♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Slaughter : Yağmurdan Kaçarken...

Korku filmleri durmaksızın üretilmeye devam ederken, türün izleyicisi de kötü olduğunu bile bile her filmi izlerken o kitlenin daha fazlasına ulaşmanın yolu artık irili ufaklı festivallerden geçiyor. Teknoloji çağında artık festival düzenlemekte kolaylaşmışken, küçük bir festivalde iki olumlu cümle filmin duyulmasını ve meraklı seyirci adedinde artışı sağlıyor. Bu görevi gören bilindik festivaller arasına son yıllarda "After Dark Horrorfest" katılmış durumda. After Dark sadece festival olmakla kalmayıp, distribütör hizmeti de verince küçük bütçeli korkuların izleyici bulması iyice kolaylaşıyor. Slaughter da bu filmlere örnek… 2009 yapımı gerilim, küçük ölçekli bir z-film olarak “Horrorfest III”de adını duyurmuştu. Üselik sekiz filmlik seçkinin en kötü filmlerinden biri olmasına rağmen…

2001’den bu yana kısa film gönüllüsü olan, birçok filme çeşitli görevlerle destek veren 1979’lu sinemacının 30 yaşında ilk uzun metraj heyecanı olarak tanımlamak mümkün “Slaughter”ı… Stewart Hopewell, biri ödüllü iki kısa metrajdan sonra kendi senaryosunu peliküle aktarmaya soyunmuş. İlk bakışta teen slasher olacakmış gibi görünmesine rağmen, biçime önem veren, çoğunlukla auteur sineması atmosferi yaratmaya çalışan bir deneme olarak göze çarpıyor… Konu ne kadar bildik olsa da, Hopewell hiç acele etmeden görüntüyle, yarattığı fotoğraflarla izleyicisini finale hazırlamaya çalışıyor. Bunca stil denemesinin arasında bocalayıp tempo sorunu yaşamasını doğuranda bu…

Takıntılı erkek arkadaşından kaçan Faith’in yeni başlangıç heyecanı büyükşehire taşınmasıyla sonuçlanıyor… Hemen ardından bir kulüpte eğlence, tanışılan çiftlik kızı… Yeterince kaçılamayan erkek arkadaş yüzünden çiftliğe taşınma… Tüm bunlar filmi çiftliğe bağlamak için elbette… Çalı çırpıyı, kesilen domuzları göstererek hem yabancılık  hissi verip, hemde stil denemelerine soyunuyor Hopewell... Herşeyi Faith’in gözünden verirken, başrolün Lola’da olduğunu yavaş yavaş hissettirip kendince gizemi de yaratıyor… Lola’nın barlarda tanıştığı erkeklerin akıbetinin yarattığı soru işaretleriyle de gerilimi katlamaya çabalıyor… O çabanın bir yerden sonra tekrara düşmesine tempo sorunu da eklenince şok etmesi beklenen final etkisini kaybediyor… Ki aslında Faith’in yağmurdan kaçarken doluya tutulmasını izleyeceğini de biliyor seyirci... Kan, şiddet namına herşeyin ancak finalde gelmesi de senaryo zaafının yanı sıra, yönetmenin stil denemesine kendini fazlaca kaptırmasından…

Slaughter, birçok yönden bolca vaatte bulunan ama hiçbirini yerine getirmeyen gerilim olarakta nitelenebilir… Bunun da sebebi yine yönetmenin tercihleri oluyor, hep gösterecekmiş gibi yapıp ortadan kayboluyor Hopewell… Yakaladığı sahneleri parlatmaktansa, bildik mizansenlerle geçiştirmeyi tercih ediyor… Örneğin, Lola’nın yatakta çıplak uzandığında sadece sırtının görünmesi gibi, finalde Lola’nın tüm sırlarının neredeyse oldu bittiye getirilmesi gibi…

Oyunculuk konusunda da ortada bir başarı yok elbette, tam da beklendiği gibi… Lucy Holt’un role çok uyması ve bir ışığı olması dışında yokları oynuyor kadro… Deneme yanılmayla geçen 96 dakika sonunda elde kalan, Hopewell’in yaratmak istediği sinema duygusu olarak kalıyor sadece, bir sonraki filmi merak edilebilir ama önce bunu unutmak kaydıyla notunu düşürerek…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template