Fransız Bilim kurgu yazarı Jules Gabriel Verne’in tiyatro oyunlarıyla başladığı yazarlık serüveninde bir diğer ilgi çekici yanı da birçok icadı önceden tahmin ederek “bilim falcısı” olarak anılması. Bu yönü sebebiyle denizaltı, uzay yolculuğu, oksijen tüpü gibi onun zamanında olmayan birçok olayı öngörmüş bir isim olan Verne, tüm bunların dışında bize yabancı bir isim değil aslında. İnatçı Keraban adlı romanında Osmanlı İmparatorluğunu ve Türk İnsanını anlatmıştı. 1905’te öldüğünde arkasında yayınlanmamış 6 roman bırakan Verne, birçok kuşağı fantastik serüvenleri ile etkiledi.
1864’de ilk baskısını yapan, bizde daha çok “Arzın Merkezine seyahat” adıyla yayınlandığında insanoğlunun merkeze duyduğu meraka, keşfedilmemiş olana duyduğu tutkuya da güzel bir vurgu yapmış oluyordu. Okuyucuyu, bilimsel gerçeklere yakın durduğuna inandıran romanın konusu kısaca şöyledir.
Hamburg'un eski mahallesindeki küçük bir evde, genç ve çekingen Axel, amcası jeolog ve madenbilimci Profesör Lidenbrock'la birlikte çalışmaktadır. Delikanlı, bu sabırsız ve öfkeli profesörün yanında yaşayan güzel bir Estonyalı kıza, Grauben'e aşıktır. Bir gün profesör, eski bir elyazmasının içinde bir şifre bulur ve hayatları o andan itibaren altüst olur. 16. yüzyılın ünlü İzlandalı bilgini Arne Saknussemm, bu şifrede, İzlanda'daki sönmüş yanardağ Sneffels'in kraterinden dünya'nın merkezine indiğini açıklamaktadır! Profesör Lidenbrock büyük bir heyecana kapılır ve yeğeni Axel'le birlikte İzlanda'ya gider. Sakin ve soğukkanlı rehberleri Hans'ın eşliğinde, yanardağın gizemli derinliklerine inerler... Yerin altında, sürprizlerle dolu bir yolculuk onları beklemektedir. Bu zorlu yolculukta profesör Lindenbrock, Hans ve Axel ile birlikte yepyeni yerler keşfetmeye başlarlar.
Daha önce birçok filme uyarlanan bu önemli roman, öngörüleri konusundaki ustalığına güzel bir saygı duruşu gibi bir ilkle beyazperdeye geliyor bu kez. 3D teknolojisi ile çekilen ilk film olarak Verne’in konusunun geçmesi kuşkusuz yazarın hala güncelliğini koruduğunu gösteren gerçeklerden biri.
Filmin ilk çıkış noktasında ortaya çıkan isim aslında bağımsız filmci Paul Chart. Filmi yönetmek üzere imza atan, senaryoyu yazan Chart, projenin hayalindeki epik maceradan uzaklaşıp, stüdyonun isteğiyle 3D teknolojili popüler bir gişe filmine dönüşmesi üzerine projeden ayrılmış. Yerine gelen isim olan Eric Brevig ise görsel efekt uzmanı olarak, bu yeni teknolojinin tüm olanaklarından fazlasıyla yararlanabilmek için düşünülmüş.
Başarılı birçok filmin görsel departmanında çalışan, iki filmle oscar’a da aday gösterilen Brevig, ilk filminde henüz yönetmenliğe hazır olmadığının izlerini sürdürüyor adeta izleyiciye.
Yukarıda özetini okuduğunuz bu mükemmel romandan uyarlanan film, daha başlar başlamaz kolaycılığa kaçan senaryosu ile göz boyamak istediğini belli ediyor. Profesör Lidenbrock, Trevor Anderson’a, yiğeni Alex Sean’a, rehber Hans ise Hannah’a dönüşmüş. Fazla görülen karakterler çıkarılıp 3 kişi maceraya atılma koşulu getirilmiş adeta.
3D çekilmiş ilk film olmasının öneminin çok büyük olduğunu özellikle vurgulamak gerek aslında. Büyük ihtimalle korsanla mücadele konusunda bir adım öne geçmenin, belki de tamamen bitirmenin en önemli aşamalarından biri olarak görülüyor bu yeni teknoloji. 3D’nin getirdiği nimetler, özellikle aksiyon filmlerinde daha fazlasını vaat ediyor sanki. Sağlam bir aksiyon filmi olsa da kurşunlar üstümüze gelse hayali canlanıyor izleyicide. Bu nokta da işte, izleyicinin kurduğu hayallerin yanına yaklaşamayan bir ekip var karşımızda.
İlk filmin çekiyor olmanın heyecanını yaşayan Brevig, insan faktörü olmadan yapılmış görsel planları uygulamaya koyuluyor. Doğallığı da bu sayede kaybediyor. Üçüncü boyutun derinliğini izleyiciye göstermek için kurulu odalara hesaplı kitaplı uğrarcasına çekilmiş sahneler, böylece coşku ve heyecan vereceğine yapaylık hissi veriyor. Belli ki yönetmen içinde bulunduğu bu yeninin heyecanını oyunculara geçirememiş.
İlk deneme olmanın verdiği toyluklar çokça hissedilse de, kendini tamamen maceraya da bırakmıyor karşımızdaki film. Kardeşinin acısını hisseden Trevor inandırıcı olamıyor örneğin, Hannah ve Trevor arasındaki elektriklenme de öyle.
Tozların havada uçuşması, elimizi uzatsak yakalayacak olduğumuz su damlacıkları sahneleri gibi bazı sahnelerle doruğa çıkan görsellik, Verne’in öngördüğü fantastik serüvenle ne yazık ki birleşemeyince elde patlıyor.
Macera devreye girdiğinde, kahramanlarımız o mağaradan içeriye girildiğinde zamanın hızlı ilerlemesini, saf eğlenceyi doğuruyor ama, ortada macera yokken tüm sahneler hesaplı kitaplı adeta oyun seti gibi görününce film bir nevi ikiye bölünmüş oluyor.
Filmin proje aşamasına imza atan Paul Chart’ın haklı çıkmış gözüktüğü Dünyanın Merkezine Yolculuk, yönetmenlikle görsel efekt uzmanlığı arasında kalmış Eric Brevig’in ellerinde bir denemeden daha fazlası olamasa da, bu yeni teknolojinin ilerleyen zamanlarda bizlere çok keyif yaşatacağını da belgeliyor.
Yukarıda özetini okuduğunuz bu mükemmel romandan uyarlanan film, daha başlar başlamaz kolaycılığa kaçan senaryosu ile göz boyamak istediğini belli ediyor. Profesör Lidenbrock, Trevor Anderson’a, yiğeni Alex Sean’a, rehber Hans ise Hannah’a dönüşmüş. Fazla görülen karakterler çıkarılıp 3 kişi maceraya atılma koşulu getirilmiş adeta.
3D çekilmiş ilk film olmasının öneminin çok büyük olduğunu özellikle vurgulamak gerek aslında. Büyük ihtimalle korsanla mücadele konusunda bir adım öne geçmenin, belki de tamamen bitirmenin en önemli aşamalarından biri olarak görülüyor bu yeni teknoloji. 3D’nin getirdiği nimetler, özellikle aksiyon filmlerinde daha fazlasını vaat ediyor sanki. Sağlam bir aksiyon filmi olsa da kurşunlar üstümüze gelse hayali canlanıyor izleyicide. Bu nokta da işte, izleyicinin kurduğu hayallerin yanına yaklaşamayan bir ekip var karşımızda.
İlk filmin çekiyor olmanın heyecanını yaşayan Brevig, insan faktörü olmadan yapılmış görsel planları uygulamaya koyuluyor. Doğallığı da bu sayede kaybediyor. Üçüncü boyutun derinliğini izleyiciye göstermek için kurulu odalara hesaplı kitaplı uğrarcasına çekilmiş sahneler, böylece coşku ve heyecan vereceğine yapaylık hissi veriyor. Belli ki yönetmen içinde bulunduğu bu yeninin heyecanını oyunculara geçirememiş.
İlk deneme olmanın verdiği toyluklar çokça hissedilse de, kendini tamamen maceraya da bırakmıyor karşımızdaki film. Kardeşinin acısını hisseden Trevor inandırıcı olamıyor örneğin, Hannah ve Trevor arasındaki elektriklenme de öyle.
Tozların havada uçuşması, elimizi uzatsak yakalayacak olduğumuz su damlacıkları sahneleri gibi bazı sahnelerle doruğa çıkan görsellik, Verne’in öngördüğü fantastik serüvenle ne yazık ki birleşemeyince elde patlıyor.
Macera devreye girdiğinde, kahramanlarımız o mağaradan içeriye girildiğinde zamanın hızlı ilerlemesini, saf eğlenceyi doğuruyor ama, ortada macera yokken tüm sahneler hesaplı kitaplı adeta oyun seti gibi görününce film bir nevi ikiye bölünmüş oluyor.
Filmin proje aşamasına imza atan Paul Chart’ın haklı çıkmış gözüktüğü Dünyanın Merkezine Yolculuk, yönetmenlikle görsel efekt uzmanlığı arasında kalmış Eric Brevig’in ellerinde bir denemeden daha fazlası olamasa da, bu yeni teknolojinin ilerleyen zamanlarda bizlere çok keyif yaşatacağını da belgeliyor.
Yorum Gönder