Bazılarının tanımlamasıyla “Dünyanın en manyak Yönetmeni” Takashi Miike durmak, yorulmak bilmeden film çekmeye devam ediyor. 1960 doğumlu Japon yönetmen, 1987’de asistan olarak girdiği sinema dünyasında, kendine has çizgiyi çekmiş bir isim. İlk filmini değil, ilk 3 filmini 1991’de çekerek bugün kimseyi şaşırtmayan üretkenlik sergileyen Miike kariyerine şimdiden 76 film sığdırdı. Sinema izleyicilerin “ucuz” film seyretme arayışında keşfettikleri, önceleri pek ciddiye almadıkları Miike, zamanla kendisini de yenileyerek Festivallere katılarak adını da saygınlar listesine ekledi. Tün dünya’da “Odishon” ya da bizdeki adıyla “Ölüm Provası” ile 3 ödül toplayarak adını duyaran Miike’nin Türkiye serüveni ise filmin 2004’te ticari gösterime girmesiyle başladı. Genel sinema izleyicisinin bir şey olacak diye bekleyişi, ancak finaldeki şok ile sağlanıyordu. Sürekli korkmak için hazırda bekleyen seyirci elbetteki durumdan rahatsızdı. Miike’nin korsan vcd/Dvd piyasasında tercih edilen isimlerden biri olması da aynı döneme rastlar. Yönetmenin her yıl birden çok film çekmesi de elbette buna bir etken. Her daim birbirine zıt filmlere imza atmaktan çekinmeyen, tür kırması filmler yapan bir yönetmen olunca, ürettikleri de merakla bekleniyor elbette.
Miike demişken anmadan geçilmeyecek filmleri sıralamak gerekirse; “The City of Lost Souls”, Sinefiller için vazgeçilmez deneyim “Ichı: The Serial Killer”, Müzikal-Komedi-Korku olarak tanımlanabilecek “The Happiness of the Katakuris”, anlatılması mümkün olmayan bir tuhaflık “Gozu”, son dönemde Amerikan çevrimi ile gündeme gelen “One Missed Call”… Özellikle “Ichı: The Serial Killer” ile üniversiteli sinefillerin gönüllerini fetheden Miike bu yıl da boş durmadı elbette.
2007’yi dört filmle kapatan Miike, bu kez tamda çektiği filmleri keşfinden zevk alan Quentin Tarantino desteğiyle western’e imza attı.
“Sukiyaki Western Django” her Miike filmi gibi bol referanslı. Bir Japon Westerni için özgün isim arayışından mıdır bilinmez varolan tezatlıklara eklemeler yapılmış. Vahşi Batı, Uzakdoğu olmuş en başta. Spagetti Western’ine karşı da “Sukiyaki Western”… (Sukiyaki ünlü bir Japon yemeği bu arada) “Django” ise 1966 tarihli Sergio Corbucci filminden geliyor. Sadece isminde bile alıntılar olan film elbette yeni bir şeyler yok.
Hikaye konusuna hiçbir zaman önem vermeyen, genelde görüntüler üzerinden kendi absürt anlatımı üzerinde duran bir yönetmenden artık yeni birşey beklemek hayal olur. Bu sefer bin yıllık hikaye var. Bir kasaba, iki çete… İki çetenin altın, hazine arayışı ile kasabada yarattığı kaos da elbette yeni değil. Kırmızılar ile beyazların arasındaki mücadele kimi zaman Romeo Juliet alıntısı ile renkleniyor, kimi zaman Vl. Henry alıntıları ile renkleniyor.
Miike demişken anmadan geçilmeyecek filmleri sıralamak gerekirse; “The City of Lost Souls”, Sinefiller için vazgeçilmez deneyim “Ichı: The Serial Killer”, Müzikal-Komedi-Korku olarak tanımlanabilecek “The Happiness of the Katakuris”, anlatılması mümkün olmayan bir tuhaflık “Gozu”, son dönemde Amerikan çevrimi ile gündeme gelen “One Missed Call”… Özellikle “Ichı: The Serial Killer” ile üniversiteli sinefillerin gönüllerini fetheden Miike bu yıl da boş durmadı elbette.
2007’yi dört filmle kapatan Miike, bu kez tamda çektiği filmleri keşfinden zevk alan Quentin Tarantino desteğiyle western’e imza attı.
“Sukiyaki Western Django” her Miike filmi gibi bol referanslı. Bir Japon Westerni için özgün isim arayışından mıdır bilinmez varolan tezatlıklara eklemeler yapılmış. Vahşi Batı, Uzakdoğu olmuş en başta. Spagetti Western’ine karşı da “Sukiyaki Western”… (Sukiyaki ünlü bir Japon yemeği bu arada) “Django” ise 1966 tarihli Sergio Corbucci filminden geliyor. Sadece isminde bile alıntılar olan film elbette yeni bir şeyler yok.
Hikaye konusuna hiçbir zaman önem vermeyen, genelde görüntüler üzerinden kendi absürt anlatımı üzerinde duran bir yönetmenden artık yeni birşey beklemek hayal olur. Bu sefer bin yıllık hikaye var. Bir kasaba, iki çete… İki çetenin altın, hazine arayışı ile kasabada yarattığı kaos da elbette yeni değil. Kırmızılar ile beyazların arasındaki mücadele kimi zaman Romeo Juliet alıntısı ile renkleniyor, kimi zaman Vl. Henry alıntıları ile renkleniyor.
Çetesine hitap eden Kiyomori, “Bundan sonra size bunu okuyacağım diyerek” VI. Henry kitabını gösteriyor ve ekliyor “Güllerin Savaşı. Kırmızıların savaşı kazanmasıyla ilgili bir hikaye.”
Öte yanda kasabanın şerifi karakter olarak anlatılacak gibi değil, görülmeli…
Sonuç olarak zaten türler çorbası yapan birinden şaşırtmayan yeni bir çorba “Düello”. Klasik Western anlatımı ile elbette alakası yok, bilinen Miike numaraları bolca mevcut. İlk kez karşılaşan için bol eğlence vaat etsede kimi yerde eğlenceli olmaktan sıkıcılaşmaya doğru giden bir hikaye var. Ama her zaman olduğu gibi bir anlık kestirme sonrası “bu başka filmi” sorusunu sorduracak kadar da birbirinden kopuk olay zinciri…
Film Tarantino ile fiyakalı bir açılış yaparak başlıyor. Tarantino’nun Japon aksanlı İngilizce konuşması bir yana yarattığı eğlence de filmin artılarından. Özellikle filmin ortalarındaki tekerlekli sandalyedeki yaşlı adam sahnesi de çok eğlenceli.
Söz konusu western olunca olmaz olmazlar var elbette. Tren göremesek de Posta arabası soygunu mevcut. Hemde sonu ilginç biten bir soygun. Dinamitli, çatışmalı ama bir o kadar da Miike absürtlüğünde bir soygun.
Bar kavgası da atlanmamış elbette. Üstelik kılıç sosu ile…
Kasabaya gelen yabancı da hali, tavırları ve hızlı silah çekmesi ile Japon işi Red Kit gibi duran Gunman.
Miike filmde iki çeteye aynı uzaklıkta bakıyor, baktırıyor. Hikayenin gelişimi için kullandığı anane ile oğluna türlü çileyi çektirse de seyirciyle yakınlaştırmıyor. Hiçbir karakteri ile bizi izleyiciyi etkilemeye çalışmıyor.
Tamamen İngilizce çekilmesi, özelikle Tarantino için yazıldığı belli olan karakterinde gösterdiği ince mizah havası ile genel Miike sinemasına göre daha hafif kalan absürt anlatım dolayısıyla seyirciye biraz daha yakın duran bir Japon işi Western var karşımızda.
Bir sahneyide özellikle belirtmek istiyorum, hikayede “Kanlı Benten” olarak geçen kadın kahramanın geçmişinin anlatıldığı adeta efsane gibi gösterildiği sahne neredeyse Tarantino tarafından çekilmiş gibi duruyor.
Geçmişe yönelik sahnelerde daha çiğ renkler kullanan Miike, ses efektlerini de abartılı kullanıyor.
Venedik Film Festivalinde Altın Aslan için yarışan, ülkemizdeki gösterimini 27. Uluslar arası İstanbul Film Festivali ile yapan film için sanırım yönetmenin takipçileri tereddüt etmeyecektir, bilmeyenler içinse iyi bir tanışma fırsatı…
Öte yanda kasabanın şerifi karakter olarak anlatılacak gibi değil, görülmeli…
Sonuç olarak zaten türler çorbası yapan birinden şaşırtmayan yeni bir çorba “Düello”. Klasik Western anlatımı ile elbette alakası yok, bilinen Miike numaraları bolca mevcut. İlk kez karşılaşan için bol eğlence vaat etsede kimi yerde eğlenceli olmaktan sıkıcılaşmaya doğru giden bir hikaye var. Ama her zaman olduğu gibi bir anlık kestirme sonrası “bu başka filmi” sorusunu sorduracak kadar da birbirinden kopuk olay zinciri…
Film Tarantino ile fiyakalı bir açılış yaparak başlıyor. Tarantino’nun Japon aksanlı İngilizce konuşması bir yana yarattığı eğlence de filmin artılarından. Özellikle filmin ortalarındaki tekerlekli sandalyedeki yaşlı adam sahnesi de çok eğlenceli.
Söz konusu western olunca olmaz olmazlar var elbette. Tren göremesek de Posta arabası soygunu mevcut. Hemde sonu ilginç biten bir soygun. Dinamitli, çatışmalı ama bir o kadar da Miike absürtlüğünde bir soygun.
Bar kavgası da atlanmamış elbette. Üstelik kılıç sosu ile…
Kasabaya gelen yabancı da hali, tavırları ve hızlı silah çekmesi ile Japon işi Red Kit gibi duran Gunman.
Miike filmde iki çeteye aynı uzaklıkta bakıyor, baktırıyor. Hikayenin gelişimi için kullandığı anane ile oğluna türlü çileyi çektirse de seyirciyle yakınlaştırmıyor. Hiçbir karakteri ile bizi izleyiciyi etkilemeye çalışmıyor.
Tamamen İngilizce çekilmesi, özelikle Tarantino için yazıldığı belli olan karakterinde gösterdiği ince mizah havası ile genel Miike sinemasına göre daha hafif kalan absürt anlatım dolayısıyla seyirciye biraz daha yakın duran bir Japon işi Western var karşımızda.
Bir sahneyide özellikle belirtmek istiyorum, hikayede “Kanlı Benten” olarak geçen kadın kahramanın geçmişinin anlatıldığı adeta efsane gibi gösterildiği sahne neredeyse Tarantino tarafından çekilmiş gibi duruyor.
Geçmişe yönelik sahnelerde daha çiğ renkler kullanan Miike, ses efektlerini de abartılı kullanıyor.
Venedik Film Festivalinde Altın Aslan için yarışan, ülkemizdeki gösterimini 27. Uluslar arası İstanbul Film Festivali ile yapan film için sanırım yönetmenin takipçileri tereddüt etmeyecektir, bilmeyenler içinse iyi bir tanışma fırsatı…
Yorum Gönder