları tek tek boğazınızda düğümletiyor Smith’in parçaları. Basitliğin görkemiyle bütünleşmiş bir albüm XO. Kendinden başka hiçbir şeye benzemez, biraz andırsa da hayır benzemez. Kendine özgü gizli kodları vardır onun. Elliott Smith’in özgünlüğünün kanıtlarından yalnızca biridir bu albüm. Çok geçmeden tadına bakın.
Yorum Gönder