Yazmaya ortasından başlamalı... Karen Joy Fowler’ın yaptığı gibi... Hem zaten evrenin ortasına gelmedi mi? Büyük patlama, doğa, hava su derken ilk hücrelilerden hayvanlardan sonra hazıra konmadı mı insan, gelişimin ortasında... İnsan ki, ayağa kalkana korkmadı mı her şeyden... Karanlıktan, sesten, kokudan, sudan... Bilmediği ne varsa ürkmedi mi ondan... Ayağa kalkınca da basıp da güven aldığı toprağı unutmadı mı? Savaşları güya o toprakları genişletmek uğruna çıkarmadı mı? Bilimsel araştırmalar için hayvanları kendine oyuncak etmedi mi? Farelerle başlayan bu araştırmalarda her hayvanın üzerinde inceleme ve deney yapma hakkını kendisinde görmedi mi? Tam burada durup, işte böyle başladı her şey demeli... Zaten peşi sıra “Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik”...
1950 Şubatında, babasının psikoloji profesörü olduğu Bloomington, Indiana'da doğan yazar Karen Joy Fowler, Kaliforniya Üniversitesinde politik bilim okuduktan sonra Davis Üniversitesindeki mastırının ardından başlamış yazmaya... Fantastik bilim kurgu öyküleriyle adını duyurmuş. Seksenli yılların ikinci yarısında başlayan yazarlık serüveninden bize yansıyan hiç olmamıştı... O sesini duyura dursun biz “Jane Austin Kitap Kulübü” ile tanıdık onu, yedi yıl önce... Çok satar bir kitap olarak lanse edilmiş ama bir türlü okura ulaşamamıştı Fowler bizde... Gözlem gücü ve esprileriyle keyifli okuma sunan bu romanın ardından yayımladıkları yine görmezden gelinse de, nihayet “We Are All Completely Beside Ourselves” bizde de raflarda... Aylak Kitap’a teşekkür etmeli bunun için, her şeyden önce... Uluslararası Bestseller olmakla kalmayıp ödüllerle de taçlanan roman orijinal kapağıyla ve “Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik” adıyla raflarda...
Romanın üzerine yazmak zor aslında... Zira başlayınca susmak istemiyor insan... Coşku veriyor bolca... Hayvanları seviyorsanız bayılacaksınız her satırına... Sürprizini açık etmek istemiyorum diğer yandan. Gerçi pek sürpriz de değil diğer yandan. Rahat rahat söyleyeyim... Bir aile romanı, hayvanla birlikte büyüme romanı var karşımızda... Ana karakterimiz aracılığıyla geçmişe yapılan yolculukla gelen bu büyüme hikayesi, giderek nasıl kaybolduklarını da betimliyor... Aile kavramına dair taşlamaları da mevcut... Zaten ortada pek de aile yok aslında...
Anlatıcımız Rosemary Cook... Eskiden nefes almadan konuşuyormuş neredeyse... Şimdilerde sessiz, ürkek ve atmış kendini toplumun dışına... Fark edilmek istemiyor, kimseye kendini anlatmak istemiyor. Büyürken kaybetmiş kendisini. Kaybolmuş yansıması... Ailesi de tuhaf... Özellikle de babası. Her biri farklı karakterlerin resmi geçidine dönen romanın kıvılcımını ateşleyen olay da, Rosemary altı yaşındayken olan korkunç bir olay... Herkesin kendini kaybetmesini tetikleyen olay... Despot ve emirler yağdıran babası, silik annesi ve olaydan sonra kendisini bulmak için alıp başını giden ağabey derken alıştığımız kutsal Amerikan ailesinin çok dışında Cook dörtlüsü... Beşinci bir ferdi varmış bu ailenin: Fern...
Fern bir şempanze... Dönemin tek örneği olmadıklarının da altının çizildiği bir deneyin parçası olmuş Rosemary ve Fern... Birlikte büyümüşler... İnsanla hayvan arasındaki farkları gözlemlemeye yönelik bu deneyin üzerine çok şey var söylenebilecek ve romanın çarpan cümleleri de tastamam onlar... Altı çizilesi cümleleri ile hayran bırakan o kadar çok şey var ki... Romanı baştacı etme sebebimiz de onlar...
“Babam bizim hayvani doğamıza çok inanırdı, Fern’ü insansılaştırmaktansa beni hayvansılaştırırdı. Yalnızca beni değil, sizi de, hatta hepimizi korkarım. Hayvanların düşünebildiğine inanmazdı, düşünme teriminin kendisinin tanımladığı şekliyle değil ama insanların düşünmesinden de fazla etkilenmezdi. İnsan beynine, kulaklarımızın arasına park etmiş palyaço arabası derdi. Kapıları bir açtın mı, dışarı palyaçolar dökülür.
Rasyonel olduğumuz fikri, derdi, sırf biz ikna olmayı çok istediğimiz için ikna edici. Tarafsız bir gözlemci, öyle bir şey olabilseydi, aldatmacayı açık seçik görürdü. Bütün kararlarımızın, eylemlerimizin, değer verdiğimiz her şeyin, dünyaya bakış tarzımızın temeli duygu ve içgüdü. Mantık ve rasyonellik, o pejmürde yüzeydeki ince boya tabakası”
Rosemary’nin “hepimiz” ailesi değil, tüm insanlık... Örnekleyip okuma keyfinizi kaçırmayayım... İlk satırından itibaren keyifle okunan roman, içten yalın dili ve harika kurgusu ile müthiş keyifli bir okuma sunuyor... Tüm karakterlerini ailenizin bir ferdi haline getiriyor Fowler... Ajitasyona girmiyor, istese de mendilleri tükettirecek anlar yakalasa da sündürmüyor, uzatmıyor... Çok satar romanların sıkça yaptığı numaraları yapmıyor kısacası... Her şeyi kararında... Bölüm aralarında Kafka’nın “Akademi için Bir Rapor”undan alıntılar da müthiş... Rosemary’nin şimdiki hali gibi suskun başlıyorsunuz okumaya ama bitirdiğinizde küçüklüğündeki gibi durmaksızın konuşmak istiyorsunuz coşkudan...
“Hepimiz Kendimizi Kaybettik”, yansımalarımızı arıyoruz... Cook ailesi gibi, Rosemary gibi... Bulmak için umut oluyor, coşku veren bir roman bu... Özellikle hayvanseverler için baştacı, bir kendini bulma çağrısı... Duymamazlıktan gelmeyin sakın bu müthiş çağrıyı...
Hepimiz Tamamen Kendimizi Kaybettik / Karen Joy Fowler
We Are All Completely Beside Ourselves
Çevirmen : Niran Elçi
Yayınevi : Aylak Kitap
Ocak 2015/ 1. Baskı
320 Sayfa
22 TL
Yorum Gönder