Life, maruz kaldığı eleştirileri belki bir oranda hak ediyor olabilir. Alien’ın uzaylısı, Gravity’nin aksiyonu ya da sonsuzlukta klostrofobi atmosferi sebebi ile… Bu bağlamda türe pek yenilik getirmiyor da olabilir lakin mutlak surette yenilik şart mı? Harmanı, daha çok türler arası ve hatta tür içi diyalog gibi, beri yandan beslendiği mit önemli… Başlıca eleştiriler Alien’ı taklit etmesi, karakterlerin derinliği olmaması, Calvin’in insanüstü zekâsı ve dayanıklılığı, aksiyonda tansiyonun sürekli yükselmesi ve hikâyenin ilerlemesi adına bilim insanlarının işledikleri hatalar vs.
Biz hiç sonsuzluğa hapsolmadığımız için ekran başında, perde önünde aynı hataları yapmazmışız gibi hissedebiliriz. Zaten izlediğimiz de bir film ve hikâye ilerlemek zorunda, bu sebeple uzman kişi Mars’tan ele geçirdiği yaratığı elektrik şoku ile uyandırma gafletine düşmeli ve izleyici olarak (bana kalırsa) biz de Alfonso Cuaron’un klişelerle örülü aksiyon filmi çekme derdinde olmadığını bilmek zorundayız… Üstelik klişelerin de bir derdi olabilir.
Mars’ta hayat bitmişti ve Dünyalı son kalıntıları mı arıyordu yoksa Dünya’da hayat bitmek üzereydi ve Mars’ta yeni mi başlıyordu, kim bilebilir ancak Alfonso Cuaron’un basit bir bilim kurgu-aksiyon filmi çekmekten fazlasını yapmak istediğinden eminim. Klişeyse de, Alien “klişesinden” çok, dağ evine giden birkaç gencin bir katil tarafından avlanması klişesini maksadına alet etmiş olmalı…
Passenger’ı da (türe yeni bir şey katmaması çerçevesinde) çok ala bulmamakla beraber dini metinlerden beslenmesi ve Adem-Havva mitinden doğmuş bilim kurgu uyarlaması olması sebebi ile ilgi çekici bulmuştum. Derin bir felsefe barındırmasa da, sonsuz kabul edilebilecek bir zaman dilimi boyunca ve adeta şaraptan ırmaklar, ağaç gölgesinde zevki sefa, her daim emeksiz yemek elde etme ve daha nice eğlenceli ortam sunumu ile ilgi çekici bir uyarlamaydı. Life’ta da Cuaron, Michelangelo’nun Sistine Şapeli tavanına işlediği freskinden besleniyor. Hugh ve Calvin’in ilk temas sahnesi Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı freskini çağrıştırıyor.
Mars kumundan elde geçirilen mikroskobik canlının insan ile (güç veren kudretli el!) ilk temasından sonra hızla gelişmesi evrim teorisine göz kırparken, gelişimin akıl almaz hızı bizim algılarımıza göre kabul edilebilir değil. Fakat biz, Dünya yaşamını saatlere, aylara, yüzyıllara bölerken Calvin’in de bizim algımız çerçevesinde gelişim hızı göstermesini arzu ediyor, ezberlerimize uymayınca yadırgıyoruz. Oysa uzay-zaman bildiğimizden farklı işliyor ise bize birkaç gün görünen zaman, hayatta kalma mücadelesi veren Calvin için binlerce yıl gibi gelmiş olabilir.
Mars kumunda uyuyan, uyanmak için uygun ortamı bekleyen ruh, ona uygun atmosferi sağlayan el ile uyanacaktır. Hugh da açıkça Dünya’nın ilk oluşum zamanlarındaki atmosfer ortamını hazırladığını dile getirir. Mesele tanrı-insan ilişkisinde babanın uyandırdığı yıkıcı evlat meselesi de olabilir. Ve tanrı insanı yarattı ve insan sadece yok etmeyi öğrendi çünkü tanrı, oğulu hep kontrolü altında tutmak, egoları altında ezmek istedi. Calvin de bu bağlamda insan bilincinin temsili olarak yabancısı olduğumuz bir karakter değil. Filmin bütün karakterleri fazlasıyla derinliksiz, derinliğe ihtiyaçları da yok, izleyici olarak bizim de diğerlerinin derinliğine ihtiyacımız yok, odaklanmamız gereken Calvin ve oldukça derin bir yaratık.
Calvin, aynı zamanda verileni almanın ve aldığını geri vermenin de temsili gibi. Başta, ilk temasta merakla ama insana düşmanca yaklaşmayan Calvin, elektrik şoku ile birlikte insanı düşman olarak belleğine işleyecektir. Sonraki süreçte bütün gayreti hayatta kalma mücadelesi olacaktır zira Calvin bu mücadeleyi vermese hikâyenin ilk kurbanı deney faresi gibi kayışlarla bağlanacağını fark etmiş olmalı. Hugh’un Calvin’i bacağında saklaması ve ne olursa eserini kurtarmak istemesi de belki tanrısal bir tavırdır.
Michelangelo’nun eserinden bilimkurgu, slasher, gerilim, aksiyon filmi çıkarıp yaradılış miti ile beslemek klişelerin çok ötesinde. Finali üzerine söyleyecek pek fazla bir şey yok, tahmin edilebilir de edilemez de ama talihsiz son, rollerin değişeceğinin müjdecisi. Calvin mi daha tehlikeliydi insan için hayatta kalma mücadelesi verirken, yoksa Calvin’i doğal ortamından, gelişiminden alıp, uyandıran, deney faresine dönüştürmek isteyen insan kibiri mi? Tanrı insan ilişkisindeki ego savaşları Calvin ve insan ilişkisinde temsilini buluyor adeta… Tehdit eden tanrıya itaat etmeyen insan, Calvin ve tehdite dönüşen insan arasındaki ilişki…
Yorum Gönder