2013 yılında dünya mirasları listesine alınan Fuji Dağı uzun yıllardır bir etkinlik göstermemiş olsa da bir yanardağ aslında. Buna rağmen faaliyetleri dağın kuzeybatısında bulunan 35 kilometre karelik Aokigahara ormanında sürüyor. Ağaçlar Denizi olarak da bilinen orman Japon mitolojisinde önemli bir yer tutuyor. Kayalıkları, buzlu mağaraları ve ağaçlarının yüksekliği nedeniyle rüzgarı kesmesiyle adeta hayatın durduğu sakinliğe sahip orman dünyanın en popüler intihar alanı konumunda. 2016’nin en ümit vaat eden korku gerilimi “The Forest”, seyircisini kötü ruhlarla dolu olduğu söylenen ormana davet ediyor.
Romanlar, animeler ve mangalara konu olarak dünyada popüler hale gelen ormanı mesken tutan dördüncü film The Forest. Psikolojik gerilim için çok uygun olan ortamı kullanan 2010 yapımı “Forest of the Living Dead” ve 2013 yapımı “Grave Halloween” vasat filmler olarak tescillenmiş. En popüler örnekse merakla beklenen Gus Van Sant filmi “The Sea of Trees”. Neyse biz dönelim “The Forest”e. Efsanevi ormanın keşifçisi David S. Goyer olmuş. Senaryo da filmin yapımcısı olan Goyer’in orijinal fikrinden yola çıkılarak Nick Antosca, Sarah Cornwell ve Ben Ketai tarafından kotarılmış. Üçlüden Cornwell ilk senaryosunda, “Last Resort”, “Believe” ve “Hannibal” dizilerinin senaryo ekibinde pişen Antosca da ilk önemli görevinde. “Chosen” ve “Beneath” ile tanıdığımız Ben Ketai’nin varlığıysa eldeki tek referans. Türe çok da yakın olmayan üç ismin senaryosunu peliküle aktaran isim de ilk uzun metraj deneyimine soyunan Jason Zada. En azından Zada’nın 2014 yapımı “The Houses October Built” senaristlerinden biri olarak türle bir bağı var. Natalie Dormer, Taylor Kinney, Eoin Macken, Stephanie Vogt ve Yukiyoshi Ozawa’nın başını çektiği oyuncu kadrosuysa dizi takipçileri için tanıdık simalardan oluşuyor.
İkiz kardeşinin kayıp olduğunu öğrenir öğrenmez soluğu Japonya’da alan Sara ile tanışıyoruz. İkizi Jess’in öğretmenlik yaptığı okula giderek araştırmasına başlarken öğrendikleri ve çevresindekilerin anlattıkları hep aynı yeri işaret ediyor: Aokigahara. Girenin çıkamadığı ormanda halen sağ kalmasının mucize olduğunu söylemelerine rağmen ikizlerin özel bağı sayesinde onu hissettiğini söyleyen Sara’nın ormana adımı atmasıyla gerilim de başlıyor.
Hollywood’un yeni keşfettiği orman mitini kullanma denemesi The Forest, aslında iyi başlıyor, umut vaat ediyor ama hiç risk almadan ilerlemeye çalışınca tekdüze kalıyor. Her şeyi neden sonuç ilişkisine bağlama merakı, ikizler arasındaki güçlü-kırılgan ayrımına neden olan travmayı işleme çabası yüzünden dağılıyor. Ormana ayak bastıklarında rehberin basit uyarısını değerlendirip gerilimi işletmek varken Sara’yı drama kraliçesi haline getirme histerisinden zararlı çıkıyor. Ormanın ziyaretçilerini öldürmeyi bekleyen kızgın ruhlarla dolu olduğu söyleniyor, bu ruhların oynadığı oyunlar konusunda uyarı geliyor. Ormanda görülenlerin kalpte değil beyinde olduğu söyleniyor ama nafile. Bunların hepsi lafta kalıyor. Türe yabancı senaristlerin hiç risk almadan klişeleri kullanarak bildik işleyişi tercih etmesiyle çok tutuk kalan senaryoya yönetmenin de ayak uydurmasıyla heba oluyor. Bir türlü atmosferi oluşturamayan Zada, tempoyu da ayarlayamamış. Hadi bunlar tecrübesizlik yüzünden olmuş diyelim ama izleyicisini rahatsız bile etmiyor yönetmen. En azından türün gerektirdiği diken üstünde izleme hissini verebilse biraz daha izlenebilir bir film çıkabilirmiş ortaya. Dormer’in çabası da ziyan olmuş. Bunca eksiğine rağmen iyi bir finalin tercih edilmesi de ilginç.
10 milyon dolarlık bütçesiyle Ocak ayının başında dünyanın birçok ülkesinde vizyona giren film açılış hafta sonunda bütçesini karşılayacak gişeyi yakaladı ve yapımcılarının yüzünü güldürmüş durumda. Şaşırtmayan, sürprizsiz, yavan film “The Forest”, intiharın en önemli risk olduğunu unutan yapımcılarca kaçırılmış bir fırsat. Ormanı bilmem ama büyük merak ve beklentiyle izlemeye başlayanların 93 dakika sonunda kızgın ruha dönüşeceği kesin.
Yorum Gönder