Korhan Günsor 1992’den beri çeşitli gruplarla müzik yapmakta. En son 2012’de “Somon”adında yeni projesiyle “Fener”i yayınladı. Geçen hafta da yeni single’ı "Rü’üya"yı yayınlamışken eski yeni tüm çalışmaları hakkında konuştuk ve geçmişten bugüne merak ettiklerimizi sorduk.
1989’dan beri müzikle uğraşıyorsun istersen röportaja o dönemlerinden ve de özellikle de Yamaha PSS-480 ve senin için öneminden bahseder misin?
PSS-480 dediğin bana ortaokulda müziğe ucundan başlasın diye aldıkları oyuncak görünümlü bir canavardı aslında. Küçücük tuşlarından dolayı müziği icra etmeyi öğretmekten çok, 100’ü aşkın metal, rock, funk, jazz ses ve ritm bankasıyla ve kayıt özelliğiyle müziği yazmayı öğretmişti. Çok sesliliği, ritmi, tempoyu, melodiyi, düzenlemeyi, yaratmayı hep o makineden öğrenmişimdir, bir insandan değil. Çünkü o sırada okulda insanlar blok flütle basit çocuk şarkılarını ezberletip müzik dersi işlediklerini zannediyorlardı. "Industrial" türünü en hasından kaptım desek doğrudur yani. İşte o yıllarda yani 89-90 yılında "Eroin" parçasını yazdım ve vokalleri, gitar melodileri ve hatta solo kısımları da dahil olmak üzere besteledim. Tabi ki junkie falan değildim, Lou Reed'in "Heroin" parçasıyla da bir ilgisi yoktu, o zamanlar bilmiyordum çünkü. Bizim bir alt sokaktaki Göztepe Açıkhava sinemasında fazlaca Cüneyt Arkın polisiye filmi seyretmiştim sadece. GIRGIR dergisi de çok okurdum, Galip Tekin korku/fantastik çizgi-hikayeleri de etkilemiştir belki. Sözleri bir Komiser Cemil çeşitlemesi gibidir, uyuşturucunun ölümcül kötülüğü üzerine biraz ahlakçı biraz didaktik bi şarkıdır o yüzden. Daha sonra metal müziğin synth. kullanımına karşı olan tutuculuğuna kapılıp bu işleri bıraktım. Fakat elimde birçok materyal vardı ve bunları gitar üzerinde icra etmeye başlamıştım.
1992’den beri çeşitli gruplarla müzik yaptın. Şimdilerde ise Somon adında bir projen var. Somon’a gelinceye kadar neler yaptın kpk okurları için anlatır mısın?
1992 yılında üniversitede gitar vokalde ben olmak üzere bir bas gitar ve bir davul çalan iki arkadaşı alaraktan “Tabula Rasa”yı kurdum. Türkçe sözlü post-punk metal yapıyorduk, 1 yılda bir albüm dolusu parça oluşturabilmiştik. Hepsi Cüneyt Arkın sineması repliği gibi, bir Galip Tekin karikatür balonlarındaki gibi sözler içeriyordu, başlıklarıyla bile hatta: "Niçin?", "Beyin Mezbahası", "Ruhunu sat bana!", "Güneşin oğlu", "Aşağılık Kompleksi" vs... Şiddet içerikli yüksek volümlü bir müzikti aynı zamanda. Bir hücum kayıtlı prova kasedi oluşturabilmiştik. Fakat arkadaşların bar grubu kurma isteği, dersler vs bahanesi ile bu proje son bulmuştu. Daha sonra Ankaralı "Fields of Eternity" isimli doom/death grubuna lead gitarist olarak katılıp Hammer Plakçılığa demo kaset hazırlanmasında katkıda bulunmuştum. Olumsuz cevap alınca grubun bir kısmı grindcore'a yönelip "Corroded"'ı kurdu. Diğer bir kısmı ise benimle birlikte "Vintage Solemnity"'yi... F.O.E.'nin asıl kurucusu ise türkçe-punk yapmaya başlamıştı o yüzden F.O.E. parçası hiç bir şekilde kullanmadık. Sound olarak vs, FOE'nin daha senfonik, daha progressive haliydi. İlk demo "Maniheist Manifesto"'dan sonra eski FOE elemanlarının hepsi müziği bırakma bahanesi ile ayrıldı. Zaten bilgisayarda senfonik parçaları oluşturmaya başladığım zaman bendeki o "Industrial" ruh tekrar uyanmıştı. Gitar/vokali ben alırım gerisini makine halleder şeklindeki tek tabancalık müzik icra etme hali vuku bulmaya başlamıştı. İkinci ve üçüncü demoları da bu şekilde kaydettim. Bu demolardan sonra hoş gene canlı bir grup toparlamayı başarmıştım, hatta bir kaç provada parçaları çoğunlukla sökmüştük ama bu çok uzun sürmedi. Grup dağılınca konserden çok promosyona yoğun bir şekilde eğildim. Yurtiçi ve yurtdışı firmalarla, gruplarla ve dağıtımcılarla yazıştım. Hatta Portekizli bir dağıtımcı firma 1000 adet MC basmak üzere bizimle anlaşıp vs dağıtımını yapmaya başladıydı. Fakat prodüksiyon olarak yetersizdik, o yüzden plak şirketleri bizimle kaset/CD çıkarmaktan çok, müzik işinden iyi anlayan insanlar olarak görüp dağıtımcıları olarak, Türkiye temsilcileri olarak ilgilendiler. Belki bu noktada müziği falan bırakıp kendi plak şirketimi oluşturmaya başlayabilirdim. Fakat bu bana o zamanlar ters geldi, çünkü plak şirketlerini hep çocukluk zamanından bilinçaltıma yerleşen Cüneyt Arkın filmleri etkisiyle sömürücü olarak görürdüm. Ne safça, sanki bar/pavyon müziği yapıyoruz? Halbuki daha sonra sahne tecrübesi olsun, icra yeteneğimiz artsın çok underground kaldık biraz insan içine çıkalım diyerek 80ler, Depeche Mode, The Cure vs çalan "Pastiche" isimli bir cover grubu kurup barda çalmışlığım da olmuştur. Yine de grupça beste falan yapmaya da başlamıştık, zaten tüm coverlar birebir cover değil sololar emprovize alternative rock/metal yorumuydu. Fakat okullar bitip, herkes mezun olup ayrı ayrı yerlere hatta ülkelere göçünce bu proje de 2000lerin başında bitiverdi. Fakat "Pastiche" sayesinde enstrüman hakimiyeti, vokalde mikrofonu kullanma, ses düzeni vs gibi teknik konularda bayağı kazanımım olduydu. Teknolojinin ilerlemesiyle zero-latency (sıfır gecikmeli) ses kartlarının çıkmasıyla özellikle kendi ev stüdyomu kurma zamanı gelmişti artık. İşte Haziran 2012 yılında yıllar içinde azar azarda olsa birikmiş şarkıları kendim kaydedip ilk self-release demo/EP'mi, "Somon" adı altında çıkarttım.
Somon adını ilk duyduğumda açıkçası biraz yadırgamıştım ama telaffuz ede ede alıştım. Böyle bir ismi tercih etmenin nedeni ya da nedenleri nedir?
Somon, yıllar önce grup ismi ararken, sözlüğe bakmaktan bıktığım zaman, TAROT'a da bir danışayım dedikten sonra karşıma çıkmıştı. Desteden bir kart çektim ve "King of Wands" çıktı. Kitabında kart açılımında "King Solomon" falan diye yazıyordu. "İsim bu mudur?" diye sorup tekrar kart çektiğimde kılıçlı bir kart çektim. Buradan sessiz sinema oyunundaki kesme ibaresi aklıma geldi ve "King Solomon"daki her hece için kart çektiğimde ve olumsuz kart denk gelen heceleri kesip attığımda "Somon"ismi açığa çıkmış oldu. Önce ben de yadırgadım. Fakat ismin simetrikliği beni etkilemişti, hemen o an bir logo çalışması bile yapmıştım. Sonra vazgeçtim gitti. Çok sonraları bu projeye isim ararken, neo-progressive devlerden "Marillion"'un efsanevi vokali "Fish"'i dinliyordum ve belki bir balık isimi olması bu projeye de uyar dedim ve "Somon" isimini burada kullanmaya karar verdim. Ki doğru karar vermişim, bu kadar kısa ve akılda kalıcı olduğu halde, başka kimse bu ismi grubuna koymamış... İsim karışıklığı yaratmasına dikkat etmeyip araştırmadan her ismi koymak bence çok amatör bir davranıştır.
Somon’u Mayıs 2012‘de kurdun ama akabinde hemen Haziran 2012’de ilk demo ep FENER’i yayınladın. Arada çok kısa zaman dilimi var. Akla hemen şu soru geliyor bu parçalar bu kısa zaman sürecinde mi oldu yoksa bu parçalar daha önceden var mıydı?
O EP'deki en yeni parça 2009 tarihli o da sözsüz electronica parça olan radar. Fakat kayıt tarihi olarak en eski parça. 2009'da kaydetmiştim zaten, hard diskimde duruyordu. "Eroin" parçası 1989 yılından beri birçok versiyonunu ürettiğim bir parça. "Tünel" parçası sözleri ve gitar soloları 2012 tarihli, fakat tüm rifler 2000li yılların başında oluşturulmuştu. "Fener" parçası da yine gitar soloları hariç, tüm rifler ve sözleri 2011'de çoktan bitirilmişti. 3 parçanın kaydını 1.5 ayda bitirebildim bu sayede çünkü sadece kayıtla, miksajla uğraştım ve çok az bir düzenleme...
Eski grubun Vintage Solemnity ile demo kaset cd yayınlamış biri olarak sportify, i-tunes, bandcamp gibi dijital platformları nasıl buluyorsun? Ben şöyle bir şey hissediyorum. Grupların daha müziklerini olgunlaştırmadan hemen bir dijital platformda paylaşıyorlar. Ama eskiden bir demo kaset yayınlanırken bile bir çok şey düşünülürdü kafa patlatılırdı ve de çok emek vardı.
Dijital platformlar büyük kolaylık ama kullanabilene tabi ki. O kadar cep telefonu olan var ama dijital platformu kullanabilen kişi sayısı çok az, çünkü henüz çok yeni bir olay, daha tam oturmadı sürekli güncelleniyor ve birçok insana kullanması çok zor geliyor. Ben bile olaya o kadar vakıf değilim, bir sürü kullanamadığım özelliği var her bir yazılımın. Bir de özellikle apple marka telefona 3 bilgisayar kadar para kıyıp, hayatında itunes gibi apple hizmetlerine hiç bağlanmamış, bağlansa bile tek smileyli sms'e bile 1YTL para verirken onca yıl birikim ve belki de haftalarca emek ürünü bir parçaya 0,89YTL'yi vermeyi çok gören bir kitle de var karşımızda. O yüzden bu platformlardan sırf onları kullanarak bırakın ticari bir sonuç elde etmek, yeni bir yapımın tanıtımını bile oluşturmak eskaza mümkün değil. Eskiden cep telefonları FM radyoluydu, insanlar en azından radyosundan dinleyip de beğendiği bir parçayı, adını bilmese de SHAZAM yazılımı ile tespit edip, itunes'dan satın alır giderdi diye düşünülürdü. Radyoyu bile ücretli hale getirmek, ücretli internet radyosuna muhtaç etmek için FM radyoyu donanımdan kaldırdılar. Radyo bile ücretli olunca, itunes'u da bırakmaya başladı Apple, Apple music diye kendi internet radyosunu kurdu, Spotify, Deezer'e gibi muadillerine karşı. Böyle olunca müzisyenler 1000 dinlemeye falan 1 dolar kazanıyorlar, itunes'da ise bir kişinin bir parça satın alması yeterdi. Eee kimse parça almayı bırakın, itunes'a tıklamamış bile, firma da haklı nasıl kazanacak? Radyoyu paralı hale getirecek, en azından kendini amorti etsin sanatçının cebine de bir kaç kuruş girsin. Daha müziklerini olgunlaştırmadan dijital platformlarda yayınlanıyor demişsin, aslında itunes, amazon, spotify ve deezer'a Facebook'daki gibi direk istediğin parçayı upload edip yayınlayabilirsin diye bir şey yok. Itunes, spotify ve benzerleri, ücret ödediğin resmi bir aracı ile anlaşmış olmanı istiyorlar. Parçalar, kontrol edilip, ön-izleme için en iyi yerleri tespit edilip, kapak için grafiğin bile belirli pixel ve kalitede olmasına bakılıp öyle kabul ediliyorlar. Bir Bandcamp'de iş tamamen serbest ama bandcamp açılış sayfasında onbinlerce grup arasından seçilip yer alman için ince eleyip sık dokuyan editörleri var. Kısacası, internete belirli kriterleri sağlıyorsa neyiniz var neyiniz yok yükleyin diyorlar ama insanlar onca kalabalığın arasında sizi nasıl seçerler, ona karışamayız, en fazla ucundan bir yönlendirmemiz olur. Sonuç olarak en doğru tanıtım gene oldschool yöntemlerdir demo kaset, cd gibi, yazışma ve flyer denen el reklamları gibi, takas gibi... 2012'de "Fener" Ep'sini çıkardığımda sadece laptop vardı bende, o yüzden EP'yi CD'ye yazıp çoğaltmak için zayıf laptop yazıcısı kullanmak olmazdı. Gittim ben de İzmir'de bir CD çoğaltıcı firma ile parayı bastırıp 500cd lik bir anlaşma yapayım dedim. Adamlar ne dedi beğenirsiniz? "Biz korsan CD basmıyoruz.", "Kendi albümüm bu" dedim, "Olsun bandrolü yok!" dediler. İşin bu ayağında habire CD basmaktan üşenirseniz saçma bir bürokrasi ile de karşılaşabilirsiniz.
Somon, Fener bunlar bana deniz kültürünü hissettiriyor. Bunların oluşumunda Egeli oluşunun bir etkisi var mı? Ya da şöyle de sorabilirim; Egeli oluşunun yaptığın müzikte etkisi var mı?
Evet, kesinlikle bir "Su" vurgusu üzerinde duruyorum. Müzik olayının kendisi aslında "Su" elementi ile ilgili. Duygular dünyasının, maneviyatın bir parçası. Hatta Somon'un son logosu bile zodyaktaki akrep, yengeç, balık gibi su grubu burç işaretlerinden oluşturuldu. Ege denizi, koyları, adaları ve insanı ile bu "Su" vurgusu üzerinden çeşitlemeler için oldukça ilham verici, özellikle de içinde olunca ilk elden etkilenim alabiliyorsunuz. Asırlık rum evlerinin bulunduğu bir balıkçı kasabası görüp de hüzünlü ve gizemli bir parça yazma isteğinin olmaması elde değil buralarda.
Albümün ismi ve kapağına gelince hüzünlü bir hikayesi var. Bundan da bahseder misin?
Şu anda sana gönderdiğim bu eski İstanbul fotoğrafının olduğu kapak çalışması henüz eskiz aşamasındaki halidir. Önce onu bir belirteyim istedim. Bu kapak gibi albüme ismini verecek parça da henüz tamamlanmadı. Kapak değişebilir ama hikayenin etkilendiği olay ile albüm isimi "Takotsubo Kardiyomiyopatisi" kesinlikle aynı kalacak. O fotoğrafta mancacı yani tek işi sokaktaki köpek nüfusuna bakmakla, korumakla gönüllü ya da sorumlu bir kişi yer alıyor. Nostaljik olduğu kadar bence İstanbul'un ya da genel olarak modern dünyanın şu anki haliyle tamamen tezat bir görüntüdür bu. Fotoğrafın çekildiği andan hemen sonra olduğunu tahmin ettiğim, 1910 yılındaki "Hayırsız Ada" vukuatı meydan gelecektir. Bu sahnedeki ortam tamamen tersyüz olacaktır, yani bu tarz bir hayvan sevgisinin, hayvan insan birlikteliğinin son günü gibidir, bize o günlerin en sonuncusu böyle eski bir siyah beyaz fotoğraf olarak ulaşmıştır. Asıl olaya gelirsek, turistin biri İstanbul'daki gezisi sırasında köpeklerden korkup kaçarken düşerek ölür, bunun üzerine şehirdeki 80000 civarı köpek, şehri nezihleştirme adına toplanarak, "Hayırsız" isimli Marmara'daki çorak adaya aç, susuz, barınaksız olarak konulur. Şimdi böylesi sahneden sonra aynı hayvanların aylarca terk edilmiş olduğu bir sahneyi aklınıza getirin. Köpeklerin o adada açlıktan, susuzluktan ya da kavgadan dolayı öldükleri söyleniyor. Köpekler pek bilinmese de en hisli canlılardan biridir. Bence çoğunlukla, tıbbi olarak "Takotsubo Kardiyomiyopatisi" diye adlandırılan rahatsızlıktan yani kalp kırıklığından ölmüşlerdir. Kederden kalpleri durduğunda, düşüp de öldüklerinde 1910 yılından sonra bu topraklar da sanki lanetlenmişçesine bir daha iflah olamadı.
Yaptığın çalışmalara bakınca post-punk, black, doom, death, progressive rock vs görüyorum. Bu demektir ki Korhan Günsor çok farklı türler ve gruplar dinlemekte...
Killing Joke, Rush, Dream Theater, UFO, the Cult, the Cure, Joy Division, Sonic Youth, Suede, Flotsam & Jetsam, Johnny Cash, Pink Floyd, Nico aklıma geliyor şu an. Şu an KAS Product çalıyor mesela. Bütün extreme müzik türlerini çok teknik olsunlar ya da olmasınlar zevkle dinlerim. Kimi grupları atmosfere önem verirken tekniğe odaklanamaz, kimi de tekniğe çok odaklanır atmosferi güdük kalmıştır ama sonuçta kompleks ve ciddi performans içerikli bir müziktir. Şu aralar Anaal Nathrakh, High on Fire, Nile, Beyond Creation, Vektor, Ne Obliviscaris, Gnostic, Cynic vs dinliyorum. Windhand, Cough, Electric Wizard gibi sludgy doom gruplarını da severim. Gençliğimiz de çok dinleyip de ağacı yaşken eğen gruplar olan Anthrax, Testament, Overkill, Iron Maiden, Metallica, Dio, Def Leppard, Megadeth, Sepultura, Type'o Negative ara ara ayda bir de olsa dinlerim, takip etmeye çalışırım. Yerli gruplardan Forgotten, Kara Cephe, She Past Away'in çalışmalarını ilgiyle takip ediyorum. Mainstream gruplardan Muse, Pearl Jam takip ederim.
Somon olarak nelerden bahsediyorsun? Hep hüzünlü karanlık temalı şeyler mi müziğini oluşturmakta?
Somon için müzik yaparken genel olarak düşündüğüm, sözler ve atmosfer biçim olarak gothic unsurlar içerebilir ama bu dünyadan kaçış anlamına gelmemeli. Bana göre rock etno, techno vs. de olsa ana özellik olarak radikal bir müziktir ve oluştuğu çağın ve çevrenin sorunlarına duyarsız kalamaz. Temalarda "Industrial rock/metal" toplumsallığı hep bir referans olmalı. Örneğin, "Fener" parçası üzerinde durduğum zamanlar gezi olaylarından bir yıl önce İstanbul'daki büyük futbol olayları vuku buluyordu. Özellikle Fenerbahçeli taraftarların isyanı sanki bir yıl sonraki büyük olayların habercisi gibiydi. 2012'de EP'yi o yüzden "Fener" isimi ve sarı-lacivert renklerde çıkardım. Sözlerde "Deniz Feneri" olarak nakarat yer alıyor ve sözler aslında aynı isimdeki şu meşhur davanın hırsızlar aleyhine çözülmesi için bir çağrı niteliği taşıyor, herhangi bir gemici şarkısı olmaktan çok... Somon'un geçen hafta çıkan "Rü'üya" isimli SINGLE'ının sözleri incelendiğinde ise birçok toplumsal güncel konuya atıfta olduğu görülecektir. Aslında kuru bir doğrudan nutuk tarzından çok sürreal, duygulu, karanlık ve gizemli öğelerle bezenmiş allegorik tarz Somon müziğini oluşturmalı.
Son olarak neler söylemek istersin?
Geçen hafta "Rü'üya" isimli single'ımızı çıkardık. Tüm dijital platformlarda iTunes, Spotify, Deezer'da mevcut. Ayrıca "Fener" EPsini de Somon Fener diye aratırlarsa aynı platformlarda ulaşabilirler. Sonbaharda büyük ihtimalle albüm tamamlanacak. İçerisinde EP'deki şarkılarla birlikte bu Single ve yeni yayınlanmamış şarkılar toplu halde olacak. Albümü CD/MC formatında sözleri içeren kuşe baskı kapakta bastırıp kapak+master copy ile takas gibi oldschool yollarla da olsa dağıtmayı amaçladım. Somon'u Facebook ve bandcamp sayfalarından takip edebilirsiniz.
Bandcamp: https://somon.bandcamp.com
Facebook: https://www.facebook.com/somonband
Röportaj: Semih Şimşek
Yorum Gönder