♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Hayatın içinde daha fazla edebiyat olsa : Can Dükkân

Perşembe, Mart 29, 2018
Edebiyat dünyası artık sadece kitaplığımızdaki kitaplardan ibaret değil. Farklı ürünlerle artık sadece kitaplar yok çantamızda. Defterler, bloknotlar, bez çantalar ve porselen kupalarla sevdiğimiz yazarlar ve kitaplara dair şık ürünlerle okurun kitap evreni genişliyor. Can Yayınları da bu evrene birbirinden güzel ürünlerle adım atmış. Şahane ürünler var inceleyin derim…

1981 yılından beri Türk ve dünya edebiyatının en değerli kitaplarını okurlarına ulaştıran Can Yayınları, kitaplardan esinlenen farklı ürünleri de artık edebiyatseverlere sunuyor. 

“Sevdiğimiz yazarlar, sevdiğimiz kitaplar yaşamın farklı alanlarında da karşımıza çıksa” düşüncesiyle yaratılan Can Dükkân markası altındaki ürünler şimdilik dört seri halinde sunuluyor. 

Portreler Serisi’nde Fyodor Dostoyevski, Maksim Gorki, Edgar Allan Poe ve Jane Austen yer alıyor. Her yazarın portresinin bulunduğu porselen kupalar ve dört ismi bir arada edinme imkânı veren dörtlü defter seti, dünya klasiklerini renkli ve şık tasarımlarla okurların beğenisine sunuyor. 

Çağdaş Edebiyat Serisi’nde ilk aşamada Kafka, Kazancakis ve Paulo Coelho yer alıyor. Bu seride de bez çanta, içi renkli kupa ve sert kapaklı defter tasarımları Dönüşüm, Zorba ve Simyacı gibi başucu kitaplarından esinleniyor.

Sözleri ve tasarımlarıyla çok sevileceğine inandığımız Laforizma Serisi ise beş klasik kitabın başkahramanlarını esprili bir dille günümüze taşıyor. Raskolnikov, Dorian Gray, Gregor Samsa, Genç Werther ve Oblomov’un bugün yaşasalar söyleyebilecekleri sözler, Can Yayınları'nın klasik beyaz kapaklarının olduğu tasarımlarla defter ve çanta çeşitleri olarak karşımıza çıkıyor.

Dünyanın en bilinen, sevilen ve çok satan kitapları arasında yer alan Küçük Kara Balık da, özel çizimleriyle tasarlanmış bez çanta, kalemlik ve defterler gibi farklı ürünlerle çok yakında sevenleriyle buluşacak. 

Can Dükkân ürünlerinin tasarımlarını, Can Yayınları’nın kurumsal kimlik ve kapak tasarımlarını da yapan Lom Creative gerçekleştiriyor. 

Can Dükkân ürünleri çeşitlenerek edebiyatseverlerle buluşmaya devam edecek.

Osmanlıca Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Sofra ve Yemek : Âdâb-ı Taâm

Perşembe, Mart 29, 2018
Yemek kültürü üzerine yayımladığı kitaplarla ruhumuzu besleyen Ruhun Gıdası Kitaplar, “Osmanlı Kitaplar Serisi”ne altıncı kitapla devam ediyor. “Âdâb-ı Taâm” Nisan ayında raflarda…

İnsanları aynı mekânda birleştiren en önemli eylemlerden birisi yemek olsa gerek. Ailelerden dostlara, fikir paylaşımlarında bulunan entelektüellerden günün yorgunluğunu atan çalışanlara kadar toplumun her kesimi belirli saatlerde bir yemek masasında toplanır. İşte bu masanın ve yemeğin de kendine ait belirli kuralları ve ritüelleri vardır.

Kitap, Osmanlı’nın sön dönemi ile erken Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılmış âdâb-ı muâşeret kitaplarının yemek ve sofraya dair bölümlerinden oluşuyor. Bu yüzden adını Âdâb-ı Taâm koyduk! Eş dost yemeğe nasıl davet edilir, kim kimin yanına oturur, yemek nasıl dağıtılır gibi birçok konunun işlendiği eğlenceli fakat şimdi bize garip gelebilecek ayrıntıları ve incelikleri içinde bulacağınız Âdâb-ı Taâm, masaları süsleyen mevsimlik çiçeklerin kokusuyla bizi geçmişin sofralarına davet ediyor.

Sofra meraklılarının yanısıra gündelik işlerden ve insanlar üzerinden alternatif bir tarih okuması yapmak isteyenlere de ayrı bir pencere açıyor. Buyurunuz efendim, hep birlikte eğri oturalım doğru yiyelim...

Âdâb-ı Taâm
Genel Yayın Yönetmeni: Güzin Yalın
Derleyen: Emin Nedret İşli 
Editör: Abdullah Uğur
Latin Harflere Aktaran: Sedanur Temel Sunuş: İrvin Cemil Schick
Kapak: Ömer Ülkenciler
1.Basım: Nisan 2018
Sayfa: 192
Fiyat: 24 TL


Dorothee Elmiger’den Herkesin “tanıdık” ama “öteki” olduğu bir dünya : Uykuyayatanlar

Perşembe, Mart 29, 2018
Türk okurun ilk romanı “Cesurlara Davet” ile tanıştığı İsviçre Edebiyatının önde gelen yazarlarından Dorothee Elmiger’in yeni romanı “Uykuyayatanlar” DeliDolu Kitap etiketiyle raflarda…

İsviçre edebiyatında, son dönemin en cesur ve sıradışı kalemlerinden biri olarak kabul edilen Dorothee Elmiger’in yeni romanı “Uykuyayatanlar” aidiyet, sınırlar ve mültecilik gibi konuları diyaloglardan oluşan bir kurgu ile ele alıyor. 

İsviçre edebiyatının gelecek vadeden isimlerinden biri olarak gösterilen ödüllü yazar Dorothee Elmiger’in yeni romanı “Uykuyatanlar”, Delidolu Yayınları etiketiyle yayımlandı. “Mültecilik”, “aidiyet” ve “sınır” olgularına dair yeni bir bakış getiren kitap, “Herkesin birbirini tanıdığı ve yabancılaştığı bir dünyada, ‘öteki’ olmamak ne kadar mümkün?” sorusunu yöneltiyor.

Avrupa’nın orta yerinde, farklı meslek ve geçmişlere sahip bir grup insan bir evde buluşur. Aralarında, aidiyet kavramına ilişkin, derin ve bitimsiz bir sohbet başlar. İnsanın varoluşundan bu yana konuşulan konular, kimi zaman eski bir portreye, kimi zaman güncel bir habere, kimi zamansa mahalleye yeni taşınan yabancılara gelir. Ardı sıra akıp giden cümlelerin ucu hep aynı yere dokunur: İnsanın “ait olamama” sorunu. Hiç susmadan konuşan bunca insanın, bir yere varabildiklerini kim iddia edebilir?

Adını, sanayi devriminin ilk yıllarında kırsaldan kente yoğun göç nedeniyle yaşanan evsizlik ve yersizlik olgularından alan Uykuyayatanlar, günümüzün “uyuyanlarına” yönelik politik ve sosyolojik bir çalar saat görevi üstleniyor. 

“Uykuyayatanların, uyumak için öyle çok güvenli yerleri yoktu, yeniden çalışmaya hazır olabilmek adına birkaç saatliğine kiralık bir yere kıvrılıveriyorlardı. Kaçak varlıklar olarak adlandırılıyorlardı...”

1985 yılında İsviçre’de doğan Dorothee Elmiger, yazarlığa adım atmadan önce İsviçre Edebiyat Enstitüsü’nde yaratıcı yazarlık dersleri aldı ve eğitimini bir süre Leipzig’de sürdürdü. İlk romanı Cesurlara Davet, 2010’da Kelag Ödülü’ne ve ZDF’nin ilk roman ödülüne; 2011’de ise Rauriser Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. 2014’te yayımlanan ikinci romanı Uykuyayatanlar ile övgüleri toplamaya devam etti. Elmiger, İsviçre edebiyatının gelecek vadeden isimlerinden biri olarak gösteriliyor.

Uykuyayatanlar / Dorothee Elmiger
Türkçeleştiren: Olcay Mağden Ünal
144 sayfa,  25 TL



Kaybedenler Kulübü Yolda : Doldur Aynı Pompadan

Cuma, Mart 23, 2018
Kadıköy sokakları, x kuşağı, özel radyoların patlaması… Doksanlı yıllar mümkün bir patlamanın dönemiydi. Seksen ihtilalinin izlerinden arınmanın etkisi, seksenlerin fantastik evreninden bolca hayal gücü ile yetişmenin yarattığı kafa yapısı derken özgürleşmenin ilk adımlarıydı gençler için. Herkesin kendisi gibi olmanın peşinde daha ısrarcı davranma dönemiydi. Hiçbir şey basit değildi, detaydı değildi. Her şeyi anlamlandırma telaşındaydık. Bir yere ait olma telaşındaydık. Metallicacılar ve guns n rosescılar olarak ayrılırdı bir kesim, Michael Jacksoncılar ve George Michaelcılar olarak ayrılırdı başka bir kesim. Doksanlar ruhunun bu kadar güzel görünmesinde tüm bunlar önemli etken. O her şeyi anlamlandırma tutkusu ile saflık birleşimi hava milenyumla birlikte ciddiyete ve değersizleştirmeye kaydı. İkibinli yıllar şikayetlenmeler, değersizleştirmeler, beğenmemeler dönemi olarak ilerliyor. Doksanlar bu anlamda köprüden önce son çıkıştı… Geriye dönüp bakıldığında herkesin aklına çok şey gelecektir, sayıp sayıp bitmeyecek denli çok ama “Kaybedenler Kulübü” fenomen mertebesine ulaşarak özel bir yere sahip olanlardan. Zaman içerisinde popüler kültüre de kayarak sonunda filme dönüşmüştü bundan yedi yıl önce. Her güzel şeyin başına gelen onunda başına geldi ve devam filmiyle karşımızdalar.

Yedi yıl sonra dönen ikili bu kez yolda… Açılışı yaz sonu biten tatille yapıyor. Kaan ve Mete her motorcunun yaptığı gibi dönüş yolunu uzatıyor. İkilimiz İstanbul’a dönene kadar geçenleri anlatıyor film. Onlara katılan bir kadınla… Anlatıyor demek mümkün değil aslında. Zira ortada bir hikaye yok. Eldeki hazır kalıbı kullanarak ilerlemeye çalışıyor. Bildik bakış, klişeler, kemikleşmiş diyaloglar ve bolca aforizma… Ha bir de iyi bir görüntü işçiliği mevcut. Ufak tefek bir şeylere değinme girişiminde bulunuyor ama hep havada kalıyor. Mete’nin alkolikliği öyle havada asılı mesela… Kaan’ın Sevda’ya aşık oluşu da. Ortada bir hikaye olmadığı için herhangi bir sahnenin önemi de yok. Eksiği fazlayı değerlendirmek de mümkün değil bu yüzden.

Halen eril kalıplarla ilerliyor film. İkilimizin ilişkiden anladığı çağırınca sorgusuz sualsiz gelecek, çok konuşmayacak sorgulamayacak bir kadın. Paylaşmak falan hak getire. Bunu bir de allayıp pullayıp örnek olarak göstermek. Tuhaf seks sahnelerinden sonra çıplaklığı sırf düzülmek için düzülen bir kadınla vermek… Olabildiğince önemsizleştirerek, değersizleştirerek… Kadın izleyicilerin pek hoşlanmayacağı bir testosteron yağmuru mevcut…

Kaybedenler Kulübü Yolda İstanbul’da geçenleri de paralel olarak işliyor. Yayınevinde Alper ve Murat arasında geçenler filme eğlence katıyor, hatta Murat Menteş ve Tuna Kiremitçi’nin konukluklarıyla ilginç hale de geliyor ama hikayeye hizmeti sıfır. Kaan’ın aforizmalarıyla ağırlaşan izleyiciyi hafifletiyor diyebiliriz ancak zorlarsak. Filmin akılda kalan tek öyküsüyse Çiçek Mustafa… Bir pompa hikayesinden başlayıp filmin sonuna kıssadan hisse olarak bağlanacak kadar kilit bir öykü olarak düşünülmüş. O kadar kilit olmasa da akılda kalıcı. Nejat İşler ve Yiğit Özşener iyi iş çıkarıyorlar yine. Lakin Hande Doğandemir için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Özellikle oyunculuk gerektiren bir sahnede o kadar kötü ki katlanmak zor. Plağı basılacak kadar iyi olan müziklerinden sonra devam filminin kaybettiği bir noktada müzikleri. Vasat tınılar eşlik ediyor görüntüye.

İlk filmin çok gerisinde kalan Kaybedenler Kulübü Yolda, bir “Easy Rider” tribi olarak ‘kervan yolda düzülür’ düsturuyla yola çıksa da hiçbir şey anlatmadan geçip gidiyor. Nasıl olsa tuttu, sevildi. Fazla uğraşmadan dolduralım aynı pompadan gitsin kafasıyla 105 dakikayı öyle ya da böyle kotarıyor. 


Adnan Binyazar’dan sanat, edebiyat, siyaset ve günlük yaşam üzerine denemeler : Sözün Onuru

Salı, Mart 20, 2018
Usta edebiyatçı Adnan Binyazar’ın yeni denemeleri, Sözün Onuru başlığıyla okurların karşısında. Edebiyatın aracı sözdür, hele bir düşünce yazısının sözüyse bu; sözün onuru, yazar için her şeyden önemli olmalıdır. Kitap, sözün onurunu onlarca yıl taşımış bir kalemden çıkma. 

“Genellikle yaratıcı aklın özgür yolunu etkili bir söylemle arayan deneme, içerik yönünden de, düşünceleri, duyguları gölgeleyen her türlü yasağı delip bilgiyle, gözlemsel ayrıntılarla, gerçek kanıtlarla, okuyanı sormaya-sorgulamaya-yorum yapmaya yöneltir. Denemenin beslenme alanı bilgidir, bilginin insan yaşamındaki yeridir.”

ADNAN BİNYAZAR, 1934’te Diyarbakır’da doğdu. Dicle Köy Enstitüsü ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nde okudu. Türk Tarih ve Türk Dili kurumlarında görevler üstlendi. Kültür Bakanlığı’nda daire başkanlığında bulundu. Ulusal Kültür ve Çeviri dergilerinin sorumlu yönetmenliğini yaptı. Berlin Eğitim Senatosu’nca hazırlatılan Türkçe kitaplarının yazımında görev aldı. Binyazar, edebiyat üzerine denemeleri, roman ve öyküleriyle çağdaş edebiyatımızın gelişmesine ve evrensel değerlere katkıda bulunan yazarlarımızdandır.  Toplum ve Edebiyat, Kültür ve Eğitim Sorunları, Ağıt Tolumu, Ozanlar Yazarlar Kitaplar, Ayna, Edebiyatın Dar Yolu, Duyguların Anakarası, Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi, Aklın İç Kalesi adlı deneme kitaplarında, ancak ulusal kültürünü geliştiren toplumların evrensel bir dünyada varlık gösterebileceğini savundu. Romanları Masalını Yitiren Dev, Ölümün Gölgesi Yok; öyküleri Şairin Kedisi, Şah Mahmet, Bozkır Aydınlığında Aşk, Kızıl Saçlı Kontes adlarını taşıyor. Gençlere yönelik romanları, anlatıları, incelemeleri de var: Günışığına Yolucuk: 1. Kaçış / 2. Varış / 3. Okul Yılları; Dede Korkut, Âşık Veysel, Atatürk Anlatıyor, Halk Anlatıları, Elif ile Mahmut, On Beş Türk Masalı, Kerem ile Aslı. “Tohum” adlı öyküsüyle Öğretmenler Bankası Öykü Ödülü’nü (1965), Ölümün Gölgesi Yok ile 2005 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı, 2011 Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödülü’nü, Toplum ve Edebiyat ile 2010 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü, Dil Derneği Beşir Göğüş Türk Dili Geliştirme Ödülü’nü aldı; 2012 Uluslararası Ankara Öykü Günleri Onur Ödülü’ne, 2016 Cumhuriyet Halk Partisi Bilim ve Sanat Ödülü’ne değer bulundu.

Sözün Onuru / Adnan Binyazar
Tür: Deneme 
Sayfa sayısı: 335 
Fiyatı: 27,50 TL
Yayın tarihi: 20 Mart 2018

Latin Amerika Edebiyatının Huzursuz Devi Juan Carlos Onetti Alakarga’da…

Salı, Mart 20, 2018
Alakarga Yayınları Mart ayını önemli bir yazarla karşılıyor. Latin Amerika Edebiyatının huzursuz devi Juan Carlos Onetti üç kitabıyla okurla buluşuyor. Jorge Luis Borges‘in can yoldaşı olarak tanıdığımız Uruguaylı romancı ve öykü yazarı ustanın iki roman ve bir öykü toplamı raflarda…


Artık Fark Etmediğinde
Bazen Don Chon diye çağırırdı beni, kimi zamansa patroncuk. Bazen de sarışın kız anılarımı kurcalamaya gelirdi. Hikâyeler anlatmamı isterdi, ben de birkaç bozukluk verip fevkalade yalanlar anlatırdım ona.

Karısı tarafından terk edilen, hayatla çok da bağı kalmamış bir adamın, gazetede gördüğü “İhtirasları hiçbir sınır tanımayan ve seyahat etmeye hazır bir adam için iş telifi” ilanıyla hayatının yönü bir anda değişir. Olduğu yerden çok uzaklara giderek, bilmediği yaşamlara, ilkel şartlara, ensest ilişkilere şahit olur. Büyük usta Onetti’nin Artık Fark Etmediğinde’sini elinizden bırakamayacaksınız.
Çevirmen: Nurhayat Çalışkan
Sayfa: 232
Fiyat: 20TL


Veda Ederken
Kadın kafasında kurduğu tüm imgeleri unuttu, genç kızı tam karşısında durduğu gibi düşlediğini anımsadı, kızın yaşını, geçici güzelliğini, dürüst ve temiz yürekli ifadesinin sahteliğinin gücünü kabullendi. Yeniden, kendini hiç zorlamadan, eski bir alışkanlığın getirdiği kolaylıkla hayatı boyunca ona karşı kin duyduğu inancıyla genç kızdan nefret etmeye başladı.

Juan Carlos Onetti, bu kısa romanında ele aldığı konuya son derece farklı bir yönden yaklaşmış. Veda Ederken’de olayın kahramanı, son günlerini geçirmek için bir sayfiye kasabasına gelmiş, orta yaşın üstünde bir adamdır. Ama onu neredeyse hiç görmeyiz; öyküsünü kasabanın sakinlerinin gözünden bölük pörçük izleriz. Onetti’nin hınzır, çetin ama olağanüstü dünyasına hoşgeldiniz.
Çevirmen: Münir H. Göle
Sayfa: 92
Fiyat: 16TL


Yarın Başka Bir Gün Olacak
Mutfakta bulaşığı yıkarken, içeriden gelen kahkahaları, boğuk fısıltıları dinledi, bunu sessizlik izledi. Birinin sinsice yürüdüğü geldi kulağına, ama kafasına inen demirin tok sesini duymadı. Doğrusu, bir daha hiç duymadı, sendeledi, gövdesi mutfağın zemininde kımıltısız kaldı.

Yazarlığın olmazsa olamazlarından biri olarak kabul ettiği yalancılığını açıkça söylemekten çekinmeyen Juan Carlos Onetti, Yarın Başka Bir Gün Olacak’ta bazen yaşlı bir kadının torununa benzettiği çocuklardan gördüğü vefasızlığı bazen yakınları ölen insanların kederli hallerinden faydalanıp zengin olan bir adamı bazen de arzu ve tutku dolu bir aşkın ufacık bir şeyden bitişini anlatıyor bizlere, onun düş dünyasında zevkle gezineceksiniz.
Çevirmen: Münir H. Göle
Sayfa: 101
Fiyat: 16TL


hep kitap’ın “Atölyesi”nde Yazarların Dünyasına Yolculuk : Bir Yazar Nasıl Okunur?

Salı, Mart 20, 2018
Dünyaca ünlü eleştirmen John Freeman, yazarlarla yaptığı en iyi elli beş söyleşisini Bir Yazar Nasıl Okunur?: Çağdaş Dünya Edebiyatından Yazarlarla Söyleşiler kitabında derledi. Doris Lessing, Haruki Murakami, Kazuo Ishiguro, Elif Şafak, Paul Auster gibi çok sevilen yazarların dünyasına büyüleyici bir kapı açan Bir Yazar Nasıl Okunur?, 23 Mart’ta hep kitap’ın Atölye serisinin diğer kitaplarının yanındaki yerini alacak.

hep kitap’ın yazmayı ve okumayı hayatının merkezine yerleştirenlere yol arkadaşlığı yapmayı hedefleyen “Atölye” serisinden; okuduğu kitabın her detayını özümsemek isteyenlere rehber niteliğinde bir kitap: Bir Yazar Nasıl Okunur?: Çağdaş Dünya Edebiyatından Yazarlarla Söyleşiler!
Dünya çapında iki yüzden fazla dergi ve gazetede kitap eleştirileri yayımlanan John Freeman, ne zaman yeni bir kitap çıksa elinde kayıt cihazı ve not defteriyle yazarın yanında belirmesiyle meşhur bir eleştirmen. Freeman, Bir Yazar Nasıl Okunur? kitabında çağdaş dünya edebiyatından elli beş yazarla yaptığı en iyi söyleşilerini derleyip onlardan öğrendiklerini okurlarla paylaşıyor.

Doris Lessing, Haruki Murakami, Kazuo Ishiguro, Elif Şafak, Salman Rushdie, Mo Yan, Toni Morrison, John Updike, Jonathan Franzen, Paul Auster ve çok daha fazlası... Hepsi John Freeman’ın sorularına cevap vererek, kitaplarını anlatarak okura bir kapı aralıyor aslında. Kitaplarının tahmin edilemez derinliklerine açılan büyüleyici bir kapı. Haliyle Bir Yazar Nasıl Okunur? da eline kitabını alıp bir köşede okuyarak kendine küçük bir dünya yaratmayı sevenlere, bu dünyayı mümkün kılanlar hakkında daha fazlasını öğrenme fırsatı sunuyor!

Viki Çiprut’un İngilizce aslından dilimize çevirdiği Bir Yazar Nasıl Okunur?: Çağdaş Dünya Edebiyatından Yazarlarla Söyleşiler! kitabı 23 Mart’tan itibaren hep kitap logosuyla raflardaki yerini alacak.

Bir Yazar Nasıl Okunur?
Çağdaş Dünya Edebiyatından Yazarlarla Söyleşiler
Yazar: John Freeman
Çevirmen: Viki Çiprut
Sayfa Sayısı: 376
Hepkitap, Mart 2018
Fiyatı: 32 TL

Tabucchi’den insan ruhunun karanlığına bakan öyküler : Kara Melek

Salı, Mart 20, 2018
Öyküleriyle okurlarını imgelerle yüklü yolculuklara sürükleyen Tabucchi, kalemini bu kez insan ruhunun kuytularına itilen ve günün birinde şu ya da bu yolla açığa çıkan karanlık yanlara yöneltir. İlk olarak 1991’de yayımlanan Kara Melek öyküleri kötücüllüğü, nefreti, zorbalığı, ihaneti, düş kırıklığını, yalnızlığı ve korkuyu düşsel bir temellendirmeyle, şiirsel bir dille görünür kılar. Öykülerin içinden süzülen “melekler”, yazarın deyişiyle tüm melekler gibi “zorlayıcı yaratıklardır”, onların tüyleri yumuşacık değil, “kısacıktır, diken gibi batar”. Tek tip olmadıkları gibi, barındırdıkları anlamlar da hayatın kendisi gibi çok katmanlıdır. Nasıl ki Tabucchi’nin kurmaca dünyasında şimdi, geçmiş ve gelecek, bu dünya ve “öte dünya” arasındaki sınırlar geçirgense “iyi” ve “kötü”nün de belirlenegelmiş sınırları kayganlaşır, akışkanlaşır... geriye sadece insan ve duyguları kalır. 

“Melekler zorlayıcı yaratıklardır, hele bu kitapta anlatılan türden melekler.”

“Geçmişte olan şeyler geri döner; ısrarla, dilenerek, imalı sözlerle kapımızı çalarlar. Çoğunlukla dudaklarında bir gülümseyiş vardır; oysa insan kanmamalıdır, aldatıcı bir gülümseyiştir o. Ve o arada biz hayatımızı yaşarız, yazarız − bizi menzile doğru sürükleyen bu yanılsamada ikisi de aynı şeydir zaten.”

ANTONIO TABUCCHI 1943’te İtalya’nın Pisa kentinde doğdu. Romanları, öyküleri, denemeleri ve oyunlarıyla Avrupa edebiyatının en seçkin yazarları arasında yer aldı. Fernando Pessoa’nın yapıtlarının İtalyanca basımlarının editörlüğünü de üstlendi. Kitapları kırktan fazla dile çevrildi. Bazı romanları beyazperdeye ve sahneye uyarlandı. Tabucchi, İtalya’da “Pen Kulübü”, “Campiello” ve Viareggio-Répaci”, Fransa’da “Prix Méditerranée”, Yunanistan’da “Aristeion”, Almanya’da Leibniz Akademisi’nce verilen “Nossack”, Avusturya’da “Avrupa Edebiyatı için Avusturya Devlet Ödülü”, İspanya’da “Hidalgo” ve Asturias Prensi’nce verilen basın özgürlük ödülü “Fransisco Cerecedo” gibi saygın ödüllere değer görüldü. Avrupa’nın önde gelen gazeteleri ve kültür dergilerine yazılar yazdı. Uluslararası Yazarlar Parlamentosu’nun kurucuları arasındadır. 2012’de Lizbon’da öldü.

Kara Melek / Antonio Tabucchi
Çeviri: Neyyire Gül Işık
Tür: Öykü   
Sayfa sayısı: 135
Fiyatı: 14,50 TL
Yayın tarihi: 13 Mart 2018

Cem Akaş’tan dünyada yapayalnız kalmak üzerine bir mücadele romanı : Y

Salı, Mart 13, 2018
Türk edebiyatının kendine has kalemlerinden, her kitabında farklı şeyler deneyerek özgün işlere imza atmasıyla sevdiğimiz Cem Akaş’tan müjde var. Yeni romanı “Y” bugün raflarda. Pası bültene atmadan ilk kez tanışanlar için Akaş’a dair birkaç kelam edeyim. İlk kitabı “Noktanın Kesişimleri Antolojisi”nden bu yana, yani ilk kitabından bu yana her yazdığını okuduğum yazarlardan biridir. Hesaba vurunca vay be dedirtse de 28 yıllık sadık okuruyum. Romanı “7” en sevdiğim romanlardan biridir ve her baskısı kitaplığımdadır mesela. “Sincaplı Gece” de 2016’nın en iyi romanlarından biriydi. Her kitabını şiddetle tavsiye ederim kısacası…

Y kromozomunun yeryüzünden silinmiş olduğu, yüz elli yıldır yalnızca kadınların yaşadığı bir dünya. Geçmişin siyasetinden, ekonomisinden, toplum yapısından, kültürel birikiminden, ilişki biçimlerinden nefret edilen bir dünya bu, çünkü hepsi erkek yapımı. Artık yeni kurallar var, çünkü eski insanlar yok.

Constantine, böyle bir dünyaya doğan bir erkek çocuk. Nasıl olduğu bilinmiyor. Onu kapılarının önünde bulup evlat edinen iki kadın, oğullarını tam bir kız gibi yetiştiriyor ve cinsiyetini herkesten –özellikle de devletten– gizlemeyi başarıyorsa da, bu yolun sonunun kısa sürede gelmesinden korkuyorlar.

Y, kadınlar ve erkekler üzerine, arada sıkışmalar ve geçişler üzerine, toplum üzerine, ama en çok da koca dünyada yapayalnız kalmak üzerine bir mücadele romanı.

CEM AKAŞ: 1968’de Mannheim, Almanya’da doğdu. İstanbul’da yaşıyor. Başlıca yapıtları: Noktanın Kesişimleri Antolojisi (1990), 7 (1992), Suç ve Ceza (1992), Gizli Hava Müzesi (1995), Olgunluk Çağı Üçlemesi (2001), Gitmeyecekler İçin Urbino (2007), 19 (2009), Tekerleksiz Bisikletler (2012), Sincaplı Gece (2016).
www.cemakas.com

Y / Cem Akaş 
Tür: Roman 
Sayfa sayısı: 173 sayfa
Fiyatı: 16,50 TL
Yayın tarihi: 13 Mart 2018


Dizisiyle de Çok ses Getiren “Küçük Ama Büyük Yalanlar” 16 Mart’ta hep kitap Logosuyla Raflarda!

Salı, Mart 13, 2018
Çok satan romanlarıyla dünya çapında altı milyondan fazla okura ulaşan Liane Moriarty’nin büyük yankı uyandıran kitabı Küçük Ama Büyük Yalanlar, 16 Mart’ta hep kitap logosuyla Türkçede! New York Times Çok Satanlar Listesi’nde 1 numaraya yerleşen roman aynı zamanda, başrollerinde Nicole Kidman ile Reese Witherspoon’un oynadığı bir televizyon dizisine uyarlandı. Küçük Ama Büyük Yalanlar, üç kadının çocuklarının karıştığı küçük bir olayın nasıl kontrolden çıktığını anlatan, soluksuz okunacak gerilim dolu bir roman...

Sadece biraz gözyaşıyla sonlanması gereken bir olay, nasıl olup da bir cinayete yol açar?

Kusursuz bir aile, kusursuz bir ev ve kusursuz bir hayat… Üç anne; Jane, Madeline ve Celeste bunların hepsine sahip görünüyor. Ama küçücük bir yalan yüzünden her şey kontrolden çıkmak üzere...

Yalnız bir anne olan ve şehre yeni taşınan Jane’in küçük bir oğlu ve beş yıldır sakladığı bir sırrı var. Diğer iki anne; her şeyi hatırlayan ve hiçbir şeyi affetmeyen Madeline ve herkesin durup bir kez daha bakacağı kadar güzel ama huzursuz Celeste, okulun ilk günü Jane’i kanatları altına alıyorlar. Elbette onların da kendilerine göre sırları var. Ancak bu üç kadının çocuklarının karıştığı küçük bir olay çabucak büyüyecek, okul bahçesindeki fısıltılar kötü niyetli dedikodulara dönüşecek ve artık kimse neyin doğru, neyin yalan olduğunu bilemez hale gelecek.

İstem Erdener’in İngilizce aslından dilimize çevirdiği Küçük Ama Büyük Yalanlar, 16 Mart’ta hep kitap logosuyla raflardaki yerini alacak.

“Zekice kurgulanmış, soluk soluğa okuyacağınız gerilim yüklü bir roman.”
Sunday Mirror

“Muhteşem bir kitap. Tüyler ürpertici.”
Stephen King

Liane Moriarty, 1966 yılında Sidney’de doğdu. Çok satanlar listelerinden hiç inmeyen romanları dünya çapında altı milyondan fazla okura ulaştı, otuz beşin üstünde dile çevrildi. Suçlu, Hem de Çok Suçlu adlı romanı hep kitap tarafından yayımlandı. Küçük Ama Büyük Yalanlar adlı romanı New York Times’ın çok satan kitaplar listesinde 1 numaraya oturdu. Roman, başrollerinde Nicole Kidman ile Reese Witherspoon’un oynadığı televizyon dizisine uyarlandı.

Küçük Ama Büyük Yalanlar / Liane Moriarty
Çevirmen: İstem Erdener
Sayfa Sayısı: 416
Hep kitap, Mart 2018
Fiyatı: 32 TL

Ursula K. Le Guin’den Okurlarına Miras Niteliğinde Bir Kitap : Sözcüklerdir Bütün Derdim

Salı, Mart 13, 2018
Bilimkurgu ve fantastik edebiyatın en önemli yazarlarından biri olan ve 2018’in Ocak ayında hayata veda eden Ursula K. Le Guin’in ölmeden önce yayımladığı son kitaplarından Sözcüklerdir Bütün Derdim: Hayat ve Kitaplar Üzerine Yazılar, 16 Mart’ta hep kitap’ın Atölye serisi kapsamında raflarda! Yazarın okuyucularına bıraktığı bir miras niteliğindeki kitap, okumak ve yazmak isteyen tüm edebiyatseverlere ışık tutuyor.

hep kitap’ın yazmayı ve okumayı hayatının merkezine yerleştiren, sözcüklerden beslenen herkesin ilgisini çeken “Atölye” serisinden yepyeni bir Ursula K. Le Guin kitabı: Sözcüklerdir Bütün Derdim: Hayat ve Kitaplar Üzerine Yazılar!

“Atölye” serisinin ilk kitaplarından olan Ursula K. Le Guin’in Dümeni Yaratıcılığa Kırmak kitabı, yazar adaylarının elinden tutmuş, yaratıcılık denizindeki pusulayı göstermiş, onlara zamansız bir pusula vermişti. Yazar şimdi de Sözcüklerdir Bütün Derdim: Hayat ve Kitaplar Üzerine Yazılar eseriyle tayfayı genişletiyor, sadece yazar adaylarını değil, sözcüklerle derdi olan herkesi alıyor sihirli gemisine.

Kimi zaman nasıl okumak gerektiğini anlatıp dehasının gölgesini düşürüyor sayfaların üstüne, kimi zaman edebiyatın ne olduğunu ve asıl önemlisi ne olmadığını gösterip hayal gücünün ışığıyla yıkıyor bildiğimiz dünyayı. Edebiyatın, sahip olduğumuz en iyi elkitabı olduğunu söylüyor; “ziyaret ettiğimiz ülkenin, yani hayatın en kullanışlı rehberi...”. Kimi zaman diğer yazarların eserlerine sızıp oradaki cevherleri çıkarıyor, kimi zaman da cevher sandığımız şeyin çakıl taşından başka bir şey olmadığını gösteriyor.

Her zaman muzip, masum, cesur, çoğunlukla da acımasız olan Le Guin, lafını kimseden sakınmıyor, insanların beklentilerini karşılamakla ilgilenmiyor. Onun tek derdi sözcükler… Ölümünün bıraktığı boşluğu da yalnızca onlar doldurabilir: “Bir gün mezar taşım olduğunda, üstünde sadece ismim olsun istiyorum. Fakat bundan da öte, yazarının cinsiyetiyle değil, yazılışının kalitesiyle ve eserin değeriyle yargılanan kitapların üstünde görmek istiyorum ismimi.”

Hugo, Nebula, Locus gibi önemli edebiyat ödüllerini birçok kez kazanan Ursula K. Le Guin’in kaleme aldığı, Damla Göl’ün İngilizce aslından dilimize çevirdiği Sözcüklerdir Bütün Derdim: Hayat ve Kitaplar Üzerine Yazılar, 16 Mart’tan itibaren hep kitap logosuyla raflardaki yerini alacak.

Sözcüklerdir Bütün Derdim
Hayat ve Kitaplar Üzerine Yazılar
Ursula K. Le Guin
Çevirmen: Damla Göl
Sayfa Sayısı: 416
HepKitap, Mart 2018
Fiyatı: 34 TL


Sel Yayınları 8 Mart’ı Dört Kitapla Karşılıyor : Birlikte Tehlikeliyiz!

Perşembe, Mart 08, 2018
Sel Yayınları Mart kitaplarını şahane bir 8 Mart yazısıyla duyurdu. Kataloglarındaki kitaplar dolayısıyla farklarını zaten biliyorduk ama daha da güçlü ses veriyorlar bu kez. Dört önemli kadının kitabıyla karşılıyorlar Mart ayını… Duras ve Morrison’un kitaplarını ıskalamayın diyerek sözü onlara bırakıp aradan çekileyim en iyisi…

“Sel Yayıncılık olarak dünyada ve Türkiye’de güncel olan tartışmaları, can yakıcı sorunları gerek akademik gerek edebi düzlemde tartışmanın ve gündeme getirmenin, bu tartışmalar üzerinden bir literatür oluşturmanın önemini hep hissettik ve ilkelerimiz doğrultusunda bu ihtiyaçlara cevap verebilecek kitaplar yayınlama ısrarımızdan hiçbir zaman vazgeçmedik. Kadın Kitaplığı bu ısrarın bir ürünü olarak ortaya çıktığından beri güncel feminizm tartışmalarından kadınların tanıklıklarına uzanan bir yelpazede genişlemeye devam ediyor.

Bugün karşı karşıya olduğumuz tablonun vahameti karşısında kadınların yükselttikleri kolektif ses, umudumuz olmaya devam ediyor. Kadınlar okuyor, kadınlar üretiyor, kadınlar direniyor. Kadınlar talep ediyor: Eşit, özgür, adil bir dünya; bu dünyayı mümkün kılacak bir dil ve zemin. Kadınların sesine kulak veriyoruz, kadınların dayanışma ve mücadele talebine katkı sunmak amacıyla Mart ayında yalnızca kadın yazarlardan oluşan bir seçkiyle okurların karşısına çıkıyoruz.

8 Mart’ı, ırk ve cinsiyet sorununu dünya edebiyatına taşıyan Toni Morrison, Fransız edebiyatının büyük ismi Marguerite Duras, radikal kuramın ve yeni feminist teorinin güçlü kalemi Sara Ahmed ve felsefenin mihenk taşı Hannah Arendt’le birlikte kutlamanın mutluluğunu yaşıyoruz.

Mart ayı boyunca sosyal medya programımız da dahil olmak üzere yalnızca kadın yazarların ve teorisyenlerin seslerini duyurmaya çalışacağız.

Sara Ahmed’in dediği gibi: “Feminizmin korku salmasına şaşmamalı: Birlikte tehlikeliyiz.”

Yaşasın 8 Mart!”


Feminist Bir Yaşam Sürmek * Sara  Ahmed
İkinci dalga feminizmin “Kişisel olan politiktir” önermesi, sosyal bilimlerin merkezinde bir gedik açtı. Sara Ahmed, bu gediğin çapını “Kişisel olan teoriktir” diyerek genişletmek, kuramsal olanın yaşamsal olanla ilişkisini yeniden kurmak için cüretkâr hamleler yapıyor; akademik çevrelerce dahi “radikal” olarak betimlenen bu hamlelerin gündelik olana içkinliğini gözler önüne seriyor. Düşüncemizle eylemlerimiz arasında bütünlüklü bir ilişki kurabilmenin, savunduğumuz değerleri hayatımıza yedirebilmenin keyifli ve bir o kadar çetin mücadelesine ışık tutuyor.

Feminizme tutunmak, onun çatısı altında mücadele etmek, sesinin yankısında kendini duymak; işyerinde, aile sofrasında, akademide, ikili ilişkilerde kazanılan her tecrübeyi eleştirel düşünceyle buluşturmak…  Feminist bir yaşam sürdürmenin her şeyi sorgulanabilir kılmakla mümkün olduğunu vurgulayan Ahmed, öğrenmenin, deneyimlemenin,  yaşam ile düşünce arasındaki çatışmalı sürecin hiçbir zaman sonlanmayacağını belirtirken sorgulamayan, kendi sınırlarını inşa eden her hareketin iflas etmeye mahkûm olduğunun da altını çiziyor.

“Umut olan yerde, zorluk vardır” diyerek önümüze çıkacak engelleri birer motivasyon kaynağına dönüştüren,  feminizmin gerekliliği ve feminist bir hayatın nasıl sürdürülebileceğine dair coşkulu, davetkâr ve umut dolu bu metin, gözünü budaktan sakınmayanların, elini taşın altına koymaktan çekinmeyenlerin kolektif eyleminin bir davetiyesi niteliğinde.

“Feminizmin korku salmasına şaşmamalı; birlikte tehlikeliyiz.”
Özgün Adı: Living a Feminist Life, Türkçesi: Beyza Sümer Aydaş, Kadın Kitaplığı, 394 sayfa, 30 TL


Moderato Cantabile * Marguerite Duras
Modern Fransız edebiyatının en güçlü kalemlerinden Marguerite Duras’dan müzikal tarzda ritimlendirilmiş, dolup boşalan her şarap kadehinde kesintiye uğrayan kısa sahnelerin birbirine eklemlendiği, ölçülü, minimal bir metin, küçük bir başyapıt: Moderato Cantabile.

Bir cinayet: Bir adam bir kafede sevgilisini öldürür. Bir karşılaşma: Burjuva bir kadın yine aynı kafede, kocasının yanında çalışan, belli ki uzun süredir peşinde olan bir adamla tanışır. Cinayetin nedeni üzerine başlayan sohbet hayata, aşka ve ölüme dair söylenmişlerle söylenmemişler, yaşanmışlarla yaşanmamışlar arasında akar. Koyulaşan diyaloglar ışığında açığa kavuşanın ya da gizemini koruyanın ne olduğunu okura bırakan Duras, son derece etkileyici üslubuyla hayatın ta kendisini anlatır.

Marguerite Duras’ya yayınlandığı yıl Goncourt Ödülü’nü kazandıran, Peter Brook tarafından aynı adla sinemaya da uyarlanan yapıt, moderato cantabile ritminde, doruğa adım adım yaklaşan, taşkın bir anlatı.
Özgün Adı: Moderato Cantabile, Roman, Türkçesi: Alper Turan, 90 sayfa, 12 TL


Siyasette Yalan * Hannah Arendt
Yirminci yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri olan Hannah Arendt, Pentagon Belgeleri’nin 1971’de ifşa edilmesinden kısa süre sonra yazdığı Siyasette Yalan adlı çalışmasında, tarih boyunca siyasette bir araç olarak kullanımı meşru görülen yalanların yirminci yüzyılda yepyeni bir çehreye bürünüp hangi mekanizmalarla hem siyaset sahnesini hem de olgusal gerçekliği egemenliği altına aldığını çözümlüyor. Demokrasinin karşı karşıya kaldığı bu hayati tehdidin bertaraf edilmesinde ise özgür basının ve özgürlükleri için baskılara boyun eğmeden mücadele eden insanların önemine vurgu yapıyor.

Tamamlayıcılığı bakımından önemsediğimiz Caty Caruth’un “Yalan ve Tarih” makalesi ise Arendt’in yazdıkları üzerinden yalanın doğası ve siyasi eylemle ilişkisi, yalanın kendi tarihini yazan kapsayıcı bir gerçekliğe dönüşme süreci üzerinde duruyor. Caruth, hem gerçeklik zeminini yitiren hem de bu yitirişi gözlemlemekten aciz hale gelen bir dünyada tarihe tanıklığın nasıl mümkün olabileceğini sorgulayarak, Arendt’in argümanlarının temeline ışık tutuyor.
Lying in Politics, Lying and History, Red Kitaplığı, Türkçesi: İmge Oranlı, Berfu Şeker, 99 sayfa, 14 TL


Sula * Toni Morrison
Edebiyat tarihine armağan ettiği ölümsüz karakterler ve çarpıcı kurgularla dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden, Nobel ve Pulitzer ödüllü yazar Toni Morrison ırk ve cinsiyet ayrımcılığını görünür kılan romanlarıyla okurların belleğinde eşsiz bir yer edinmiştir.

Kadın olmanın kuşatılmışlığını birlikte, yoksulluk ve yoksunluk içinde büyürken öğrenen iki kız arkadaş üzerinden suçu dahi paylaşmanın, aşkın ve ihanetin çarpıcı hikâyesi Morrison’un şiirsel dilinde hayat buluyor. Toplumsal normları kabullenişle, kendini bulma ve özgürleşme çabasının çelişkisi dönemin çetin atmosferinde gitgide çözümsüz bir hal alırken, farklı olana karşı duyulan korkunun birleştirici gücü Morrison’un usta kalemiyle gözler önüne seriliyor.

Güvendikçe yara almanın, sahiplenişin yarattığı esaret korkusunun, yaralara ama en çok da yaralayanlara duyulan özlemin, bütün olma, tamamlanma arayışının ve her şeye rağmen ayakta kalmanın; kadın olmanın incelikli hikâyesi: Sula.
Özgün Adı: Sula, Türkçesi: Ülker İnce, Roman, 188 sayfa, 16 TL


Oya Baydar’dan bir Türkiye panoraması : Yolun Sonundaki Ev

Perşembe, Mart 08, 2018
Türk edebiyatının yaşayan ustalarından Oya Baydar’dan müjde var! Baydar’ın yeni romanı “Yolun Sonundaki Ev” Can Yayınları etiketiyle raflarda…

“Morsalkım bütün cepheyi sarmış, üç katı aşıp çatıya kadar tırmanmış, salkım salkım çiçekli dallar damdan aşağı sarkıyor. Ardındaki boydan boya balkonları, o balkonlara açılan geniş pencereleri düşünüyor. Kimler var içerde? Gidenler, kalanlar… Çocuklar büyümüştür, gençler çoluk çocuğa karışmıştır, kim bilir nerelerdeler. Umut? Hatırlanması yasak bölge. Her hatırladığında yasak bölgenin dikenli tellerinin içini kanattığı, acıyı bastırabilmek için hemen uzaklaştığı suç ve günah coğrafyası.”

Bir ülke, bir şehir, bir semt ve bir ev: Yolun sonundaki mor salkımlı ev. Ülkenin yüz yıllık tarihinin kader zincirini kırmak mümkün mü? Yıllarca tüm sakinlerinin birer birer deneyip de başaramadığını uzaklardan gelen çocuk başarabilecek mi? Yoksa bu aile apartmanından çıkan diğer tüm kurbanlar gibi o da zincire eklenecek bir halka mı olacak?

Oya Baydar, 1913’te bir suikastla başlayıp 1960’lı yıllarda aynı apartmanda kesişen çizgilerle ülkenin son yüz yılının haritasını çiziyor. Yolun Sonundaki Ev, okuyan herkesin kendinden bir şeyler bulacağı bir Türkiye panoraması.

OYA BAYDAR, 1940’ta İstanbul’da doğdu. Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’nin son sınıfında yazdığı Allah Çocukları Unuttu adlı gençlik romanı nedeniyle neredeyse okuldan atılıyordu. 1964’te İÜ Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl bu bölüme asistan olarak girdi. “Türkiye’de İşçi Sınıfının Doğuşu” konulu doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine öğrenciler olayı protesto için rektörlüğü işgal ettiler. Bu olay ilk üniversite işgali eylemi oldu. Daha sonra Ankara Hacettepe Üniversitesi’ne sosyoloji asistanı olarak girdi. 1971’deki 12 Mart Askerî Müdahalesi sırasında, TİP ve TÖS üyesi olarak sosyalist kimliği nedeniyle tutuklandı ve üniversiteden ayrıldı. Yeni Ortam, Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 12 Eylül sırasında yurtdışına çıktı. 1992’ye kadar 12 yıl Almanya’da sürgünde kaldı. Burada, sosyalist sistemin çöküş sürecini yakından yaşadı. 1991’de yazdığı Elveda Alyoşa adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, 1993 yılında da Kedi Mektupları adlı romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldı. Türkiye’ye dönüşünde Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı’nın ortak yayını olan İstanbul Ansiklopedisi’nde redaktör ve Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi’nde genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Hiçbiryer’e Dönüş adlı romanı 1998’de, Sıcak Külleri Kaldı 2000’de yayımlandı. Bu romanıyla 2001 yılı Orhan Kemal Roman Armağanı’nı, Erguvan Kapısı’yla da 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü aldı. Kayıp Söz 2007’de, Melek Ulagay’la ortak imza koydukları Bir Dönem İki Kadın 2011’de, O Muhteşem Hayatınız 2012’de, Yetim Kalacak Küçük Şeyler de 2015’te, Surönü Diyalogları 2016'da yayımlandı.

Yolun Sonundaki Ev / Oya Baydar 
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 272 
Fiyatı: 23 TL
Yayın tarihi: 6 Mart 2018

Bir kitap, bir adam ve değişen bir hayat

Perşembe, Mart 08, 2018
2016 yılında yayımlanan ilk romanı ile tanıştığımız Can Orhun’un yeni romanı “Ex-libris ya da Pertev Efendi'nin Olağanüstü Yolculuğu” Oğlak Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Yazar bu kez okurunu son noktasını görene kadar olayların nasıl gelişeceğini ya da nasıl sonlanacağını öngöremeyeceği harika bir yolculuğa çıkartıyor.

Kendi hâlinde yaşayan Mücellit Pertev Efendi’nin hayatı çok eski bir yazma ile değişir. Saray'dan alınan bu yazmanın kim tarafından yazıldığını gösteren Ex-libris kısmındaki bir not, Pertev Efendi'nin tüm düzenini altüst eder: 

"Ey sen; şu anda bu kitabı elinde tutan yabancı, sen; ömrü bu kitabın bir satırından dahi kısa olacak ömürlü, bil ki bu kitap sana ait değil, bu kitap senin değil. Eğer onu ait olduğu yere, sahibine geri götürmezsen…" 

Sonunun nereye varacağını bilmeden çıkmayı göze aldığı tutkulu bir yolculuk
Pertev Efendi bu yazmayı asıl sahibine götürmeye karar verir. Saraydan bir şekilde çıkarttığı yazmanın çalındığı anlaşılınca peşine düşen yeniçerilerden canını kurtarmak için eşini, işini ve sevdiği her şeyi arkasında bırakmak zorunda kalır. Yol arkadaşı Kuru Mustafa Efendi ile birlikte sonunun nereye varacağını bilmeden çıkmayı göze aldığı tutkulu ve heyecanlı yolculuğunda, kaderi onu önce Patmos Adası’na, sonra da Kudüs’e sürükler.

New Yok Times arşivi, Corvina Kütüphanesi ve el yazması kurguya yön verdi
Can Orhun, ikinci kitabıyla okuyucularıyla buluştu. Orhun, yeni romanı hakkında şu bilgileri verdi: “Döneme ait olayları araştırmak ve bunların kitabın kurgusu içerisinde nasıl yer alabileceğini planlamak en az kitabı yazarken çıktığım zihinsel yolculuk kadar sürükleyici oldu. Üstelik ne zaman biteceğini, bir sonraki yolun nereye varacağını, olayların kurguyu ya da kahramanlarını nereye sürükleyeceğini bilemediğim bir yolculuk. New Yok Times Gazetesi’nin arşivlerinde karşılaştığım ve Macaristan’daki Corvina Kütüphanesi’nde gördüğüm Sultan Abdülhamid ile ilgili 19. yüzyıla ait bir haber kurguda belli bir yolu izlememi sağladı.  Ortaçağ manastırına ait olduğu söylenen el yazmasındaki beddua ise gidişata bambaşka bir yön verdi.” 

Ex-Libris ya da Pertev Efendi’nin Olağanüstü Yolculuğu
Can Orhun 
Oğlak Yayınları
336 Sayfa, 40 TL

The Florida Project : Öteki Amerika

Perşembe, Mart 01, 2018
Amerika denince ilk akla gelen şeyler o meşhut sloganlardır. Fırsatlar ülkesidir. Yeter ki azmedilsin, çalışılsın ve sisteme entegre olunabilsin. Herkese yer vardır. Herkese ekmek vardır. Her millete açıktır tüm kapılar. Yeşil kart almak da rüyalardan biridir. Yıllardır böyle pazarlanan ülke peki gerçekten böyle mi? Her şey o kadar güllük gülistanlık mı? Hiç fakiri, çaresizi yok mudur bu ülkenin. Filmlerden gördüklerimiz yoksa makyajdan mı ibarettir? 2017 yılına damgasını vuran “The Florida Project” bu sorulara verdiği cevaplarla konuşulmaya devam ediyor. Oscar adaylığının yanı sıra bir çok festivalde övgülere boğuldu, ayakta alkışlandı. Ödül avcısı haline gelen Sean Baker filmi, o meşhur Amerikan Rüyasını gerçekçi ve samimi yaklaşarak yerle bir ediyor.

Bağımsız kanadın yükselişteki isimlerinden Sean Baker, ilk yönetmenlik sınavını 2000 yılında “Four Letter Words” vermiş ve dört yıl sonra Shih-Ching Tsou ile ortaklaşa kotardığı “Take Out” ile ilk çıkışını yakalamıştı. 2008’de “Prince of Broadway” ile adını herkese duyurmakla kalmadı ödüllere de boğuldu. Dört yıl sonra ise yönetmenin alamet-i farikası geldi. 2012´nin en iyi bağımsız filmlerinden biri olarak görülen “Starlet”, gerilla tarzıyla arkadaşlığın gerçek anlamını sorguluyordu ve çok etkiliydi. Her filmiyle bağımsız sinema izleyicisinin göz bebeği haline gelmesini 2015 yılında iPhone ile çektiği “Tangerine” ile taçlandıran Baker, tarzını ve üslubunu koruyarak üretmeye devam ediyor. Bu kez kamerasını sosyal konutlara çevirmiş ve Amerikan rüyasının arka fonunu yansıtmaya soyunmuş. Senaryoyu yine Chris Bergoch ile kotarmış. Brooklynn Prince, Bria Vinaite ve Willem Dafoe da oyuncu kadrosunun başını çeken isimler.

Dünyanın en büyüleyici yeri olarak nam salan Disnayland’in yakınlarındayız. Banliyölerde… Magic Castle otelinde haftalık kirayla yaşayan bir anne kızla tanışıyoruz. İsyankar anne Halley ve altı yaşındaki kızı Moonee… Kirayı çıkarmak için her şeyi deneyen anne ile gün içinde arkadaşlarıyla civarda dolaşarak kendisine eğlence arayan kızının hikayesini izliyoruz. Her türlü çıkışsızlığın ortasında kalmış insanları tanıyoruz. Adaletsizlik, eşitsizlik, ilgisizlik, yoksulluk, mecburiyetler… Halley’in kirayı bulabilmek için gösterdiği çaba, arkadaşının yardımıyla yemek bulabilmesi, çocukların dondurma için dilenmeleri… Amerika’nın o uzaktan hoş görünen makyajını silerek gerçeklerle yüzleştiriyor herkesi Baker. Çok dokunaklı bir öykü resmediyor. Bunu da şahane görüntülerle destekliyor. Kamerasını olabildiğince yaklaştırıyor, hep güneşli günleri alıyor kadrajına ve bolca da sepya kullanıyor. Hareketli kamerasıyla bir şiir yaratmış. Tüm bunların ortasındaki çıkışsızlığı özetliyor. Yer yer göstermemeyi de tercih ediyor. Anlamanızı yeterli buluyor.

“The Florida Project”in bir diğer özelliği de yılın en iyi üç performansını barındırması. İlk perfromansıyla Brooklynn Prince'in müthiş çıkışı, Bria Vinaite’nin keşfi ve Willem Dafoe ustanın adaylıklarla taçlanması. Üçlüden müthiş performans almış Baker. Yürekleri dağlayan sahnelerde film izlediğinizi düşünmüyor, bir belgesel/dökümanter izliyormuş sanıyorsunuz kendinizi. Şaşırtabilir ama onların günlük rutini bu. Bobby’nin vicdanı, Halley’in yumrukları ve Moonee’nin hıçkırıkları…

Tek göz odalarda yaşayan çaresiz insanlara odaklanan “The Florida Project”, ritmini hiç kaybetmeden, isyanını sakınmadan öteki Amerika’nın röntgenini çekiyor. Disneyland’in yamacında kurulan düş dünyasının menüsü o kadar zengin değil diyor. Muhteşem finali de cabası. Iskalamayın…


 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template