Türk edebiyatının benzersiz kalemi İlhami Algör nihayet bizi hatırladı da 2015 Haziran’ında yeni romanı “İkircikli Biricik”i armağan etti. Kendine has üslubuyla bizdeki yeri özel olan yazarın daha sık yazmasını bekleyenler için müjde oldu. Çok geçmeden ikinci baskıyı yapmasına sevindik. Yılın en iyi romanları listelerinin gediklisi olması da şaşırtmadı.
İlhami Algör deyince hep gülümseme yerleşiyor yüzüme. Üniversite yıllarıydı, her zamanki gibi çimenlere yayılmış muhabbet ediyorduk. Lafı dönüp dolaşıp aşk ve tutkuya geldiğinde “en iyi kim anlatır?” sorusunun cevabını arıyorduk. Tüm bilgiçlik edasıyla atılmış ve sazı elime alıp uzun bir “kadın yazarlar” tiradı atmıştım. Yazar deyince mutlaka adını anmadan geçmeyeceğim Virginia Woolf’un alıntılarıyla beyin yıkarken biri atıldı ve “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” dedi. Her kitaptan haberdar olduğunu düşünen biri olarak adını duymadığım kitapla tüm karizmayı çizdirdim. İletişim kanallarının bugünkü kadar çok olmadığı doksanlı yıllarda üniversiteler ayaklı gazeteler gibiydi. Fazla gündeme gelmeyen iyi şeyler dilden dile yayılarak paylaşılırdı. İlhami Algör de böyle bir mort olma sonucu yayıldı içime. Son birkaç yıla kadar dilden dile yayıldı romanları, tavsiyelerle kazandı yeni okurunu. Romanın filme uyarlanmasıyla bu durum değişti ve daha geniş bir okur kitlesine ulaştı. “İkircikli Biricik” tam da bu dönemde gelince yazarı ilk romanından bu yana takip edenler için daha keyifli oldu. Hem yeni romana hem de Algör’ün hak ettiği ilginin karşılığını sonunda bulmasına sevindik.
“Yeni bir hayat kurmak... Nasıl oluyordu? Önce fikir mi geliyordu? Yoksa bir tesadüf sizi fikrin önüne mi getiriyordu? Yeni bir hayat için mutlaka, kuvvetli bir rüzgâr mı gerekiyordu? Önceki hayatınız artık ‘eski’ mi oluyordu? Eski olanın hükmü kalmıyor muydu? O vakte kadar boşuna mı yaşamış oluyordunuz?”
“İkircikli Biricik” sorularını hepimiz adına soran bir roman. İsimsiz kahramanımızın kendini bulma serüveni arasında düşündüklerini cevapsız sorular çanağında biriktirmesinin romanı. Algör’ün kendine has üslubuyla muhabbetinden bal damlayan bir roman. Arayış ve maceraya eklenen bolca mizahıyla stand-up yapıyor Algör. Yalnızlığı, arayışı ve bulma ümidini şehirler, caddeler, şarkılar ve şiirlere dantellemiş. Komik anektodlarla süslemelerini de yapıyor. Anlatıcımızın sesi dağıldığında teğellemeyi de tekrarlarla yapıyor Algör. Bu tekrarlar da nakarat gibi. Müzikten beslenmiş ve romanın yapısını kurmamış, bestelemiş.
“Ben. Adım lazım değil. Çok gerekli ise "beyhude işlerin pir'i" diyelim. Geceleri ruh çağırır, sabahları geç kalkarım.”
Romanın en dikkat çekici yanı da yazarın sıkça tekrarladığı “ismi lazım değil”leri. “Çok gerekliyse .... diyelim” diyerek sürdüğü bu sıfattan kaçınma hali harika bir çözüm. Genç yazarlara örnek olması gereken bir çözüm. Son zamanlarda okuduğum romanlarda karaktere isim vermek yerine sıfatlar kullanıldığını görmüştüm. Bu sıfat kullanımı tekrarlarda romanı zedelediği gibi akıcılığı da törpülüyordu. Algör’ün “ismi lazım değil”leri tekrarlarla akıcılığı arttırıyor ve anlatıcıyla okur arasındaki mesafeyi de kısaltıyor.
"İnsan ruhu bazı durumlarda incinir. İncinen yerde derd oluşur, oraya yerleşir. Derd, kendi zekası olan bir virüs'tür. Yerleştiği yerden sürekli bir şeyler fısıldar. Bazen fısıltı yoğunlaşır. Yoğunlaştıkça ruhu yakar. Ruhun sahibi, biraz derdinin karakterine biraz da kendi huyuna suyuna göre bir çare bulur. Bu çare, fısıltının kaynağına inip, yakasını tutup 'ne diyorsun hemşerim?' şeklinde doğrudan bir yöntem olabilir. Diğer yöntem ise fısıltıyı duymazdan gelmektir. Kıvırtma teknikleri burada devreye girer. Fısıltıyı duymazdan gelen izahlar, kabuller üretir. Kabullerine inanır. Edebiyatı dahi olan insani bir haldir. Ve bazen edebiyat, kıvırtma tekniklerinin en incelikli biçimlerinden biridir."
Bağımlılık yaratan anlatımı ve performans hazzı yaşatan beste gibi yapısıyla benzersiz bir roman İkircikli Biricik... İncelikli mizahı ve harika kurgusuyla sokağın felsefesinden damıtılmış bir cevapsız sorular çanağı. Hayatın akıntılarına kapılanların ezberbozan muhabbeti...
İkircikli Biricik / İlhami Algör
İletişim Yayınları, Türkçe Edebiyat, 169 sayfa, 15,00 TL
Bir İmza Günü Anısı...
İlhami Algör 24 Ekim 2015’de kitaplarını imzalamak üzere Mersin’deydi. Sokak Kitap ve Kahve Evi’nde gerçekleşen imza gününden de cevap sorular çıkarıp çanağa bırakmak mümkün. Fırsattan istifade Anadolu’daki imza günleri üzerine de bir kaç kelam etmeli. Mersin imza günleri etkinlikleri bakımından pek hareketli bir şehir değil. Sokak Kitap’ın gayretleri de olmasa yazar falan göremeyeceğiz. Böyle ortamda popüler isimler ve çok satar kitapların yazarları yerine Algör’ün gelişi sevindiriciydi. Haliyle çok ilgi yoktu ama daha iyi de olmuştu. Yazarla sohbet imkanı da yarattı bu durum. İmza günlerinin tuhaflıkları da burda başlıyor. Yeni dönem okurunun bu imkandan faydalanmak yerine popülist yaklaşımı tercih ettiğini görüyoruz çoğunlukla. Popülist yaklaşım demişken, en ilgici imza gününe gelenlerin bazılarının Erdal Beşikçioğlu’nun geldiğini zannetmesiydi. Film dolayısıyla kurdukları bağlantıyı anlamakta zorlandık. İmzasını alan sosyal medya hesaplarında paylaşmak üzere fotoğraf çekilip gidiyor. Yine öyle oldu. Üstelik Algör’ün keyfi yerindeydi, sohbete hazırdı, herkesle diyalog kuruyor ve espriler yapıyordu. Okurun böyle anlarda iki lafın belini kırmak yerine fotoğrafla yetinmesini de anlayamıyorum bir türlü. İmza günlerinin bir adabı var mıdır? Okurun bu adaba uyması şart mıdır? Yazarla kırk yıllık dostmuş gibi sarmaş dolaş fotoğraf çekilmek caiz midir? İmzayı al, fotoğraf çekil düsturunun nesi keyiflidir? gibi soruları çoğaltmak mümkün. Takıntılı bir imzalı kitap koleksiyoneri olarak çok imza günü gördüm. Giderek bir özelliklerinin kalmadığını görüyorum. Yazarlar artık daha konuşkan ve sıcak hale gelmişken, okurlar daha uzak ve mesafeli nedense. Mersin gibi yılda 4-5 imza günü olan şehirde bunun kıymetini bilmek lazım. Hem düzenleyen kitapçıyı hem de yazarı onore etmek lazım. Neyse konumuz bu değil...
İmza delisi bir okur olarak dört kitabı imzalatmak üzere gittim elbette. İlk yoğunluk atlatılmış ve sakindi ortam. İmza için adımı söyleyince “bir dakika” dedi Algör, “bu isim niye tanıdık geliyor bana?” Şaşırdım, nerden olabilir diye araştırmaya girişince bir nevi cv dökmüş gibi oldum. “bodakedi” deyince, “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” üzerine yazdığım kritiği okuma ihtimalinde uzlaştık. Bu da bize film üzerine sohbet imkanı sağladı. İmza için bekleyenlerin de katılımıyla film üzerine keyifli bir muhabbet oldu. Filmin romanın ruhunu yansıtmadığı konusunda yazarla hemfikiriz ama çok da bahsetmek istemiyor Algör. Roman üzerine de lafladık. İkircikli Biricik’e de getirdik lafı. Sıfat kullanımı yerine bulduğu çözümün genç yazarlara örnek olmasını gerektiğini ilettim. Genç yazarlardan bir kaçı dikkat ettiğini belirterek, o yazarları da keyifle sıraladı. Bunca yıla bu kadar roman az demeden de geçemedim elbette. Dördüncü kitabın imzasına gelince “Ee Serkan abi bende yazacak bir şey kalmadı ne yazayım sen söyle” dedi gülümseyerek. “İsmi lazım değil” dedim… Her kitaba farklı bir şeyler yazarak imzalamış. “İyi ki geldin Serkan abi” demiş birine, “Serkan abi sen bizim her şeyimizsin” demiş diğerine… Fotoğraf çekilmedik. Fotoğraf yerine anı biriktirmeyi tercih edenlerdenim. Muhabbeti bal bir adammış vesselam. Çok keyifli geçti zaman sayesinde. Algör’e, İletişim Yayınları’na ve Sokak Kitap’a teşekkür etmek boynumun borcu. İyi ki geldin İlhami Abi!
Serkan abi tribünler inliyor :) selam sevgi aziz abim
YanıtlaSil