♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Malma İstasyonu: Dibi Görünmeyen Çukurlar


"Bir çocuğu kaybettiğinizi ne zaman anlarsınız? Tek bir anıdan müteşekkil olamaz, bu küçük aşamalarla gerçekleşen bir şey. Tuhaf, küçük değişiklikler, farkına bile varılmayan detaylar. Fakat mutlaka bir başlangıç noktası olmalı, aniden sıçrayan bir mesafe. Aile ve çocuk arasında bir uçurum. Bu uçurum bir kez oluştu mu kopuş sadece devam eder. Çünkü en başından yoktur, değil mi? Yoksa var mıdır?"

"Bir çocuğu ne zaman kaybedersiniz? Çocuğunuzu kaybettiğinizde onu geri kazanmak için ne yaparsınız?"

Muhtemelen huzurunuzu kaçıracak bu iki alıntıyla başlamak istedim yazıya. Daha okumadan zihninizi meşgul etsin, merak uyandırsın. Alex Schulman’ın romanı “Malma İstasyonu” ile ilk tanışıklığınız böyle olsun. Benim tanışmam biraz tesadüfi ve dolambaçlı oldu zira. Sıradan bir günün instagram gezintisinde Timaş Yayınları hesabında bir kitabın pr paketinde bir ayraç gördüm. Kitaba eklenmiş kaset şeklindeki ayracın üzerinde “Rock ’n’ Roll Suicide” yazıyordu. Bir David Bowie fanatiği olarak hemen yayınevinin editörü Ayşe Tuba Ayman’a sordum. Bu şarkı sözlerinin romanla ilgisi neydi ve o ayraç her kitapta mı vardı, yoksa sadece pr paketinde mi? Romanın bir bölümüne eşlik ediyor deyince geri kalan her şey detay haline geldi. Bir an önce okumalıydım. Nezaketle adres istemesine müteşekkirim. Gelir gelmez okuduğum roman oturdu kaldı içimde. Bunca şeyi anlatmışken ekleyeyim Schulman’ın ikinci romanı bu. İlk romanı “Hayatta Kalanlar” ile övgü yağmuruna tutulmuş. Almaktan okumaya sıra gelmeyen yüzlerce kitaptan biri olarak gününü bekliyor. Okurların çoğu romanı değerlendirirken kıyasladığı için özellikle belirtmek istedim. Neyse gelelim Malma İstasyonu’na…

"Gelecek çoktan belirlenmiştir, ona etki edebilmek mümkün değildir. Fakat geçmiş değişkendir, her zaman hareket halindedir."
Hareket halindeki üç geçmişi paralel kurgu ile anlatan bir roman bu. Harriet, Oscar ve Yana’yı adlarını taşıyan bölümlerde okuyoruz. Ortak noktaları aslında basit… Ebeveynlerle sorunları, aile geçmişini anılar kesitiyle irdeleyen bir roman bu. Böyle tarifleyince çok klişe ve basit görünüyor değil mi? Romanın gücü de, etkisi de neyi anlattığında değil nasıl anlattığında. Schulman öyle yazmış ki. Hani sürekli aklınızda dönüp duran bir an vardır ya. Durup durup gittiğiniz/döndüğünüz bir an. Her gittiğinizde hesaplaştığınız ama bir türlü çözemediğiniz… Hep içinizde canlı kalan dibini bir türlü göremediğiniz o çukur... İşte karakterlerinin o anlarını kazıyarak anlatıyor Schulman. O çukuru eşeliyor. Her daim o anların içinde olmasına rağmen, bir o kadar da uzağında. Çok ritmik, kendi melodisi/müziği var. Süssüz, kıymıksız anlatıyor. "Her şeyin bir şekli vardır. Karanlık, belki de hayatın bir anında kendinizi maskesiz gördüğünüzde hep olduğu gibi aslında hep kristal berraklığındadır." cümlesindeki gibi kristal berraklığında.

"Hayatta sadece bir kez," dedi gecenin karanlığında yürürlerken "sadece bir kez kendini göreceksin ve bu hayatının en mutlu ya da en acı anı olacak."
Anne ortada yok çoğunlukla. Baba ile kızın arasındaki mesafenin, uçurumun nasıl açıldığını okuyoruz. O açılmanın yankısı olan olayları. Sahneleri etraflıca kurmuyor, sadece eylemi ve onun iç dünyasındaki yansımasını anlatıyor. Yazarın bu tercihiyle salt eylemi ve sonuçları okumakla kalmıyoruz. Bir de tahribat yaratıyor içimizde. Farkında olmadan içselleştirmiş buluyoruz kendimizi. Bu güce boyun eğiyoruz. Romanın iniş/çıkış, alçalma/yükselme gibi dalgalanmaları da olmadığı için giderek yükseliyor içimizdeki melankoli. Etkisi büyüyor. Adeta bir balon gibi yavaş yavaş şiştikten sonra kaçınılmaz olarak patlıyoruz. Anlat deseler çok olay sayamayız ama içimizi dolduran bir bütün oluşuyor tanımlayamadığımız. Küçük anları birbirine teyelleyerek içimizde/zihnimizde oluşan bir sessizlik bütünü var. Yakın şeyler yaşadıysanız daha beter dağlıyor Malma İstasyonu. Verdiği hissi tariflemek zor ama deneyeyim. Hani sevgiliniz bir gün çıka gelir ya, surat beş karış. Ağlamıştır. Evdeki sorunlar beklendiği gibi patlak vermiştir. Gözlerinizin içine bakarak o evdeki fertlere, ailesine hiçbir şey ifade etmediğinden artık emin olduğunu söyler. Siz de diyecek bir şey bulamazsınız. Kelimeler yok olur. Bir sessizlik ve sarılmadan başka her şey boştur. Tastamam böyle bir roman Malma İstasyonu işte. O sessizlikte sarılırken ne hissederseniz onları hissettiriyor. Anlatının gücü, etkisi böyle.

İnsanı etkileyip şekillendirebilecek türden olaylar, her gün yüzleşilen anılarla ilerliyoruz tren yolculuğunda. Yolculuk da yolcular da aslında şöyle: Sessizliğin ceza olduğu anlar. Kendi kendine “yalnız değilsin” diye mırıldananlar. Düştüğünde hep aynı mantra diyenler. Dışlanmış ve hep öyle kalacağına inanan çocuklar. “Hayattaki en önemli şey sence ne?” diye sorduklarında “sensin” yanıtını alamayan çocuklar. Kalbini gerçeğe açık tutan çocuklar.

“O, diğerlerinin kendisinden önce yaptığı seçimlerin tutsağıydı, zehri bir sonraki nesle taşıyacak araçtı sadece.” Harriet. “Bir beden iflas ettiğinde kalbin, son nefese dek daha hızlı atacağını” bekliyor Harriet, “Kalbin kendi kendini parçalaması gibi.”

Dünya yıkılıyormuş gibi hissettiğinde her zamanki tepki veriyor, kendini kapatıyor Oscar. “Çocukluk, adeta modern bir sanat eseri gibi açıklanamaz bir yerleştirmeden ibaret.” diyor Oscar. Anlaşılmaz ve lüzumsuz. Bütün o boktanlığı dağıtmak istiyor. Annesinin dokunuşunu arzuluyor. Pek sarılan biri değilmiş. Markete gittiklerinde kasten saklanıp uzaktan üzgün ve ağlarken görüp kurtarmaktan zevk alan biriymiş aksine. 

“Neyin var? Ne oldu?” diye sorulduğunda her şeyi ilk kez anlatan, çocukluğunu “aralarındaki uzun sessizlikler” olarak tanımlayan Yana. Kalbi her üç atışta bir tekliyor: “Ölecekmiş gibi hissediyorsun, ama ölmüyorsun.” 

“Öfke içinden akıp gittiğinde sadece yıkım kalır. Konuşulanlar içe gömülür. En kötü şeylerden bazıları daha da derine iner. Tamir etmek gittikçe zorlaşır” diyor Malma İstasyonu. Ve soruyor: “Yeniden başlamak mümkün mü?”. Değil dedirtiyor ki, kabullenmek zor. “Gün gelir her şey tükenir, duygular dahil.” dese de okurunda kolay kolay tükenmeyecek duygular yaratan bir roman Malma İstasyonu. 

Son sözü Harriet söylesin, benzer geçmişe sahip her çocuk adına…

“Bazen dünya yok olacakmış gibi hissediyorum. Etrafıma bakmaya korkuyorum çünkü az önce baktığım şeyin yok olacağından korkuyorum. Bazen de tam tersi oluyor, o zaman kanıt bulmak için etrafıma bakmam, dönüp her şeyi yoklamam gerekiyor.
“Neyin kanıtı?” Baba soruyor.
“Var olduğumun.”


Share this:

Post a Comment

 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template