Türk sinemasının son yıllarda kazandığı ivme ağırlıklı olarak komedi ve korku filmlerine dayanıyor. Yönetmen sinemasının da hep sinefillere hitap eden ağırlıkta filmler çıkarmasıyla ortada oluşan boşluk son birkaç yıldır epey sırıtmakta. Ya gişe filmi ya da sanat filmi çerçevesinde kalan örneklerin dışında gelen bir iki filme sevinecek hale geldik. Üstelik eksiklerine rağmen… “Martıların Efendisi” tam bu orta noktaya konuşlanıyor her şeyden önce. Daha fragmanından belli olduğu üzere, ne bir gişe filmi ne de festival… Ancak konusuna ilgi duyanları salonlara çekebilecek türden farklı bir masal girişimi.
Tuzla sahilinde sakin bir yaşam süren, denizden gelecek yardımcısını bekleyen Martıların Efendisi’nin yaşamı, kıyıya vuran bir gelinle değişir. İstemediği adamla evlendirilen Birgül, atar kendini denize, meşaleler yakararak bekleyen Martıların Efendisi onu görünce yardımcısı “Rüya” beller. Ve olaylar gelişir… Kendi masal dünyasını kurmuş ve orada kendince mutlu olan adamın gerçek dünya ile sınavı da Birgül sayesinde başlar…
İlk yarısını tamamen Martıların Efendisi karakterinin üzerine kuran film, kadının olaya dahil olmasıyla sendelemeye başlıyor. İyi bir açılış yapıyor halbuki. Mehmet Günsür daha ilk sahnelerinden itibaren oyunculuğunu konuşturuyor ve filmi sadece onun performansı için izlememiz gerektiği konusunda şüphemiz kalmıyor. Zaten filmi izlemek için başka sebep bulamıyoruz, bulunmuyor. En büyük defo da Birgül’ün çok klişe bir karakter olması ve Bige Önal’ın oyunculuk performansının zayıflığı. Günsür ile uyumsuz olmalarını da buna ekleyince iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Nejat İşler ve Timuçin Esen gibi iki önemli silahı da kullanamıyor film. Kartondan ibaret karakterler ile bir görünüp bir kayboluyorlar.
Peki senaryo… İkinci yarıda her şeyi açıklama derdine düşen filmin çok temel hataları mevcut. En basiti, kaçan bir kadınsınız gözlerinizi hiç bilmediğiniz bir yerde açmışsınız. Bakıyorsunuz ev sahibi tuhaf. İki de yardımcısı mevcut. İlk fırsatta sormaz mısınız, bu adam neden böyle diye? Sormuyor Birgül. Niye sormaz sahi? Siz de var mı bir cevap?
Peki teknik anlamda… En büyük kusurlar da burada çıkıyor ortaya. Masalsı bir atmosfer yaratması gereken film, nedense aşırı gerçekçi bir hava yaratmış. Görüntü yönetmeninin neredeyse belgesel gibi bir hava tutturmasının nedenini anlamakta zorlandım ben kendi adıma. Oysa mekan ve kostüm seçimleri çok iyi. Müzikler de öyle… Daha güzel bir mavilik yakışırdı filme. Final sahnesindeki kötü seçimlere ise hiç girmeyelim daha iyi.
Artık toparlayıp son cümleye geçmeden önce bir de filmin uzak akrabasından bahsedeyim isterim. Alan Parker’ın 1984 yapımı muhteşem filmi “Birdy”… Dünyayı reddederek kuş olmayı seçmiş bir karakterin öyküsünü anlatan film, özellikle Matthew Modine’nin muhteşem performansı ile büyüler izleyeni. Martıların Efendisi de bazı sahneleri ve karakterin dönüşüm nedenleriyle “Birdy”i hatırlatıyor. Elbette yanına yaklaşması mevzu bahis bile değil.
Martıların Efendisi, rüyasını bekleyen bir martının hayallerini yerle yeksan eden bir kabus… Olmanın kıyısından bile geçemeyen vasat bir deneme. Geriye sadece Mehmet Günsür’ün şahane performansı kalıyor.
Yorum Gönder