♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

He’s Just Not That Into You / Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar


İlişkilere Dair Kodlamalar…

Daha 6 yaşında başlar her şey… Salıncakta sallanırken, ya da tahteravalli’de kodlamalar girer devreye… “Çok aptalsın, aynı köpek kakası gibi” sözüyle karışık kodlamalar başlar… Ağlayan kız annesinin yanına gidip durumu anlattığında ise şifre çözülür… “Tatlım... Biliyor musun o küçük çocuk neden öyle şeyler yaptı ve o lafları söyledi? Çünkü senden hoşlanıyor.” İyi bir başlangıçla duruma dair tespitler ve ilk sözlerse gecikmiyor… Durum tespitini yapan ise kadınlar genelde… “Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Hepimiz özendirilmişiz, hayır, programlanmışız bir erkeğin ahmakça davrandığında bizden hoşlandığı anlamına geldiğine inanmaya.”
Daha girişte bir erkeğin, kadından çok hoşlanmasıyla baş edemeyince karşısındakini aşağılama yoluna gittiği tespiti ile başlıyoruz. Erkeklerin ne söyledikleriyle değil, ne söylemek istedikleriyle ilgilenen film, bu konuda her ayrıntıdan jestten ve mimikten faydalanıyor ama aynı anda birkaç ilişkiye odaklanarak geniş çaplı bir söylemde de bulunmuş oluyor.
“Sex and the City”nin yazarları Greg Behrendt ve Liz Tuccillo’nun büyük beğeni toplayan en çok satan kitabına dayanan “He’s Just Not That Into You” birbiriyle bağlantısız, 20’li 30’lu yaşlarında Baltimore’lu bir grup insanı konu alıyor. Bu insanlar ilişkilerinde evliliğe doğru yürürken bir yandan da karşı cinsin işaretlerini okumaya çalışıp, bir yandan da “İstisna yoktur” sözüne istisna olmaya çalışıyorlar.
Söz konusu çok satar kitabı filme dönüştürenler de “Never Been Kissed”dan tanıdığımız ikili Abby Kohn ve Marc Silverstein. Yönetmen koltuğundaki isimse daha çok televizyon çalışmalarıyla bildiğimiz Ken Kwapis. En son “Çık Aramızdan” ile karşımıza çıkan yönetmen, evlenmek üzere olan bir çiftin rahipleri tarafından sorgulanmasını anlatmıştı. Kwapis’in en çok ses getiren filminin “Sexual Life” olduğunu da eklersek karşı cins ilişkileri üzerine gösterecekleri bitmemiş anlaşılan. Kwapis’in film için doğru isim olduğu notunu da eklemeli…
Hiç telefonun yanında oturup, bir erkeğin arayacağını söylediği halde neden aramadığını merak ettiniz mi; ya da bir kadının artık neden sizinle yatmak istemediğini; ya da ilişkinizin neden daha ileriye gitmiyor olduğunu… belki de size o kadar da ilgi duymuyordur. “Bu, bir dizinin tek satırlık diyaloğundan esinlenilerek yapılmış ilk film olabilir” diyor yönetmen Ken Kwapis.
Cümleyi en-çok-satan bir kitaba dönüştürmekle kalmayıp, ilişkiler konusunda başarısız olanlar için bir de sohbet programı sunan Behrendt, “Bu dünyaya, ilişkiler üzerine bir kitap yazma umuduyla gelmedim” dedikten sonra sözlerini şöyle sürdürüyor: “Her şey bir öğle yemeği sırasında birine öylesine yaptığım bir yorumla başladı. Bir kadına, eğer bir erkek onu aramıyorsa bunun en mantıklı nedeninin onu beğenmemesi olduğunu söyledim”.
Yapımcı Nancy Juvonen ise şu açıklamaları yapıyor: “‘Sex and the City’nin o bölümünü gerçekten çok sevmiştim. Sonradan kitap elime geçti. Buluşmalar ve ilişkiler konusunda gerçekçi olma düşüncesini ve hakikaten istediğimiz bir telefonu ya da buluşma teklifini almadığımızda kendimiz ya da birbirimiz için uydurduğumuz tüm o hayal ürünü şeyleri kendime çok uygun buldum”.
Herkesin kendi ilişkilerinden bir şeyler bulacağı ve üzerine beyin cimnastiği yapıp, bulmaca çözeceği filmin temeli böyle atılmış. Filmde karşımıza çıkan ilişkiler de bize ayna tutmak amacıyla anlatılıyor zaten. Evli bir adamın market sırasında tanıştığı kadınla yaşadıklarından, evlenmek üzere olan çiftimize kadar hepsi günlük hayatta yanı başımızda yaşanan milyonlarca örnekten biri… Tüm bu örnekleri işlerken filmin başarısı ayrıntıları iyi analiz etmesinde saklı…
Filmin merkez karakteri Gigi olarak seçilmiş ve çok doğru bir seçim olmuş. Sıradan bir kadın olan Gigi’nin ne kadar çabalarsa çabalasın aradığı aşkı bulamamasının yanında ona akıl veren (daha çok taktik de denebilir) Alex konunun tüm mantığını ve örnekleri birlikte deşifre ediyorlar. İç içe geçen ilişkiler yumağında hem iyi oyuncular hem de onları orkestra gibi yönetmek söz konusu olunca keyifle izlenen bir film çıkıyor karşımıza.
Kendi içinde bölümlere de ayrılan film birçok kilometre taşını irdeliyor kendince. Seni aramıyorsa, Beğendiğin kişi seninle yatmıyorsa, seninle evlenmiyorsa, sevgilin başka biriyle yatıyorsa ve ilgisinin ölçüsü başlıklarında sıkmadan irdeleniyor her şey. Aldatma sırasında kızdıran şeyin başkasıyla yatmak yerine sigara yalanı olması ne kadar iyiyse, evlenme konusundaki öykünün klişe bitişi o kadar kötü. Ama tüm bu irdelemeler elbette bir kavramı çıkarıyor izleyicisinin karşısına: “Umut”
Günümüz ilişkilerinin artık çok hızlı yaşandığı, sosyal ağ sitelerinde yapılan değişikliklerle yürümesi üzerine söylenen şu söze katılmamak elde değil elbette… “İşler değişti. Artık insanlar fiziksel olarak buluşmuyorlar. Karşı cinse daha cazip görünmek istiyorsam, gidip saç modelimi değiştirmek yerine internetteki profilimi güncelliyorum. Artık işler böyle yürüyor.” Bunun gibi birçok tespitin yer aldığı film, eninde sonunda da işi hayat arkadaşı seçimlerine getirip pembe mesajıyla işi noktalıyor. Bu arada dipnot olarak onca güzel oyuncunun filmde kötü kostümlerle sıradan görünmesini de eklemek lazım. Özellikle S. Johansson giydiği kıyafetler ve kot pantolonuyla feci görünüyor… Yıldızlarını sıradanlaştırmak adına yapılan seçim “Sex and the City” kadınlarının tam zıttı bir görüntü oluşturmuş.Erkek dediğin 7’sinde neyse 77’sinde de odur diyerek başlayan film iç içe işlediği dokuz ilişki sonrasında en bahtsız karakteri Gigi’ye istediğini verirken perdeden izleyicisine mesajını verip, göz kırpıyor… Her zaman umut vardır…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template