♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

The Host : Öfkeli Kore


2000 yılında Güney Kore’nin başkenti Seul’daki bir amerikan üssünde çalışan Amerikalı bir ordu mensubu bol miktarda Formaldehiti lağıma dökmüş ve kimyasal şehri ortasından ikiye bölen Han nehri’ne karışmış. Bunun neticesinde şehrin doğal yapısında meydana gelen çeşitli olumsuz etkiler, ülkede amerikaya karşı büyük bir nefret dalgası yaratmış. Üstüne üstlük Amerikan ordusu yetkililerinin olay sonrası gayet umursamaz tavırları tüm bunlara tuz biber olmuş. Kore halkını en çok sinirlendiren şey ise kendi hükümetlerinin olayda oynadıkları pasif rol sonucu Amerikan ordusuna sözlerini geçirememeleri olmuş. Olaya sebep olan McFarland adındaki görevlinin olaydan sorumlu olduğu belirlenmesine rağmen Kore hükümetinin hiçbir yetki gücünü kullanamaması halkı kızdırmış. Kısa sürede ortadan kaybolan McFarland’ın yaklaşık beş yıl sonra uzun pazarlıklar sonucu mahkemeye çıkması ve umut verse de, cezası sabit bulunduğu halde ceza almaması kore halkını öfkelendirmiş.

Filmin henüz girişinde atıkların dökülmesi emrini veren görevlinin bu kadar zalim resmedilmesi bunun sonucu.

Yaratığın tasarımı için 1.5 sene uğraşan yönetmen, “Lisedeydim ve nehrin kenarında oturup hayaller kurardım. Loch Ness canavarının da hayranıydım. Bir gün o tip bir canavar birdenbire han nehrinden çıksa ve seul sakinlerinin arasına dalsa onların gündelik ve sıradan hayatlarını ipoteğine alsa nasıl olur diye düşündüm” diyor filmin çıkış noktasını açıklarken.

Benzer filmlerde yaratığı neredeyse sonunda görürken daha filmin başında karmaşa yarattığı anda görüyoruz. Filmin korku filmi olabilecekken enteresan aileyle birlikte yörüngesinin dram ve komediye kayması da ne tarz bir filme karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Yönetmen alıyor bu konuda sözü “Türün kurallarına uymak yerine, onları yıkmak istiyorum. Dolayısıyla filmlerim farklı türlerin bir potada eridiği bir karışım olup çıkıyor.”

Film aslında birçok yönden başka filmlere referans veriyor. Yaratık ailenin küçük ferdini alınca öykünün yaratık yerine ailenin üzerine odaklanması İşaretler filmini akla getiriyor. Enteresan aile fertlerini de en son Little Miss Sunshine’da görmüştük.

Yönetmen bu kuralları yıkarken keyif veriyor. Örneğin aile fertleri ağıtlar yakarken tam bizde onlara katılacakken amca onun yerine başkasının elini tuttun değil mi seni salak diyor uçan tekmeyi yapıştırıyor.

Yer yer sosyal mesajlar aralara sıkıştırılmış. Haberleşme binasına çıkarken amcamızın memurun aldığı maaşı sorması ve cevabın tahminden yüksek olması gibi ayrıntılar da barındırıyor film.

Yönetmen referanslarını da bir çırpıda sayıyor “Doğrudan bir bağlantısı yok gibi görünse de John Carpenter’ın Şey’i, Köpekbalıklarını canavar yerine düşünürsek Jaws ve bir başyapıt olarak düşülmez ama Pitch Black”

Oldukça büyük bütçeli görünen filmin en büyük masrafı efektler tabii ki. Bu konuda da Sin City, Superman Returns, Hellboy ve Karayip Korsanları referanslı The Orphanage ile çalışmış ve bu konuda çok heyecanlıymış. “Orphanage sanatçılarının açık fikirli olmasını ve sahip oldukları maceracı ruhu seviyorum. Filmin efekt süpervizörü Kevin Rafferty, Jurassic Park’taki o harika dinazorları yapan adam var mı ötesi.”

Yaklaşık 14 milyon izleyici tarafından ülkesinde rekor kıran, Cannes film festivalinde galası yapılan film şimdiden yılın ilk üçüne girdi bile.

Kolay kolay benzer bir deneyim yaşamayacağımız aşikar olan filmin tüm bunlar yana kusurları da yok değil.

Nispeten fazla uzun olması ve finaldeki efektlerin sırıtması yinede filmden bir şey götürmüyor.


Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template