♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Deliduman, Michael Jackson, Müptezeller ve Ben

Emrah Serbes’i bol küfürlü üslubundan dolayı sevmeyen çoktur. Sanki hepimiz, hiç değilse kendimizle baş başa kaldığımızda hiç küfür etmezmişiz gibi, sanki hepimiz ağır, şatafatlı, edebi cümleler kurarak birbirimizle konuşurmuşuz gibi. Oysa Emrah Serbes kadar hayatın en gözden kaçan anlarını hikâyeye dönüştüren başka bir kalem tanıyor musunuz? Ben tanımıyorum en azından.

Soyadında da yarım kalmışlık hissi var sanki, hikâyelerindeki kaybedenler gibi…  İçe akan, dudaktan dökülemeyen cümleler gibi… Hep bir yarım kalmışlık, hep bir ıskalamışlık/ıskalanmışlık hali. Hayatla barışamayanların, hayatla kavgalıların, hayata uyumlanamayanların hikâyeleri… 

Emrah Serbes’i Deliduman ile tanıdım, o günlerde cinsiyetçi küfürler ettiği üzerine eleştiriler vardı ama yine de ne dikkatimi ne de ilgimi çekmemişti.  Dikkatimi çekmemesinin sebebi dilinin niteliği değildi tabi, aslında bir sebebi yok, dikkatimi çekmemişti işte, belki sorun soyadındaki “t” eksiliğiydi, bilemedim, belki soyadı yanlış yazılmışsa hikâyesinin de eksik ve yanlış olacağı gibi bir hissiyattır. Hem gezi eylemlerini anlatan hikâyeden ne çıkar, zaten gezi bendim, ne yazılabilirdi ki? Bu ilgisizlik ben Deliduman’ın kapak resmini görene kadar sürdü. Michael Jackson’ı gördüğümde bu da nerden çıktı şimdi demiştim, benim için şaşırtıcıdır o an, iz bırakan bir anıdır o resim. Müptezeller’i çıktı çıkacak diye beklememin nedenidir Deliduman. Deliduman benim Michael Jackson damarıma akan hikâyedir. Çiğdem İyice, beni 8-9 yaşıma sürükleyen insandır. Emrah Serbes cümlelerini yazarken ne kadar içselleştirmişse ben de okurken o kadar içselleştirdim. Zaten bu duygusallıktır bu yazıyı yazmama sebep olan. Edebiyat eleştirmeni değilim ama sıkı bir okuyucuyum, ne Deliduman’ı ne Müptezeller’i eleştirmek, yermek, övmek haddime değil ama gönül bağı kurmuşsam duygularımı paylaşmak hakkımdır. 

Başlangıçta niyetim Müptezeller üzerine birkaç cümle kurmak olsa da Deliduman’a yol alıp, Afilli Filintalar’a da selam vermek istedim. Bunlar dışında Emrah Serbes okumuşluğum yok, Her Temas Bir İz Bırakır da dâhil, hatta Behzat Ç. izlemişliğim de yoktur. Denedim, olmadı, sevmedim sıkıldım, bu hususta yazarın bana kırılmamasını umarım, belki daha sonra yeniden denerim… 

Hani seksenlerde çocuk olmaktan bahsederiz ya sık sık, işte seksenlerde çocuk olmak bir parça da Michael Jackson olmaktır. Michael Jackson’ın başarısının sırrı başlığı ile 9 maddelik bir yazı okumuştum bir zamanlar. 8 maddeyi anımsayamıyorum ama biri hep aklımda. O madde diyordu ki çocukların kalbini fethet... İşte benim de Çiğdem İyice’nin de başına gelen buydu, Michael Jackson kalbimizi fethetmişti. Ben çocukken yetenek yarışmaları yoktu, zaten tek kanal vardı, Sezen Cumhur Önal ve İzzet Öz ne kadarını yayınlarlarsa Michael Jackson videolarının o kadarını bilirdik. BAD’in tamamını 30 yaşımdan sonra izledim mesela... Çiğdem kadar başarılı mıydım bilmiyorum ama ayağıma poşet geçirip, halı üzerinde Moonwalk yapmaya çalışmışlığım çoktur. Emrah Serbes okurken, daha doğrusu Deliduman’ı ve Müptezeller’i okurken sanki aynı yolda sıralı yürümüşüz, sanki arkadaşımın okumama müsaade ettiği günlüğünü okuyormuşum gibi hissettim… 

Emrah Serbes, konuştuğumuz gibi yazıyor, ağdalı, süslü cümlelere gerek duymadan, bir durum, bir olay, bir anı karşısında ne hissediyorsa anlatır gibi, derdini paylaşır gibi, küfür de ederek, lanet de okuyarak, çığlık da atarak, öfke seline de kapılarak. Hayatımızın birbirine benzeyen her gününde ne yapıyorsak, neye şahit oluyorsak, gözümüzden kaçan en basit, en hükümsüz anları yazıyor. Gece gece falezlerde havlayan ama birkaç kişinin geldiğini fark edince susan çocuk gibiyiz, acılarımızı havlayarak boşaltmaya çalışsak da birkaç kişinin geldiğini fark edince susuyoruz, Emrah Serbes suskunluğumuzu yazıyor…

Bir Michael Jackson tutkunu için, küçük bir kız çocuğunun Michael Jackson tutkusunu okumak ne güzel keyiftir, çocukluğunda moonwalk yapmaya çalışmış herkes bunu bilir. Geziye fiilien ya da duygusal olarak katılmış, Taksim’i o günlerde yaşamış herkes Deliduman’ı tebessümle okur. Evet, Deliduman çok da edebi değildir, Deliduman bol küfürlüdür ama Deliduman hayatın içindendir, gönül bağ kuran için delicedir çünkü kırılan tüm kalplerin hesabını soracağız, biz soracağız, biz suskunlar, dolaysızlar, biz küfür edenler… 

Müptezeller!  Hayatımın iki küsür yılını geçirdiğim ve sonra unuttuğum Antalya hatıralarım. Sabah akşam arşınladığım Güllük, Yüzüncü Yıl, Çallı, Meltem hikâyelerim.  Müptezeller’in kısacık bir kısmı var ki, hemen hemen aynı şeyi yapmış olduğumu hatırladım okurken... Bütün Antalyalı'lar ya da Antalya'da yaşamışlar yapar mı aynı şeyi yoksa bir Emrah Serbes'le ben mi yaptık bilemedim, Antalya'nın yağmuru mudur sebep onu da bilemedim. iki satırla bahsetmiş o da zaten; "Antalya'nın yağmurunu bilen bilir, bilmeyene anlatamazsın." diye, belki Antalya'nın yağmurudur sebep...

Hadi paylaşayım Emrah Serbes'in anlatımıyla;
"Meltem'de oturan bir arkadaşı arayıp durumu anlattım kısaca, biraz düşündü, e gel o zaman ne yapayım dedi soğukça. Siktir git dese aynı şey. Meltem'e giderken durdum birden, Yüzüncü Yıl'ın köşede, geriye döndüm, merkeze yürüdüm, denize doğru, Karaoğlan Parkı'na. Alçak duvarlardan atlayıp falezlerin ucuna oturdum, geceye baktım, karanlık sulara, bir adım ötede ölümün olduğu yere. Uzaktan bir tekne yaklaşıyordu, önce belli belirsiz titreyen ışıkları vardı, sonra sesi duyuldu, gittikçe büyüdü, ışıl ışıldı, muazzamdı, kocaman bir direk uzanıyordu ortasında, direğin ucunda küçük bir flama sallanıyordu, içinde iyi insanlar dolaşıyordu, sanki beni almaya geliyorlardı, hissediyordum, duymuşlardı olan biten her şeyi. Önümden geçip gittiler, yat limanına girdiler.

Şimdi düşünüyorum, kaç yıl sonra, alkol, sigaralık, kubar, extacy, eroin, kokain, anfetamin, roj, taj, çakmak gazı, bonzai ya da edebiyat fark etmez, ne kadar yitik, umutsuz ve unutulmuş olduğunuz da fark etmez, hayatınızın hangi döneminde olduğunuz da fark etmez, hepsi geçer, hepsi biter, hepsinin kafası siktirip gider, karanlığın kalbiyse her zaman orda kalır, atmaya devam eder, duyması gerekenler için. İçimden öyle geldi o gece, falezlerin ucunda, ulur gibi acıyla havladım bir kaç sefer, sonra baktım birileri yaklaşıyor, hemen sustum."

Emrah Serbes konuştuğumuz gibi, havladığımız gibi, sustuğumuz gibi yazıyor, ağdasız, iğnesiz, yormadan, kafa karıştırmadan, edebi olsun çabası göstermeden, hissettiği gibi, gördüğü gibi, tattığı gibi. Kaybedenleri, kazanmayanları, kazanma umudu kalmayanları… Bazen sinir uçlarımıza dokunarak, ağlatacakken güldürerek yazıyor, bakınız Afilli Filintalar Madde 74/İnsan Bir Sirkten Ne Bekler…

Samimi, dolaysız ve kaçık…


Müptezeller / Emrah Serbes
İletişim Yayınları Ekim 2016, Türkçe Edebiyat
163 Sayfa, 14,50 TL

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template