Genç arkadaşlarla bir araya gelip muhabbet ettiğimizde konu mutlaka kuşaklara geliyor ister istemez. Önce muhabbetin ne kadar keyifli olduğunun altını çiziyor sonra da bunları yaşıtlarımla konuşamıyorum diyorlar. Peşi sıra kuşaklarının yanlışlarını sıralıyor ve dert yanıyorlar bol bol. Telefonun esiri olmuşlar, farkındalıklarını yitirmişler, dayatılanları yaşıyorlar, niceliklerin peşinden koşuyorlar, niteliğin farkında değiller ve ne olduğunu da bilmiyorlar… Bir dizi şikayet. Farklı olduklarını düşünen bu arkadaşlar yalnızlaştıklarını söylüyor sonra da… Yaşıtlarımın arasında boğuluyorum diyorlar. Ya sen anlat dediklerinde gidebildiğim doksanlı yıllar geliyor aklıma benim de… Evet biz de gençken bir şeylerin esiriydik. Biz de cafelerde oturduk. Biz de gittik, gezdik, gördük ama böyle değildik. Her benzeri konuşmanın sonunda o soruya tosluyoruz hep birlikte: E peki fark ne abi? Neleri yitirdik?
Latin Amerika edebiyatının son büyük klasik yazarlarından biri olarak nitelenen, yazarlığının yanı sıra politik kimliğiyle de bilnen Ernesto Sabato’nun yaşamının son yıllarında kaleme aldığı 2002 yılında “La Resistencia” adlı kitap Delidolu Yayınlarınca dilimize kazandırıldı. Delidolu’nun John Berger ustanın kitabıyla başladığı “Ne Yapmalı” dizisinin üçüncü kitabı olarak okurlara yüzleşme, düşünme ve eylem çağrısı yapmaya devam ediyor. Pınar Savaş’ın çevirisiyle “Direniş” tam da hepimizin çıkışsız kaldığı sorulara cevap vermeden önceki tespitleri içeriyor. Sabato da kentinde dolaşmış, etrafına bakmış ve modern insana dair çok net ve karşı konulmaz tespitlerde bulunmuş. Yüz yaşında hayatını kaybeden Sabato, asırlık ömründe hayatın gözlerinin önünden nasıl aktığını fark ederek tespitlerde bulunuyor. Gözünün önünde modernleşen insanın, değişen dünyanın, gelişen teknolojinin ve hızlanan hayatın içinde nelerin gözden kaçtığını belgeliyor.
Altı bölümden oluşan kitabın sadece bölüm adları bile her şeyi özetliyor aslında. “Küçük ve Büyük” diye kategorize ederek değersizleştirdiklerimizi, “Eski Değer”lerden ne kadar çok uzaklaştığımızı, “İyi ve Kötü Arasında” bocaladığımızı, “Toplum Değerleri”ni iyice kaybettiğimizi anlatıyor bize. “Karar ve Ölüm” diyerek nelerden vazgeçebileceğimizi hatırlatırken “Direniş”i nereye konuşlandırmamız gerektiğini umudunu kesmeden yineliyor.
“Hâlâ yüceliği talep edebiliriz.” diyor Sabato. Bu cesareti kendimizde bulmamız gerektiğini hatırlatmasına gerek yok aslında. Bize kalsa manevi değerlere olan inancımızla hiçbir şey yapmadan bekleyeceğiz. Oysa beklemek dışında yapılması gerekenler var. Soyut şeylere bağlanarak her şeyden uzaklaşıyor ve bu sanallıkta içimizde bir kayıtsızlık yeşertiyor ve onu büyük bir hızla büyütüyoruz. Televizyonu, telefonu kapatmıyoruz örneğin. Yaşadığımız kentin tadını çıkartmıyoruz. Dostlarımızla bir araya gelip sohbetler etmiyoruz. Alışverişlerimizi bile makinelerden yapıyoruz. Kayıtsız ve dokunulmaz. Anları kaçırarak, kimseye dokunmadan kendi kozamızı örüyoruz. Bu şekilde yaşamaya devam edersek robotlaşacağız. Bilmeliyiz ki, ardımızda da bir şey kalmayacak. Sabato uyarıyor: “Ne yazık ki insan başkalarıyla olan diyaloğunu ve onu sarıp sarmalayan dünya hakkındaki bilgisini kaybetmektedir; oysa karşılaşmalar bu dünyada gerçekleşir: Aşk, hayatın yüce eylemleri burada mümkündür.”
Neden bu kadar gürültülüyüz? Neden bağırarak konuşuyoruz sürekli? Neden her şeyin sesini sonuna kadar açıyoruz? Ve daha da önemlisi yarattığımız bu gürültünün farkında mıyız? Sabato soruyor: “Neden birbirimize bu kadar az saygı duyuyoruz?” Kendimizi ifade etmekten de aciz olduğumuzun farkında mıyız? “İnsanın kendini ifade etmekteki amacı başkalarına ulaşmak, tutsaklığından ve yalnızlığından kurtulmaktır. Bugünkü yaşımda üzülerek söyleyebilirim ki bir insanla temas fırsatını her kaçırdığımızda içimizde bir şey kırılır, körelir. Bir kucaklayışın, bir masayı paylaşmanın yakınlığından yoksunsak elimizde sadece ‘iletişim araçları’ kalıyor.” diyor Sabato.
“İnsan kendini, teknolojisinin ve toplumunun yarattığı ani ve güçlü değişimlere uyarlayacak zamanı bulamadı; modern hastalıkları bu kibirli insan türünü sarsmak için evrenin ortaya çıkardığını öne sürmek aşırıya kaçmak olmaz” diyor Sabato ve uyarıyor: Kaderimiz bellidir, sadakat ya da ihanet.
Eski değerleri ne ara yitirdik? İyi ile kötüyü ayırt edemeyecek eğitimden ne ara yoksun hale geldik? Bugün unuttuğumuz bir çok değer, dürüstlük, onur, takdir etme, saygı, fedakarlık, kıymet, cesaret ne oldu da kalktı tedavülden? Bireysel konfor ve kişisel başarı nasıl oldu da modern insanın en önemli değeri haline geldi? Sorulacak soru çok ama cevap için gerekli olanı söylüyor Sabato: “Vahşi bireyselliği ıskartaya çıkartmaya niyetli okullara ihtiyacımız var.”
Tüm bu tespitler ışığında günümüz insanını “Vertigo”dan muzdarip olarak tanımlıyor: “Vertigonun özelliği korkudur; insan robot gibi davranır, artık sorumlu değildir, artık özgür değildir, diğerlerini tanımaz.” Her şeyi yitiren, kelimelerin yerine kodları, sayıları yani enformasyonu getiren de budur. “İnsan bu hızda insanca kalamaz. Bir robot gibi yaşarsa yok olacaktır” çünkü. Yeniden tutkulu olacağız, yeniden güven kazanacağız, heyecan… İnsanca bir dünyayı özleyeceğiz mutlaka Sabato’ya göre. O zamanın gelmesi için de yavaşlamaya ihtiyacımız var. İnsan hızıyla ilerlemeye!
Son tahlilde; “Artık insan hızıyla ilerleyen bir şey kalmadı, acaba yavaş yürüyen kaldı mı? Ama vertigo sadece dışarıda değil; onu sanki zap yaparmış gibi durmadan imgeler üreten zihnimize dahil ettik ve belki de ivme her şeyin hızla geçmesi ve kalıcı olmaması için aciliyetle çarpan kalbimize ulaştı. Amacımıza karar veremedik, ama zengin ya da yoksul herkes televizyonla eğleniyor. Bu ortak kader büyük bir fırsattır, ama kimin trenden atlamaya cesareti var?” diye soruyor Sabato. Peki sizin cevabınız ne?
Yorum Gönder