Dizi deyince akla gelen artık eskisi gibi dar bir
çerçeve olmaktan çıktı. Arka arkaya onlarca dizi sayabildiğimiz, birçok diziyi
arşivlerimize eklediğimiz şu günlerde sinemayla yarışır hale gelen, bazı
örnekleri filmlerin yaptığı etkiden daha fazlasını yaratan dizi dünyası altın
çağlarını yaşıyor.
Belli türlerde, geçtiğimiz senelerde izlediğimiz
diziler öyle çeşitlendi, öyle fenomen halini aldı ki, artık filmde tercih
edilir dizilerle karşılaşmak sürpriz olmaktan çıktı. İnternetten dizi takip
eden kitlenin ABD’de de pazartesi yayınlanan önemli dizileri izlemek için Salı
günlerini evde dizileriyle geçiren bir izleyici profili de ortaya çıktı.
TRT’nin siyah beyaz döneminde seçtiği nitelikli
dizilerle tanışan Türk izleyici, artık internetten tüm dünyayla aynı anda
dizileri takip etmeye başladı. Bu anlamda dünyadaki tüm dizi izleyicileri
kıtalararası bir imece sistemi kurmuş durumda. Diziyi divx formatında kaydeden,
onu internette paylaşanın attığı ilk adımı, orijinal altyazıyı hazırlayan kişi
takip ediyor. Sonrası belli bir sessizlik… Paylaşılan altyazı hemen hemen aynı
anda her ülkede çevrilip izleyiciye sunuluyor. İllegal de olsa bu ağ
izleyicinin profilini gösteriyor. Geçen yıl yaşanan senarist grevi sırasında
aksayan dizilerle internet sitelerinin sessizliği de bu kitlenin ne durumda
olduğunun bir göstergesi.
Dallas’lar, Bonanza’lar, Küçük Ev’ler, Zengin ve
Yoksullar kadar anılarımıza işleyecek diziler TV’de yok artık. Köle Isaura,
Kökler, Shogun gibi diziler TRT sayesinde tüm ülkenin soluk soluğa izlediği
yapımlar olmuştu. Son canlı örnekler Yalan Rüzgarı, Hayat Ağacı gibi soup opera
dizilerinin yarattığı etki idi. Özellikle Marianna adı ile bilinen “Zenginlerde
ağlar” dizisi başladığında ev hanımları dünyayla ilişkisini kesiyor, evde
değilse eve gitme telaşıyla acele ediliyordu. Özel TV’ler hayatımıza girdiğinde
yeniden hareketlenen dizi dünyası son yıllarda tüm kanalların yerli dizilere
ağırlık vermesi ile tıkanmış durumda. Oysa ilk özel Tv dönemi sevilen dizileri
tanıştırmıştı izleyici ile. A Takımı, Evimiz Hollywood'da, Charles İş Başında,
Cosby Ailesi, Alf gibi diziler ekranların en çok seyredilenlerindendi. Star 1
adı ile yayın yapılan dönem dizi ağırlığıyla geçen dolu dolu bir Pazar gününü
de beraberinde getiriyordu. Muhteşem İkili dizisinin “Kuzen Balki”sini izleyip
de unutanınız var mıdır?
Reyting dışı kanal gözü ile bakılan, pek dikkat
çekmeyen Cnbc-e çıkageldiğinde, yeni dizi çılgınlığı dirilmiş oldu. Altyazı ile
kendi dilinde gösterilen diziler birer fenomen olurken, kanalında kendine ait
bir kültür kazanmasını sağladı. Uzun soluklu dizilerin hayranlarının yoğun
ilgisinin gruba ait yeni kanal e2’yi doğurması, yakın zaman içinde sadece
dizilerden oluşan yayın akışı ile TNT’nin tüm platformlardan yayına başlaması
da bu ilginin göstergesi.
Bu noktada dünya özellikle Amerikan dizileri ile
ülkemiz dizilerine küçük bir bakış atmakta fayda var.
Ülkemizin büyük kanalları her akşamını dizilere teslim
etmiş durumda. Çok geniş yelpazeye sahip olmayan, plansız programsız ekrana
gelen yüzlerce dizi arasından sadece bir kaçının yoğun ilgi görmesi boşuna
değil. RTÜK yasaları sebebiyle bir dizinin maliyetini karşılaması için ihtiyacı
olan reklam pastası gereği 90 dakikadan oluşan her bölüm kaplumbağa hızında
gidiyor. Bu uzun süre yüzünden pek özgün olmayan ve bir hayli uzun jenerikle
başlamaları da cabası. Fantastik, bilim-kurgu, gerilim türlerinde örnekleri hiç
karşımıza çıkmazken, aksiyon denemeleri ise hala çağın gerisinde yer almakta.
Gelelim okyanusun diğer ucuna. Geniş yazar kadrosunun
elinden çıkan özgün senaryolar, yüksek miktarlarla, neredeyse bizde çekilen bir
film masrafıyla harcanan paralarla çekilen diziler, bir bir fenomen olmaya
devam ediyor. DVD piyasasında da pastadan büyük pay alan diziler artık her
türlü promosyon araçları ile adeta bir film gibi çıkıyor izleyicinin önüne…
Lost’un izleyici üzerindeki etkisi hakkında bir şey
belirtmeye sanırım gerek yok. Üzerine kitaplar yazılan, ne olacağı konusunda
internette forumlar açılan tartışılan dizi herkesçe dünyanın bir numarası
konumunda. Öykünün karmaşıklığı, tekrar tekrar eski bölümleri izleme isteği uyandıran
kurgu dolayısıyla yapılmış en iyi iş olarak kabul edilmiş durumda. Prison Break
de bu pastadan payını alan dizilerden biri. Çizgi roman üslubunu kullanarak
fenomen haline gelen Heroes da heyecan yaratanlardan…
Önceki yılların dizileri Nip/Tuck’ın aile yapısını
hiçe sayan öyküsü, Six Feet Under’ın da benzer yapısıyla çizdiği garip dünya
profili klasikler arasında. Francis Ford Coppola desteği ile yayına başlayan
The 4400 de bugün Heroes’un geldiği noktada duruyor. Bizde gösterilen dizilerde
yıkılmayan aile tablosunun aksine günümüz Amerikan dizileri her konuyu
işlemekte ve bunun dozunu ayarlama konusunda pek ürkek davranmamakta. Carnivale
dizisi bu konudaki en aykırı örnek olarak göze çarpıyor. Dizinin merkezindeki
iyi-kötü savaşı, 1940’lar buhranında bir din adamının şeytana dönüşmesi
konusunda hiç çekinmiyordu. Bu temellerden sonra aile dizilerine son yıllarda eşcinsel karakterler girmeye de başladı. TV'nin altın çağındaki dizilerin o çekirdek aileleri de yerini artık çocuk evlat edinmiş eşcinsel bir çifti barındırabiliyor artık, parçası olabiliyor.
Sayılan dizilerin aksine ülkemiz dizileri hala ulusal
değerleri ön planda tutmaya devam ediyor ve sıkı sıkıya bağlı olunan yoldan hiç
çıkmıyor. Yükselen değerin hala roman uyarlamaları olması da bunun bir
göstergesi… Gariptir çoğunluğu genç nüfusa sahip ülkenin gençlik dizisi
konusundaki kısırlığı da hayli enteresan.
Artık dizi dünyasının her saniyesi önemli durumda…
Sadece yaratıcıların adı yazılı jeneriklerle başlayan, jenerik konusunda çok yaratıcı
örneklerin doğması sebebiyle de her yıl bu konuda ödüllendirilen diziler dolu
dolu 42 dakika vaat etmeye soluksuz devam ediyor.
Peki bu koca dünyanın arasında seçimlerimizi ne yönde
kullanıyoruz?
Yorum Gönder