Dünya ile ilgili en büyük şikayetimiz artık önyargı çöplüğünden ibaret olması. Kimsenin kimseyi tanımak için, tanımaya çalışmak için en ufak bir çaba göstermeden kulaktan dolma bilgilerle oluşan önyargılarına sıkı sıkıya güvenmesi ve ona göre hareket etmesi. Hiç sorgulamadan, düşünmeden otomatik pilota bağlamış gibi davranıyorlar. İşin daha da kötüsü bundan rahatsız olmuyorlar. Yaşlı dünyamızın halen bu önyargılardan ibaret olması, “insan” olmaya çalışan bireyi huzursuz ediyor. Bu huzursuzluk içini kapladıkça umutsuzluk da artıyor. Zülfü Livaneli, yeni romanında işte bu huzursuzluğu işliyor. Baş kahraman İbrahim üzerinden günümüz modern insanına da değiniyor, anadolu insanına da. Kulaktan dolma bilgiler ve inançlar yüzünden farklı olana yaklaşımlarını irdeliyor. Ve elbette göçmenler, kara sevda ve ezidiler üzerinden…
Bizim kuşağın son iyi kuşak olmasının başlıca sebebi henüz dünyanın bu kadar kirlenmemiş olmasıydı. Anneanemizin, babaannemizin dizinin dibinde oturur hikayeler dinlerdik. Her milletten insanın konu komşu olduğu o eskinin hikayeleri ile bir çok şey hiç fark etmeden girerdi dimağımıza. Hiç unutmam mesela; bir gün zil çaldığında ve babam “kim gelmiş?” dediğinde verilen “arap gelmiş” cevabına şaşırmıştım. Mahallemizdeki kara köpeğin ismi de araptı. “Köpek zili nasıl çalar” diye şaşkın şaşkın sorduğumda gülümseyerek bana bakıyordu babamın arkadaşı arap abi… Sorun değildi, Arapların ne olduğunu öğrendim o gece. Bugün aynı olay yaşansa bu kadar hoşgörülü olunur mu emin değilim. Bu karışık ortamda artık bu tip lakaplar takılmıyor, kimse öyle anılmıyor. Anılmaya kalkılırsa hemen biri uyarıp, susturuyor. Zira hakaret olarak algılanıyor, öyle kodlanıyor artık. Hiçbir argümanı yok ama ölesiye bağlıyız nedense… Zülfü Livaneli’nin “Huzursuzluk”u işte bunları düşündürüyor bana. Zaten bu leziz hikayenin bitişinde akılda kalan şey de o.
Zülfü Livaneli, gazeteci yazar İbrahim ile tanıştırıyor okurunu. Mardin doğumlu İbrahim uzun süredir İstanbul’da yaşadığı için koptuğu Mardin’e çocukluk arkadaşının garip ölümü üzerine gidince olaylar da gelişiyor ve ortaya bir insanlık dramı çıkıyor. Ezidiler’in hikayesinin anlatan yazar, onlar üzerinden ortadoğunun kodlarını da veriyor. İbrahim özelinde de okurunu da şok ediyor ve yavaş yavaş değiştiriyor. Aslında bilinmeyen bir şey değil Ezidiler’in yaşadıkları… ya da yaşamak zorunda oldukları diyelim. Herkesin bildiği şeyler ama dile getirilmeyen, ses çıkarılmayan gerçeklerden biri. Romanın önemi de burada ortaya çıkıyor. Suriye’de yaşananlar yüzünden İŞİD’in elinde oyuncak bir topluluğun öyküsü, bilmeyen yüreklere ağır gelecek ve dağlayacak hiç kuşkusuz. Bilenler de bu insanlık dramına hiç ses çıkarmadıkları için vicdan muhasebesine girişmeye mahkum. Şeytana taptıkları söylenen ve yezid olarak kodlanan ezidiler hakkında verilen bilgiler bu yüzden önemli. Kelamın çocukları diyor Livaneli. Ellerinde bir kitabı bile kalmayan, kültürlerini dilden dile yaymaya mahkum kalmış bir topluluk. Marul ve koyu mavi romanı okuyanların aklında farklı kodlanacak artık. O kadar etkili…
“Huzursuzluk” 154 sayfalık, sürükleyici bir roman. Ortadoğu gerçeğini şahane bir benzetmeyle, “harese” ile özetleyerek gözler önüne seriyor. Sadece o bile herkesin okuması, anlaması ve zihnine yerleştirmesi gereken bir hikaye. Savaşın ortasında şeytan diyerek, ehlileştirilmesi gerektiğine inanılan ve bu uğurda her haltı yerken kitapta yazıyor denilen insanlık ayıplarını gözler önüne seriyor. Koca koca adamların küçük kızları alıp satması, yatağından geçirerek müslüman yapma emellerini okurken boğazımızın düğümlenmesi ondan. Livaneli, tam da bu noktada romanı gerçekçi kılmak için yağlayıp ballamadan anlatıyor. Sündürmüyor, ajitasyona girişmiyor. Onun yerine şiirsellik ekliyor. Meleknaz’ın dramını anlatırken, başka bir meleği “Angelina Jolie”yi de konuk ediyor sayfalarına. İnsanlıktan uzaklaşmanın dramına getirdiği bu masalsı yaklaşıma, romanın girişindeki üslup da güzel eşlik ediyor. Baş kahramanın konuştuklarını, direk karşısındakinin sözleriyle veriyor Livaneli. Romanın tek kusuru ise, onca şeyden sonra yaptığı kötü finalin hiç yakışmaması… Onca dramdan sonra “melek” takıntısı yüzünden tanrılaştırmaya gidişin, kahramanımızın seçimlerinin romanın genel havasına yakışmaması hevesi kırıyor… “Böyle gelmiş böyle gider” düsturunu kabul etmek istemiyoruz inatla… Gerçekte değişmiyor biliyoruz… En azından romanlarda değiştiğini görmek küçük de olsa hakkımız… Ne de olsa insanız…
Huzursuzluk / Zülfü Livaneli
Türk Edebiyatı, Roman, Doğan Kitap, Ocak 2017, 160 Sayfa, 15 TL
Yorum Gönder