Beyazperdede daha çok görmek istediğimiz Jodie Foster,
nihayet kabuğundan çıktı. Üstelik hem yönetmek, hemde oynamak için…
Pilot bölümünün yayınlandığı akşam yayından
kaldırılarak Tv tarihine geçen “Lonestar” dizisinin yaratıcısı Kyle Killen’ın
senaryosunu pelüke aktaran Foster, ilk anda tereddüt yaşatmıştı aslında. Killen’ın
yarattığı diziyi izleyip, klişelerle donatılmasına şahit olunca pek bir şey beklemek
zorlaşıyor ilk bakışta. Ama bunda haklı olduğumuzda gerçek beri yandan…
Killen, yine baba oğul ilişkisini kullanıyor, yine
aidiyetsizlik hissini, bunalımı, umutsuzluğu ele alıyor tıpkı Lonestar’da
olduğu gibi. Üzerine biraz American Beauty sosu eklenmişliği de mevcut.
Önce Walter Black adında bir adama sonra da iki erkek
çocuklu ailesine odaklanıyoruz Kunduz’da… Hayattan zevk almayı bırakmış, rengi,
yaşama sevinci herşeyi gitmiş dibe batmış bir adamı izliyoruz, taaki karısı
kapı dışarı edene kadar. Sürekli uyuyan adam, hiç uyanmamak istediğinde ise kunduz
ipleri eline alıyor.
Sadece kunduz öyküsünden ibaret değil elbette…
Babasına benzemekten korkan bir oğulla, abisinin ölümünü hazmedememiş bir
kızında öyküsü oluyor “The Beaver”… Bu üç öyküyü anlatırken dağılmaması da filmi
izlenebilir kılıyor zaten.
Her karakteri ayrı ayrı tanıtmayı ihmal etmemesi
sebebiyle vakti çabuk geçirten filmin bağımsız film havası da Foster’ın
tercihlerinden kaynaklanıyor. Küçük ölçekli, sıcak ve samimi bir film yaratmayı
yönettiği iki filmde başarmış olan Foster, yine tekrarlıyor bu durumu. Üstelik
zorlanmıyor, elindeki senaryonun tamda onun anlayışına uygun olması da boşuna
değil elbette. Ama bu küçük ölçekli olma sevdası kaçan fırsatları da getiriyor.
Oyuncak şirketi sahibi bir adamın, kuklaya teslim
olması büyük bir eleştiri kapısı… Ama Foster bu kapıyı sadece aralıyor ve
eleştiriyi seyircinin zihnine bırakıyor. Durumdan çıkabilecek her tür
eleştirinin bu kadar çabuk harcanmış olması, o yöne hiç dönülmemesi kaçan
fırsat oluyor. Günümüz insanının işine teslim olmasından tutun, düzene
teslimiyet derken didiklenebilecek bir sürü meseleyi bırakıp, özgüven sorununa
aile sorununa odaklanmayı tercih eden bir film var karşımızda. Bu yönüyle de
eninde sonunda klişe kalmaya mahkum… Zira artık bolca gördüğümüz standart
aileye odaklanan, onun üzerinden baş karakterini anlatan bir film için gayet
iyi yan öyküler yaratması beklentilerin üzerinde…
Walter Black’in sol koluna geçirdiği kuklayla hayata
dönüşünün anlatımında yapılan tercihde doğru. Karnından konuşan bir adama
dönüşmesi saçma olurdu. Sürekli hem kuklayı, hemde dudak oynatan karakteri
görmekde öyle… Foster bu sorunu kuklayı ön plana alarak, çoğu sahnede Gibson’u
yakın planda göstermeyerek aşıyor. Bu sayede filmin inandırıcılığı sorunu da
aşılmış oluyor. Zaten Mel Gibson’u Ölümcül Silah serisinde görüp deli adamları
oynamasına alışmış olmamız da ayrı koz oluyor. Doğru oyuncu ve doğru yönetimle
doğru açılımla aşılan inandırıcılık sorunu filmin bir başka artısı.
Açtığı yan öyküleri bir noktada birleştirip, ortak
söylemle sonuçlandırma çabası ise filmin en büyük hatası oluyor, ki klişelere
boğulma anımızda bu. Nihayetinde, insanların yalanı yaşadıklarından dem vurması
ve bunu da kolej mezuniyeti konuşmasıyla verme çabası pek komik bir çaba…
Kunduz’a teslim olan adamın karısı Meredith’e dair bir şey yok zaten, küçük
oğulunda görünmez olmasıyla kunduzu sevmesi dışında bir şey yok elde. Babasına
benzemekten korkan Porter ise ilk başta umut vaadediyor ama, sadece kızgın bir
oğul olarak kalıyor. Popüler kızımız Norah’la yakınlaşmasıyla iki genci aynı
potada eritelim çabası da bir başka eksi… Norah’ın sevdiği bireyi kaybetmişliği
de uzayı yeniden keşfetmek değil elbette. Buda filmin kendi içindeki çelişkisi…
Walter’ın depresyonu için sebep sonuç ilişkisine değinmeyen filmin, gençler
için bu çabaya girişmesi hoş olmuyor…
Senaryosundaki yanlış tercihler, genel havasının
klişeliği dışında eli yüzü düzgün bir film yapmış Jodie Foster… Özellikle müzik
kullanımı tercihinin filme farklı havayı daha ilk sahnelerden vermesi de dikkatten
kaçmıyor… Keşke bir kunduz yerine, tüm kunduzları anlatsaydı dedirtsede
izleyenleri memnun edebilmesi de bunlardan nihayetinde...
Yorum Gönder