Lost’la başlayan dizi çılgınlığının yarattığı benzerlerini keşfetme heyecanı halen sürerken başa gelen şey her zaman belli. “Lost gibi dizi” tanımlamasını alan her yapım daha fazla kitlenin dikkatini çekiyor ve hemen izleyici buluyor kendisine. Hali hazırda Lost’un dizi dünyası için bir milad olduğunu kabul etmemek imkansız. Dizi konusundaki çıta da şimdilik Lost. Yayınlanmaya başlandığından bu yana herkesi ekrana kilitleyen diziye bir rakip çıkamayacağını herkes kabullenince, hemen yandaş arayışı baş göstermişti. Önce “Heroes” sonra “Fringe” kondu yanına. Heroes’un muhteşem bir ilk sezondan sonra hala sürse de tepetakla olması erken kayıp oldu. “Prison Break”se aynı konuyu sürekli işlemesiyle sıktı izleycisini. Fringe de ikinci sezonu sürerken sadece gösteriş yapmaya çalışan dizi konumunda ilerliyor. Malum Lost 2010’da aramızdan ayrılacağından tahtına aday dizilerde birer birer geliyor. Bunlardan en önemlisi ise yazının konusu olan “FlashForward”…
24 Eylül 2009 akşamı yayınlanan pilot bölümüyle dizi tutkunlarını heyecana gark eden dizi, tahtına göz diktiği “Lost” gibi bulmacalarla dolu bir bilim kurgu. “Dark City”, “Blade” ve “Batman” serilerinin senaristi olarak tanıdığımız David S. Goyer’ın yaratıcısı olduğu FlashForward köklerini Bilim Kurgu yazarı Robert J Sawyer’ın aynı adlı romanından alıyor. Sawyer’ın 1999 yılında basılan romanı dönemin bilim dünyasında yaşanan gelişmelerden beslenmiş ve Cern’de yapılan araştırmayı baz almış. Sawyer’ın “yapılan araştırmada büyük bir patlama olsa ne olur” sorusunun cevabını aradığı romanın ana konusu da bu patlama ve dünya üzerindeki etkisi…
FBI ekibinin bir terörist takibi sırasında insanoğlunun 2 dakika 17 saniyeliğine karatma yaşamasıyla açılıyor “FlashForward”… 137 saniye boyunca bilincini kaybeden insanlardan şanslı olanlar etrafına bakınırken, şanssızlarsa ölüyor. En çarpıcı olan ise bilinç kaybı süresi boyunca herkesin kendisini 6 ay sonrasındaki geleceğinde görmesi. Bu da diziye merak edilesi kilit bir an ekliyor… Bir sürü soru da cabası… 29 Nisan 2010’da ne olacak?
FBI dedektifi Mark Benford’un kendisini araştırma panosunun önünde görmesi, karısı Olivia’nın da kendi evlerinde başka bir adama sevgilim demesi ile, hem polisiye hem de dram çatısını iki başkarakterinin merkezinden kuran dizinin diğer karakterleri de hayatlarına dair kritik anları görüyor. Ekibin lezbiyeni kendisini ultrason koltuğunda görürken, Mark’ın alkolikler grubundan arkadaşı Afganistan’da öldüğü sandığı kızını görüp umutlanıyor. FBI’ın üst düzey yöneticisi Standford kendisini tuvalette gazete okurken görmesi ve durumdan utanarak hayıflanması ilk komedi unsuru olurken, Dimitri’nin hiçbir şey görmemesi üzüntü kaynağı. Zira anlaşılıyor ki, hiçbir şey görmeyenler 6 ay sonrasını da göremeyecek olanlar. Pilot bölümün ilk anlarında intihar etmeye hazırlanan Bryce ise dizinin romantizm sorumlusu. İntihar etmek üzereyken 137 saniyeliğine henüz tanışmadığı Uzakdoğulu bir kadınla olan aşkını görmesiyle diziye aşk öyküsü de eklenmiş oluyor.
Bilinç kaybı sonrası Mark’ın başını çektiği ekip hemen 6 ay sonrasındaki pano’da esinlenerek araştırmalara girişiyor. Araştırmaya kaynaklık etmesi için açılan internet sitesi de cabası. Malum bu öngörülerde ikinci bir kişi de varsa ve o da aynı şeyi gördüyse sağlaması da yapılmış oluyor. Kurulan sistem ve oluşturulan panoya ek olarak bölüm sonunda ortaya çıkan bir güvenlik kamerası kaydı da araştırma fitilini ateşliyor. Özetle, herkesin bilinç kaybı yaşayıp bayıldığı 137 saniyelik global olay doğal mı, terör saldırısı mı, bundan kim sorumlu, tekrar olacak mı gibi soruların peşinden koşacağımız bir dizi FlashForward.
“Lost”tan alıştığımız geçmiş ve gelecek sıçramalarıyla elimize geçen bu yeni bulmacanın parçaları yayınlanan 10 bölüm boyunca gayet oyalayıcı ve ilgiye değer. Tamamen özgün olmasa da dizi şu ana kadar bir solukta izlenen ve bir sonraki bölümü heyecanla bekletenlerden. İlk bölümüyle bir anda popülerleşerek el üstünde tutulması da kuşkusuz sürpriz değil. Doğru soruların peşinden giden dizi şimdilik boş zamanlar da yaratmıyor, fazlalık veya gereksiz diyebileceğimiz bir an da yaratmıyor.
Bunca popülerliğine rağmen kusurları da yok değil elbette. İlerleyen bölümlerde devreye giren karakterleriyle durumu toparlasa da en büyük kusur pilot bölümün süresinin standart süre olması şeklinde göze çarpıyor. 2 bölümlük sürede işlenecek konuyu, biraz alelacele işleyerek özet gibi vermesi beklenen etkiyi vermekten uzak bir başlangıç yaratıyor. Pilot bölüm dolayısıyla harcanmış bir anafikir var ortada. Diğer bir kusur ise, geleceği değiştirme konusundaki fikirlerin özellikle son birkaç bölümde tamamen inanç meselesine dönüşmesi. İlk başlarda aksiyonla renklenen dizi deyim yerindeyse gümbür gümbür giderken, rahatsız edici bir inanç sömürüsüne dönmüş durumda. Amerikan izleyicisinin zaafı olan “inanç” konusunun suyunu çıkarma harcanan karakterler, yapılan ağır çekimler ve durumun suyunun çıkarılması en azından bir bölümün heba olmasıyla sonuçlanmış durumda.
Bilim kurgu olarak başlayan, 137 saniyelik öngörülerin dünya üzerindeki her insanda birikmiş dev bir bulmacanın parçası olarak işlendiği “FlashForward” bir yandan polisiyeyi, bir yandan dramı işlerken izleyicilerini de 29 Nisan 2010’da olacakları merak etmeye ve soluksuz bir seyir yaşatmaya çağırıyor…
Yorum Gönder