Önce Jane ile tanışırız… Ellerini nereye koyacağını
bilemeyen halleriyle, karşısındaki adamın yaptığı kur ile keyiflenmek üzereyken…
Unutmak istediği geçmişi kollarındaki dövme gibi onu her daim takip ediyorken…
Kur sonunda gelen teklifle kaçılmak istenen gerçekle yüzyüze gelmek zorunda
kalan biz oluruz bu kez… Tekerlekli sandalye… Şarkıcıyken, mutluyken ve bir
aileye sahipken, trafik kazası sonucunda mahkum kalınan bedene uzak araç…
Bardan eve, her mutsuz dönüşün sorumlusu olan araç… Kaza sonrası özgürlüğünü
arayan, nereye göçeceğini bilemeyen, bulamayan bir kuş: Jane…
Yere uzanmış gökyüzünü seyreden, yıldızlarla konuşan
Joey’le tanışırız sonra… Topallayan, elleri titreyen bir kekeme… Ama o koca
gövdesinden beklenmeyen bir çocuk ruh… Tüm ailesinin gözlerinin önünde cayır
cayır yandığına şahit olduğu unutulmak istenen bir geçmiş… Üstelik itfaiye
eriyken… Artık gördüğü meleklerle konuşan, ailesinin her daim yanında
dolaştığını sanan, unutmak için kendini meleklere adayan bir adam… Kaybettiği
ailesini aynı kanatlarında, yıldızlarda arayan, nereye göçeceğini bilemeyen,
bulamayan bir kuş: Joey…
Elbette ikilinin yolları, beklendiği gibi Hastanede
kesişmiştir… Sonrasında süren dostlukta, iyi örtüşmüştür hani… Jane içine ve
dünyaya kapalıyken, Joey dışarıya ve dünyaya ardına kadar açıktır…
Joey’nin beklediği fırsat ellerine geçince yola düşme
zamanı gelir… Meleklerle konuşan ve bunun üzerine kitaplar yazan bir adam konferans
verecektir… Sonunda anlaşılabilecek olma düşü de ikiliyi dört tekere bindirir…
Yolculuk sırasında da kendileri gibi olanı dakkasında bulurlar elbette…
Kocası bir anda kaybolan, nerde nasıl arayacağını
bilmeyen şaşkın ve üzgün bir kadınla tanışırız yolda: Billie… Elinde cep
telefonu her an gelecek bir arama peşinde, yolunu kaybetmiş bir kuş olarak
katılır ikiliye…
Elbette kötülere de denk gelinir ama doruk noktasını
sağlayan bir iyimiz de mevcuttur… Kasırgada herşeyiyle birlikte duygularını da
kaybetmiş bir adam Caldwell gibi…
Bunca hayatın, onca dakkanın özü de bellidir, her yeni
gün, yeni bir başlangıca açılan kapı… Her varlık mutlaka ait olduğu yeri bulur…
“La Mome” ile yıldızı parlayan Olivier Dahan’ın hem
yazdığı hem de yönettiği 2010 yapımı bir şarkı olur My Own Love Song… Bir tür
kendini iyi hisset filmi de denebilir ama gücünü Renee Zelweger ile Forest
Whitaker’dan alır… İkilinin oyunu ve uyumuyla gözden kaçan ama beklenmedik bir
film olarak sahnede durur, şarkısını size de söylemek üzere… Ki o şarkıların
Bob Dylan imzası taşıması ayrı güzelliktir, selam durulur…
Sıcak yazınız için teşekkürler. İzlenceler listeme aldım filmi. :)
YanıtlaSil