Hollywood’un en önemli aktörlerinden Al Pacino, 25 Nisan 1940’ta New York Doğu Harlem’de dünyaya geldi. Güzel sanatlar Okulu'na giderken 17 yaşında okuldan ayrıldı ve çeşitli işlerde çalışmaya başladı. Bir yandan aldığı oyunculuk dersleri ve çeşitli gösterilerle oyunculuğunu geliştirip, 1966 yılında Actors Studio’da eğitimine başladı. 1967-68 tiyatro sezonunda zalim bir sokak serserisini oynadığı The Indian Wants the Bronx ile Obie Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alarak bugünkü kariyerinin ilk adımını attı.
Diğer Hollywood efsanesi Robert De Niro ise 17 Ağustos 1943’te New York’da doğdu. Sanatçı bir ailenin çocuğu olmanın avantajlarını ömür boyu taşıyacaktı. Annesi ressam, babası ise çok yönlü bir sanatçıydı. Çoğu İtalyan komşunun arasında içe kapanık çocuk “Bobby Milk” adıyla çağrılıyor ama zamanının çoğunu kitapların arasında geçiriyordu. Broadway’de sahnelenen oyunlarla büyüyen De Niro, ilk kulis havasını Oz Büyücüsü rolüyle kokladı. On altı yaşına girince Çehov'un Ayı oyununda rol aldı. Tüm başarılı oyuncular gibi (örneğin Marlon Brando) ünlü tiyatro öğretmeni Stella Adler’den ders aldı.
İki oyuncudan kamera önüne geçen ilk isim 1963’de çekilen ama ancak 1969’da gösterine giren The Wedding Party ile De Niro oldu. Sonraki yıllarda da küçük bütçeli filmlerde oynayan De Niro’nun en büyük çıkışının arkasındaki isim Martin Scorsese ile tanışması oldu. 1973’te ilk film Mean Streets ile başlayan ortaklık sinema dünyasına ayrı bir tat, başyapıt filmler ve arıza karakterler kazandıracaktı.
Al Pacino ise 1969’da çevirdiği ilk film Me,Natalie, sonrası bir uyuşturucu bağımlısını canlandırdığı Panic in the Needle Park ile parlayan bir oyunculuk sergileyerek fark edilmişti bile. Henüz üçüncü filminde Coppola’nın efsanevi üçlemesi The Godfather’da oynadığı Michael Corleone rolü ile yılın performansını vererek Oscar adayı da oldu. Yıl 1972 idi ve Al Pacino henüz üçüncü filmi ile adını duyurmuştu.
De Niro ise bu kadar şanslı olamadı. 1973 yılında 11. Filmi Mean Streets ile ancak fark edilen oyuncunun da patlaması ilginçtir bir baba filmi ile oldu. The Godfather 2’de oynadığı Vito Corleone rolü ile gelen çıkış En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ı ile taçlanmıştı.
1974 yılına bu noktada ayrı bir parantez açmakta fayda var. İkilinin birlikte oynadığı ilk film olarak The Godfather 2, ikilinin mükemmel oyunculukları sayesinde sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak sayılmakta. 11 dalda aday olduğu oscarların 6’sını alan filmin iki mükemmel performansından sadece biri ödüllendirilmişti. De Niro’nun ilk adaylığında aldığı yardımcı erkek oyuncu oscarına karşılık, Pacino üçüncü adaylığından da eli boş dönüyordu. Pacino’nun özellikle Baba 2 ile alamadığı Oscar, ünlü fiyaskolardan biri olarak tarihteki yerini koruyor. Akademi’nin ilginç kararlarından biri sonucu ödül yaşlı bir oyuncuya Art Carney’e kariyerinin ilk ve tek oscarı olarak gitmişti. Pacino’nun üç adaylığında da ödüllerin yaşlı oyunculara verilmiş olması da hayli ilginçtir.
Yolları The Godfather ile kesişen ikilinin sonraki yılları ise Pacin’nun düşüşü, De Niro’nun yükselişi olarak adlandırılabilir.
Polis Memuru Frank Serpico rolünü baba 1 ile 2 arasına sıkıştıran Pacino, eşcinsel banka soyguncusu Sonny rolüyle de oscar’a aday olsa da yine alamadı. 1975 tarihli Dog Day Afternoon filmi yılın en iyilerinden biri olsa da Guguk Kuşu filmine yenilmişti. 1979’da And Justice for All ile gelen Oscar adaylığı sonrası kariyerinde düşüşe geçen Pacino’nun geri dönüşü ise 1983’te canlandırdığı ve bir ikona dönüştürdüğü Tony Montana rolü ile olmuştu. De Palma’nın suç epiği “Scarface” oyuncunun adeta tek kişilik şov yaptığı film olarak sinema tarihindeki unutulmazlar arasındaki yerini aldı.
Diğer Hollywood efsanesi Robert De Niro ise 17 Ağustos 1943’te New York’da doğdu. Sanatçı bir ailenin çocuğu olmanın avantajlarını ömür boyu taşıyacaktı. Annesi ressam, babası ise çok yönlü bir sanatçıydı. Çoğu İtalyan komşunun arasında içe kapanık çocuk “Bobby Milk” adıyla çağrılıyor ama zamanının çoğunu kitapların arasında geçiriyordu. Broadway’de sahnelenen oyunlarla büyüyen De Niro, ilk kulis havasını Oz Büyücüsü rolüyle kokladı. On altı yaşına girince Çehov'un Ayı oyununda rol aldı. Tüm başarılı oyuncular gibi (örneğin Marlon Brando) ünlü tiyatro öğretmeni Stella Adler’den ders aldı.
İki oyuncudan kamera önüne geçen ilk isim 1963’de çekilen ama ancak 1969’da gösterine giren The Wedding Party ile De Niro oldu. Sonraki yıllarda da küçük bütçeli filmlerde oynayan De Niro’nun en büyük çıkışının arkasındaki isim Martin Scorsese ile tanışması oldu. 1973’te ilk film Mean Streets ile başlayan ortaklık sinema dünyasına ayrı bir tat, başyapıt filmler ve arıza karakterler kazandıracaktı.
Al Pacino ise 1969’da çevirdiği ilk film Me,Natalie, sonrası bir uyuşturucu bağımlısını canlandırdığı Panic in the Needle Park ile parlayan bir oyunculuk sergileyerek fark edilmişti bile. Henüz üçüncü filminde Coppola’nın efsanevi üçlemesi The Godfather’da oynadığı Michael Corleone rolü ile yılın performansını vererek Oscar adayı da oldu. Yıl 1972 idi ve Al Pacino henüz üçüncü filmi ile adını duyurmuştu.
De Niro ise bu kadar şanslı olamadı. 1973 yılında 11. Filmi Mean Streets ile ancak fark edilen oyuncunun da patlaması ilginçtir bir baba filmi ile oldu. The Godfather 2’de oynadığı Vito Corleone rolü ile gelen çıkış En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ı ile taçlanmıştı.
1974 yılına bu noktada ayrı bir parantez açmakta fayda var. İkilinin birlikte oynadığı ilk film olarak The Godfather 2, ikilinin mükemmel oyunculukları sayesinde sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak sayılmakta. 11 dalda aday olduğu oscarların 6’sını alan filmin iki mükemmel performansından sadece biri ödüllendirilmişti. De Niro’nun ilk adaylığında aldığı yardımcı erkek oyuncu oscarına karşılık, Pacino üçüncü adaylığından da eli boş dönüyordu. Pacino’nun özellikle Baba 2 ile alamadığı Oscar, ünlü fiyaskolardan biri olarak tarihteki yerini koruyor. Akademi’nin ilginç kararlarından biri sonucu ödül yaşlı bir oyuncuya Art Carney’e kariyerinin ilk ve tek oscarı olarak gitmişti. Pacino’nun üç adaylığında da ödüllerin yaşlı oyunculara verilmiş olması da hayli ilginçtir.
Yolları The Godfather ile kesişen ikilinin sonraki yılları ise Pacin’nun düşüşü, De Niro’nun yükselişi olarak adlandırılabilir.
Polis Memuru Frank Serpico rolünü baba 1 ile 2 arasına sıkıştıran Pacino, eşcinsel banka soyguncusu Sonny rolüyle de oscar’a aday olsa da yine alamadı. 1975 tarihli Dog Day Afternoon filmi yılın en iyilerinden biri olsa da Guguk Kuşu filmine yenilmişti. 1979’da And Justice for All ile gelen Oscar adaylığı sonrası kariyerinde düşüşe geçen Pacino’nun geri dönüşü ise 1983’te canlandırdığı ve bir ikona dönüştürdüğü Tony Montana rolü ile olmuştu. De Palma’nın suç epiği “Scarface” oyuncunun adeta tek kişilik şov yaptığı film olarak sinema tarihindeki unutulmazlar arasındaki yerini aldı.
Baba 2 sonrası gelen Oscar’la başlayan çıkışını sürdürmeyi başaran De Niro’nun zafer halkalarının başlangıcı, sinema tarihinin en ilginç karakterlerinden birine Travis Bickle’a “Taxi Driver”da hayat vermesi oldu. Filmdeki efsanevi sahne ayna karşısındaki “you talking to me” monoloğu ile De Niro ölümsüzleşmişti. Scorsese ile başlayan ortaklığın meyveleri mükemmel oyuncu performansları oluyordu. Avcı ile yakaladığı başarının 2 sene sonrasında yıla tamamen damgasını vuran, rolü için aldığı kilolarla gündem yaratan Jack La Motta rolü ile tam bir Kızgın Boğa olan De Niro, en iyi oyuncu oscar’ını da eve götürüyordu. Oyuncunun en unutulmaz performansına sahne olan “Raging Bull” da Scorsese-De Niro ortaklığının doruk noktası olarak sinema tarihine yazıldı.
De Niro epik filmlerde oynamayı sürdürüyordu. Bir Zamanlar Amerika, Misyon, 1900 ve Angel Heart sonrasında İtalyan mahallesinde büyümenin avantajlarını rolüne yedirmeye devam etti. Al Capone’u canlandırdığı Dokunulmazlar sonrası çeşitli türleri de denemeye başladı. 90’da oynadığı iki filmle birden (Awakenings ve Goodfellas) yakaladığı başarıyı Cape Fear’de canlandırdığı sadist karaktere hayat verirken de korusa da kariyerinin 5 yıllık düşüşü de başlamış oldu.
Al Pacino ise az ama öz filmde oynama düstürunu edinmişti. Baba 3’de çizdiği performans bir yana ilginçtir De Niro’nun düşüş yıllarında ön plana çıktı. 92’de kariyerinin ilk ve tek oscarını gözleri görmeyen ordu mensubu Frank Slade rolüyle taçlandırdığı Kadın Kokusu filmi ile aldı. Hemen bir sene sonrasına yine bir De Palma epiği ile muhteşem performans verdiği Carlito’yu ve Carlito’nun Yolu filmini unutulmazlar hanesine yazdırdı.
İki büyük oyuncunun ikinci kez bir araya geliş yılı 1995 idi. Michael Mann’in başyapıtı “Heat” yaşadıkları büyük hesaplaşma’da cafede geçen konuşma sahnesi ile finaldeki havaalanı sahnesinde ikilinin hırsız poliscilik oynadığı film oyunculuk performansları açısından en iyi filmler arasında yer alıyor. İki oyuncu içinde yeni bir dönüm noktası olan filmin ardından De Niro adeta kapanış yaparken, Pacino ise yeni bir yükselişe geçti.
Son Scorsese ortaklığı Casino sonrası usta oyuncu Robert De Niro alışık olduğumuz büyük filmde, büyük performans yaratma şansını yakalayamadı. 1995’ten bu yana hep düz rollerde görünmekten çekinmezken, hayranları için kayıp bir 13 yıl yaşattı. Kariyerine “A Bronx Tale” ve “The Good Shepherd” filmleriyle yönetmenliği de ekleyen oyuncu Orijinal Cinayetler’de sürekli karşılaştırıldığı çağdaşı Pacino ile üçüncü kez aynı filmin kadrosunda yer alarak heyecan veriyor.
Heat sonrası Pacino, sinema tarihine ölümsüz karakterler armağan etmeye devam etti. Donnie Brasco’da ki rolüyle alkışlanırken, Şeytanın Avukatı’ndaki John Milton rolüyle unutulmaz performans veriyor, hemen ardından da Insıder’da yine bir Mann filminde parlamayı başarıyor ama sonrasında yaşadığı düşüşten nüfuslu eşcinsel Roy Cohn rolü ile Angels in America ile bir nebze kurtulmuş görünse de 5 yıllık bir düşüşe daha imza attı.
İkili arasındaki rekabette daha fazla filmde oynayan De Niro’nun film seçimleri çok yadırganırken, Pacino’nun bu seçimde daha iyi olduğu vurgulanır hep. İkilinin benzer kariyerlerinde oluşan en büyük fark Scorsese ortaklığı olmuştur muhakkak. Coppola ile başlayan yolculukları boyunca birçok unutulmaz karaktere imza atan iki dev oyuncu umarız bu yeni ortaklıktan kazanacakları ivme ile yeni başyapıtlar çıkarıp, yeni karakterleri ölümsüzleştirirler…
De Niro epik filmlerde oynamayı sürdürüyordu. Bir Zamanlar Amerika, Misyon, 1900 ve Angel Heart sonrasında İtalyan mahallesinde büyümenin avantajlarını rolüne yedirmeye devam etti. Al Capone’u canlandırdığı Dokunulmazlar sonrası çeşitli türleri de denemeye başladı. 90’da oynadığı iki filmle birden (Awakenings ve Goodfellas) yakaladığı başarıyı Cape Fear’de canlandırdığı sadist karaktere hayat verirken de korusa da kariyerinin 5 yıllık düşüşü de başlamış oldu.
Al Pacino ise az ama öz filmde oynama düstürunu edinmişti. Baba 3’de çizdiği performans bir yana ilginçtir De Niro’nun düşüş yıllarında ön plana çıktı. 92’de kariyerinin ilk ve tek oscarını gözleri görmeyen ordu mensubu Frank Slade rolüyle taçlandırdığı Kadın Kokusu filmi ile aldı. Hemen bir sene sonrasına yine bir De Palma epiği ile muhteşem performans verdiği Carlito’yu ve Carlito’nun Yolu filmini unutulmazlar hanesine yazdırdı.
İki büyük oyuncunun ikinci kez bir araya geliş yılı 1995 idi. Michael Mann’in başyapıtı “Heat” yaşadıkları büyük hesaplaşma’da cafede geçen konuşma sahnesi ile finaldeki havaalanı sahnesinde ikilinin hırsız poliscilik oynadığı film oyunculuk performansları açısından en iyi filmler arasında yer alıyor. İki oyuncu içinde yeni bir dönüm noktası olan filmin ardından De Niro adeta kapanış yaparken, Pacino ise yeni bir yükselişe geçti.
Son Scorsese ortaklığı Casino sonrası usta oyuncu Robert De Niro alışık olduğumuz büyük filmde, büyük performans yaratma şansını yakalayamadı. 1995’ten bu yana hep düz rollerde görünmekten çekinmezken, hayranları için kayıp bir 13 yıl yaşattı. Kariyerine “A Bronx Tale” ve “The Good Shepherd” filmleriyle yönetmenliği de ekleyen oyuncu Orijinal Cinayetler’de sürekli karşılaştırıldığı çağdaşı Pacino ile üçüncü kez aynı filmin kadrosunda yer alarak heyecan veriyor.
Heat sonrası Pacino, sinema tarihine ölümsüz karakterler armağan etmeye devam etti. Donnie Brasco’da ki rolüyle alkışlanırken, Şeytanın Avukatı’ndaki John Milton rolüyle unutulmaz performans veriyor, hemen ardından da Insıder’da yine bir Mann filminde parlamayı başarıyor ama sonrasında yaşadığı düşüşten nüfuslu eşcinsel Roy Cohn rolü ile Angels in America ile bir nebze kurtulmuş görünse de 5 yıllık bir düşüşe daha imza attı.
İkili arasındaki rekabette daha fazla filmde oynayan De Niro’nun film seçimleri çok yadırganırken, Pacino’nun bu seçimde daha iyi olduğu vurgulanır hep. İkilinin benzer kariyerlerinde oluşan en büyük fark Scorsese ortaklığı olmuştur muhakkak. Coppola ile başlayan yolculukları boyunca birçok unutulmaz karaktere imza atan iki dev oyuncu umarız bu yeni ortaklıktan kazanacakları ivme ile yeni başyapıtlar çıkarıp, yeni karakterleri ölümsüzleştirirler…
Yorum Gönder