♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Bir Dönüşüm Hikayesi : The Beaver


Beyazperdede daha çok görmek istediğimiz Jodie Foster, nihayet kabuğundan çıktı. Üstelik hem yönetmek, hemde oynamak için…

Pilot bölümünün yayınlandığı akşam yayından kaldırılarak Tv tarihine geçen “Lonestar” dizisinin yaratıcısı Kyle Killen’ın senaryosunu pelüke aktaran Foster, ilk anda tereddüt yaşatmıştı aslında. Killen’ın yarattığı diziyi izleyip, klişelerle donatılmasına şahit olunca pek bir şey beklemek zorlaşıyor ilk bakışta. Ama bunda haklı olduğumuzda gerçek beri yandan…

Killen, yine baba oğul ilişkisini kullanıyor, yine aidiyetsizlik hissini, bunalımı, umutsuzluğu ele alıyor tıpkı Lonestar’da olduğu gibi. Üzerine biraz American Beauty sosu eklenmişliği de mevcut.
Önce Walter Black adında bir adama sonra da iki erkek çocuklu ailesine odaklanıyoruz Kunduz’da… Hayattan zevk almayı bırakmış, rengi, yaşama sevinci herşeyi gitmiş dibe batmış bir adamı izliyoruz, taaki karısı kapı dışarı edene kadar. Sürekli uyuyan adam, hiç uyanmamak istediğinde ise kunduz ipleri eline alıyor.
Sadece kunduz öyküsünden ibaret değil elbette… Babasına benzemekten korkan bir oğulla, abisinin ölümünü hazmedememiş bir kızında öyküsü oluyor “The Beaver”… Bu üç öyküyü anlatırken dağılmaması da filmi izlenebilir kılıyor zaten.

Her karakteri ayrı ayrı tanıtmayı ihmal etmemesi sebebiyle vakti çabuk geçirten filmin bağımsız film havası da Foster’ın tercihlerinden kaynaklanıyor. Küçük ölçekli, sıcak ve samimi bir film yaratmayı yönettiği iki filmde başarmış olan Foster, yine tekrarlıyor bu durumu. Üstelik zorlanmıyor, elindeki senaryonun tamda onun anlayışına uygun olması da boşuna değil elbette. Ama bu küçük ölçekli olma sevdası kaçan fırsatları da getiriyor.

Oyuncak şirketi sahibi bir adamın, kuklaya teslim olması büyük bir eleştiri kapısı… Ama Foster bu kapıyı sadece aralıyor ve eleştiriyi seyircinin zihnine bırakıyor. Durumdan çıkabilecek her tür eleştirinin bu kadar çabuk harcanmış olması, o yöne hiç dönülmemesi kaçan fırsat oluyor. Günümüz insanının işine teslim olmasından tutun, düzene teslimiyet derken didiklenebilecek bir sürü meseleyi bırakıp, özgüven sorununa aile sorununa odaklanmayı tercih eden bir film var karşımızda. Bu yönüyle de eninde sonunda klişe kalmaya mahkum… Zira artık bolca gördüğümüz standart aileye odaklanan, onun üzerinden baş karakterini anlatan bir film için gayet iyi yan öyküler yaratması beklentilerin üzerinde…

Walter Black’in sol koluna geçirdiği kuklayla hayata dönüşünün anlatımında yapılan tercihde doğru. Karnından konuşan bir adama dönüşmesi saçma olurdu. Sürekli hem kuklayı, hemde dudak oynatan karakteri görmekde öyle… Foster bu sorunu kuklayı ön plana alarak, çoğu sahnede Gibson’u yakın planda göstermeyerek aşıyor. Bu sayede filmin inandırıcılığı sorunu da aşılmış oluyor. Zaten Mel Gibson’u Ölümcül Silah serisinde görüp deli adamları oynamasına alışmış olmamız da ayrı koz oluyor. Doğru oyuncu ve doğru yönetimle doğru açılımla aşılan inandırıcılık sorunu filmin bir başka artısı.

Açtığı yan öyküleri bir noktada birleştirip, ortak söylemle sonuçlandırma çabası ise filmin en büyük hatası oluyor, ki klişelere boğulma anımızda bu. Nihayetinde, insanların yalanı yaşadıklarından dem vurması ve bunu da kolej mezuniyeti konuşmasıyla verme çabası pek komik bir çaba… Kunduz’a teslim olan adamın karısı Meredith’e dair bir şey yok zaten, küçük oğulunda görünmez olmasıyla kunduzu sevmesi dışında bir şey yok elde. Babasına benzemekten korkan Porter ise ilk başta umut vaadediyor ama, sadece kızgın bir oğul olarak kalıyor. Popüler kızımız Norah’la yakınlaşmasıyla iki genci aynı potada eritelim çabası da bir başka eksi… Norah’ın sevdiği bireyi kaybetmişliği de uzayı yeniden keşfetmek değil elbette. Buda filmin kendi içindeki çelişkisi… Walter’ın depresyonu için sebep sonuç ilişkisine değinmeyen filmin, gençler için bu çabaya girişmesi hoş olmuyor…

Senaryosundaki yanlış tercihler, genel havasının klişeliği dışında eli yüzü düzgün bir film yapmış Jodie Foster… Özellikle müzik kullanımı tercihinin filme farklı havayı daha ilk sahnelerden vermesi de dikkatten kaçmıyor… Keşke bir kunduz yerine, tüm kunduzları anlatsaydı dedirtsede izleyenleri memnun edebilmesi de bunlardan nihayetinde...

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template