♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Darling : Sanrılar ve Hezeyanlar...

“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler.” diyen Özdemir Asaf, bugünleri görse ne derdi acaba? Renkleri çoktan kirlettik zaten, giderek kaybediyoruz. Akıllı telefonların fotoğraf uygulamalarındaki o meşhur efektler sayesinde renkler gördüğümüzden farklı hale geldi artık. Mavi başka bir mavi, yeşil başka bir yeşil... Hele o sarı tonlar... Her rengi gözün gördüğünden farklı tonlara evirdik... Dışarıya çıktığımızda gördüğümüz dünyanın renkleri tutmuyor. Denizin, ağacın, dağın rengi tutmuyor. İnsanın yüzü de o kadar sarı değil, güneş de her noktaya aynı tonda vurmuyor. Teknolojiyi kullandıkça renkleri kaybediyoruz. Renklerin hissettirdikleri de anlamları da kayboluyor giderek... Daha depresif tonlar renk veriyor hayatlara. Bu anlam kayıplarıyla kalmayacak belli ki... Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan bir telefon, yanında verdiği aksesuarlarla gündemde. 360 derece kamera ve 360 derece sanal gözlük! Yeni hezeyan olarak arzu nesnesi halinde... Yakında toplu taşıma araçlarında o gözlüğü takıp sanal gerçeklik yaşayanları da görürüz. Dünyanın her yerini o gözlüğü takıp gezebilecekmiş, orada gibi hissedecekmiş. Gidip görmek varken neden sanal tur yapar sahi? Issız adaya düşse yanına bir tek telefonunu alsa yeter hale gelen insan, zaten günümüzde birer Robinson Crusoe gibi. Artık takar gözlüğünü sanal adasında tur atar. Bu kadar yalnızlık da başa beladır. Gerçeklik algısı kaybolur, sanrılar başlar. Oysa gerçek, derinliktir. Tüm bunlardan sinema da etkileniyor elbette. HD kameralar sayesinde her şey birbirinin içine geçiyor, derinlik kayboldukça yapay duruyor her şey. Büyük gişe filmleri için artık neredeyse zaruri hale gelen 3D de o derinlik arayışının ürünü ama ortaya suni bir şey çıkıyor. Teknolojik oyuncakları kullanma heveslilerinin arasında dijital yerine analog kullananlar da var neyse ki. Bunca sanal renkle göz boyamak yerine gerçekliği, derinliği siyah beyazla yakalamaya çalışanlar var. 2015 yapımı psikolojik gerilim “Darling” böyle bir çalışmanın ürünü.

Yalnız bir kadının çıldırma noktasına gelişini anlatıyor Darling. Sanrıları, hezeyanları... Yönetmen koltuğunda dördüncü filmi için Mickey Keating oturuyor. Korku gerilim rotasından çıkmayan bir isim olarak her filminde belli bir bakış açısına sahip olduğunu gösteriyor. Afişine, sinematografisine özen gösteriyor. Her filminde farklı bir renk paleti kullanarak hikayeye doğru hizmeti arıyor. Bu kez siyah beyaz çekmiş. Üç Roman Polanski filminden, “Rosemary's Baby”, “The Tenant” ve özellikle de “Repulsion”dan etkilenmiş. Zaten konu olarak bizde “Tiksinti” adıyla bilinen Catherine Deneuve şovu 1965 yapımı filmle akraba. “Darling” için en doğru ve gerekli olan “monochrome” diye yola çıkarak New York’u mesken tutmuş ve 12 günde tamamlamış çekimleri. O da kendine bir Deneuve bulmuş. Önceki filminde birlikte çalıştığı Lauren Ashley Carter üzerine düşeni yaparak rolü yaşamış.

Bir çıldırma hikayesini sanatsal iş çıkararak anlatıyor Keating. Ayrıntıların, derinliğin peşine düşmüş. Fotoğraflar çekiyor adeta. Objeler, kapıdaki desenler, kıyafetler, evin duvarları, kapılar... Teknik işçiliğini harika müziklerle destekleyerek ilk andan itibaren başlayan gerginliği sonuna kadar götürüyor, atmosferiyle de izleyicisini içine alıyor. Hikayeden kopmanız için hiç bir sebep bırakmıyor. Polanski’nin ilk dönemine selam çakan hipnotize edici bir stil denemesi olarak keşfedilmeyi bekliyor. Siyah beyazın güzelliğinin farkına yeniden varmanız da cabası...


Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template