Hayata dair düşüncelerimiz, beklentilerimiz ve umutlarımız yaşam tecrübemiz kadar filmlere, kitaplara, tiyatro oyunlarına ve şarkılara da bağlıdır. Dünyanın en büyük klişesini isteriz bazen. Herhangi bir şeye başlarken onu daha yaşamış, bizim gibi başlamış olan var mı yok mu diye döner filmlere ve kitaplara bakarız. Her süreçte dönüp bakmakla kalmaz onları referans olarak da alırız. Kitapları zamanla unutsak da filmler hep dağarcığımızda canlı olarak ayrıntısıyla kalır. Aklımıza kazınan bir sahneyi aynen yaşamak isteriz. Bazen direk o filmdeki kadını/erkeği isteriz hayatımızda. Bazen anne/baba figürünü görüp o sımsıcak aileyi isteriz. Bazen eksikliğini hissettiğimiz kardeşi buluruz orda. Gerçek hayat ile filmlerin farkını ayırt etmek istemeyiz bazen. Bazen o ayrımı hiç yapmayız. O meşhur “bir filmde görmüştüm” deyişini sahipleniriz. “Aynı şu filmdeki gibi deriz.” Bu sahiplenmeler ile birlikte çizeriz yönümüzü. Hafızamıza onlar kazınır hep. Bu yüzden bazı filmleri daha çok sahipleniriz. Bazen de yaşamdan kaçmak için kullanırız filmleri. Yaşamımızda bu kadar yer etmelerine izin vermek bizim seçimimizdir. Daha fazlasını istemek de öyle. Bir de bu filmlere başka anlamlar yüklememiz var ki o da bambaşka bir dehliz. Sevgiliyle keşfedilen ya da ortak sevilen filmlerin yeri ayrıdır. Daha çok sevilir ama ayrılık halinde en çok nefret edilenler haline gelirler. Kendimden örnek vereyim… Film manyağı bir insan olarak “Kutup Çizgisi Aşıkları (Los Amantes Del Círculo Polar)” filmini yaşamak isterdim. Çünkü rastlantıları severim. Otto gibi aklı havadayımdır. Aşık olduğu Anna da tam ilgimi çeken fiziki özelliklere sahiptir. Kısacık saçlar, gözler… Filmin sonunda kavuşamazlar, mutlu sonla bitmez ama buna rağmen tek bir sahnesini ya da olay örgüsünü değiştirmeden yaşamak isterim o filmi tamamen. Anna’ya benzeyen birini görürsem elbette dikkat ederim, gerçek hayatta karşıma çıksa ona akarım… Sizin de vardır böyle filmleriniz… Kaçmak istediğiniz, gerçeğe tercih ettiğiniz filmleriniz, kitaplarınız… Peki ya tesadüfler? Bazen de tam tersi olur. Bir anda fark edersiniz yaşadıklarınızın bir filmde olanlarla ne kadar örtüştüğünü. Tesadüfen gelip sizi bulabilir. Ya bu yaşadıklarım gerçek değilse sorgusu, ya bu bir film mi sorgusu da gelir içimize yerleşir bazen. “Truman Show” filmi gelebilir aklınıza… Hayat rastlantılara olduğu kadar filmlerde gördüklerimize de bağlıdır diyebilir miyiz? Tüm bu cümleleri kurduran, bunları düşündüren kitaba değinebiliriz artık… Neslihan Önderoğlu’nun Eylül ayında çıkan yeni romanı “Tuhaf Şeyler Oluyor Bay Tarantino” sinema ve hayata dair bir güzelleme…
Yaşayan en iyi öykücülerden biri olan Neslihan Önderoğlu, üretmeye devam ediyor. Öykü kitaplarının yanı sıra, ayrı bir damardan da sürdürüyor üretimini. On8 kitap’tan çıkan köprü romanları ile genç okura da sesleniyor. Edebiyat hazzı ile dolu yetişkin okuru da memnun ediyor öykü ve romanlarıyla. Beslenme kaynaklarını da genişletiyor. Bu yıl “Yeryüzü Yorgunları” ile romanında kutsal metinlerden alıntılar kullanmıştı. Genç okura seslenişinin son adımı “Tuhaf Şeyler Oluyor Bay Tarantino”da da filmleri ve sinema sevgisini kullanıyor. Genç bir sinema manyağının gerçek hayat ile filmler arasındaki rastlantıları üzerine kurulu bir macera kurmuş. Her sinema manyağının, sinefilin kayıtsız kalamayacağı denli yansıtmış sinema sevgisini. Evvela bu yönden ilgi çekici. Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama sinefilseniz romanın atmosferine hapsolmanız mümkün. İlgiyle ve hızlıca çevrilecek sayfalar, yükselecek heyecanlar bolca mevcut. Özellikle 20’li yaşlarındaki sinefiller için kendilerini bulabilecekleri kadar gerçek. Ya kendilerini kahramanın yerine koyacak ya da bana da oluyor bu sık sık diyecekler. Bir solukta okunup bitecek ve sonrasında kendi filmlerine döndürecek bir roman.
Okuduğumuz her romana zihnimizde bir film çekeriz. Önderoğlu’nun romanı bu film çekme hissini maksimize eden bir roman. Usta bir yönetmen gibi setini kuruyor, filmlerden beslenerek tanıdık imgelerle okuruna yardımcı da oluyor. Yarattığı kendine has doku ile gerçekliğin de kıyısında dolaşıyor. Gerçek bir olayı anlatıyormuş hissini de seçtiği filmlerle veriyor. Sürprizi bozmamak için finalde kullandığı filmi anmayayım ama muhteşem bir seçim olduğunun altını çizeyim.
Babasının deyimiyle “salaklığın en saf hali” olan kahramanımız Evren ile tanışıyoruz. Bir olayın sonunda… Esasen sondan sonra ile açılıyor roman. Olacaklara bizi hazırlamak için şen şakrak başlıyor. “Keşke arızalı insanları alıp götüren ve onardıktan sonra tekrar kullanıma sokan böyle bir yer olsaydı” dileğinde bulunan kahramanımız tam bir sinema manyağı. Film izleyememek için televizyonunu satmak istiyor. Eve gelen adam ile ilk gönderme başlıyor. “Cable Guy” filmindeki Ricky Ricardo geliyor. Bu eğlenceli başlangıcın ardından olayların en başına dönüyoruz. Taksicinin “Taxi Driver”ın unutulmaz kahramanı Travis olmasıyla başlayan olaylar zinciri Evren’in hayatını da değiştiriyor. Fantastik bir maceranın içinde gerçeği arıyoruz. Tüm bunların arasında insan ilişkilerine ve hayata dair tespitlerini de eksik etmiyor Önderoğlu. Yaşadığımız zaman dilimine, bugüne ait bir roman olduğunu da anlıyoruz.
“Gerçekten özel biriyle tanıştığımızı bildiğimizde, bir dakikalığına şu lanet olası çenemizi kapatıp rahatça sessizliği paylaştıktan sonra hep saçma sapan şeyler söyleriz.” bir filmden alıntı da olabilir, roman sayesinde çektiğimiz kendi filmimizden alıntıdır belki de... Böyle diyaloglarla ilerleyen romanda şiir alıntısı da, kedi de, bilardo aşkı da, yönetmen listesi de mevcut. Olay örgüsünün kilit noktası da fantastik ama gerçek olamayacağını bildiğimiz halde inanmaya dünden razıyız. Bunun üzerine yapılan espri ve geyikler de mevcut elbette. Her şeyin çözümü de en temel senaryo mantığı ile örtüşüyor. Çözüme kavuşturan yardımcı karakter var her filmde olduğu gibi.
Önderoğlu her Tarantino filmi gibi ucuz roman havasını, hafifliği sürekli elde tutarak gereksiz yan yollara hiç girişmeden dört başı mamur bir roman yaratmış. Tarantino’ya selam çakmayı ihmal etmeden… Temposu hiç düşmeyen çok akıcı, bir solukta biten bir roman “Tuhaf Şeyler Oluyor Bay Tarantino”… Sinema severlerin ıskalamaması gereken bir roman. Gerçek hayat ile senaryoların ne kadar örtüştüğünün ayırdında, hangisinin daha gerçek olduğunu düşündürten bir roman. Sahici bir film. Kahramanımız Evren’in “Hayal gücümü bu zorlayıp gerçeklik sınırlarının dışına çıkınca, artık her şey mümkün görünmeye başlamıştı” demesi boşuna değil. “Sonuçta, neyin gerçek, neyin kurgu olduğunu kim bilebilir ki?” Öyle değil mi, ey okur!
Tuhaf Şeyler Oluyor Bay Tarantino
Neslihan Önderoğlu
On8 Kitap
156 sayfa
Yorum Gönder