Korku filmleri durmaksızın üretilmeye devam ederken,
türün izleyicisi de kötü olduğunu bile bile her filmi izlerken o kitlenin daha
fazlasına ulaşmanın yolu artık irili ufaklı festivallerden geçiyor. Teknoloji
çağında artık festival düzenlemekte kolaylaşmışken, küçük bir festivalde iki
olumlu cümle filmin duyulmasını ve meraklı seyirci adedinde artışı sağlıyor. Bu
görevi gören bilindik festivaller arasına son yıllarda "After Dark
Horrorfest" katılmış durumda. After Dark sadece festival olmakla kalmayıp,
distribütör hizmeti de verince küçük bütçeli korkuların izleyici bulması iyice
kolaylaşıyor. Slaughter da bu filmlere örnek… 2009 yapımı gerilim, küçük
ölçekli bir z-film olarak “Horrorfest III”de adını duyurmuştu. Üselik sekiz
filmlik seçkinin en kötü filmlerinden biri olmasına rağmen…
2001’den bu yana kısa film gönüllüsü olan, birçok
filme çeşitli görevlerle destek veren 1979’lu sinemacının 30 yaşında ilk uzun
metraj heyecanı olarak tanımlamak mümkün “Slaughter”ı… Stewart Hopewell, biri
ödüllü iki kısa metrajdan sonra kendi senaryosunu peliküle aktarmaya soyunmuş.
İlk bakışta teen slasher olacakmış gibi görünmesine rağmen, biçime önem veren,
çoğunlukla auteur sineması atmosferi yaratmaya çalışan bir deneme olarak göze
çarpıyor… Konu ne kadar bildik olsa da, Hopewell hiç acele etmeden görüntüyle,
yarattığı fotoğraflarla izleyicisini finale hazırlamaya çalışıyor. Bunca stil
denemesinin arasında bocalayıp tempo sorunu yaşamasını doğuranda bu…
Takıntılı erkek arkadaşından kaçan Faith’in yeni
başlangıç heyecanı büyükşehire taşınmasıyla sonuçlanıyor… Hemen ardından bir
kulüpte eğlence, tanışılan çiftlik kızı… Yeterince kaçılamayan erkek arkadaş
yüzünden çiftliğe taşınma… Tüm bunlar filmi çiftliğe bağlamak için elbette…
Çalı çırpıyı, kesilen domuzları göstererek hem yabancılık hissi verip, hemde stil denemelerine
soyunuyor Hopewell... Herşeyi Faith’in gözünden verirken, başrolün Lola’da
olduğunu yavaş yavaş hissettirip kendince gizemi de yaratıyor… Lola’nın
barlarda tanıştığı erkeklerin akıbetinin yarattığı soru işaretleriyle de
gerilimi katlamaya çabalıyor… O çabanın bir yerden sonra tekrara düşmesine
tempo sorunu da eklenince şok etmesi beklenen final etkisini kaybediyor… Ki
aslında Faith’in yağmurdan kaçarken doluya tutulmasını izleyeceğini de biliyor
seyirci... Kan, şiddet namına herşeyin ancak finalde gelmesi de senaryo
zaafının yanı sıra, yönetmenin stil denemesine kendini fazlaca kaptırmasından…
Slaughter, birçok yönden bolca vaatte bulunan ama
hiçbirini yerine getirmeyen gerilim olarakta nitelenebilir… Bunun da sebebi
yine yönetmenin tercihleri oluyor, hep gösterecekmiş gibi yapıp ortadan
kayboluyor Hopewell… Yakaladığı sahneleri parlatmaktansa, bildik mizansenlerle
geçiştirmeyi tercih ediyor… Örneğin, Lola’nın yatakta çıplak uzandığında sadece
sırtının görünmesi gibi, finalde Lola’nın tüm sırlarının neredeyse oldu bittiye
getirilmesi gibi…
Oyunculuk konusunda da ortada bir başarı yok elbette,
tam da beklendiği gibi… Lucy Holt’un role çok uyması ve bir ışığı olması
dışında yokları oynuyor kadro… Deneme yanılmayla geçen 96 dakika sonunda elde
kalan, Hopewell’in yaratmak istediği sinema duygusu olarak kalıyor sadece, bir
sonraki filmi merak edilebilir ama önce bunu unutmak kaydıyla notunu düşürerek…
Yorum Gönder