♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

The Vampire Diaries



Ölümsüz Aşk, Kardeş Rekabeti ve Günlükler…   

Caanım sessiz filmlerde gördüğümüzde irkilmemize sebep olan Nosferatu’lar, Drakula’lar tarihin tozlu sayfalarına gömülüyor giderek… Uzun zaman boyunca çirkinlikleriyle, kötülükleriyle, her an ne yapacaklarının belli olmamasıyla kendilerine has havası olan vampirler en çok çirkinlikleriyle meşhurdu… Gördüğümüzde korkardık, bazen tiksinirdik… Ne olduysa nasıl olduysa devir değişti. Peşi sıra gelen bir dizi romanla tipleri düzeldi, ışıldamaya başladı vampirler bir anda… Ölümsüzlüklerinin verdiği tüm duygular, rahatlıklar gitti de, sanki ölümlü gibi yaşamaya, hissetmeye nefes almaya başladılar. Ölümlü güzel kızlara aşık olmaya, onların peşinden koşmaya başladılar… Özellikle ergenlerin parlak parlak dolaşmalarına, güneş altında haleler saçtıklarına şahit olduk ki, akıllara ziyan mı demeli… Karanlığın kralları olarak görünüyor, tabutlarda geçiriyorlardı gündüzlerini ama artık aramızda dolaşıyorlar…

Romanlar yardımıyla aramıza katılan vampirlerin, sinemada yenilenmesi de gecikmedi elbette… Önce Alacakaranlık serisi geldi, kötülükten uzak bir vampirle, kasabalı kızın aşkını ölümsüzleştirmeye soyundu, sonrasında gelen çorap söküğünün son halkası da diziler elbette. Geçtiğimiz sezonlarda insanlarla avlanmak yerine, avlananları avlayan vampir dizisi “Moonlight”, halen devam eden ve dördüncü sezonunu beklediğimiz “True Blood” derken yine bir kitap serisinden uyarlanan “Vampire Diaries” huzurlarımızda…

Tüm dünyayı etkisi altına “Vampir Modası”nın son halkası olan dizi, 80’li yıllardan itibaren çocuklarla gençlere yönelik yazdığı romanlarla tanınan L.J.Smith’in romanından yapılan bir uyarlama. Genelde korku ve fantastik bilimkurgu alanında romantik romanlara imza atan Smith, seriye 1991 ve 1992’de yazdığı dört kitapla başlamış ve öyle kalmış… Taa ki dizinin çektiği ilgiyle seriye eklediği geri dönüş üçlemesini yazana kadar.

Alacakaranlık serisiyle kıyaslandığında biraz daha derin görünen Vampir Günlükleri’nin künyesi de hayli bildik isimlerle dolmuş durumda. Dawson’s Creek dizisiyle adını duyuran ve sonrasında Scream serisiyle korku türüne yenilenme aşısı yapan Kevin Williamson dinin yapımcısı ve yazarlarından biri. İlk anda göze çarpan izlenme sebeplerinden biri aynı zamanda… Diğer senaristlerden en önemlisi de “Kyle XY”nin yazarlarından Julie Plec… Yapım sorumluları da çağdaş gençlik dizisi olarak tanımlayabileceğimiz “Gossip Girl”ün de sorumluları olan Leslie Morgenstein ve Boby Levy. Tutmuş ve ses getirmiş dizilerin ekiplerinden oluşan bu karma, arkasına başı sonu belli olan, oturmuş bir romanı da alınca işi şansa bırakmamış. 10 Eylül 2009’da yayınlanan pilot bölümden itibaren işi sıkı tutmuşlar. Dizinin pilot bölümünü daha önce True Blood, Dexter, Veronica Mars, Cold Case gibi dizilerde de yönetmenlik yapmış olan Marcos Siega çekmiş, ki henüz ilk bölümden gayet anlaşılır bir hal alıyor dizi, ilerleyen bölümlerde neler olacağını, tarzını en baştan veriyor izleyicisine. Zaten bir pilot bölümden beklenen de o… Bu anlamda başarılı bir ilk bölümle start aldığını söyleyebiliriz…

Dizinin konusunu ise güzeller güzeli esas kızımız Elena’nın hayatına iki vampir’in girmesi oluşturuyor. İki kardeşten Stefan aşkı ve iyiliği sunarken, Damon kötülüğün tarafında. Böylece Elena’nın iyi ile kötü arasında kalışına tanık oluyor, bir yandan da kasabadaki vampir avlanmalarını izler buluyor kendimizi… Stefan ve Damon Salvatore kardeşlerin kasabadaki uzun tarihleri ve kökleri yardımıyla da geçmişten olaylarla da her şeyin başlangıcına dönülüyor ki, en can alıcı noktada burada. Salvatore kardeşleri vampirleştiren Katherine’in adeta ikizi gibi Elena… Salvatore kardeşlerinin ilgi odağı olmasının sebebi de bu benzerlik oluyor zaten. Annesiyle babasını trafik kazasında kaybetmiş, erkek kardeşiyle birlikte teyzesinin yanında yaşayan Elena fiziğine cuk oturan hüzünlü bakışlarla yaşadığı kaybolmuşluktan Stefan’la karşılaştığında kurtuluyor. Kardeşi Jeremy ise aynı kaybolmuşluğu okulda uyuşturucu satarak aşma peşinde… Elena’nın en yakın arkadaşı Bonnie’nin de ilerleyen bölümlerde kim olduğunu görünce Mystic Falls kasabasında hareketli günler başlıyor…

Elena ve Stefan’ın karşılıklı yazdıkları ve kurguda birbirini tamamlayan cümleleriyle pilot bölümden kurulan bağ iyi bir izlenme oranıyla izleyicisini peşinden sürüklüyor. Bir yüzük yardımıyla gündüzleri de ortalıkta cirit atabilen vampir kardeşler, aralarındaki rekabeti de sık sık savaşa dönüştürerek kendi amaçlarının peşinden gidiyor. Şimdilik yayınlanan bölümlerden çıkan sonuçta hayli iyi… Tempo sorunu yaşamayan dizi, zaman zaman gerilim sularına da giriyor ve sıkıcılaşmadan kararında ilerliyor. Vampir Modasının bir halkası olması dışında bir eksisi de bulunmuyor…

Dizinin oyuncu kadrosu da doğru seçimlerden oluşuyor. Elena’yı canlandıran Nina Dobrev ayağına gelen fırsatı değerlendirmiş görünüyor, belli ki uzun süre izleyeceğiz kendisini. Korku türüne de hayli yatkın olması hayli sevindirici. Kadronun en tecrübeli ismi Paul Wesley ise Stefan rolünde aradığı çıkışı bulmuş görünüyor. İrili ufaklı bir çok dizide gördüğümüz oyuncu kariyerinin onuncu yılında beklediği sıçramayı yapmış. Kötünün temsilcisi Damon denince çok açıklama yapmadan Lost’un Boone’u demek yeterli galiba. Bonnie’yi canlandıran Katerina Graham’da dizi sayesinde yakaladığı çıkışı programına aldığı bolca filmle süslemiş durumda. Kadronun diğer isimleri de irili ufaklı film ve dizilerde oynamış tanınmış yüzlerden oluşuyor. Şimdiden karakterlerini ve bağlarını sağlam bir şekilde kuran dizi, ilerleyen bölümlerde sorun yaşayacağa da pek benzemiyor…


Vampirlerden korkmak yerine, ölümsüz olmaları dışında onlarda tıpkı bizim gibi diyenlerdenseniz Mystic Falls kasabasına davetlisiniz… Salvatore kardeşlerin ölümsüz aşkları ve vampir tarihi günlüklerden okunmak üzere sizi bekliyor…

Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template