Geçtiğimiz hafta arada bir yaptığımız gibi arkadaşlarla toplanmış balkonda masayı şenlendiriyorduk. Sofraya ilk kez gelen arkadaşlardan biri “eve ilk taşındığınızda buralar nasıldı abi” diye sordu. Epey bir geriye gitmem gerekti. Yaklaşık kırk yıldır aynı evde oturduğum ve sıklıkla balkon sefası yaptığım için her şey gözümün önünde oldu sahi. İlk taşındığımızda daha yerleşim yeri bile değildi bölge. Şehrin ucu sayılırdı. Zira önümüzde mısır tarlası vardı. Yağmur her yağdığında sel olurdu ve gidemezdik bir yere. Sonrasında sokağın başına karakol yapılınca yavaş yavaş bir mahalle oluştu. Kurbağa seslerinin yankılandığı boş tarlalar da birer birer apartman olup sardı çevremizi. Bir mahallenin oluşumuna şahitlik ettik. Sokağımızın ilerisi de bahçeden tarladan binalara evrilmeye başladığında yol da yapılınca artık balkonumuz o yola bakıyor hale geldi. Yolun karşısındaki hummalı çalışmaları unutmak ne mümkün. Mobilya atölyesiydi ilkin. Sonra cam atölyesine dönüştü. Sonra benzin istasyonu oldu. Hatta o istasyonun içine şehrin ilk McDonalds’ı açıldı müzikli, şenlikli. Şehrin ilk Migros’u da yolun karşı tarafına açılıp bize komşu olduğunda başlayan hareketlilikle taşındığımızda ıssız olan yer artık hayatın aktığı yere dönüşmüştü. Yolun karşısındaki o arsa yeri geldiğinde sığınma yeri de oldu bize. 1998 Adana depreminde artçılardan korunmak için mahallecek konaklamıştık. Birkaç yıl sonra bu kez şehrin ilk alışveriş merkezine dönüştü o arsa. Balkondan gözlemliyorduk nasıl yapıldığını. Temelinin ne kadar sağlam atıldığını görünce yine deprem olursa sığınılacak en güvenli yer olduğuna karar vermiştik. AVM’nin etkisiyle tamamen şehrin kalbine dönüştü mahallemiz. Adı da değişti sokak numarası da. O istasyon yıkıldı ve açılan alan fuar alanına dönüştü bir süre. Konserler de izledik orda. Şimdilerde yapılacak otel için temel atılmasıyla başlayan çalışmalar sürüyor. Her sabah kahvemi yudumladığım balkonda gözümün önünden yıllardır bunlar geçti. Vay bee, neler değişmiş nasıl akmış gitmiş zaman diyerek konuyu kapattıktan birkaç gün sonra Tudem’den gelen bir bültenle yaşadığım şaşkınlığı anlayabilirsiniz sanırım şimdi. Richard McGuire'ın çığır açtığı söylenen, methini sıkça duyduğumuz grafik romanı “Burada” Desen Yayınları etiketiyle raflarda yerini alıyormuş. Üstelik uyarlama filmin gösterime girmesiyle aynı zamana denk gelerek. Konusunu okuyup örnek görsellere bakınca “vaay be” dedim yine. Bir an önce kitabı okumalı ve filmi izlemeliydim. Okudum ve izledim…
The New York Times, The New Yorker ve Le Monde’un kapaklarındaki illüstrasyonlarına aşina olduğumuz Richard McGuire'ın 2014 yılında yayımlanan grafik romanı “Here”den o kadar çok söz edilmişti ki bu kadar övgü pek doğal gelmemişti ilkin. Malumunuz internet çağı ve pazarlaması, içeriği çok önemseden her şeyi abartarak bir şekilde kulağınıza yerleştirip arzu nesnesine dönüştürüyor mevzubahis özneyi. Yine öyle mi acaba tedirginliği duymadan yaklaşılmıyor artık hiçbir şeye. Korkulan olmadı. Aldığı tüm övgüleri fazlasıyla hak ediyor Burada. Hatta az bile demişler. Desen Kitap üzerine birkaç kelam etmeden geçmemeli kitaba. Yayın kataloglarını incelediğinizde görebileceğiniz fark çizgi roman okuru için güven veren bir emniyet kemeri gibi. Her bastıkları kitabın bir tınısı, içe işleyen bir yapısı var. Bir duygu uyandırıyorlar mutlaka. Kur, küçülme, zamlar falan derken piyasanın hali ortadayken hiç ödün vermeden devam ediyorlar. “Burada”nın ciltli, şömizli çok hoş baskısının etiket fiyatına yansıması düşünüldüğünde gösterilen özen için her okurun müteşekkir olması gerektiğini düşünüyorum. Obur bir okur olarak ne okusam beğendiğim markalardan biri Desen. Her detayıyla ne çizgisi ne de kalitesi hiç değişmeyen bir marka. Her zamanki gibi teşekkür ederek “Burada”nın görsel bir ziyafet olmasına gelebiliriz artık.
Richard McGuire çok basit bir fikirden yola çıkmış. Basit fikirlerin teoriden pratiğe dökülürken nasıl heba olduğuna çok şahit olduk. “Burada”nın bu kadar övgü almasının nedenlerinden biri tam burada saklı. Pratiğe o kadar iyi dökmüş ki McGuire, dahi sıfatını hak ediyor. Deha işi bu derken buluyorsunuz kendinizi. Basit bir alanı resmetmiş. O alanı sabitlemiş. Bir evin odası üzerinden o kadar çok şey anlatıyor ki... O odada geçmişten geleceğe dek uzanıyoruz. Geçmişten geleceğe her şey oradan gelip geçiyor. Ev sabit. Oda sabit. Geleni geçeni oturanı sürekli değişiyor. Dinozorların yürüdüğü yeşil alan, canlılar dünyasının dörtte üçünün yok olmasına neden olan asteroidin çarpması, amerikan yerlilerinin oradan geçmesi, ağaçların kesilip evin ilk inşası, ilk yerleşenler derken bütün bir yaşamı su gibi akıp geçiriyor önümüzden. Hayat ve zaman akıp gidiyor. "Hayat hakikaten tekerrürden ibaret." derken buluyoruz kendimizi. Sayfaları çevirirken kendi tarihimizi de eşeliyoruz işte yazının başında uzun uzun anlattığım gibi. Kronolojik sırayla vermiyor McGuire. Karışık bir kurguyla ama yılları not düşerek okurun dikkatli takibine güvenerek anlatıyor. Pencereler açarak anlatıyor. Mekanın hafızası kavramını sıklıkla düşündürüyor. Anların önemine vurgu yapıyor. O ev her daim orada ve gidip gelen, konukluk eden biziz. Evin her sakininin yaşadıkları da olağan şeyler. Hepimiz aynı sınavlardan geçiyoruz. İsimlerin önemi yok. Evi ev yapan şeyler hepimizin ortak paydaları zaten. Basit bir oturma odasında yaşananlar üzerinden çıkılan zaman yolculuğunda “hayatın geçici” olduğunu, “şimdi”nin önemini okurun içine kazıyor Burada. Minimalist çizgileri ve özgün tasarımıyla işin grafik kısmı olağanüstü. Hikâye anlatımı kısmında da aynı minimalistliği yakalamış McGuire. Çok az diyalog kullanmış ve okura düşüneceği şeyleri seslenmeden vermiş. Çıkarımların hiçbirini seslendirmiyor. Son sayfayı çevirdiğinizde içinizde birikenlerin hepsi görsel anlatımın kusursuzluğundan ortaya çıkıyor. Çığır açmasının sebebi de bu zaten. tarih öncesi çağlardan 2033 yılına uzanarak aynı mekânın farklı zaman dilimlerindeki hâllerinden ilginç kesitlerle bunu inşa etmek ve her okura hitap edebilecek kadar anlaşılır olmak ustalık işi. Mekânın hafızası ve zamana dair olağanüstü bir iş.
Gelelim film uyarlamasına. 29 Kasım itibariyle vizyona giren film grafik romanın görselliğini kullanarak sinemaya katkı yapmış her şeyden önce. Grafik romanda olduğu gibi pencereler açarak, resim içinde resim tekniğiyle anlatıma bir yenilik getirmiş. Zamanı ve mekânı esnek kullanarak kalıpların dışına çıkıyor. Grafik romandan farklı olarak yıl belirtmeden anlatıyor. Görselliği aynen peliküle aktarırken hikâyenin boşluklarını doldurarak daha tamamlayıcı olmuş. Daha kronolojik daha derli toplu bir şekilde akıyor hikâye. Mesajlarını daha net veriyor. Kameranın karşısına geçerek zamanın akıp gittiğini, artık anın tadını çıkarmak gerektiğini söyleyen karakterler görüyoruz. Evin ana sakinlerinin doğumuna, ilk aşklarına, evlenip çocuk sahibi olmalarına hatta ölümlere şahit oluyoruz. Zamanın ve mekanın esnekliğine dair daha gür sesli bir anlatım var doğal olarak. Teorinin pratiğe ne kadar iyi döküldüğünü filmde de görüyoruz. Yönetmenin adı yeter aslında. “Geleceğe Dönüş” serisinin yönetmeni Robert Zemeckis’in yönetmen koltuğunda oturmasından daha doğal ne olabilir. Senaryoyu kotaran isim de işin ehli. “Forrest Gump” ile Oscar alan senarist Eric Roth yine Zemeckis ile birlikte çalışmış. Bazı noktalar da bu işbirliğinden çıkmış olsa gerek. Beatles’in tv’ye ilk çıkışı, Pearl Harbour baskını, komşu benjamin franklin, yerliler, mucit ve uzanma koltuğu gibi tarihi değinileri Forrest Gump’ta da yapmışlardı. Filmin başrolünde Tom Hanks’in olması da aynı etki olsa gerek. Robin Wright, Kelly Reilly ve Paul Bettany de ona eşlik eden isimlerden başı çekenler. Hanks’in gençlik halini görmemiz de hoş sürpriz. Zemeckis’in filmle katkısı yoğunluk ve duygusallık olmuş. Grafik romanı okuyanlar için boşlukları dolduran bir tamamlayıcı görevi görüyor. Çok iyi uyarlama olmuş. Aynı özgünlükle etkileyiciliği katlamış.
"Hepimizin aynı anda, aynı odada olduğu bir an vardı. Ama kısacık bir andı. bence kimse fark etmedi bile." diyor Burada. Okuyan herkesin fark edebileceği bir anlar bütünü. Yılın en özel kitaplarından biri. "Kimse hayatın anlamını çözmüş değil. Hepimiz karanlıkta debelenip duruyoruz." diyor. Debelenenler için şahane bir klavuz. İçe işleyen, okura/izleyiciye dönüp kendi zamanında yolculuk ettirecek, zamanı sorgulatacak "zaman nasıl geçti ya!?" dedirtecek kitabı ve filmi ıskalamayın derim.
Yorum Gönder