♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Boku no kanojo wa saibôgu : Kalbini hissedebiliyorum



Yakın zamanda Amerikan çevrimi de yapılan “My sassy Girl”ü nasıl bilirdiniz?... Cyborg Girl’de tamamen onun yolundan gidiyor. Kadın karakterini onun gibi resmediyor, erkek karakterini onun gibi şaşkın yaratıyor. Ama karakterleri, öyküyü yaratırken ana fikri unutuveriyor.

2001 yılında kendini iyi hissetme filmleri ve ağlatan filmler koleksiyonu yapanlara bir saklı hazine niteliğiyle ulaşan, sevilen “My Sasy Girl”le sinemaya mükemmel bir adım atan, henüz ilk filmiyle beğenilen Güney Kore’li yönetmen Jae-young Kwak, çizgisini korumaya devam ediyor. İlk filmin ardından benzer tarzda filmlere devam eden, “Classic” ve “Windstruck” ile benzer fantastik aşk öykülerini anlatmaya devam eden yönetmenin dördüncü filmi “Cyborg Girl” adından da anlaşılabileceği gibi bilim kurgu altyapısını kullanıyor.

Kwak, ülkesinin romantik komedi türünde ön plana çıkan isimlerinden. “My Sasy Girl”ün yönetmeninden etiketi ile tüm filmleri ilgi toplamaya devam ediyor. Bu ilginin arkasında, filmlerinin senaryolarında da imzasının olması, fantastik bir aşk masalını kullanması, harika kadın karakterler yaratması ve şüphesiz ilk filmde yarattığı kalıbı sürekli kullanmasının da büyük etkisi var. İlk filminde oluşturduğu senaryo ve anlatım kalıbına sıkı sıkıya bağlı kalan yönetmenin filmleri her daim izleyicisini sıkmadan beklentilerini karşılıyor. Yönetmenin şimdilik 5 filmden oluşan filmografisinin en iyisi hala “My Sassy Girl”.... En kötüsü ise “My Mighty Princess”…

Her şey 22 Kasım 2008’de başlıyor. Kendi kendine doğum gününü kutlayan Jiro Kitamura’ya kendisine mağazada hediye seçerken gelecekten gelen bir cyborg’a rastlıyor. Tanışmaları, karşılaşmaları, aralarındaki iletişim ve filmin atmosferi akıllara direk My Sassy Girl’i getiriyor. Kontrolün kızın elinde olması, her şeyin ilk başta bir günlük yaşanması, aradan geçen zamanda Jiro’nun rutin hayatına geri dönmesi gibi benzerlikler mevcut…

Bir sene sonra Cyborg geri geliyor. Bu kez Jiro’nun rutin olarak her doğum gününde makarna yediği mekanda çıkan arbededen yağan kurşunlardan kurtarıp, getirdiği pasta ile kutlamayı yapıyor. Bir sene önce gördüğünü uygulayarak, Jiro’nun kafasını önce pastaya basıyor, sonrada yüzüne şampanya patlatıyor.

Küçük detaylar, ufak ayrıntılarla hikayesinin sıcaklığını da oluşturan yönetmenin, her zamanki perdeye yansıyan her karakteri özgün. Öğretmenin uyuyan öğrencilere tebeşir fırlatması başta olmak üzere yaşanan naif durum komedileri, başkahramanın mimikleri, Jiro’nun Cyborg’un göğüslerine, iç çamaşırına bakmaya çalışması gibi sahnelerde fantastik yapının tuzu biberi oluyor.

Ama bu rüya fazla uzun sürmüyor. Fantastik rüyanın sonu, Cyborg’un Jiro’nun sürekli yanında olması ile başlıyor. Cyborg’un Süpermen tarzı kahramanlıkları tutarlı olmayan sebeplerle boşa harcanan zamana dönüşüyor adeta. Tüm fantastik yapıyı bozan, hiçbir sebebe dayanmıyor gözüken klişe sahnelerle anlaşılıyor ki, cyborg kızımız 100 yıl sonrasından geliyormuş. Jiro’nun hayatını değiştirecekmiş…

İlk yılın sonundaki vedanın ardından, birkaç gerçekle örülü anlardan sonra yine fantastik dünyaya dönüş yapılıyor ve hayli etkili köy ziyareti sahnesi filmi tam anlamıyla ortalıyor. Köy ziyareti sonrası olanlarda hayli bilindik, beklenen şeyler aslında. Aralarında çıkan anlaşmazlık, Cyborg’un yanından ayrılması… Sonrası uzun, gerçekçi ve son derece etkili bir deprem sahnesi… Ne kadar dramatik olduğu tahmin edilir deprem sahnesi adeta filmin senaryosunda da ortaya çıkıyor ve filmde darmadağın oluyor. Uzadıkça uzayan Cyborg hassasiyeti ve Jiro’yu kurtarma mücadelesi, Terminatör 1’in final sahnesine selam çakan ikiye ayrılsa da peşinden gitme çabasıyla deprem sahnesi bir hayli uzun. Cyborg’un dünyaya yaptığı zaman yolculuğunun da terminatör’deki gibi olduğunu not düşelim bu arada.

Deprem sahnesi sonrası film bitti diyecekken, 3-4 final birden yapılıyor. Uzadıkça uzayan azap çektiren finaller serisi başlıyor. Bu finallerden birinin ilk günün ardından yaşanan veda sahnesi olması, sahnenin diyalogları ile birlikte tamamen aynı olması, sadece planlarının farklı olması bir facia… Sanki filmde kendi içinde zaman atlıyor ama bilmediğimiz bir şey sunmayınca gereksiz bir tekrar olarak fena tökezliyor.

En tutarlı finalde, Cyborg’un nasıl olup da 100 yıl sonrasından geldiğinin açıklaması var ki, o anda her şey anlaşılıyor. Benzer birçok filmde verilmeye çalışılan, bolca işlenen robotlarda sevebilir, onlarda insanlaşabilir teması her şeyin önüne geçiyor. Ama yine kötü senaryo bunları düşünmeyi bize bırakmadan her şeye dahil olup açıklamalarını yapıyor.

Deprem sahneleri sebebiyle büyük bütçeli olduğu belli olan filmin anlatmaya çalıştığı şeyin “robotlarda sever” olması film bittiğinde son derece klişe ve zorlama kalarak, sadece geçen zamanı zedeliyor. En kötüsü de fantastik giden öykünün bu derece sıradanlaşarak özgünlüğünü kaybedip bozulması, klişe bir sona imza atması oluyor.Cyborg Girl, ilk filminden itibaren nevi şahsına münhasır kadın karakterlerin merkezinde, fantastik aşk öyküleri anlatan bir yönetmenin kendini tekrar etmesi hepsi bu…

Share this:

1 yorum :

  1. Çok Güzel bir incele yapmışsınız film hakkında izlemeyeceğim varsada izleyeceğim tuttu...İzninizde olursa Online film İzleme sitemde bu Güzel incelemenize yer vereceğim.

    http://www.filmseans.com/cyborg-girl-2008-online-izle.html

    YanıtlaSil

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template