1993’te kısa filmlerle kariyerine başlayan Pascal Laugier’den enteresan bir film daha. Korku filmi olarak kodlanan ve o şekilde vizyona giren film sadece o kadarla kalmayan, üç bölüme ayrılan kendince sosyal eleştirilerde de bulunan yapısıyla farklı bir noktada durması gerekenlerden. Afişi ve medyaya yansıyan görüntüleriyle son dönem Fransız “kanlı”ları gibi görünüyor aslında. İzleyicisini de bu şekilde çağırıyor salonlara… Ama kazın ayağı pek öyle değil. İki kısa filmin ardından 2004’te “Saint Age” ile ilk uzun metrajını çeken Laugier aslında bizde de “Kutsal Bakire” adı ile gösterime giren ilk filminde de farklı bir denemeye soyunmuştu. Tipik korku filminden farklı olarak dram öğelerine de başvurmuş ama tipik korku filmi bekleyen izleyiciye beğendirememişti kendisini…
1970’lerin başında, Fransa’dayız. Birkaç ay önce kaybolan 10 yaşındaki küçük kız Lucie yolda başıboş dolaşırken bulunuyor. Vücuduna şiddet uygulanmış fakat hiçbir cinsel taciz izi yok ve kaçırılma nedenleri bir türlü açıklanamıyor. Şokta, kelimelerini kaybetmiş Lucie, bir hastaneye kaldırılıyor ve orada kendi yaşında Anna adında bir kızla arkadaş oluyor. 15 sene sonra… Sıradan bir ailenin kapısı çalar. Evin babası kapıyı açar ve elinde av tüfeğiyle bekleyen Lucie’yi karşısında bulur. İşkencecisini bulduğuna ikna olan Lucie tetiği çeker..
Öyküsü bu şekilde özetlenen, Laugier’in senaryosu ile aslında üç bölüme ayrılan ve o şekilde işlenen bir film “İşkence Odası”. Temel çıkış noktası da korku sinemasının zenginlerle ilgili yaptığı kodlamaya dayanmakta. Söz konusu kodlama özellikle “Hostel” serisi ile iyice ayyuka çıkan zenginlerin çeşitli Avrupa ülkelerinde tuhaf fantezilerini uygulayabilmeleri için kurulan tarikatlara ve gruplara dayanmakta. Hayattan her istediğini almış burjuvaların insanın hayatına hükmedebilme isteklerinin aşırılığıyla, düzenli tertiplenmiş organizasyonlarda genellikle genç kadınların kullanılması da diğer bir kodlama. Bu iki kodu kullanan Laugier, Otel serisinden farklı olarak filmini birkaç eklemeyle besliyor.
İlk bölümde 15 yıl sonra kendine işkence edenlerin evini bulduğunu iddia eden Lucie’ye odaklanıyor film. Kaçıp kurtulan kurbanın girdiği evde uyguladığı infazı beklendiği gibi hayli şiddetli ve kanlı işliyor. Arkadaşı Anna geldiğinde de bir anlamda seyirciyle özdeşleşiyor. Ne de olsa hiçbir şey bilmeden hafiften çatlak bir kızın peşinden gitmek söz konusu. Japon korku filmlerinden ödünç alınan bir karakterde söz konusu oluveriyor peşinden. Sadece Lucie’mi görüyor, yoksa gerçekten var mı sorularının arasında film ilk konusunu bitiriveriyor. Laugier üç parçaya böldüğü filminin ilk bölümünü klasik bir ekran karartmasıyla sonlandırıyor. Tipik korku filmi öğeleriyle ilgili bölümde buraya kadar zaten…
Sonrası daha çok dramla ilerliyor. Seyircinin şaşkınlığını bolca kullanıyor böylece Laugier… Ne de olsa özette vaat edilen konu daha filmin ilk yarısı bitmeden sonlanmış, sonrasında ne olacağı ise tamamen muamma… Bu belirsizlikten de çok iyi faydalanıyor. Evin içinde bulunan gizli bölme filmin ikinci bölümünü başlatıyor böylece. Gizli bölmede ki genç kadının durumu da hayli tuhaf… Kafasına demir maske zımbalanmış kadının her yeri yara bere içinde. Büyük şaşkınlıkla müstakil bir evde, normal görünen dört kişilik bir ailenin gizli bölmesinde neler olduğu şaşkınlığı yeterince psikolojik bir gerilim sağlamış oluyor. Aynı zamanda bulunan kız yardımıyla da dramı tetikliyor.
Üçüncü bölüme ise eve yapılan tarikat baskınıyla geçiliyor. Filmin odak noktası da bu bölümde ortaya çıkıyor. Amaç insanlara işkence yapmaktan, tuhaf zevkleri tatmin etmekten daha fazlası… Vücut ne çekerse çeksin gözlerin hala yaşam dolu olduğu, kendini her şeyden soyutlamanın insanı nerelere götürdüğünün peşindeki insanlardan oluşan bir tarikat bu. Ve tarikatın amacı da o gözlerin ne gördüğüne olan merakı. Bu konuda da tarikatı ya da her şeyin başındaki kişinin dediği üzere “organizasyon”u ele alış biçiminde de son derece başarılı bir anlatım sergiliyor Laugier. Öncelikle anlattıklarına inandırıyor. Anna ile ilk andan itibaren izleyiciyle özdeşleştirmesinin meyvelerini de son bölümde topluyor. Tarikatın Anna üzerinde yaptıkları ile her şeyini açıkta etmiş oluyor. Bedene uygulanan her türlü işkenceye rağmen gözlerdeki yaşam ifadesine takmış insanlar finalde toplu şekilde karşımıza da çıkıyor ama zayıf bir finalle sonlanıyor film, öteki tarafı görme isteği peşinde…Korku filmi olarak bilinen ama biraz daha derin bir konuya el atan “İşkence Odası” öyküsünü üç bölümde anlatan, yoğun şekilde seyircinin ne derece özdeşleşebileceğine bağlı olarak ilerleyen bir dram. Korku filminden daha fazlasını merak edenler ve vahşet filmlerinin mantıklı açıklamalarla bağlanmış halini merak edenlerin bir göz atmasında fayda var.
Yorum Gönder