♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

La fille sur le pont / Köprüdeki Kız

Köprü, şans ve yara bantları…

Tamamı siyah-beyaz bir Fransız filmidir “Köprüdeki Kız”… 1999 yapımı Patrice Leconte filmidir. Ama görüntü anlamında… Filmin bu denli özel olmasında senaryo ve dialogların arkasındaki Serge Frydman imzasının etkisi büyüktür. Vanessa Paradis ve Daniel Auteuil’in kariyerlerinin doruk noktasıdır. Ayrı ayrı bir işe yaramayan iki ruhun, bir arada kazanma kombinasyonu oluşturmasının belgeselidir… 90 dakikaya sığdırdığı kendine özgü görsellikle, yer yer oyunbaz, yer yer komik ama çok etkili bir başyapıttır. Usta yönetmen Leconte için düşmekte olan kariyeri için muhteşem bir geri dönüştür aynı zamanda…
Devam et Adele, anlat bize!
Bu cümleyle açılır film…
2 ay sonra 22 yaşına basacak olan, evini terketmiş Adele ile tanışırız. Ailesi yerine bir erkekle olmayı tercih eden, bu yüzden ilk bulduğuna tutunan bir kadın. Özgürlük için mi sorusuna, bu konuda bir fikrim yok, tek istediğim onunla yatmaktı diyen bir kadın…
Konuşması sırasına geçen dialoglar filmin en büyük özelliğidir. Film de bu anlamda konuyu başlatana dek, en büyük kozlarını oynar.
“Hayat aşk yaptığında başlar. O zamana kadar hiçbir şeysindir.” İle aşka değinir. Sonrasında da kötü şansa…
-“Şansım hiç gülmedi. Şu kıvrık, yapışkan sinek kâğıtlarını bilir misiniz? Ben onlar gibiyim.
Çevredeki bütün pisliği çekiyorum. Elektrik süpürgesi gibiyim, tozları çekiyorum. Şanslı sayıyı hiç çekemedim. Denediğim her şey yanlış çıkıyor. Dokunduğum her şey ekşileşiyor. ----Bunu nasıl açıklıyorsun?
-Kötü şansı açıklayamazsın. Bu şey gibidir, müzik kulağı gibi. Vardır ya da yoktur.”
Daha ilk dakikalarda Adele ile ilgili yaşanılan bu bilgi bombardımanı, arka arkaya özlü sözler duymamızı da sağlar.
“İnsanların aşık değilken, öyle gibi görünmeleri komik değil mi?”
Bu sırada aşkın savurduğu Adele hazin bir öyküsünü de anlatır. Telefon etmeye gideceğini söyleyen ve bir daha dönmeyen erkekten bahseder.
“Belki de hepsini hak ettim. Doğa kanunu olmalı. Bazı insanlar mutlu olmak için doğarlar.
Bense hayatımın her günü kandırıldım. Verilen her söze inanıyorum. Hiçbir şey başaramadım.
Asla biri için değerli, ya da yararlı olmadım, ...ya da mutlu; hatta gerçekten çok mutsuz. Sanırım bir şeyi kaybettiğinizde mutsuz olursunuz; ama benim kötü şans dışında hiçbir şeyim olmadı.”
Yeni soru gelir peşinden…
“Geleceğini nasıl görüyorsun Adele?”
“Bilmiyorum. Küçükken tek isteğim büyümekti… Mümkün olduğunca çabuk… Ama bütün bunların anlamını bilmiyorum artık…
Yaşlanıyorum.
Geleceğimi büyük bir istasyonun sıralarla ve banklarla dolu bir bekleme odası gibi görüyorum. Dışarıda, kalabalık insan grupları beni görmeden koşuşturuyor. Hepsinin acelesi var. Trene yetişiyorlar, taksi tutuyorlar; gidecek bir yerleri var, buluşacak birileri. Ve ben oturmuş bekliyorum…
- Neyi bekliyorsun Adele?
- Bana bir şeyler olmasını…
Bu ayrıntılı bilgilenme sonrasında Adele, bir köprünün kenarındadır. Atlamak ile atlamamak arasındaki o sınır çizgisindedir.
Sigarasından bir nefes çeken Gabor girer görüntüye ve söze…
“Hata yapmak üzere olan bir kız gibi duruyorsun…”
-Ben iyiyim, teşekkürler.
-Ciddiyim. Umutsuz görünüyorsun.
- Sen de kimsin? Beni etkilemek mi istiyorsun?
- Kimse. Ve kimseyi etkilemek istemiyorum.
- Üzgün olmak için çok gençsin. Ölümcül bir hastalığın mı var? Böbreğin mi yok? Karaciğer? Bacak?
- Hayır, sadece cesaretim yok. Soğuk olmasından korkuyorum.
- Elbette ki soğuk! Isıttıklarını mı sanıyorsun?
- Bunu düşünmemeliyim.
- Doğru. İyi şeyler düşün. Sana cesaret verir.
- Bu zor. İyi düşünceler uzmanlık alanım değil.
- İşte bu yüzden burdayım, gördün mü? Ne görüyorum biliyor musun? Bir artık ve ben
artıklardan nefret ederim.
- Ne artığı?
- Sen; bir lambayı bile aydınlatmazsın sen.
- Bu lamba çoktan yandı.
- Beni bunaltıyorsun.
- Öyleyse kaybol! Hayatımın sonundayım, tamam mı?
- Ne hayatı? Kendine bir bak. Hayatın başlamamış bile. Çok yanlış bir zamanlama.
- Tüm hayatım bir yanlış zamanlama. Başarısızlık mührüyle kilitlenmişim.
- Sence alır götürür mü?
- Bahse girerim bu ilk denemen değil mi?
- Evet. Köprülerde yaşamıyorum.
- Ben yaşıyorum.
- Ne yaparak? Atlamaya mı çalışıyorsun?
- Hayır, insanları işe alıyorum.
- Kimi işe alıyorsun?
- Yardımcılar.
- Bitmiş kadınlar, benim ticaret eşyalarım.
- Genelde onları burada bulurum ya da çatılarda, ilkbaharda. Kışın köprüleri tercih ederler.
- Benim gibi mi?
- Hayır. Senin gibi değil. Onlar tamir edilemeyecek kadar kırılmış sepetlerdir.
- Onlarla ne yapıyorsun?
- Bazen, ıskalıyorum. Denge meselesi. 40 yaşından sonra bıçak atmak çok zor oluyor. Bu yüzden köprülerde dolaşıyorum. Yardım etmeyi seviyorum. Eğer gerçekten her şeyi bitireceksen seni bir teste alabilirim.
-Hayır, teşekkürler. Ben idare ederim.
-Tabii. Gelecek hafta da burada ayakkabılarına bakıyor olacaksın
-Hoş kinayelerinle beni kandıramazsın.
-Köprüdeki üzgün bir kızın kolay bir hedef olduğunu mu düşünüyorsun? Sen mesela!
-Pardon!
-Hedeflerimle asla yatmam.
-Bu senin problemin! Ben peri masallarını bıraktım.”
Bu diyalog sonrası filmin iki oyuncusu ve konu başlamış olur.



Daha Hastane sahnesinde Gabor, Adele’i inandırmayı başarır. Kendince bir şans testine başlar ve Adele kazanır bu testi.
Kimliği hakkında fazla bir bilgiye sahip olmadığımız Gabor, bıçak atarak hayatını sürdürmektedir. Yardımcılarını da aynı yöntemlerle seçmektedir. Adele’i inandırmakta zorlanmaz.
İlk gösteri için artık her şey hazırdır… Son anda yetişen Gabor işi almak için, kör bıçakçı olmayı teklif eder. Sahneye çıktıklarında, Adele bir çarşafın ardındadır. Marianne Faithfull - Who will take my dreams away parçası eşliğinde Gabor bıçaklarını atar, Adele’in heyecanı nefesi ve Gabor bakışları eşliğinde adeta ateşli bir sevişme sahnesi yaşanır. Üstelik bu sahne öncesinde Gabor’un eski yardımcılarından biriyle karşılaşması, kadının ellerini özledim, dokun bana demesi de sahnenin gücünü, ateşini arttırır.
“Kaybetmeyi öğren, yoksa kazanmayı çok ciddiye alırsın..”
Gösteriler birbirini kovalar, Adele’in şansı dönmüştür. Artık mağlup bir ruh değildir. Yeni bıçak yaraları, yapıştırılan yara bantları ruhundaki tüm yaraları kapatmıştır. Ardı ardına gelen şans olayları, kumarda, rulette kazanmalar sonucu bir araba çekilişi ve ardından gelen sahnede unutulmaz diyaloglara sahne olur.
“- Hayatta mıyız?
- Hayır, cennete gittiğimizi hissedemiyor musun?
- Hayal ettiğim gibi değil.
- Çünkü saat geç.Her yer kapandı.”
Özlü sözler devam eder. Şans teoremi ile ilgili olarak da bir cümle gelir…
“Biz şansı hep sahip olmadığımız şeyler olarak görürüz”
Bir ayrılık teğet geçer ikiliyi. Filmi izleyen herkes için unutulmaz sahne olarak nitelenen ray sahnesi de tam bu ana denk düşer. Yine aynı müzik, yine bıçaklar ama bu kez daha ateşli bir sevişme sahnesi gibi işlenir, ikilinin bir arada yaşadıkları çekimin doruk noktasıdır…
Bir gemide yapılan gösteri ile her şey değişir. Yeni evlenen çiftten damat ile Adele kaçmak üzereyken, Adele’in Gabor’a yaptığı açıklamalar şansı dönse de hala değişmediğini gösterir. Bay doğruyu buldum der Adele, bana hiç kimsenin sormadığı soruları sordu. Örneğin yatağın ne tarafını sevdiğimi…Veda vakti gelmiştir, yollar ayrılacaktır. Adele ne yapıyoruz diye sorar, Gabor hiç tereddütsüz cevap verir; “Birbirimizi unutmak”…
Kayıkla ayrılan Adele ve gemide kalan yeni gösterisinde kullandığı Gelini yaralayan Gabor ayrı ayrı bir işe yaramaz… Şansları dönmüştür. Gabor’un yolu Türkiye’ye düşer, Adele’inse Yunanistan’a, bay doğruda ilk gördüğü kıza gösterdiği ilgi ile terk eder…
Filmin en unutulmaz anlarından biri de böylece başlar. İki ayrı ülkeden birbirinin sözlerini tamamlar çift. Adele ikisi hakkında doğru tanımlamayı bulur.
İkiz Madalyon… Ayrı ayrı değeri olmayan; ama bir arada çalışan madalyon…
Bundan fazlası filmi izleyecek olanlara ihanete neden olabilir… Lakin Galata köprüsündeki mükemmel finalle kapanır film… Darısı başka yaralı ruhların başına….

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template