♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Ölüme serinkanlı, düşünmeye sevk edici bir bakış : W. M. Spellman’dan Ölümün Kısa Bir Tarihi

Perşembe, Kasım 23, 2017
Ölüm... Kültürümüzde “aman ağzından yel alsın”dan “söz ölüm getirmez”e kadar farklı şekillerde andığımız bir olgu. Pek çok kültürde de aynı çelişkilerle ifade ediliyor.

Bu kitapta ölüm farklı zaman dilimlerinde, farklı mekânlarda, farklı kültürlerde ele alınıyor, zengin bir panorama sunuluyor, kavramın tarihin akışı içindeki gelişimi anlatılıyor. Mezopotamya ile Mısır’daki ölüm algısı, Antik Yunan ve Roma’nın filozoflarının ruh ve beden üzerine tartışmaları, Budizm, Hinduizm, Taoizm gibi inanç sistemlerinin ölüm, ölü bedene ne olacağı, bir Öte Dünya’nın var olup olmadığına dair fikirleri, İbrahimî geleneğin üç dininin bu meselelere nasıl yaklaştığı gibi konular değerlendiriliyor. Bunların yanında intihar, modern cenaze evleri, ötenazi gibi konular da işleniyor.

Ve tabii hiçbir zaman geçerliliğini yitirmeyecek olan şu kadim soru: Bu, bir son mu yoksa bir başlangıç mı?

W.M. SPELLMAN, İngiltere odaklı düşünce ve uygarlık tarihi çalışan bir araştırmacıdır. Kitapları arasında John Locke, European Political Thought, 1600-1700, Monarchies, 1000-2000, A Concise History of the World Since 1945 ve A Short History of Western Political Thought öne çıkan başlıklardır. Spellman halen University of North Carolina-Ashville’de ders vermektedir.

Ölümün Kısa Bir Tarihi / W. M. Spellman
Çeviri: Ahmet Bora Pekiner
Tür: Kırkmerak
Sayfa sayısı: 326 Sayfa
Fiyatı: 25 TL
Yayın tarihi: 22 Kasım 2017


Yönetmenlerle oyuncular arasındaki yaratıcı mücadeleler : Artistlik Yapma

Perşembe, Kasım 23, 2017
Oyuncular söylediğiniz şeyleri yapmazlarsa ne yaparsınız? Genç bir yönetmenken her zaman kendi fikirleri olan oyuncularla ilk çalışmaya başladığındaki beceriksizliğini ve yaşadığı korkuyu anlatan yönetmen John Badham (Cumartesi Gecesi Ateşi, Savaş Oyunları, Özel Takip) hem sinemaseverlerin hem de mesleğinin her aşamasındaki oyuncu ve yönetmenlerin mutlaka okuması gereken bu kitapta çok değerli bilgiler veriyor. Gazeteci ve film yapımcısı Craig Modderno da kendi deneyimlerini aktararak bu ortak yapıtı zenginleştiriyor.

Kitapta Sydney Pollack, Michael Mann, John Frankenheimer, Mel Gibson, James Woods, Anne Bancroft, Jenna Elfman, Clint Eastwood ve diğer birçok ünlü yönetmen ve oyuncunun önemli konularla ilgili açıklamaları ve kısa röportajları yer alıyor.

- Bir oyuncuya söyleyebileceğiniz en kötü ve en iyi on şey nedir?
- Oyuncunun mizacının ve katkısının gerçek doğası nedir?
- Yaratıcılığın doğası ve barındırdığı güçlüklerin etkisi nasıl yönlendirilir?
- Oyuncu seçimi ve prova süreçleri nasıl değerlendirilir?
- Rol yaparken bir oyuncunun aklından neler geçer?
- Yönetmenler ne yaparsa oyuncular yabancılaşır?

Gerek yönetmenlerin, gerek oyuncuların, gerekse seyircilerin kafasındaki bu soru işaretleri, kameranın arkasındaki ve önündeki sanatçıların farklı bakış açılarıyla yanıtlanıyor.

“Yönetmen olarak kariyer yapmayı düşünen herkesin okuması gereken son derece eğlenceli bir kitap. Şiddetle tavsiye edilir!” – Wayne Crawford

JOHN BADHAM, “oyuncu yönetmeni” olarak ün kazandı. 1977’de (diskotek çağını başlatan ve bütün zamanların en çok hasılat getiren kültürel kilometre taşlarından) Cumartesi Gecesi Ateşi ile John Travolta’nın dünya çapında bir şöhret olmasının yolunu açtı. 1983’te yönettiği  Mavi Yıldırım ve Savaş Oyunları’nın dört dalda Akademi Ödülü’ne aday gösterilmesi Badham’ın kariyerinde bir dönüm noktası oldu. Eleştirmenlerden övgü alan ve büyük gişe hasılatı yapan çeşitli filmlerde Laurence Olivier, Kevin Costner, Mel Gibson, Johnny Depp ve James Garner gibi ünlü oyun-cularla çalışan Badham’ın yönettiği diğer filmler  Suikastçı (1993), Kısa Devre (1986), Teldeki Kuş (1990), Özel Takip (1987), Another Stakeout  [Özel Takip 2] (1993), Büyük Yarış (1985), Karar Kimin? (1981) ve stilize edilmiş  Drakula’dır (1979). Aynı zamanda öne çıkan bir televizyon yapımcısı ve yönetmeni olan Badham, Steven Bochco’nun Blind Justice adlı dramasının uygulayıcı yapımcılığını üstlendi ve bazı bölümlerini yönetti. Ayrıca Heroes, Crossing Jordan, Standoff, The Shield, Just Lega ve San Francisco Sokakları  gibi dizilerin çeşitli bölümlerini çekti. 70’li yıllarda  The Senator ve The Law  dizilerindeki çalışmaları nedeniyle iki kez Emmy Ödülü’ne aday gösterildi. Başrollerini Paul Hogan ve Rosanna Arquette’in paylaştığı, alkol bağımlılığını konu edinen televizyon filmi Floating Away Prism Ödülü’nü aldı. Badham’ın çalıştığı diğer projeler HBO’nun The Jack Bull, Showtime’ın The Last Debate, Lifetime’ın Obsessed ve CBS’in Footsteps adlı yapımlarıdır. Badham California, Orange’daki Chapman Üniversitesi, Dodge Film ve Medya Okulu’nda Medya Sanatları profesörüdür.

CRAIG MODDERNO, daha önceleri Penthouse ve US dergilerinde editör olarak görev yapan bir gazeteci ve film yapımcısıdır. Bir sinema klasiği olan Aşk Mevsimi’nin DVD’sinde ve videosunda da yer alan The Graduate at 25 adlı orijnal belgeselin senaryosunu yazdı, yapımcılığını üstlendi, yönetti ve konuyla ilgili röportajlar yaptı. Samuel L. Jackson’ın oynadığı Büyük Beyaz Yumruk’ta rol aldı. The Merv Griffin Show TV programının senaristliğini ve yapımcılığını üstlendi. Los Angeles Times ve Oakland Tribune’da muhabirlik yapmış olan Craig Modderno bugün New York Times, Reuters, Hollywood Life ve DIRECTV-The Guide için serbest yazarlık yapıyor. USA Today, USA Weekend, Details, Washington Post, Hoop, Cosmopolitan, TV Guide, TV Guide Online, Hits, Playboy, DGA Magazine, American Film, New York Post, Contra Costa Times, Los Angeles Daily News, Mick Martin ve Marsha Porter’ın Video&TV Guide’ı ve Rolling Stone (film yapımcısı Cameron Crowe dışında, henüz yeniyetmeyken bu dergide birkaç yazısı basılmış olan tek yazardır) gibi yayın organlarında onun ismini taşıyan üç binin yüzerinde yazısı yayınlandı.

Artistlik Yapma / John Badham-Craig Modderno 
Çeviri: Samim Sakacı
Tür: Anlatı
Sayfa sayısı: 350 sayfa
Fiyatı: 26 TL
Yayın tarihi: 14 Kasım 2017



Şehrin Ağırlığı

Pazartesi, Kasım 20, 2017
Yayıncılıkta beş yılı geride bırakan Alakarga kitap, güz dönemine değişimle girdi. Kısa zamanda edebiyat okurunun ilgi ve sevgisini kazanarak ticari kazanımlara yönelik hiçbir şey yapmadan çizgilerini kendi doğruları üzerine kurmuşlardı. O dönem yayımlanan Sarnıç dergisinin de etkisiyle adeta öykü okulu haline gelmişler ve öykü okuruna yeni isimlerle tanışma heyecanını sıkça yaşatmışlardı. Beşinci yılına “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” mottosuyla başlayan Alakarga’da değişim sürüyor. Birkaç kez değişen logosuna şimdilik son şeklini verirken, kapaklarını da ilk dönemlerinin tonuna çekti. Yine beyaz ağırlıklı ve küçük resimli kapakla ilk tanışma heyecanımızı bize yeniden kazandırmış durumdalar. Değişimin bunlarla sınırlı kalmadığını da Suat Duman geçtiğimiz günlerde verdiği röportajda dile getirmişti: “Yayınevimizin geride kalan süreçte kendine biçtiği bir diğer görev de yeni yazarların ilk kitaplarını okuyucuyla buluşturmaktı. Özellikle genç yazarların edebiyat ortamımıza kazandırılması açısından Alakarga Yayınları kanımca hayati bir görev üstlendi ve bu görevi öyle ya da böyle yerine getirdi.” sözleriyle geride kalan dönemi özetleyen Duman, yeni dönemi de anlatmıştı. “Geride bıraktığımız beş yıllık döneme baktığımızda hedeflerimizi büyük ölçüde yakaladığımızı düşünüyorum. Bir yayıncılık ideali koyuyorsunuz önünüze ve ona doğru yürüyorsunuz; fakat bir de hayatın gerçekleri var. Yani siz iyi edebiyat basma idealiyle yürürken bir yandan da kurduğunuz yapıyı ayakta tutmak zorundasınız. Zannedersem bununla sadece yayıncılar değil Türkiye’de herhangi bir iş yapmak isteyen herkes yüzleşiyor. Bir yandan ticari açıdan kurduğunuz yapıyı sürdürülebilir hale getirmek diğer yandan da ideali korumak. Alakarga Yayınları ideallerini korudu. Daha iyilerini yapması gerekiyor. Birçok yapısal değişiklikle girdiğimiz yeni bir dönem bekliyor bizi. Birtakım stratejik değişikliklerimiz olacak ama esas olarak başta koyduğumuz hedeflere doğru yürüyeceğiz yine.”

Artık ilk dosyalar konusunda daha seçici olacaklar, kataloglarındaki yerli yazarların bazılarıyla yola devam edecekler, klasikleri yeni çevirileriyle sunacaklar ve en önemlisi de okurları dünya edebiyatından yeni isimlerle tanıştıracaklar. Bu yeni tanışma heyecanı için cephaneliklerinin dolu olduğunu da duyurmuştu Duman. Merak ve heyecan uyandıran isimleri sıralamıştı. Eylül ayında üç klasikle başlayan yeni dönem, yeni kapaklarla tanışma faslıydı. Yeni çizgiyle tanışma faslınıysa Ekim ayına bırakmışlar. Bu faslın öne çıkan ilk isimleri Maksat Nur ve Marente De Moor. Farklı ülkelerin edebiyatıyla tanışmak isteyenleri heyecanlandıracak isimler. Yeri gelmişken belirtelim; Björn Rassmussen, Justin Kerr, Angel Esteban ve Yasunari Kawabata ile devamının geleceğini de müjdelemişler.

Azeri yazar Maksat Nur’un yaşam öyküsüne baktığımızda Alakarga ile uyumu da göze çarpıyor ilk olarak. 1968 Azerbaycan doğumlu yazar, savaş muhabirliği ve gazetecilik döneminin ardından 2001 yılında edebiyat alanında Azerbaycan’ın ilk edebiyat sitesi olan Yenisi’yi kurarak genç edebiyatçıların eserlerini yayımlamış. Yapıtları pek çok dile çevrilerek çeşitli dergi ve antolojilerde yayımlanmış. “Şehrin Sahibi” Azerbaycan’ın Milli Kitap Ödülü’nü aldıktan sonra Gürcistan ve İran’da basılıp Rusya ve Ukrayna edebiyat dergilerinde yayımlanmış. O da genç edebiyatçıları ülkesinin okuruyla tanıştıran bir alakarga diyebiliriz.

Çağdaş Azerbaycan edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olan Nur’un romanı “Şehrin Sahibi”, ilk tanışma için ideal bir okuma keyfi sunuyor öncelikle. Özellikle hakkında hiçbir bilgi yokken ve beklentisiz ya da nötr düşünen okuru hayli şaşırtacak bir keyif sunuyor. Dili, kurgusu ve üslubuyla okudukça açılıyor ve derinliğin içine hapsediyor okurunu. Bunu olanca sakinliğiyle yapması da takdire şayan… Bir de metnin nereye gideceğinin kestirilememesi var ki, okurun alabileceği en büyük haz da bu. Kitabın arka kapağında yer alan “Bayılacaksınız.” ibaresi boşuna değil.

1986 yılının Nisan ayı… Gelen bir telefonla binilen bir araba ve şehrin sahibi olarak adlandırılan Vali ile çıkılan yolculuk. Anlatıcımız Ferec, arabaya okurunu da bindirerek gezintiye çıkarıyor. Kapıları kilitliyor adeta, inmeniz pek mümkün değil. Zira, hem geçmişe hem bugüne hem de geleceğe çıkılan bir yolculuk bu. Maksat Nur direksiyonda ve arabayı usul usul sürüyor. Zaman geçişleri ve olaylar arasında çok iyi bir tutturuyor. Anne arayışı, Vali’nin anneyle ilişkisi, kendisinin hayattaki tavrı ve konumu, geçmişi derken geçişlerle bir halka kurarak romana derinlik kazandırıyor. Bu çoklu katmanın altına da bunca kişisel öyküye rağmen evrensel bir sorunu inşa etmiş. Bu tekilden tümevarım yöntemiyle hem kendi ülkesini anlatıyor hem de her ülkeyi. Çağımızın en büyük akıl tutulmasına değiniyor Maksat Nur. Gücün yarattığı etki, karşı konulmaz hayranlık ve adeta büyülenmeye yol açan cehalet.

Temeli hayli gerçekçi olan roman, Ferec’in film arşivlerini korumakla görevli olmasının da etkisiyle hayli sinematografik bir anlatımla ilerliyor. Bu anlatımla kurduğu yapının üzerini hayal ile gerçek arasında görünen sanrılarla işliyor. Yer yer gerçeküstücülüğe başvuruyor, benzetmeleri ve simgeleri kullanıyor. Hayli sert olabilecek anlatım yerine sakinliğini de koruyor. Gerçekler ile sanrılar arasındaki dengeyi ustalıkla kuruyor ve ritmini de elden bırakmıyor. Aynı düzeyde akıp gidiyor roman. Gücün yarattığı efsunlanmayı daha arabaya atılan ilk adımdan itibaren vurguluyor Nur, küçücük sözcüklerle: “Belki ben valinin korkusuyla yılanın, avını efsunladığı gibi onun ayakları altına düşmüştüm; belki bu yüzden küçük işaretleri, imaları görmüyor, anlamıyordum.” Vali’nin halkın arasına karıştığı anlarda da homurdanmalar, öküzler, marallar derken hayvan suretlerine başvuruyor. Bu büyük akıl tutulmasını tüm gösterişten uzak anlatıyor. Gücün yarattığı taşkınlık için korumalar öküz, halksa üzerine basılıp ezilebilecek hayvan suretlerinde görünürken “gerçek bir hayvanat bahçesi” olarak tanımlıyor. Son noktayı da yine anlatıcımız Ferec koyuyor: “İnsanlar çok güzel, sıcak, kardeş ve günahsızlar. Bırak onlar istediği şeye, hayvana, taşa, ağaca, toprağa, suya dönüşsünler ama yeter ki kaybolmasınlar.” Bu kayboluşu da yine Ferec üzerinden dillendiriyor: “Hayatında boşluktan ve bozluktan başka hiçbir şey görmeyen bir insan ne yapsın, gelecekte nasıl yaşasın?  Üstelik sen hayatındaki bu bozluklar için hiç kimseyi, kendini de etrafındakileri de kınamıyorsan; kısacası, geçmişinle barışık yaşayabiliyorsan o zaman hayatından memnunsun demektir.”

Maksat Nur, “Şehrin Sahibi” ile günümüzde yaşanan güce tapınmaları ve şehrin ağırlığını anlatıyor. “Şehir ağırlaşmış, sanki benim omuzlarım üzerinde duruyor. Ben şehrin üstünde gezmek istesem de şehir bir dalga gibi beni altına almak, kapatmak ve sallayıp uyutmak istiyor.” Okurunun da zihnine  çökecek bir dalga yaratarak edebi haz verecek bir roman…

Şehrin Sahibi / Maksat Nur
Çeviri: İmdat Avşar
Türü: Roman
Baskı Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 128 Sayfa
Yayınevi: Alakarga Yayınları

Joseph Roth’tan doyumsuz bir okuma lezzeti yaşatacak iki roman: “Hotel Savoy” ve “Bir Katilin İtirafları”

Pazartesi, Kasım 20, 2017
Alman edebiyatının güçlü isimlerinden Joseph Roth’un iki romanı daha Can Yayınları etiketiyle okuyucularla buluşuyor. 

Joseph Roth’un erken dönem eserlerinden olan Hotel Savoy, Birinci Dünya Savaşı sonrasında açığa çıkan sosyal travmayı yansıtır. Devrimle çalkalanan Rusya ile Avrupa arasında sıkışıp kalan küçük bir kentte, kırılgan sosyal ilişkileriyle köklü değişimin eşiğindeki toplumu resmeden Hotel Savoy, ilk yayımlandığında, dönemin “insan trajedisi”ne parmak basan, güçlü bir eser olarak değerlendirilmişti.
Joseph Roth, güçlü psikolojik betimlemeleriyle ördüğü romanı Bir Katilin İtirafları’nda ise, bireysel yazgının toplumsal olandan bağımsız düşünülemeyeceğini çarpıcı bir anlatımla göz önüne serer. Roth ayrıca romanında "iyi" ve "kötü" gibi değerlerin de ne denli sorgulanabilir olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.   

Joseph Roth’tan Hotel Savoy

“Hotel Savoy’a karşı içimde bir nefretin kabardığını hissediyordum, burada birileri yaşarken, diğerleri ölüyordu.” 

Yıllar süren savaş ve esaret döneminden sonra yurda dönen Gabriel Dan, sınıra yakın bir Polonya kentinde, Hotel Savoy’un altıncı katına yerleşir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde kalan görkemli günlere tanıklık eden gösterişli dış cephesiyle bu otel, katlar arasındaki sınıf farklılıklarıyla her çevreden insanı ağırlamaktadır. Askerler, milyonerler, iflas bayrağını çekenler, döviz kaçakçıları ve varyete kızları, Hotel Savoy’da karşılaşırlar. Savaşla beraber kaosa sürüklenen dünyanın alegorisi gibidir bu otel: Küçültülmüş bir model, bir mikrokosmostur. Gabriel Dan, Hotel Savoy’un temsil ettiği her şeyden, bozuk düzenden ve bedbaht hayatlardan nefret eder, buradan kurtulmanın yollarına bakar. Ama kalır. Kentte bir grev patlak vermiştir, bilinen dünyanın sonu yakındır.

Joseph Roth’un erken dönem eserlerinden olan Hotel Savoy, Birinci Dünya Savaşı sonrasında açığa çıkan sosyal travmayı yansıtır. Devrimle çalkalanan Rusya ile Avrupa arasında sıkışıp kalan küçük bir kentte, kırılgan sosyal ilişkileriyle köklü değişimin eşiğindeki toplumu resmeden Hotel Savoy, ilk yayımlandığında, dönemin “insan trajedisi”ne parmak basan, güçlü bir eser olarak değerlendirilmişti.

“Her sayfası, her satırı en özenli ritim ve melodi bilinciyle işlenmiş bir şiir dörtlüğü gibi.” (Stefan Zweig)

Joseph Roth’tan bir gecede anlatılan bir öykü : Bir Katilin İtirafları 

“Bana haksızlık yapılmıştı. Adım Golubçik olmuştu. Doğduğum andan itibaren hakkım olan her şey elimden alınmıştı. O günlerde talihsizliğimin hiç mi hiç hak etmediğim bir bela olduğuna inanıyordum. Bir bakıma onaylı bir kötü olma hakkına sahiptim. Bana kötülük yapan diğerlerininse böyle bir hakları kesinlikle yoktu.”

1930’lu yıllar, Paris. Quatre Vents Sokağı’nda Rus mültecilerin uğrak yeri olan bir Rus restoranı: Tari-Bari. Kiminin bir tek atmak için uğradığı, kiminin tüm gününü geçirdiği, karnını doyurduğu, sohbet ettiği, ahbaplık kurduğu, bazen sarhoş olduğu bir tür sığınak. Ve müdavimler arasında dikkat çeken gizemli, “katil” lakaplı bir adam: Semyon Semyonoviç Golubçik. Derken bir gece, Golubçik hayatını anlatmaya başlar. Sahiden de birilerini öldürmüştür: “Bu benim lakabım, ama bir yandan o kadar yakıştırma da sayılmaz. Uzun yıllar önce bir adam öldürdüm, o zamanlar bir de bir kadını öldürdüğümü sanıyordum.”

İşte hikâye burada başlar: Hiç bitmeyecekmiş gibi sonsuzluğa uzanan bir gecede, bir adamın yaşam yazgısına tanıklık ederiz Tari-Bari müdavimleriyle birlikte. Çarlık Rusya’sının yaşam koşullarında bir prensin evlilik dışı oğlunun, babası ve toplum tarafından kabul görmek için verdiği hırslı mücadele, bu mücadele uğruna sürüklendiği gizli teşkilat casusluğu, hastalık derecesinde bir tutkuyla bağlandığı bir kadınla tümden içinden çıkılamaz hale gelen bir ihtiras, intikam ve nefret girdabı… 

Roth, güçlü psikolojik betimlemeleriyle ördüğü romanıyla, bireysel yazgının toplumsal olandan bağımsız düşünülemeyeceğini çarpıcı bir anlatımla göz önüne sererken “iyi” ve “kötü” gibi değerlerin de ne denli sorgulanabilir olduğunu bir kez daha hatırlatır.   

JOSEPH ROTH, 1894’te Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Doğu Galiçya’daki Brody’de dünyaya geldi. Viyana ve Lemberg’de edebiyat ve felsefe öğrenimi gördü. Birinci Dünya Savaşı’na katıldı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşü, Roth’un hayatında belirleyici bir rol oynadı. Savaştan sonra Viyana’ya dönerek sol eğilimli gazetelerde muhabirliğe başladı. Bu dönem, yazarın Habsburg monarşisine eleştirel yaklaştığı yazılarıyla Kızıl Roth olarak tanındığı dönemdir. 1920’de Berlin’e geçerek gazeteciliğe Neue Berliner Zeitung ve Berliner-Börsen-Courier’de devam etti. 1923-1932 yılları arasında liberal Frank-furter Zeitung’un muhabirliğini yaptı; bu dönemde SSCB, Polonya, İtalya ve Arnavutluk gibi ülkelere seyahat etti. Nasyonal Sosyalizmin Avrupa için oluşturacağı tehlikeyi bir kehanet gibi sezinleyen ilk romanı Örümcek Ağı, bu dönemin eseridir, ancak pek ilgi görmez. Roth ironik bir şekilde asıl başarısını dönemin savaş sonrası toplumunu odağa alan ve güncelin nabzını tutan eserleriyle değil, emperyal Orta Avrupa’ya özlem duyan ve melankolik bir nostaljinin çekim alanına kapılan eserleriyle 1930’dan sonra yakalayacaktı. 1930’lu yılların başında önce Eyub adlı romanıyla, ardından da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yükselişi ve çöküşünü anlattığı, edebiyat tarihine başyapıtı olarak geçecek Radetzky Marşı’yla uluslararası çapta ün kazandı. Joseph Roth, 1933’te Hitler’in iktidara geldiği gün Fransa’ya göçtü. Kitapları Naziler tarafından kara listeye alındı ve yakıldı. Kendisiyle aynı durumda olan pek çok yazarın aksine Roth, sürgündeyken kitaplarını Hollanda ve Belçika’da yayımlatma olanağı buldu. Yine de son yıllarını mali kaygılar, gelecek tasaları ve yoğun alkol tüketiminin hızlandırdığı hastalıklarla boğuşarak geçirdi. Roth, 1939’da sürgün yaşamı sürdüğü Paris’te sefalet içinde öldü. 

Hotel Savoy
Çeviri: Bilge Uğurlar – Türkis Noyan 
Sayfa sayısı: 135 Sayfa
Fiyatı: 13 TL
Yayın tarihi: 14 Kasım 2017

Bir Katilin İtirafları
Çeviri: İlknur İgan
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 156 Sayfa
Fiyatı: 14 TL
Yayın tarihi: 14 Kasım 2017


Yunus Bektaşoğlu’ndan Güçlü Bir Distopya: Eradikasyon

Pazartesi, Kasım 20, 2017
Yunus Bektaşoğlu’nun labirentlerle dolu ilk romanı “Eradikasyon”, Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlandı. Şaşırtıcı bir dile ve kurguya sahip olan Eradikasyon, edebiyat okuruna yeni bir okuma önerisini müjdeliyor. Bu ilk romanında Bektaşoğlu, dilin ve anlatımın sınırlarını zorlayan bir esere imza atıyor. İç metinlerle bezeli eserin distopik yapısı, zorlu bir yolculuğa davet niteliğinde. Kitabın arka kapak yazısında okura şöyle sesleniliyor: “Bir gece kapına gelecekler ve ellerinde tuttuklarını sana uzatacaklar, ‘Bu senin suçun.’ Hakkın varmış gibi korkacaksın. Bir anlamın varmış gibi titreyeceksin ve kurabildiğin tek cümleyle olabildiğin tek şey olan reddedilmişliğinle itiraz edeceksin, ‘O bir suç değil, ceset.’ İşte o zaman sabırsızlıkla bekledikleri an gelmiş olacak ve seni kelepçeleyecekler. Sonra da haykıracaklar yüzüne ve bu hakaret senin özün olacak, ‘O zaman neden ölmedin şimdiye kadar?’ Orada duran şey elbette bir ceset değil, o senin geleceğin. Ve sana ne olduğunu unutturmamak için ellerinden geleni yapacaklar. Anlamadın mı hâlâ insan? Bu kadar mı aciz, bu kadar mı güçsüzsün? O zaman sana hepsinin özünü anlatayım: gün gelecek seni yaşadığın için suçlayacaklar.” Eradikasyon, hayatın ezici üstünlüğüne ve yok ediciliğine edebiyatla, sözcüklerle direnmek, cevap vermek isteyen herkes için aykırı bir metin. Meraklı okuru cezbedecek güçte başarılı bir eser. 

Eradikasyon, Yunus Bektaşoğlu, Roman, Yitik Ülke Yayınları, Kasım 2017, 196 sf., 21 TL  


Aydınlığı karanlıkla tanımlamak: “Distopya Dergi” raflarda

Pazartesi, Kasım 20, 2017
Yazın dünyasının tek atölye dergisi olma özelliği taşıyan “Distopya” yayın hayatına başladı.

Dilbilim uzmanı ve yazar Hakan Akdoğan'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yürüttüğü dergi, ilk sayısını tamamen distopik metinlere ayırdı. Her sayıda değişik bir temanın ele alınacağını söyleyen yazar Akdoğan, derginin atölye katılımcılarının nitelikli eserlerini okuyucuyla buluşturan bir platform olduğunu vurguladı. Önemli yazar ve eleştirmenlerin de yazılarıyla desteklediği derginin çizimleri metinlerin içeriğine uygun olarak tasarlandı. Ayrıca üç yazının, tiyatro oyuncuları tarafından seslendirilmiş versiyonları, Distopya Dergi’nin internet sitesinde metin çözümlemeleriyle birlikte yer aldı. Okuyucular, bu seslendirmelere, dergideki yazının üzerinde bulunan karekodun okutulmasıyla ulaşabilecek. 

İki ayda bir yayımlanacak Distopya Dergi, D&R, Remzi, Nezih, Arkadaş, Dost, Kitapsan gibi zincir kitapevlerinin yanı sıra gazete bayilerinden de temin edilebilecek. Dokuz liradan satılacak dergiye okuyucular yerel kitapçılardan da ulaşabilecek.

Neden Distopya:
Derdimiz ‘mutluluk.’ Bu kelimenin yarattığı tehlike. Amaç, ‘Mutluluk’ vaadi ile kandırılıp tüketime endekslenen, mutluluğu satın alarak ve taklit ederek yaşayacağına inanan insanlara edebiyatla dokunmak ve bir otoanaliz yaptırmak. Özneliklerini yitirip nesneleşen bireylere mutluluğun bu kadar zor olmadığını anlatmak. Bu nedenle “Distopya” dedik adımıza. Distopya; ‘kötü yer’ demek. Bu dünya ‘mutluluk’ dayatması ile kötü bir yer haline getiriliyor. ‘Distopya’ hep gelecekle ilgili sanılır. Distopyanın tam ortasındayız.

küçük İskender, farklı türlerdeki üç kitabıyla okuyucularla buluşuyor

Perşembe, Kasım 16, 2017
Çağdaş Türk edebiyatının en önemli isimlerinden küçük İskender, farklı türlerdeki üç kitabıyla okuyucusunun karşısına çıkıyor. Yeni kitapları, Türkçe Sözlü Hafif Mavi, Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar ve artık klasikleşmiş şiir kitabı Periler Ölürken Özür Diler Can Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluşuyor.

küçük İskender, şiir yazmanın ötesinde şiiri gözleyen, kollayan da bir şair. Türkçe Sözlü Hafif Mavi’deki deneme ile eleştiri, bazen de not almalar arasında gidip gelen yazılar; şiire, edebiyata, genel olarak sanata ilişkin bir rehber niteliğinde. Usta ve sözünü esirgemeyen bir sanatçının yoğun ve titiz izlenimleri sanatla arasında yeni köprüler kurmaya davet ediyor okuru. 

Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar ise filmler, şiirler, şarkılar eşliğinde hepimizin ortak hafızasının geri planında var olan masumiyete saygı duruşu. 

küçük İskender’in ilk kez 1994 yılında yayımlanan unutulmaz şiir kitabı Periler Ölürken Özür Diler’de şairin güçlü dizeleriyle okuyucuyu aşkın ve tutkunun peşi sıra sürüklüyor.

küçük İskender’den denemeler: Türkçe Sözlü Hafif Mavi 
“Dünyanın sabıka kaydını şairler tutar.”

İnsanın olmadığı yerde şiir de yoktur. İnsan, olmadığı, alınmadığı yere şiiri de yakıştırmamıştır. Merak mı daha fazla arzu uyandırıcıdır, kuşku mu? Şiirin teklifsizliğindeki muamma, o unutulmuş sır, o beklenilen maddesel mucize, yani saf şiirin vücuda gelişi, dile gelişi yahut, herkesten saklanmalıdır. Şair bu görevle sorumludur. O yüzden ketum, olağan ve sarptır.

küçük İskender, şiir yazmanın ötesinde şiiri gözleyen, kollayan da bir şair. Türkçe Sözlü Hafif Mavi’deki deneme ile eleştiri, bazen de not almalar arasında gidip gelen bu yazılar; şiire, edebiyata, genel olarak sanata ilişkin bir rehber niteliğinde. Usta ve sözünü esirgemeyen bir sanatçının yoğun ve titiz izlenimleri sanatla aranızda yeni köprüler kurmaya davet ediyor sizi.

küçük İskender’den Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar 
“Kadının ayak bilekleri bir çift rakı kadehidir bazen.”

“Biz de bir gün büyüyecek ve üst kata çıkacaktık. O kalabalık içersinde masamıza oturacak, çevremizde edebiyatçılara, sanat kokanlara, sanatçı gibi içen, içkiye sanat tadı verenlere karışacaktık. Çünkü meyhanede olmak bir sanattı. Birbirini kırmamak, incitmemekti. Alkolle incelen boya gibi dünyayı yeniden boyamak, renklendirmekti.”

Şarkılar, filmler, şiirler, yeme-içme alışkanlıkları bir toplumun ortak hafızasını belirleyen en önemli yapıtaşları arasındadır. Bazen kulağınıza çalınan bir şarkı, bir filmin karesinden fırlayıp gelen bir karakteri yanı başınıza getirir. Bazen ortak hatırlanan bir şiir dizesi derin bir dostluğun yerini tutar. Meyhaneler ise Türkiye’de, özellikle de İstanbul’da ayrıca kuşaklar arasındaki usta-çırak ilişkisinin de altını çizer. Herhangi bir lokantada bulunmayan gizli bir hiyerarşi, zamanla kazanılan bir  kabul... Kendi kültürünü tanıyanlara açılan bir kapı.

Çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerinden küçük İskender’in bu kitabı bir yeme-içme kitabı değil. Filmler, şiirler, şarkılar eşliğinde hepimizin ortak hafızasının geri planında var olan masumiyete saygı duruşu. 

küçük İskender’den Periler Ölürken Özür Diler
“tarih kitapları yazmaz aşk savaşlarını”
“âşık oldum mu
kurt inerdi yüzüme
birden fazlaydı katilim
cesedimi bulamadı sahibim
bir yerime yağmur yağıyordu
ellerimden teki karşı safa geçmişti
bağırsam, ama bir de bağırsam çağırsam ağlasam
şair oldum sanacaklardı
canım, güzel abim!
bağlasana deli gömleğimi!”

Çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerinden küçük İskender’in ilk kez 1994 yılında yayımlanan unutulmaz şiir kitabı Periler Ölürken Özür Diler, yeni baskısıyla Can Yayınları’nda. Küçük İskender, güçlü dizeleriyle okuyucuyu aşkın ve tutkunun peşi sıra sürüklüyor. 

küçük İskender, (Derman İskender Över), 28 Mayıs 1964’te İstanbul’da dünyaya geldi. Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde beş yıl eğitim gördü. Tıp eğitimini de, peşinden girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü de yarıda bıraktı. Şiir, roman, deneme, günlük gibi pek çok edebî türde eserler verdi. Yurtdışında yayımlanan antolojilerde şiirleriyle yer aldı. 2000 yılında Orhon Murat Arıburnu, 2006 yılında Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü kazandı. 2014’te Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü, 2017’de Necatigil Şiir Ödülü’nü aldı. Avrupa’da, ABD’de şiir okumalarına, panellere, sempozyumlara katıldı. Kürtçe ve Almancada kitapları basıldı. Şiir performansları yaptı, Ağır Roman, O Şimdi Asker gibi sinema filmlerinde rol aldı.

Türkçe Sözlü Hafif Mavi
Tür: Deneme
223 Sayfa
Fiyatı: 18,5 TL

Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar
Tür: Deneme / Öykü 
128 Sayfa
Fiyatı: 12 TL

Periler Ölürken Özür Diler
Tür: Şiir 
152 Sayfa
Fiyatı: 13 TL


M. Sadık Aslankara’dan tiyatroya adanmış yaşamlara bir ağıt : Şano

Çarşamba, Kasım 15, 2017
“Hayat bir sahne gibidir; ama daha tatsız bir sahne”

M. Sadık Aslankara, tiyatroya özgülediği bir üçleme yazdı; Bin Yüz Bir Giz (1993), Cicoz (2008) ve son olarak Şano. Bu kısa romanın ana kahramanı, Anadolu’da yaşatılmaya çalışılan bir tiyatro binası… Cumhuriyetin kuruluşunda kabaran kültür sanat coşkusu, halkın içinde yeşeren tiyatro aşkı ve zamanla devlet eliyle yapılanların yine devlet eliyle yıkılması… Tiyatroya adanmış yaşamlara bir ağıt. Aslankara’nın güzel Türkçesiyle…

“İşte böyle yenge, senle ben üzerlerine tiyatro acısı çalınmış iki kadınız. Bu sanata iki hayat vermiş, iki şehidi olan kadınlar, ne kadar uzağındayız şimdi tiyatronun… Hayatlarını veren kocalarımızın yanındakiler kimlerdi? Vardıysa ötekiler, onlarla sahneyi paylaşanlar şimdi neredeler? Belki kalmıştır bir ikisi, görürüz o zaman sahnede, fuayede, kuliste, bir yerlerde işte… Kaldıysa tabii… Ya biz, evet biz? Ama buradayız biz değil mi yenge, tiyatroya iki kurban vermiş, tiyatronun kadınlarıyla akraba iki acılı kadın…”

M. SADIK ASLANKARA, yazar, tiyatrocu, belgesel sinemacı. 12 Aralık 1948’de Sarayköy’de (Denizli) doğdu. AÜ. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Kitapları: Öykü: Uykusuz Sakız (2001), Cicoz (2008); roman: Bin Yüz Bir Giz (1993), Selgesus’ta Buse (1996), Sığınak (2003), Le (2010); oyun: Kevser’di (1989), Toplu Oyunlar 1/Kevser’di, Ev-Ses, Hayal Ustası (2004), Kırk Yaş Düşleri (2009). Aslankara, 2003’ten bu yana Cumhuriyet Kitap’ta “Kitaplar Adası” başlığı altında yazıyor.

Şano / M. Sadık Aslankara
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 109 Sayfa 
Fiyatı: 11,5 TL 

Günaydın Et'in Kurucusu Cüneyt Asan'dan “Et'in Kitabı”

Çarşamba, Kasım 15, 2017
Mylos Yayın Grubu yeni döneme yeni bir marka ile giriyor. Grubun yeni markası Karaf Kitap ilk kitabıyla karşımızda…

Mesleği kasap... Kendini böyle tanımlıyor, sonra işletmeci, işadamı, yaratıcı, eğitimci...

Verdiği sözü tutmayı her zaman önemsedi, önemsiyor. Bu mesleğe adım attığı günden itibaren sektörde hep yenilik ve farklılıkları takip etti, ediyor. Eğitime büyük önem verdi, veriyor. 

Kendi etini kendisi için üreten ilk markayı; uzun yıllardır en iyi restoran seçmelerinde her zaman ilk sıralarda yer alan Günaydın'ı yarattı.

Ette bir dünya markası: Günaydın

En önemli ilkesi, gittiği her yerde var olduğunu hissettirmek. Kendini bulabilen, yol çizebilen ve o yoldan yürüyen, en çok da inat eden bir karakter.

Şans ve tesadüfe değil emeğe, akla ve bilime inanıyor. İnsanın inandıklarının ve hayallerin peşinden koşması gerektiğine de...

Cüneyt Asan, "Çalışacaksın, uğraşacaksın, emek vereceksin, üreteceksin ve önce kendine, çevrene sonra ülkene ve dünyaya faydalı olacaksın" diyerek, sadece gençlere değil bütün insanlığa önemli bir hayat dersi veriyor: "Mesleğinizi aşkla yaptığınız zaman ilk aşamadan son aşamaya kadar bu tüketiciye aşkla, sevdayla geri döner. Ben işimi sanatla yaptım, yemeği misafirlere aşkla sundum hep. Emeğin hakka dönüşmesidir benim hikâyem. O kadar sevdim ki ben bu işi, olması gerekiyordu. Çabanın karşılığı mutlaka gelir. Aksi işin doğasına aykırı. Çok istiyorsan asla vazgeçmeyeceksin. Elde edince de kıymetini bileceksin..."

Katıksız bir başarı öyküsü

10 yaşında zorunluluktan girdiği kasap dükkânından yıllar sonra “Etin Profesörü” olarak çıkan Cüneyt Asan, "Dünyaya bunun için gönderildiğime inanıyorum. Kasaplığı bu yüzden asla sadece bir iş olarak görmedim," diyor.

Türkiye'de etle ilgili tabuların tamamını yıkan Asan, bugün ülkemizde etle uğraşan marka olmuş neredeyse herkesin öğretmeni.

Karaf Kitap etiketiyle raflardaki yerini alan eser, onun mücadele ve hep çalışmakla geçen hayatından hareketle etin öyküsünü anlatıyor.

Et hakkında her şeyi bir de "Etin Profesörü"nden dinleyin...

Et’in Kitabı / Cüneyt Asan 
Karaf Kitap
224 Sayfa
50 TL

“Kore Öyküleri” Türkçede!

Çarşamba, Kasım 15, 2017
“Kore Öyküleri” adlı kitapta 11 önemli yazarın ilk kez Türkçeye çevrilen öyküleri yer almakta. Yitik Ülke Yayınları'nca yayımlanan “Kore Öyküleri”ni Hatice Köroğlu Türközü dilimize kazandırdı. 

Kitapta yer alan eserler Kore’nin Japon sömürgesi altında bulunduğu dönemlerde, sömürge altındayken bile kalemlerini bırakmayan Koreli yazarların öyküleri. Modern Kore Edebiyatı’nın yükselişi ve toplumun modernleşmesi, geleneksel sosyo-politik düzenin yıkılışı ve Japon emperyalizminin acı tecrübesinin başlangıç aşamasında olduğu bir dönem olarak düşünülebilir. 1910 yılından 1945 yılına değin Kore; bağımsız bir devlet olarak değil, kültürel bir varlık olarak tam 35 yıl mevcudiyetini sürdürmüştür. Bu dönemin yazarları, sömürge gerçeği ile çatışmaya başlayıp sosyalizm düşüncesini edebiyat yoluyla topluma aşılamak için çaba göstermiştir. Yom Sang Seob, Kim Dong In, Na To Hyang, Jeon Yeong Taek, Kye Yong Muk, Hyon Jin Gon, Ju Yo Seop, Lee Tae Jun ve Yi Sang gibi yazarlara yer veren “Kore Öyküleri”, bu dönemin 11 önemli öykücüsünden 11 güçlü öyküyü bir araya getiriyor. Farklı bir okuma yapmak isteyenler için özel bir okuma önerisi. 

Kore Öyküleri, derleme, Yitik Ülke Yayınları, Çeviren: Hatice Köroğlu Türközü, 256 sf., Kasım 2017, 27 TL

Breece D'J Pancake’in ölümünden sonra kitaplaştırılmış öyküleri ilk kez Türkçede!

Cuma, Kasım 10, 2017
Yayımladığı kitaplarla öykünün ülkemizdeki kalesi haline gelen Yüz Kitap’tan bir güzel iş daha… Amerikalı genç yazar Breece D'J Pancake’in ölümünden sonra kitaplaştırılmış öyküleri ilk kez Türkçede!

Edebiyat dünyasının çok erken kaybettiği Breece D'J Pancake 1979’da, henüz 26 yaşındayken kendini av tüfeğiyle vurarak intihar etmiş ve sadece hayatını değil, büyük ihtimalle çok parlak bir geleceği olan yazarlık kariyerini de sonlandırmıştı. Ölümünden sonra 1983’te yayımlanabilen kitabı edebiyat dünyasının büyük hayranlığını kazandı ve eleştirmenlerce Hemingway, Joyce ve Çehov’la karşılaştırıldı. Daha sonraki yıllarda Breece D’J Pancake çağdaş Amerikan edebiyatı meraklıları arasındaki popülerliğini korudu ve öykülerine çok sayıda antolojide yer verildi. 

Pancake öykülerinde memleketi Batı Virginia kırsalını ve bölge insanını usta ve kıvrak bir dille anlatır: Bakımsız çiftlikleri, kapanmaya yüz tutmuş kömür madenlerini, geçmişin söküp atılamayan ağır mirasını, her şeyini kaybedip yine de inatla doğduğu topraklara bağlı kalan madencileri, çiftçileri, kamyon şoförlerini. Bu öyküler yoksulluk ve ümitsizlik kıskacındaki yöre insanının hıncını, tatminsizliğini ve özlemlerini tüm keskinliğiyle resmeder. Pancake derin bir melankoli ve kara bir çaresizlikle kuşatılmış olmalarına rağmen dik durmaya çalışan insanların ozanı.

“Pancake’nin olağanüstü bir anlatı dili var; gözünü budaktan sakınmayan, yalın gerçekliğin sertliğine sahip keskin bir ses bu.” – Margaret Atwood

“Bu genç yazar öyle olağanüstü yetenekli ki, insanın bu ilk çalışmayı Hemingway’la kıyaslayası geliyor.” – Joyce Carol Oates

“Gerçek bir edebi deha.” – The Guardian

Breece D’J Pancake 1952’de Batı Virginia’nın South Charleston kentinde doğdu. Huntington’daki, Marshall Üniversitesi’ni bitirdi. Daha sonra Virginia Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık programına yazıldı. Bir yandan da Virginia’daki iki askeri okulda  birden İngilizce öğretmenliğine başladı. 1977’de “Trilobitler” öyküsü The Atlantic dergisi tarafından yayımlandı. 1979’da kendini av tüfeğiyle vurarak intihar etti. Hayattayken altı öyküsü başta The Atlantic olmak üzere çeşitli dergilerde yayımlandı. Hiç yayımlanmayanlar dâhil tüm öyküleri 1983’de The Stories of Breece D’J Pancake adıyla kitaplaştırıldı.

Kışın İlk Günü Breece D’J Pancake
Çeviren: Ezgi Kıymaç
Yüz Kitap, Kasım 2017
ÖYKÜ
182 Sayfa
Etiket Fiyatı: 20 TL

Algan Sezgintüredi'den Yeni Roman: Süperben!

Çarşamba, Kasım 08, 2017
Asın bayrakları asın… April Yayıncılık’tan müjde var! Algan Sezgintüredi’nin yeni romanı “Süperben” okurla buluşuyor. Sezgintüredi, 11 Kasım Cumartesi günü 16:00'da İstanbul Kitap Fuarı'nda, hemen devamında Blackweek Polisiye Festivali kapsamında çeşitli etkinliklerle roman okurlarıyla buluşacak.

Yazar ve çevirmen Algan Sezgintüredi polisiye kitaplarının ardından bu kez Vonnegut'a selam çakan bir romanla okurlarla buluşuyor: Süperben.

Esas mesele, esas süper güç, kafamızda kıpırdanan, çakan, parıldayıp duran gri hücrelerdi. Güzeli, hepimizde vardı. Kullanıp kullanmamaksa…

31 Mart 2015.
Tüm Türkiye’de elektrikler bir anda kesildi. Ülke saatler boyunca karanlıkta kaldı. Taze emekli Cengiz o meşum günü küçük bir kasabada idrak etti. Eşiyle... Komşularla... Nur Abla’yla, İshak Asımoğlu’yla, Hacı Veysel’le. Süperkahraman olmak için bütün şartlar uygundu.

Ama dur, dur bir dakika...

Hep aynı şey, Cengiz. Düşün, taşın, gevezelik yap. Abuk sabuk şeyler düşüneceğine önce bir bak bakalım, Süpermen misin sahiden? Değil mi? Alt tarafı yerden havalandın daha.

Algan Sezgintüredi Vonnegut’u rehber ediniyor, Asimov’u, Le Guin’i, Wells’i sofraya oturtuyor, zamanın, geleceğin, geçmişin imkanlarını dille sorguluyor.

Sicim teorisi, paralel evrenler, kara delikler, klonlama, yapay zekadan sonraki adım, bilinç yaratma ve sonunda o bilince sahip makineler.

Schrödinger'in kedisi, omega bulutsusu, at nalı Nebulası, yedi kız kardeş.

Süperben, çağın soru ve sorunlarına kafa tutan taze bir roman, bir Türkçe şölen.

"Okunması zevkli, dili ahenkli, ritmi hem çok şevkli hem de pek cenkli, nazarlık mavisi renkli bir eser. Bayıldım." Sezgin Kaymaz

“Şüphesiz sağlığına kavuşmak için doktor emriyle düzenli yürümeye başlayan orta yaşlı bir adamın süper kahraman olması sık rastlanan bir olay değil. Süperben de insanın karşısına sıklıkla çıkabilecek bir roman değil. Hem de bunu her yerden süper kahramanlarla zombilerin fışkırdığı bir dünyada onlardan bahsederek başarıyor. Bir edebi tür olarak bilimkurgu bir sayfiye kasabasına yerleşseydi ne olurdu? İşlek kalemini polisiye romanlarından tanıdığımız Algan Sezgintüredi, Süperben’de dünyanın delirmiş haline ironiyi sakınmadan ama gizleyemediği bir şefkatle kafa yoruyor.”  Özgür Mumcu

Algan Sezgintüredi: Yazar. Çizer. Çevirir. Düzeltir. Oğlunu, eşini, annesini ve başta babası, tüm göçmüş akrabalarını ve başta kayınpederi, tüm yaşayan akrabalarını; en eskisinden en yenisine tüm arkadaşlarını, okumayı, sanatın her türünü, hele Beşiktaş’ı, hele Uzay Yolu’nu, hele ki hele muhabbeti, hele ki hele ki hele öğrenmeyi çok ama çok sever. Tüm karamsarlar gibi içi umut doludur. Fena biri sayılmaz.

Süperben / Algan Sezgintüredi
Roman, April 1. Baskı Kasım, 2017, 224 sayfa, 22 TL

Tayfun Atay’dan Görünüyorum O Halde Varım : “Meşhuriyet Çağı”nda Kültür ve İnsan

Çarşamba, Kasım 08, 2017
Türkiye, Batı’dan esen rüzgârların etkisinde kitlesel bir “meşhurluk” hevesine hanidir kapılmış görünmekte. Andy Warhol’un, “Bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak,” sözünün geçerlik kazandığı günlerin içinde gibiyiz.

Var olmanın yolunun düşünmekten değil “görünmek”ten geçtiği sanısının yaygınlaştığı bir dünya bu. Okumadan duramayan yazılı kültür insanının çok gerilerde kaldığı, seyretmeden duramayan görsel kültür insanının dünyası...

Böyle bir dünyada okumaktan çok seyretmek, bilmekten çok görünmek, akla hitap etmekten çok göze hitap etmek, kafa yormaktan çok “yorma kafanı” telkinine uğramak söz konusu.

Görünüyorum O Halde Varım, bu dünya insanının ruh haline, itki ve yönelimlerine karşılık gelen bir ifade.

Ancak kimsenin kimseyi umursamadığı, herkesin herkesten ürktüğü “kalabalık yalnızlıklar” dünyasında, “Var olmak görünmektir,” ifadesi aslında bir “sanı”dan ibaret olmaktan öteye de gitmiyor.

Peki ya gerçekler?..

Gerçekler karşısında “yorma kafanı” diyen çok olsa da…

Hâlâ kafa yormadan duramamanın mutluluğuyla yazdığı bu kitabında Tayfun Atay, gerçekler üzerine bir tartışma açmayı hedefliyor. 

TAYFUN ATAY 1962 Ankara doğumlu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Antropoloji öğrenimi gördü. Aynı üniversitede yüksek lisansını tamamladı. Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda (SOAS) yüksek lisans ve doktora yaptı. Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim (Etnoloji) Bölümü ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı, dersler verdi. 2003-2004 yılları arasında Can Dündar’la Milliyet gazetesi bünyesinde haftalık Popüler Kültür ekini çıkardı. 2006’dan itibaren BirGün, T24 ve Radikal’de köşe yazarlığı yaptı. Batı’da Bir Nakşi Cemaati / Şeyh Nâzım Kıbrısî Örneği (1996), Din Hayattan Çıkar / Antropolojik Denemeler (2004), Yaşasın Meşhuriyet Çağı / Popüler Kültürden Kitle Kültürüne Türkiye İzlenimleri (2005), Göl ve İnsan / Beyşehir Gölü Çevresinde Doğa-Kültür İlişkisi Üzerine Antropolojik Bir İnceleme (2006), Türkler Kürtler Kıbrıslılar / İngiltere’de Türkçe Yaşamak (2006), Çin İşi Japon İşi / Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine Antropolojik Değiniler (2012), A Muslim Mystic Community in Britain / Meaning in the West and for the West (Britanya’da Müslüman Bir Mistik Cemaat / Batı’da ve Batı İçin Anlam) (2012), Parti Cemaat Tarikat (2017)  kitaplarını yazdı. Halen Cumhuriyet gazetesi yazarı. Meltem Can’ın babası.

Görünüyorum O Halde Varım / Tayfun Atay 
Tür: İnceleme  
Sayfa sayısı: 301 
Fiyatı: 23 TL
Yayın tarihi: 7 Kasım 2017

Doğu Yücel’den mizah yüklü bir kara roman : Kimdir Bu Mitat Karaman?

Çarşamba, Kasım 08, 2017
“Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları” ve “Hayalet Kitap” ile tanıyıp sevdiğimiz Doğu Yücel’den müjde var. Yücel’in yeni romanı “Kimdir Bu Mitat Karaman?” Can Yayınları etiketiyle raflarda…
Yalnız bir adam. Eski bir apartman. Şüpheli bir ölüm…

Evden işe, işten eve gidip gelen son derece sıradan ve silik birinin başına ne gelir ki, demeyin… Her an her şeyin olabileceği bir kurgu silsilesi Kimdir Bu Mitat Karaman? Gece geç saatte kapısı çalan Mitat diyafonu kullanırken bir beceriksizlik yapar ve apartmanın kapısını açar. O anda bunun tüm hayatını değiştireceğini bilmesi mümkün değildir tabii… 

“Böylesine sıradan bir anda nasıl bir değişim yaşanabilir ki? En fazla ne olabilir? Mitat televizyonda aynı şeyleri geveleyip duran adamlardan birinin sarf edeceği muhteşem bir sözle hayatı hakkında büyük bir uyanış mı yaşayacak? Çitlediği çekirdeğin kabuğu dişetlerine saplanacak, bunu fark etmeden ağzını kapatınca fantastik filmlerdeki canavarlar gibi can mı verecek? Kabuğu tamamen kapalı olan antepfıstığını açmaya çalışırken elini mi kıracak? Ne olabilir ki  Allah aşkına?”

Doğu Yücel’in bu sürükleyici yeni zaman polisiyesi güçlü bir kara mizah örneği, bir paranoya kuyusu, okudukça açılan, heyecan verici bir yeni Türkiye panoraması. Devamı gelsin isteyeceksiniz.

DOĞU YÜCEL, 1977’de İstanbul’da doğdu. Çocukluk ve gençlik yılları İzmir’de geçti. 1997’de Gençlik Kitabevi Öykü Yarışması’nda, 1999’da Bilimkurgu Nostromo Kısa Öykü Yarışması’nda başarı ödülleri kazandı. 2000’de Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları isimli öykü kitabı, 2002’de ise Hayalet Kitap isimli romanı yayımlandı. Okul (2004) ve Küçük Kıyamet (2006) filmlerinin senaryolarına imza attıktan sonra ikinci romanı Varolmayanlar’ı 2011’de okurlarla paylaştı. Kar İzleri Örttü, Sanatçı Öyküler, Güçoburlar gibi öykü seçkilerine katılan yazar çeşitli yerlerde yayımlanan sinema, müzik ve edebiyat yazılarıyla da tanınıyor. Yücel, Güneş Hırsızları’nın (2014) ardından Kimdir Bu Mitat Karaman? ile yazın yolculuğuna devam ediyor.

Kimdir Bu Mitat Karaman? / Doğu Yücel  
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 335 Sayfa
Fiyatı: 20 TL
Yayın tarihi: 7 Kasım 2017


Öykü Gazetesi’nin 14. sayısı çıktı

Cumartesi, Kasım 04, 2017
Türkiye’de öykünün güçlü bir tarihi var… Ömer Seyfettin’den Sait Faik’e, toplumcu edebiyattan ’50 kuşağına, öykü yazarlarımızın gücü, üretimi, yaratıcılığı hiç eksilmedi, Tahsin Yücel’in de dediği gibi, Sait Faik, Orhan Kemal gibi yazarların sayısı dünyada da çok fazla değildir… Öykü Gazetesi, edebiyatımızın bu kanalıyla beslenip günümüzde de olanca verimliliğiyle akan öykü ırmağını, iyi öyküyü ve sadece öyküyü okura alabildiğince yalın ve hızlı biçimde ulaştırma hevesiyle 2016 yılının Ekim ayında yayımlanmaya başladı. Ayda bir okurlarla buluşan ve yalnızca “öykü” yayımlayan Öykü Gazetesi ekim sayısıyla okuyucuyla buluşuyor. 

“Kişioğlu hikâyecilikten kurtulamaz, kendi hikâyeleri ve başkalarının
 hikâyeleri arasında yaşar.. " Jean-Paul Sartre

Gazetemizin Kasım 2017 sayısında şu değerli öykücülerimizin öyküleri var: Kadri Öztopçu, Emre Şahinler, Mesut Barış Övün, Ademhan Esen, Başak Baysallı, Mehmet Fatih Özbey, Gürkan Gür, Serkan Murat Kırıkcı, Esin Bayraktar, Bilgehan Uçak, Günay Güner, Kenan Şahbaz, Zeynep Rade, Nesibe Çakır, Süleyman Güneş, Öznur Babur, Hasan Cüneyt Bozkurt, V. F. Yaman, Ozan Kara, Dinçer Batırbek, Necati Eker, Deniz Ademoğlu, Burak Çavuş, Ezgi Örnek, Önder Şit.

İyi okumalar…  


Vee gelelim klasik bülten sonrasına… İlk sayısından bu yana keyifle takip ettiğim “Öykü Gazetesi”nde öykümle yer alıyorum bu ay… Okuruydum, yazarı da oldum… Büyük keyif olduğunu belirtmeye gerek var mı? Bu ay bi öykü gazetesi aldığınızda yedinci sayfada göz göze geliyoruz… Bununla yetinmek zorunda da değilsiniz. “İnci Gece” ile ilgili eleştirilerinizi de bekliyorum… 


Sel Yayınları’ndan Kasım Yenileri

Cumartesi, Kasım 04, 2017
Sel Yayınları Kasım ayını on kitapla karşılıyor… Hüseyin Kıran’ın metaforlarla örülü romanı “Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır”, Berrin Karakaş’ın sarmalı “Çukur” ayın edebiyat kitapları… Elias Canetti’nin yalnızlık, ölüm, iktidar ve dil temalarını işlediği “Sinek Azabı” ve Enis Batur’un katır metni “Göl Yazı” da ayın deneme kitapları… “Bir Sürü Endişe” okuru Onur Ünlü’nün dünyasına davet ederken, David Harvey de sermayenin işleyiş mantığını çözümlerken bir metafora başvuruyor: Marx, Sermaye ve İktisadi Aklın Cinneti. Sel Yayınları bu ay “Geceyarısı Kitapları”na da dört kitapla devam ediyor: “Bibliyomani”, “Genç Bir Şaire Öğütler”, “Edebiyat Heveslisi Gençlere Tavsiyeler” ve “Deneysel Roman”…

Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır * Hüseyin Kıran
Hüseyin Kıran külliyatında izi adım adım sürülebilen bu dünyanın insanı olmayı “normalliği” zorlayarak değiştirme mücadelesi, Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır’da güçlü bir metafora dönüşüyor. Her türlü otoriteye bireysel karşı çıkışın, nihayetinde kendisinin de bir otoriteye dönüşmesi, gelişmesi ve kaçınılmaz olarak devrilmesinin hem hikâyesi hem de dile yansıyışı sorgulayıcı etkiler yaratıyor. Neşterinin keskin ağzı biat edenleri, kabullenenleri ve uyumluları kesiyor.

“Anladım. Efendi bendim. Kendimle görüşecektim. Bu, doğayla görüşmenin diğer adı oluyordu. Doğa, kendini bende gömülü tutuyordu. İçimde çeşit çeşit hayvanın yankısını bunun için buluyordum, onlarla kardeştim. Bu kadar kolay öfkelenebilmek, beni lav püskürten yanardağların kardeşliğine bağlıyor. Ölü gibi sessiz bekleyebilmem, beni deniz yapıyor ve değişkenliğimle nehir oluyordum...

Ve peki, ben kendime ne diyecektim...” 

HÜSEYİN KIRAN, 1965 yılında Amasya’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini burada tamamladı. Üniversiteden politik nedenlerle ayrılmak zorunda kaldı. Yine aynı nedenlerle 10 yıl hapis yattı. İki kız çocuk babası. İstanbul’da yaşıyor. 
Çağdaş Türk Edebiyatı, Roman, 112 sayfa, 12 TL

Sinek Azabı * Elias Canetti
Edebiyattan sosyolojiye farklı alanlarda çok sayıda eser veren Elias Canetti, bu kez de yalnızlık, ölüm, iktidar ve dil temalarını işlediği Sinek Azabı’yla okur karşısında. On yıllardır not aldığı ve daha önce yayınlanmamış aforizmalar, alıntılar ve hatıralardan oluşan bu eserde büyük edebiyatçı ve düşünürün zihninde beliren kıvılcımların ve düşünüş tarzının izini sürmek mümkün. Canetti eserini dilin müthiş kuvvetinin bilinciyle kaleme alırken, 20. yüzyılın büyük bilgesinin derin yaşam deneyimini değerlendirmek de okurlarına kalıyor.

“Her sözcüğün şiddetle etkilediği bir kurbanı vardır; bazen düşünüyorum da, galiba bütün sözcüklerin kurbanıyım ben. Yakayı sıyırabildiğim kelimeler, sadece kâğıda aktarabildiklerim; bunlar beni sakinleştiriyor; bu sözcükleri kullanmama müsaade edilmiş gibi; ölüp gittiğim zaman, beni artık tahrik etmeyeceklerinden eminim, her ne kadar o zaman bile, hatta asıl o zaman var olacaklarsa da.” 

ELIAS CANETTI, (Rusçuk, 1905 – Zürih, 1994) İspanya’dan göç eden Sefarad Yahudisi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Öğrenimini Zürih ve Frankfurt’ta tamamladıktan sonra Viyana’ya dönüp Doğa Bilimleri ve Felsefe bölümlerinde doktora yaptı. Ardından, yazarlığa yöneldi ve 26 yaşında başyapıtı sayılan Körleşme’yi kaleme aldı. Kitlelerin psikolojisini ona yabancı birinin bakış açısından anlatan roman, dönemin Nazi Almanyası’nda yasaklandı ve ancak 1960’lardan sonra keşfedilebildi. Canetti, 1938’de Avusturya’nın ilhakından sonra Londra’ya, ardından Zürih’e taşındı. İkinci Dünya Savaşı dahil tarihin en büyük kitlesel eylemlerine tanıklık etmiş olması onu kitle ve iktidar ilişkileri üzerine düşünmeye ve yazmaya yöneltti. Bu düşüncelerinin sonucu olarak 1960’ta Kitle ve İktidar isimli incelemesini tamamladı. Çocukluk ve gençlik yıllarına ve daha sonraki yaşamının bir bölümüne dair anılarını Kurtarılmış Dil, Kulaktaki Meşale ve Gözlerin Oyunu adlı üç kitapta anlattı. 1981’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Ömrünün büyük bir kısmını İngiltere’de geçirdi. Eserlerini Almanca kaleme aldı.
Özgün Adı: Die Fliegenpein. Aufzeichnungen, Türkçesi: Necati Aça, Çağdaş Dünya Edebiyatı Deneme, 131 sayfa, 14 TL

Onur Ünlü : Bir Sürü Endişe * Söyleşi: Alper Kırklar
Onur Ünlü’nün şiir, sinema ve televizyon prodüksiyonları vasıtasıyla dahil olduğumuz dünyasına bu kez uzun ve derin bir sohbetle konuk oluyoruz.

Son sürat üretmeye devam eden, normal olanın sınırlarını zorlayan, ortalama ile derdi olan, anaakımla işi olmayan, çok okuyan, çok seyreden, çok dinleyen, türüne az rastlanır bir zihnin kıvılcımlı, sihirli, deli, bir o kadar endişeli arka odası burası… Alain Badiou’den Farabi’ye, Kurt Vonnegut’tan İbn-i Rüşd’e, şiirden felsefeye, edebiyattan siyasete, tasavvuftan sinemaya, bu dünyadan öteki dünyaya uzanıyor; insan olmanın türlü hali masaya yatırılıyor.

Yönetmen, şair, senarist ve insan olarak Onur Ünlü verdiği sahici cevaplarla okuru zihin açıcı bir yolculuğa çıkarıyor.

ALPER KIRKLAR, 1976 yılında doğdu. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema-TV bölümünde lisans eğitimi aldı. Bir süre dergi sektöründe editör ve bir internet portalında kültür-sanat editörü olarak çalıştıktan sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi oldu. Yüksek lisansını İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sinema-TV üzerine yaptı, Marmara Üniversitesi’nde “Türk Sineması’nda İstanbul” konulu teziyle doktor unvanı aldı. Çeşitli belgesel ve reklam filmlerinde yönetmenlik ve editörlük yaptı. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
237 sayfa, 20 TL

Göl Yazı – Çapraz İlişkiler Kafesi – katır metin * Enis Batur
Enis Batur’dan, uyanık halde görülmüş düş sahnelerinin uyurgezer halde yazılmış versiyonlarından mürekkep bir anti-roman.
Çağdaş Türk Edebiyatı, Deneme, 151 sayfa, 14 TL

Marx, Sermaye ve İktisadi Aklın Cinneti * David Harvey
Yayınlanışının üzerinden 150 yıl geçen Marx’ın Kapital’inden, hâlâ bir türlü alaşağı edilemeyen kapitalizmin nüvesini oluşturan sermayeye giden uzun yolda, David Harvey sermayenin işleyiş mantığını çözümlerken bir metafora başvuruyor: onu doğadaki su döngüsüyle eşleştiriyor. Böylece gündelik hayatın en ince detayına dek işlemiş, fakat korkunç boyutlardaki yabancılaşma yüzünden varlığının farkına varılamayan sermayeyi elle tutulur ve gözle görülür hale getiriyor.

Sürekli dolaşım halindeki sermayenin nüvesini oluşturduğu ekonomik sistemin ardındaki mantık, bir cinnet durumuna işaret ediyor: Nüfusu katlanarak artan şehirlerde yalnızca çalışmak için yaşamak, sürü kabilinden doluşulan taşıtlarla bir yerlere ulaşmaya çabalamak, bunca bina bolluğu içerisinde insani koşullarda barınamamak; bu baş döndürücü sirkülasyon içinde durmaksızın sömürülmek, kendini gerçekleştirme araçlarından ve imkânlarından yoksun kalmak...

Sermayeye dayalı bu cinnet halindeki düzeni yıkan Ekim Devrimi’nin 100. yılında bize düşen, yaşadığımız dünyayı kavrayışımızı derinleştirmek ve harekete geçmek.

DAVID HARVEY, 1935, İngiltere doğumlu. 1961’de Cambridge Üniversitesi’nde coğrafya alanında doktorasını tamamladı. Bristol Üniversitesi’ndeki çalışmalarının ardından 1969’da ABD, Baltimore’daki Johns Hopkins Üniversitesi’ne geçti. Sayısız makalesi ve birçok dile çevrilen kitaplarının yanı sıra verdiği konferanslarla da bilinen Harvey, beşeri bilimler alanında dünyada en çok atıf yapılan 20 yazar arasında yer almaktadır. 2001’de City University of New York’ta çalışmaya başlayan Harvey, özellikle “mekân” konusundaki çalışmaları ve bu konuda Marksist teoriye katkılarıyla dikkat çeker.
Özgün Adı: Marx, Capital and the Madness of Economic Reason, Türkçesi: Esin Soğancılar, DüşünSel: 35, 239 sayfa, 22 TL

Çukur * Berrin Karakaş
Altıparmak Dağları’nın avcuna gömülmüş, bekliyor öksüz, köksüz Çukur. Ölmüşü çok, gidenlerden dönmüşü yok: En kalabalık meydan kabristan. Ölüler hatırlanmak, diriler deprem bekliyor.

Berrin Karakaş ihanetin, bekleyişin, kötülüğün, ümitsiz aşkların sarstığı Çukur’da, bizi bir sarmalın içine; cevapsız soruların, sonuçsuz hesaplaşmaların, beyhude beklentilerin ve şifasız acıların tam ortasına sürüklüyor.

Bir mucize gerek. Ve bir bela, bir kurban. Belalar ve mucizeler yan yana yürüyor Çukur’da.

BERRİN KARAKAŞ, 1975 yılında doğdu. İlk kitabı Sidre (öyküler) 2004 yılında yayınlandı. Yayınlanan diğer kitapları: Tül (öyküler, 2005), Hayalhane (roman, 2007), Üç Noktalar Sarayı (roman, 2010) Ada’nın Saçları (çocuk kitabı, 2015).
Çağdaş Türk Edebiyatı Roman, 237 sayfa, 20 TL


Bibliyomani * Gustave Flaubert
Kitapları niteliğine bakmaksızın fetiş öğesi haline getiren bir bibliyoman, bu tutkusunu ne kadar ileri götürebilir?

“Bu adamın sahaflar ve eskiciler haricindeki kimselerle konuşmuşluğu yoktu. Ketum olduğu kadar hayalperest, nemrut olduğu kadar mahzun bir adamdı; tek bir düşüncesi, tek bir sevdası, tek bir tutkusu vardı: Kitaplar.”

14 yaşındayken gerçek bir olaydan esinlenerek kaleme aldığı bu ilk yapıtında Flaubert, hem okuruyla hem de insanoğlunun içindeki şeytanla selamlaşarak klasik edebiyata sunacağı katkıların müjdesini veriyor. Elyazmaları ve öykünün basıldığı Colibri gazetesinin 1837 yılı nüshasıyla Bibliyomani, Flaubert’in edebi dehasının ilk ürünü…
Özgün Adı: Bibliomanie, Türkçesi: Ayberk Erkay, Geceyarısı Kitapları: 51, 72 sayfa, 12 TL

Genç Bir Şaire Öğütler * Max Jacob
“Sırasında bir Roma imparatoru sırasında bir Yahudi peygamberi, sırasında da zingirdek bir çocuk…”

Fransız edebiyatının sıradışı kalemi Max Jacob’un “Genç Bir Şaire Öğütler”inden, Apollinaire ile Tzara’ya yazdığı mektuplardan ve düzşiirlerinin yer aldığı “Zar Boynuzu”ndan müteşekkil bu derleme, Salâh Birsel’in özgün Türkçeleştirmesiyle yeniden okur karşısında.

“Yoğunluk sorunu üzerine kafa yorun. Deniz suyu ile kaynak suyu arasındaki ayrımı hiç düşündünüz mü? Şiirinizin, düzyazınızın yoğun olmasına bakın.”
Özgün Adı: Conceils a un jeune poéte, Türkçesi: Salâh Birsel, Geceyarısı Kitapları: 54, 107 sayfa, 12TL

Edebiyat Heveslisi Gençlere Tavsiyeler * Charles Baudelaire
“Okuyacağınız tavsiyeler tecrübenin meyvesidir; deneyim denen şey belli bir miktar hatayı içinde barındırır; bu hataların hepsi (veya neredeyse hepsi) zamanında işlenmiş olduğundan, umuyorum ki benim tecrübem de hataların her biriyle doğrulanacaktır.”

Fransız edebiyatının devrimci kalemi Baudelaire, edebiyat bahçesindeki tecrübe meyvelerini heveskâr gençlerle paylaşıyor.

Esin kaynaklarını, çalışma yöntemlerini, şöhretin getirdiği handikapları, eleştirilerle göğüs göğüse çarpışmak ve başarılı bir kalemşör olmak için uygulanması gereken yöntemleri adım adım, samimiyetle aktarıyor.
Özgün Adı: Conseils aux jeunes littérateurs, Türkçesi: Alper Turan, Geceyarısı Kitapları: 53, 28 sayfa, 12 TL

Deneysel Roman * Émile Zola
“Öncelikle sorulması gereken soru şudur: Şu ana kadar yalnızca gözlem yöntemi kullanılmış olan edebiyatta deneyleme mümkün müdür?”

Émile Zola’nın 1880’de kaleme aldığı Deneysel Roman, deneysel tıbbın yöntemselliğinin edebiyata uygulandığı bir natüralist manifesto.

İyi bir romanın niteliklerini bir bilim insanı titizliğiyle ele alıp açıklayan ve olguların dışında hiçbir otorite tanımayan Zola, geliştirdiği perspektifle çağdaşlarına fark atıyor…
Özgün Adı: Le Roman expérimental, Türkçesi: Kıymet Zeyrek, Geceyarısı Kitapları: 52, 71 sayfa, 12 TL


Murat Gülsoy’dan yeni roman : Öyle Güzel Bir Yer ki

Cuma, Kasım 03, 2017
Geçtiğimiz yıl yayımlanan romanı “Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet” ile yılın en iyi romanlarından birine imza atan Murat Gülsoy arayı fazla açmadan yeni romanı ile geliyor. “Öyle Güzel Bir Yer Ki” Can Yayınları etiketiyle raflarda…

Murat Gülsoy, okurunu bir kez daha işinden çıkması güç labirentlere davet ediyor. İnşaatlarla yapboza dönüşen bir şehirde, kahramanının zihninde hatıralardan yeni bir yapboz kuruyor.

“Camdan bir kutunun içinde kısılı kalmış gibiydi. Başının üzerini yokladı, orada da camdan bir tavan vardı belli ki. Görünmeyen duvarı yumrukluyor, bağırarak yardım istiyordu. Ama kutu sımsıkı kapalı olduğu için sesini duyuramıyordu sanki. Birden başının üzerinde bir ağırlık hissetti, elini kaldırdı, tavan hareket ediyordu. Yavaş yavaş bir piston gibi aşağı iniyordu. Önce direnmeye çalıştı ama görünmeyen tavan güçlüydü.”

Fırtınalı bir gecede eskici Kerem'in dükkânında bir araya gelen eski lise arkadaşları geçmişe doğru karanlık bir yolculuğa çıkarlar. Kerem için bu yolculuk hem yeni bir aşkın kapısını aralayacak hem de yıkımın başlangıcı olacaktır.  Yaşadığı ülkenin geçmişi, günü ve geleceği Kerem'in peşini bırakmaz. Binaların, parkların, bütün şehrin dönüşüp yerle yeksan olduğu bir zamanda roman kahramanları yıkımdan kurtulabilecek midir?

Murat Gülsoy okurunu bir yandan hayatın sonsuz anlarını kaydeden bir zihne davet ediyor diğer yandan görünmez bir kapanın içinde kısılı kalmış küçük hayatların, bireysel acıların, bencil hırsların hemen yanı başında kanayıp duran geçmişe ait söylenmeyenleri işaretliyor.

Öyle Güzel Bir Yer ki, siren seslerine kapılıp giden yaşamımızın, alacakaranlık dünyamızın romanı…

MURAT GÜLSOY, 1992-2002 yılları arasında arkadaşlarıyla Hayalet Gemi dergisini çıkardı. Bu Kitabı Çalın adlı kitabıyla 2001 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Bu Filmin Kötü Adamı Benim adlı romanıyla 2004 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü, Baba Oğul ve Kutsal Roman adlı kitabıyla
2013 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nü, Gölgeler ve Hayaller Şehrinde adlı romanıyla da 2014 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Kitapları çeşitli dillere çevrilen Murat Gülsoy, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi, mühendislik ve yaratıcı yazarlık dersleri veriyor; sadece yazmayı değil, yazmak üzerine düşünmeyi de seviyor.
muratgulsoy.wordpress.com

Öyle Güzel Bir Yer Ki / Murat Gülsoy  
Sayfa sayısı: 239
Fiyatı: 19.5 TL
Yayın tarihi: 2 Kasım 2017

Ralph Keyes'den Toplumsal refleks olarak yalan ve aldatmaya dair : Hakikat Sonrası Çağ

Çarşamba, Kasım 01, 2017
Delidolu Yayınları kurmaca dışı serisi devam ediyor! Ralph Keyes'den Hakikat Sonrası Çağ: Toplumsal refleks olarak yalan ve aldatma raflarda…

Oxford Sözlüğü’nün 2016’da “yılın sözcüğü” seçtiği “hakikat sonrası” (post-truth) kavramı ile ilgili yazılmış ilk kapsamlı teorik kitap Hakikat Sonrası Çağ, Delidolu Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Amerikalı yazar ve akademisyen Ralph Keyes’in kaleme aldığı kitap, yalanın ve aldatmanın nasıl toplumsal refleksler haline geldiğini sorguluyor. 

Amerikalı yazar ve akademisyen Ralph Keyes’in kaleme aldığı Hakikat Sonrası Çağ, toplumsal refleksler haline gelen yalanın ve aldatmanın siyasal, sosyal ve iletişimsel alanı, kısacası toplumu nasıl biçimlendirdiği üzerine teorik yaklaşımlar sunan en kapsamlı kitaplardan biri. 

Kitabında kültür endüstrileri, siyaset, tarih yazımı ve medya genelinde hakikatin ve dürüstlüğün yaşadığı değer kaybını eleştiren Keyes, yalanın tüm dünyada artan meşruiyetinin nedenlerini araştırıyor.  

“Beyaz yalan dostu bir çağda yaşıyoruz. Diğerlerini aldatmak bir nevi boş zaman faaliyetine dönüşmüş durumda. Şu konuda ikilemdeyiz: Bir yandan kendi yalanlarımıza bahane bulurken diğer yandan yalancılığın bu kadar yaygın olması karşısında dehşete düşüyoruz.”

Yalan ve aldatma nasıl gündelik toplumsal refleksler haline geldi? 
Birinin yalan söylediğini bile bile neden onu onaylarız? 
Nasıl oldu da kamuoyunu gerçeklerden çok kanaat ve duygular belirlemeye başladı? 

Delidolu Yayınları’nın kurmaca dışı koleksiyonunun yeni kitabı Hakikat Sonrası Çağ, toplumsal yaşamımızı radikal biçimde şekillendirmeye başlayan bu eğilimin yükselişini ve tehlikelerini gözler önüne sererken, aynı zamanda dürüstlüğü nasıl yeniden kazanabileceğimize ilişkin bir yol haritası sunuyor.

“Zeki insanlar olarak, suçluluk duymadan paçayı kurtarabilmek için gerçeği örtbas etmeye gerekçeler buluyoruz. Ben buna hakikat sonrası diyorum.”

Hakikat Sonrası Çağ
Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma
Yazar: Ralph Keyes
Türkçeleştiren: Deniz Özçetin
408 Sayfa
Fiyat: 32,00 TL


 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template