Genco Erkal geçtiğimiz Pazar günü bizlere tiyatro ziyafeti sundu. Mersinli sanatseverlerin büyük ilgi gösterdiği ve dakikalarca ayakta alkışladığı oyun sonrası, Erkal’da memnuniyetini okuduğu şiirle dile getirdi ve yeni oyunun müjdesini verdi.
Oyun öncesi hazırlıklar sırasında kendisiyle söyleştik ve yıllardır süren bir mücadelenin meyvelerini topladığını gördük. Nazım’ı artık paylaşmaya başladık….
Tiyatroya 1959 yılında başladınız. Bu güne kadar ortaya koyduğunuz işlerde topluma vermek istediğiniz mesaj neydi? Toplum bu mesajın ne kadarını algıladı?
Deniz kenarında, kuma yazılmış yazı gibidir tiyatro. İnsanları, ülkemizin ve çağımızın sorunları üzerinde düşünmeye yönlendirmek, onlara bir tartışma ortamı sağlamak. Ama ülkemiz çok değişti. Tabi ülkemizle beraber bizim tiyatromuzda değişti. Fakat Dostlar tiyatrosundaki ana temel hiçbir zaman değişmedi. İnsanlara daha güzel daha yaşanılabilir bir dünya bırakma özlemi içinde aydınlığa yönelik bir mücadelenin içinde gibi. Mesajın ulaşması noktasında şunları ifade edebilirim. Bizim seslenebildiğimiz kitle çok kısıtlı. Çünkü ülkemizin nüfusunu düşünürsek, onun içinde her hangi bir tiyatroya giden insan oranı zaten sembolik düzeyde. Çok düşük. Ülkemizde tiyatro televizyon kadar, sinema kadar yaygın değil. Bir de bizim seçimimizden ötürü, biraz daha okumuş yazmış aydınlık düşünceye sahip kitleye yazdık ve oynadık.
Zaman zaman şunu sormuyor değilim. Acaba 50 yıl gibi bir süre içerisinde, akıntıya mı kürek çektik? Neye yaradı yaptığımız? Çünkü sinema gibi kalıcı değil tiyatro. Deniz kenarında, kuma yazılmış yazı gibidir tiyatro. Tiyatro, izledikten sonra sadece insanların belleklerinde yaşıyor. Bundan dolayı bazen umutsuzluğa kapılmıyor değilim. Fakat şu var ki turne esnasında çeşitli illerde insanlar “Biz üniversiteyi İstanbul’da okuduk. Sizin tiyatronuza üyeydik, 40 yıl geçmesine rağmen hala üyelik kartımızı saklıyoruz. Biz tiyatroyu sizden öğrendik, sizinle sevdik. Şimdide oğlumu getirdim, bazen torunumu getirdim” diyorlar. O zaman insan mutlu oluyor.Yaptığım işe yaradı diyorum. Tabi alınan mesaj istenilen düzeyde mi onu bilemem.
Türk tiyatrosu, birçok tiyatro üstadı çıkarmış olmasına rağmen, teknik altyapı sorununu çözemedi. Yeterince tiyatro yazarı ve yönetmeni yok. Bu sorun neden kaynaklanıyor?
Yazarlarımızı maalesef televizyona kaybediyoruz. Bunun başlıca nedeni televizyon. Yazarlar yetişmiyor değil bu ülkede fakat televizyona gidip küçük skeçler yazarak çok daha fazla paralar kazanıyorlar, çok daha çabuk ünlü olabiliyorlar. O yüzden yazarlarımızın birçoğunu, özellikle yeni yetişen yazarlarımızı maalesef televizyona kaybediyoruz. Televizyon beyin göçü alıyor. Tiyatro yazabilecek çok büyük potansiyeli, kendi yeteneklerini televizyonda harcıyorlar benim kanımca. O yüzden de çok önemli oyunlar yazılmıyor son yıllarda.
Geçtiğimiz yıllar içerisinde, Nazım Hikmet ile anılır oldunuz. Bu durumun sebebi ve sonuçları nelerdir?
Ben 1975 yılından bu yana Nazım’ı, sahnede söylüyorum. Nazım’ın şiirlerinden tiyatro eserleri meydana getiriyorum. Sanat yaşamımın en önemli, en ağırlık taşıyan bölümlerinden biri Nazım’ın şiirleriyle olan çalışmalar. Ben bu şiirleri sadece tiyatro sahnelerinde değil; 1 Mayıs’ta büyük meydanlarda, politik toplantılarda, anma gecelerinde söyledim. En son Fazıl Say ile beraber senfonik bir oratoryo yaptık. Aspendos’ta Efes’te 8-9 bin kişiye söyledim. Nazım artık benim etimin, kanımın, canımın bir parçası oldu. Onunla beraber yaşıyorum ben. Bundan da hiç şikayetçi değilim. Beni her zaman heyecanlandıran bir yazar. Şuanda oynadığım ‘İnsanlarım’ adlı tiyatro eserini 14 yıldır oynuyorum. Paris’te Amsterdam’da, İngiltere, Amerika, Kanada kısaca dünyanın birçok yerinde oynadım. Bu bana çok şey kazandırdı. Ama bence Nazım’ında ülkemizde kendini kabul ettirmesine bir etkisi olduğunu düşünüyorum. 1975 yılında ilk sahneye koyduğumda oyun mahkemeye düştü. Dava edildi. Oyunu kaldırmak istediler. Oradan aklandık. Bir sürü mücadele verdik. Birçok yerde afişlerimizi yırttılar. O zamanlar ‘vatan haini’ deniliyordu. Daha sonra ki yıllarda çeşitli çabalarla, bunda benimde biraz tuzum var,bu kadar zamandır böyle bir çalışma içindeyim. Alparslan Türkeş’te Süleyman Demirel’de Nazım’dan dizeler okumaya başladı. 75 yılında böyle bir şey düşünülemezdi bile.
Kültür Bakanlığı Fazıl Say’a, resmen parasını vererek, Nazım oratoryosu ısmarladı. Bu küçük bir gelişme değil. Evet ülkemizde kötü şeylerde oluyor. İyi şeylerde oluyor. Yavaş yavaş bazı şeyler düzeliyor, bazı şeyler düzelemiyor. Hala Nazım’ı ‘vatan haini’ olarak düşünenler var ki, vasiyeti olan mezarı ülkesine getirilemiyor. Bir türlü Nazım’ın vatandaşlık hakları kendisine teslim edilemiyor. Hoş Nazım’ın böyle bir şeye ihtiyacı yok tabi o zaten tüm dünya da Türk şairi olarak biliniyor. Vatandaşlığını verseniz ne olur, vermeseniz ne olur. O zaten, Türkiye’nin en büyük ozanı olarak kabul edilmiş. Ama bir şey var. Ülkemizde, maalesef kötü bir damar var. En som Hırant Dink, cinayetine kadar gelen. Onlar, kendileri gibi düşünmeyen herkese vatan haini damgasını yapıştırıp; bunları yok etmek lazım diyen bir düşünce var. Bunları da değiştirmekte kolay olmuyor tabi.
Bir sanatçı olarak sizce, bu düşünce yapısını değiştirmek için neler yapılmalı?
Herkes elinden geldiği kadar bir demokratik mücadele içinde olacak. Bu toplumun düşünce yapısını değiştirmeye çalışacak. Burada bireylere, sivil toplu örgütlerine çok büyük görevler düşüyor. Çünkü demokrasi demek, sadece 4 yılda bir 5 yılda bir sandığa gidip oy atmak değildir. Haklarımızı talep edeceğiz. İsteklerimizi ağırlıkla ortaya koyacağız. Örneğin, Hırant Dink, cenazesi önemli bir göstergeydi. Her an biz sizin gibi düşünmüyoruz. Buda bir düşünce tarzıdır. Sizde bizim söylediklerimizi dinleyeceksiniz diyeceğiz. Belki zamanla değişecek.
Türkiye’de tiyatro izleyicisi gün geçtikçe azalıyor. İzleyici potansiyelini arttırmak için nelere yapılamalı?
İlkokuldan itibaren okulda, tiyatro dersleri verilmelidir. Bu eğitim, çocuğun ruhsal gelişi için de son derece önemlidir. Çocuk, o yaşta tiyatronun ne olduğunu öğrenirse ilerde tiyatroya gidip gelmesi çok daha da kolay olur.
At, Faize Hücum, Candan Kalp, Hakkari’de Bir Mevsim gibi filmlerde başrol oynadınız. Yeni bir sinema projesinde yer almayı düşünüyor musunuz?
Elime iyi bir senaryo gelirse ve fırsat olursa yeni projeleri değerlendiriyorum. Bir yıldır ertelenen bir proje var. Şuan turnedeyim, eğer bir aksilik olmazsa turne sonunda bu projeye başlayacağım. Yönetmenliğini İngiliz Ben Hopkins’in yapacağı, ‘PAZAR’ ( Gün olarak değil, alış veriş yapılan pazar) adlı bir filmde rol alacağım. Film bir ortak yapım olarak gerçekleşecek. Sadece yönetmen İngiliz olacak. Film, Van’da, Türk oyuncularla ve Türkçe çekilecek. Filmin senaryosunda biraz kaçakçılık üzerine, biraz doğulu bir delikanlının ayakta durabilme çabaları anlatılıyor.
Oyun öncesi hazırlıklar sırasında kendisiyle söyleştik ve yıllardır süren bir mücadelenin meyvelerini topladığını gördük. Nazım’ı artık paylaşmaya başladık….
Tiyatroya 1959 yılında başladınız. Bu güne kadar ortaya koyduğunuz işlerde topluma vermek istediğiniz mesaj neydi? Toplum bu mesajın ne kadarını algıladı?
Zaman zaman şunu sormuyor değilim. Acaba 50 yıl gibi bir süre içerisinde, akıntıya mı kürek çektik? Neye yaradı yaptığımız? Çünkü sinema gibi kalıcı değil tiyatro. Deniz kenarında, kuma yazılmış yazı gibidir tiyatro. Tiyatro, izledikten sonra sadece insanların belleklerinde yaşıyor. Bundan dolayı bazen umutsuzluğa kapılmıyor değilim. Fakat şu var ki turne esnasında çeşitli illerde insanlar “Biz üniversiteyi İstanbul’da okuduk. Sizin tiyatronuza üyeydik, 40 yıl geçmesine rağmen hala üyelik kartımızı saklıyoruz. Biz tiyatroyu sizden öğrendik, sizinle sevdik. Şimdide oğlumu getirdim, bazen torunumu getirdim” diyorlar. O zaman insan mutlu oluyor.Yaptığım işe yaradı diyorum. Tabi alınan mesaj istenilen düzeyde mi onu bilemem.
Türk tiyatrosu, birçok tiyatro üstadı çıkarmış olmasına rağmen, teknik altyapı sorununu çözemedi. Yeterince tiyatro yazarı ve yönetmeni yok. Bu sorun neden kaynaklanıyor?
Yazarlarımızı maalesef televizyona kaybediyoruz. Bunun başlıca nedeni televizyon. Yazarlar yetişmiyor değil bu ülkede fakat televizyona gidip küçük skeçler yazarak çok daha fazla paralar kazanıyorlar, çok daha çabuk ünlü olabiliyorlar. O yüzden yazarlarımızın birçoğunu, özellikle yeni yetişen yazarlarımızı maalesef televizyona kaybediyoruz. Televizyon beyin göçü alıyor. Tiyatro yazabilecek çok büyük potansiyeli, kendi yeteneklerini televizyonda harcıyorlar benim kanımca. O yüzden de çok önemli oyunlar yazılmıyor son yıllarda.
Geçtiğimiz yıllar içerisinde, Nazım Hikmet ile anılır oldunuz. Bu durumun sebebi ve sonuçları nelerdir?
Ben 1975 yılından bu yana Nazım’ı, sahnede söylüyorum. Nazım’ın şiirlerinden tiyatro eserleri meydana getiriyorum. Sanat yaşamımın en önemli, en ağırlık taşıyan bölümlerinden biri Nazım’ın şiirleriyle olan çalışmalar. Ben bu şiirleri sadece tiyatro sahnelerinde değil; 1 Mayıs’ta büyük meydanlarda, politik toplantılarda, anma gecelerinde söyledim. En son Fazıl Say ile beraber senfonik bir oratoryo yaptık. Aspendos’ta Efes’te 8-9 bin kişiye söyledim. Nazım artık benim etimin, kanımın, canımın bir parçası oldu. Onunla beraber yaşıyorum ben. Bundan da hiç şikayetçi değilim. Beni her zaman heyecanlandıran bir yazar. Şuanda oynadığım ‘İnsanlarım’ adlı tiyatro eserini 14 yıldır oynuyorum. Paris’te Amsterdam’da, İngiltere, Amerika, Kanada kısaca dünyanın birçok yerinde oynadım. Bu bana çok şey kazandırdı. Ama bence Nazım’ında ülkemizde kendini kabul ettirmesine bir etkisi olduğunu düşünüyorum. 1975 yılında ilk sahneye koyduğumda oyun mahkemeye düştü. Dava edildi. Oyunu kaldırmak istediler. Oradan aklandık. Bir sürü mücadele verdik. Birçok yerde afişlerimizi yırttılar. O zamanlar ‘vatan haini’ deniliyordu. Daha sonra ki yıllarda çeşitli çabalarla, bunda benimde biraz tuzum var,bu kadar zamandır böyle bir çalışma içindeyim. Alparslan Türkeş’te Süleyman Demirel’de Nazım’dan dizeler okumaya başladı. 75 yılında böyle bir şey düşünülemezdi bile.
Kültür Bakanlığı Fazıl Say’a, resmen parasını vererek, Nazım oratoryosu ısmarladı. Bu küçük bir gelişme değil. Evet ülkemizde kötü şeylerde oluyor. İyi şeylerde oluyor. Yavaş yavaş bazı şeyler düzeliyor, bazı şeyler düzelemiyor. Hala Nazım’ı ‘vatan haini’ olarak düşünenler var ki, vasiyeti olan mezarı ülkesine getirilemiyor. Bir türlü Nazım’ın vatandaşlık hakları kendisine teslim edilemiyor. Hoş Nazım’ın böyle bir şeye ihtiyacı yok tabi o zaten tüm dünya da Türk şairi olarak biliniyor. Vatandaşlığını verseniz ne olur, vermeseniz ne olur. O zaten, Türkiye’nin en büyük ozanı olarak kabul edilmiş. Ama bir şey var. Ülkemizde, maalesef kötü bir damar var. En som Hırant Dink, cinayetine kadar gelen. Onlar, kendileri gibi düşünmeyen herkese vatan haini damgasını yapıştırıp; bunları yok etmek lazım diyen bir düşünce var. Bunları da değiştirmekte kolay olmuyor tabi.
Bir sanatçı olarak sizce, bu düşünce yapısını değiştirmek için neler yapılmalı?
Herkes elinden geldiği kadar bir demokratik mücadele içinde olacak. Bu toplumun düşünce yapısını değiştirmeye çalışacak. Burada bireylere, sivil toplu örgütlerine çok büyük görevler düşüyor. Çünkü demokrasi demek, sadece 4 yılda bir 5 yılda bir sandığa gidip oy atmak değildir. Haklarımızı talep edeceğiz. İsteklerimizi ağırlıkla ortaya koyacağız. Örneğin, Hırant Dink, cenazesi önemli bir göstergeydi. Her an biz sizin gibi düşünmüyoruz. Buda bir düşünce tarzıdır. Sizde bizim söylediklerimizi dinleyeceksiniz diyeceğiz. Belki zamanla değişecek.
Türkiye’de tiyatro izleyicisi gün geçtikçe azalıyor. İzleyici potansiyelini arttırmak için nelere yapılamalı?
İlkokuldan itibaren okulda, tiyatro dersleri verilmelidir. Bu eğitim, çocuğun ruhsal gelişi için de son derece önemlidir. Çocuk, o yaşta tiyatronun ne olduğunu öğrenirse ilerde tiyatroya gidip gelmesi çok daha da kolay olur.
At, Faize Hücum, Candan Kalp, Hakkari’de Bir Mevsim gibi filmlerde başrol oynadınız. Yeni bir sinema projesinde yer almayı düşünüyor musunuz?
Elime iyi bir senaryo gelirse ve fırsat olursa yeni projeleri değerlendiriyorum. Bir yıldır ertelenen bir proje var. Şuan turnedeyim, eğer bir aksilik olmazsa turne sonunda bu projeye başlayacağım. Yönetmenliğini İngiliz Ben Hopkins’in yapacağı, ‘PAZAR’ ( Gün olarak değil, alış veriş yapılan pazar) adlı bir filmde rol alacağım. Film bir ortak yapım olarak gerçekleşecek. Sadece yönetmen İngiliz olacak. Film, Van’da, Türk oyuncularla ve Türkçe çekilecek. Filmin senaryosunda biraz kaçakçılık üzerine, biraz doğulu bir delikanlının ayakta durabilme çabaları anlatılıyor.
Röportaj: Ömer Serdar Kocapınar
Yorum Gönder