♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Dünyanın Her Zaman Kurtarılmaya İhtiyacı var…

Dizi deyince akla gelen artık eskisi gibi dar bir çerçeve olmaktan çıktı. Arka arkaya onlarca dizi sayabildiğimiz, birçok diziyi arşivlerimize eklediğimiz şu günlerde sinemayla yarışır hale gelen, bazı örnekleri filmlerin yaptığı etkiden daha fazlasını yaratan dizi dünyası altın çağlarını yaşıyor.

Belli türlerde, geçtiğimiz senelerde izlediğimiz diziler öyle çeşitlendi, öyle fenomen halini aldı ki, artık filmde tercih edilir dizilerle karşılaşmak sürpriz olmaktan çıktı. İnternetten dizi takip eden kitlenin ABD’de de pazartesi yayınlanan önemli dizileri izlemek için Salı günlerini evde dizileriyle geçiren bir izleyici profili de ortaya çıktı.

TRT’nin siyah beyaz döneminde seçtiği nitelikli dizilerle tanışan Türk izleyici, artık internetten tüm dünyayla aynı anda dizileri takip etmeye başladı. Bu anlamda dünyadaki tüm dizi izleyicileri kıtalararası bir imece sistemi kurmuş durumda. Diziyi divx formatında kaydeden, onu internette paylaşanın attığı ilk adımı, orijinal altyazıyı hazırlayan kişi takip ediyor. Sonrası belli bir sessizlik… Paylaşılan altyazı hemen hemen aynı anda her ülkede çevrilip izleyiciye sunuluyor. İllegal de olsa bu ağ izleyicinin profilini gösteriyor. Geçen yıl yaşanan senarist grevi sırasında aksayan dizilerle internet sitelerinin sessizliği de bu kitlenin ne durumda olduğunun bir göstergesi.

Dallas’lar, Bonanza’lar, Küçük Ev’ler, Zengin ve Yoksullar kadar anılarımıza işleyecek diziler TV’de yok artık. Köle Isaura, Kökler, Shogun gibi diziler TRT sayesinde tüm ülkenin soluk soluğa izlediği yapımlar olmuştu. Son canlı örnekler Yalan Rüzgarı, Hayat Ağacı gibi soup opera dizilerinin yarattığı etki idi. Özellikle Marianna adı ile bilinen “Zenginlerde ağlar” dizisi başladığında ev hanımları dünyayla ilişkisini kesiyor, evde değilse eve gitme telaşıyla acele ediliyordu. Özel TV’ler hayatımıza girdiğinde yeniden hareketlenen dizi dünyası son yıllarda tüm kanalların yerli dizilere ağırlık vermesi ile tıkanmış durumda. Oysa ilk özel Tv dönemi sevilen dizileri tanıştırmıştı izleyici ile. A Takımı, Evimiz Hollywood'da, Charles İş Başında, Cosby Ailesi, Alf gibi diziler ekranların en çok seyredilenlerindendi. Star 1 adı ile yayın yapılan dönem dizi ağırlığıyla geçen dolu dolu bir Pazar gününü de beraberinde getiriyordu. Muhteşem İkili dizisinin “Kuzen Balki”sini izleyip de unutanınız var mıdır?

Reyting dışı kanal gözü ile bakılan, pek dikkat çekmeyen Cnbc-e çıkageldiğinde, yeni dizi çılgınlığı dirilmiş oldu. Altyazı ile kendi dilinde gösterilen diziler birer fenomen olurken, kanalında kendine ait bir kültür kazanmasını sağladı. Uzun soluklu dizilerin hayranlarının yoğun ilgisinin gruba ait yeni kanal e2’yi doğurması, yakın zaman içinde sadece dizilerden oluşan yayın akışı ile TNT’nin tüm platformlardan yayına başlaması da bu ilginin göstergesi.

Bu noktada dünya özellikle Amerikan dizileri ile ülkemiz dizilerine küçük bir bakış atmakta fayda var.

Ülkemizin büyük kanalları her akşamını dizilere teslim etmiş durumda. Çok geniş yelpazeye sahip olmayan, plansız programsız ekrana gelen yüzlerce dizi arasından sadece bir kaçının yoğun ilgi görmesi boşuna değil. RTÜK yasaları sebebiyle bir dizinin maliyetini karşılaması için ihtiyacı olan reklam pastası gereği 90 dakikadan oluşan her bölüm kaplumbağa hızında gidiyor. Bu uzun süre yüzünden pek özgün olmayan ve bir hayli uzun jenerikle başlamaları da cabası. Fantastik, bilim-kurgu, gerilim türlerinde örnekleri hiç karşımıza çıkmazken, aksiyon denemeleri ise hala çağın gerisinde yer almakta.

Gelelim okyanusun diğer ucuna. Geniş yazar kadrosunun elinden çıkan özgün senaryolar, yüksek miktarlarla, neredeyse bizde çekilen bir film masrafıyla harcanan paralarla çekilen diziler, bir bir fenomen olmaya devam ediyor. DVD piyasasında da pastadan büyük pay alan diziler artık her türlü promosyon araçları ile adeta bir film gibi çıkıyor izleyicinin önüne…

Lost’un izleyici üzerindeki etkisi hakkında bir şey belirtmeye sanırım gerek yok. Üzerine kitaplar yazılan, ne olacağı konusunda internette forumlar açılan tartışılan dizi herkesçe dünyanın bir numarası konumunda. Öykünün karmaşıklığı, tekrar tekrar eski bölümleri izleme isteği uyandıran kurgu dolayısıyla yapılmış en iyi iş olarak kabul edilmiş durumda. Prison Break de bu pastadan payını alan dizilerden biri. Çizgi roman üslubunu kullanarak fenomen haline gelen Heroes da heyecan yaratanlardan…

Önceki yılların dizileri Nip/Tuck’ın aile yapısını hiçe sayan öyküsü, Six Feet Under’ın da benzer yapısıyla çizdiği garip dünya profili klasikler arasında. Francis Ford Coppola desteği ile yayına başlayan The 4400 de bugün Heroes’un geldiği noktada duruyor. Bizde gösterilen dizilerde yıkılmayan aile tablosunun aksine günümüz Amerikan dizileri her konuyu işlemekte ve bunun dozunu ayarlama konusunda pek ürkek davranmamakta. Carnivale dizisi bu konudaki en aykırı örnek olarak göze çarpıyor. Dizinin merkezindeki iyi-kötü savaşı, 1940’lar buhranında bir din adamının şeytana dönüşmesi konusunda hiç çekinmiyordu. Bu temellerden sonra aile dizilerine son yıllarda eşcinsel karakterler girmeye de başladı. TV'nin altın çağındaki dizilerin o çekirdek aileleri de yerini artık çocuk evlat edinmiş eşcinsel bir çifti barındırabiliyor artık, parçası olabiliyor. 

Sayılan dizilerin aksine ülkemiz dizileri hala ulusal değerleri ön planda tutmaya devam ediyor ve sıkı sıkıya bağlı olunan yoldan hiç çıkmıyor. Yükselen değerin hala roman uyarlamaları olması da bunun bir göstergesi… Gariptir çoğunluğu genç nüfusa sahip ülkenin gençlik dizisi konusundaki kısırlığı da hayli enteresan.

Artık dizi dünyasının her saniyesi önemli durumda… Sadece yaratıcıların adı yazılı jeneriklerle başlayan, jenerik konusunda çok yaratıcı örneklerin doğması sebebiyle de her yıl bu konuda ödüllendirilen diziler dolu dolu 42 dakika vaat etmeye soluksuz devam ediyor.

Peki bu koca dünyanın arasında seçimlerimizi ne yönde kullanıyoruz?

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template