♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

17 Again : Ne Dilediğine Dikkat Et




Kennedy ailesinin “Yeğen” kadrosundan olan, cumhuriyetçi köklerden gelen Burr Steers 7 yıl sonra yeniden kamera arkasında. Aslında Tarantino imzalı “Pulp Fiction”da Roger rolüyle hatırlanabilecek bir isim olan Steers, 2002 yılında başarılı bir ilk filme imza atmıştı. Bir ergeni merkeze alarak ailesini merceğe alan dönemin peş peşe gelen aile içi bağımsızlarından biri olan “Igby Goes Down” ile yönetmenliğe sıkı bir giriş yapmıştı. 7 Ödülle karşılanan bu küçük aile draması aynı zamanda kadrosu ile konuşulmuş, Kieran Culkin’e de bir çıkış fırsatı sunmuştu. Bu başarılı girişe rağmen Steers bir iki dizinin bölümü dışında pek ortalıkta gözükmedi. Sonuçta yedi yıl sonra yeniden kamera arkasına geçen yönetmen ikinci filminde de öyküsünü bir genç üzerinden anlatıyor yine.

Frank Capra’nın her yılbaşı izlenmesi adetten olan “It’s a wonderful life”ından itibaren izle ve kendini iyi hisset filmlerine eklenen son halka “Yeniden 17”. Tabi onun kadar olmasa da benzer öğeler taşıyarak. Konusundan anlaşılacağı gibi filmin merkezi hayatta her şeyden şükretmenin gerekliği… Eldekinin kıymetini bilip, tadını çıkarmak yerine kaçan fırsatlarla hayatı karartmaya gerek olmadığını anlatan klasik kader odaklı filmlerin şimdilik son örneği. Jodie Foster’ın gençlik zamanlarında annesiyle bedenlerini takaslaması, Tom Hanks’in de benzer durum yaşadığı filmlerden alıştığımız bir his de bize yardım ediyor zaten. Hep örneklerini gördüğümüz tipik Pazar günü filmlerinin havasında bir seyirlik bu anlamda… Ana karakterimiz geçmişindeki bir olaydan pişmanlık duymakta ve bir türlü kafasından atamadığı keşkelerle yaşamaktadır. Tipik şekilde yağmur fırtına gırla giderken, büyülü bir adam ona son kez sorar: “O günlere geri dönmek istermiydin?” Ana karakterimiz hemen yapıştırır cevabı “Evet”… Sonrası bildik şekilde mucize ve geçmişe dönüp o anı değiştirme fırsatı.

Mike, beklediği terfiyi alamamış, karısı ve iki çocuğundan hayli uzak günümüz kaybedenlerinden biri olarak çıkıyor karşımıza. Parlak bir girişle verilen gençlik yıllarından hemen sonra. Tam lise basketbol takımının yıldızı iken ve gözlemcilerin kendisini izlediği maçta sevgilisi Scarlett’in peşinden gidip parlak geleceğini pas geçiyor. Aklı hala o günde kalmış. Yeniden 17 yaşına döndüğünde en yakın arkadaşı Ned’in oğlu kimliğinde okuluna dönüş yapıyor… Tabi kızı ve oğluna yakınlaşma fırsatı da cabası. Bu fırsatı değerlendiren Mike gerekli adımları atarak hem çocuklarını doğru yola itiyor hem de yeni nesile mesajlar veriyor. Hem aile yüceltiliyor, hem de genç nesle ilk cinsel deneyimin sadece sevgiyle olduğunda mükemmel olduğu tavsiyesi veriliyor. Tabi bu mesajları kafaya takmaya ne kadar gerek var o da ayrı konu.

Filmin en özgün yanı Ned karakteri. Tüm komediyi besleyen de o… Amerikan filmlerinin son dönemde animelerde bile denediği rol çalan yan karakter örneklerinin sonuncusu olan Ned fena halde bir fantastik dünya manyağı. Mike’ı okula yazdırmak için gittiği okulda müdireye anında tutuluyor ve onu tavlamak için giriştiği macera da filmin merakla beklenen anları. Sonunda yemeğe çıktıklarında ikilinin elfçe konuşması ile doruğa çıkan yan öykü ana öyküden daha iyi aslında. En azından daha komik ve eğlenceli…Zach Efron’un varlığıyla ilgi çeken film izleyene bildik mesajlar veriyor özetle. Beklendiği gibi biten film, izleyende bir sorun yaratmıyor, sıkmıyor yer yer komik anlarıyla güldürüp rahatlatıyor. Filmin ana mesajını bizde verelim yazının finalinde… Ne dilediğinize dikkat edin. Kendinize keşkeler üretmek yerine elinizdekilerin kıymetini bilin…


Share this:

Yorum Gönder

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template