Wattpad platformunun başlamasıyla oluşan okur profili konusunda kafalar hep karışık. Ortalamanın üstü okurların görmezden geldiği hatta zaman zaman küçümsediği, aşağıladığı kitaplar olarak adlandırılıyorlar. Göz ucuyla bakılan, ciddiye alınmayan bu romanların konuları da genellikle aynı… Okurun nabzına şerbet veren romanlar desek de defalarca baskı yapıyor, imza günlerinde uzun kuyruklar oluşuyor. Üstelik kitapların çoğunluğu ciltli, bazılarının özel kutusu falan bile var ve ortalamadan daha yüksek etiket fiyatları. Artık küçümsenemeyecek kadar büyüyen okur kitlesinin sevgisinin son noktası da uyarlamalar oluyor haliyle. “3391 Kilometre” böyle doğmuş bir film. Beyaz Alkoç’un aynı adlı romanından uyarlanan film 12 Ocak’ta vizyona girmiş ve yaklaşık bir milyon kişi tarafından izlenmişti. Bu başarı üzerine devam romanı “Sıfır Kilometre”nin de duyurusu yapıldı. Sahi, bunca gürültü neden koptu diye düşünüp temkinli yaklaşırken Amazon Prime imdadımıza yetişti. “3391 Kilometre” platformda yerini aldı.
Oldukça üretken bir isim olarak Beyaz Alkoç’un romanından uyarlamayı Fulya Özcan kotarmış. Exxen dizisi “Hükümsüz” ve olaylı film “Garip Bülbül Neşet Ertaş”ın ardından üçüncü senaryosunda. Yönetmen koltuğundaysa oldukça komik bir durum var. Bir Deniz Enyüksek filmiymiş bu. İlk yönetmenlik deneyimi için oldukça iddialı bir giriş olmuş. Bir sineması, dili varmış da adı filmi tanımlayacakmış gibi yazdırmış jeneriğe ve bilimum yere. Oyuncu kadrosu da gayet mütevazı. Esas kızımızı “Prens” dizisiyle radarımıza giren Derya Pınar Ak canlandırırken, esas oğlanı da “Ömer” dizisiyle tanınan Ahmet Haktan Zavlak canlandırıyor. Başka oyuncu ismi saymaya gerek yok zira senaryo zaten ikili arasında geçiyor. Yan öykü de olmadığı için başka karaktere ihtiyaç duyulmamış.
Son derece klişe, ortalama bir kız ile aynı ortalamada bir oğlanın uzak ilişkisini anlatıyor “3391 Kilometre”. İnternet üzerinden tanışıyorlar. Kızımızın adının İzmir olması sürekli kafamıza çakılıyor. İzmir gibi özgürmüş, şuymuş, buymuş… Oğlanın adı da tesadüfe bakın ki Ege… Tabii yerseniz. Egenin İzmir’i diye tanımlanacak bir ilişki yaratmış yazar işte. Oğlan Fransa’da Kız İstanbul’da olunca aralarında 3391 Kilometre de herkeslere dert olsun istenmiş işte. Ortada öyle özgün bir fikir yok. Hatta oldukça muhafazakar, konsantre bir ilişki. Hemen hemen üstünde hiç düşünülmeden, fonksiyonsuz yaratılmış yan karakterle donatılmış bir halka var. Kızımızın babası asker mesela… Nedenini hiç bilmediğimiz gibi bir işlevi de yok. Annesi neci peki derseniz cevap yok. Bir trafik kazasında ölüyorlar çok geçmeden zaten. İzmir’in de bir karakter derinliği yok. Gayet ortalama, sıradan bir kız olduğu halde hiç arkadaşı olmayan yalnızlıktan muzdarip biri. Çilli bir kızı kim beğenirmiş ki zaten. Kendisini ilk önce Can Doğan olarak tanıtan ama sonra Ege olduğu ortaya çıkan oğlan da 19 yaşında ve yalnız. Nedenini sonra öğreneceğimiz üzere Fransa’da tek başına yaşıyor. Aralarındaki uzak ilişki “artık uyu” mesajıyla başlıyor. “Yarın bana yazacaksın” iddiasıyla ilerliyor ve mesajlaşmalarla ilerliyor. Sıradan, olabildiğince basit, klişeler, beylik laflar, paylaşımlar derken yaratıcılık yoksunu bir ilişki. En sıradan ilişki bile bu kadar yoksun olamaz. Hiç aşık olmamış insan bile inanmaz buna.
Kavuşmanın mümkün olmadığı gibi yansıtılan ilişki hemen hemen olaysız ilerleyip gidiyor işte. Filmde neler oluyor derseniz bir şey yok. İncir çekirdeğini doldurmayan meselelerle bir şekilde zamanı kolayca eriterek ilerliyor film. Ege’nin sırrı ortaya çıktığında da “çüş artık” diyorsunuz. Bu mudur yahu? Bu kadar salakça bir şey çıkması iyice tüy dikiyor. Bir polisiye yeltenmesi, şaşırtma denemesiyle finale erişiyor ki evlere şenlik.
Maalesef ancak geri zekalıların sevebileceği bir konuya sahip “3391 Kilometre”. Karakterlerin yapaylığı, kıskançlık krizi gibi saçmalıklar, nedensiz uzaklaşmalar gibi son derece bayağı ve yüzeysel bir bütün yaratılmış. Oyunculuklara ya da yönetmenliğe bir şey demek yersiz olur o yüzden. Zira eldeki malzeme bu. Peki nasıl olmuş da bu kadar okunmuş ve izlenmiş sorusunun cevabını ben bulamadım. Lakin burada bir şerh de düşmek gerekiyor.
2019’da yayımlanmış roman 472 sayfaymış. Bu kadar berbat olduğunu düşünmek istemiyorum. Kolayca okunduğundan, akıcı olduğundan şüphem yok. Ama en azından vasat da olsa bir kurgusu bir mantığı olsa gerek. Makul bir olay örgüsü olmalı. Madem bu kadar popüler ve seviliyor diziye uyarlanması daha mantıklı olurmuş. Bu şekilde 109 dakikalık süresine her şey aceleye geliyor gibi. En azından biraz daha sağlam bir dramatürjisi olurdu.
Ancak kafatasında beyin yerine sünger taşıyan yaşam formlarına bir şey ifade edebilecek 3391 Kilometre yılın en gereksiz ve kötü filmi olma adayı diyeyim daha fazla uzatmadan. Sadece meraklısına hitap eden film deyip uzaklaşmak en doğrusu.
Yorum Gönder