♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Huzursuzluk : Ben Bir İnsandım!

Pazartesi, Ocak 30, 2017
Dünya ile ilgili en büyük şikayetimiz artık önyargı çöplüğünden ibaret olması. Kimsenin kimseyi tanımak için, tanımaya çalışmak için en ufak bir çaba göstermeden kulaktan dolma bilgilerle oluşan önyargılarına sıkı sıkıya güvenmesi ve ona göre hareket etmesi. Hiç sorgulamadan, düşünmeden otomatik pilota bağlamış gibi davranıyorlar. İşin daha da kötüsü bundan rahatsız olmuyorlar. Yaşlı dünyamızın halen bu önyargılardan ibaret olması, “insan” olmaya çalışan bireyi huzursuz ediyor. Bu huzursuzluk içini kapladıkça umutsuzluk da artıyor. Zülfü Livaneli, yeni romanında işte bu huzursuzluğu işliyor. Baş kahraman İbrahim üzerinden günümüz modern insanına da değiniyor, anadolu insanına da. Kulaktan dolma bilgiler ve inançlar yüzünden farklı olana yaklaşımlarını irdeliyor. Ve elbette göçmenler, kara sevda ve ezidiler üzerinden…

Bizim kuşağın son iyi kuşak olmasının başlıca sebebi henüz dünyanın bu kadar kirlenmemiş olmasıydı. Anneanemizin, babaannemizin dizinin dibinde oturur hikayeler dinlerdik. Her milletten insanın konu komşu olduğu o eskinin hikayeleri ile bir çok şey hiç fark etmeden girerdi dimağımıza. Hiç unutmam mesela; bir gün zil çaldığında ve babam “kim gelmiş?” dediğinde verilen “arap gelmiş” cevabına şaşırmıştım. Mahallemizdeki kara köpeğin ismi de araptı. “Köpek zili nasıl çalar” diye şaşkın şaşkın sorduğumda gülümseyerek bana bakıyordu babamın arkadaşı arap abi… Sorun değildi, Arapların ne olduğunu öğrendim o gece. Bugün aynı olay yaşansa bu kadar hoşgörülü olunur mu emin değilim. Bu karışık ortamda artık bu tip lakaplar takılmıyor, kimse öyle anılmıyor. Anılmaya kalkılırsa hemen biri uyarıp, susturuyor. Zira hakaret olarak algılanıyor, öyle kodlanıyor artık. Hiçbir argümanı yok ama ölesiye bağlıyız nedense… Zülfü Livaneli’nin “Huzursuzluk”u işte bunları düşündürüyor bana. Zaten bu leziz hikayenin bitişinde akılda kalan şey de o.

Zülfü Livaneli, gazeteci yazar İbrahim ile tanıştırıyor okurunu. Mardin doğumlu İbrahim uzun süredir İstanbul’da yaşadığı için koptuğu Mardin’e çocukluk arkadaşının garip ölümü üzerine gidince olaylar da gelişiyor ve ortaya bir insanlık dramı çıkıyor. Ezidiler’in hikayesinin anlatan yazar, onlar üzerinden ortadoğunun kodlarını da veriyor. İbrahim özelinde de okurunu da şok ediyor ve yavaş yavaş değiştiriyor. Aslında bilinmeyen bir şey değil Ezidiler’in yaşadıkları… ya da yaşamak zorunda oldukları diyelim. Herkesin bildiği şeyler ama dile getirilmeyen, ses çıkarılmayan gerçeklerden biri. Romanın önemi de burada ortaya çıkıyor. Suriye’de yaşananlar yüzünden İŞİD’in elinde oyuncak bir topluluğun öyküsü, bilmeyen yüreklere ağır gelecek ve dağlayacak hiç kuşkusuz. Bilenler de bu insanlık dramına hiç ses çıkarmadıkları için vicdan muhasebesine girişmeye mahkum. Şeytana taptıkları söylenen ve yezid olarak kodlanan ezidiler hakkında verilen bilgiler bu yüzden önemli. Kelamın çocukları diyor Livaneli. Ellerinde bir kitabı bile kalmayan, kültürlerini dilden dile yaymaya mahkum kalmış bir topluluk. Marul ve koyu mavi romanı okuyanların aklında farklı kodlanacak artık. O kadar etkili… 

“Huzursuzluk” 154 sayfalık, sürükleyici bir roman. Ortadoğu gerçeğini şahane bir benzetmeyle, “harese” ile özetleyerek gözler önüne seriyor. Sadece o bile herkesin okuması, anlaması ve zihnine yerleştirmesi gereken bir hikaye. Savaşın ortasında şeytan diyerek, ehlileştirilmesi gerektiğine inanılan ve bu uğurda her haltı yerken kitapta yazıyor denilen insanlık ayıplarını gözler önüne seriyor. Koca koca adamların küçük kızları alıp satması, yatağından geçirerek müslüman yapma emellerini okurken boğazımızın düğümlenmesi ondan. Livaneli, tam da bu noktada romanı gerçekçi kılmak için yağlayıp ballamadan anlatıyor. Sündürmüyor, ajitasyona girişmiyor. Onun yerine şiirsellik ekliyor. Meleknaz’ın dramını anlatırken, başka bir meleği “Angelina Jolie”yi de konuk ediyor sayfalarına. İnsanlıktan uzaklaşmanın dramına getirdiği bu masalsı yaklaşıma, romanın girişindeki üslup da güzel eşlik ediyor. Baş kahramanın konuştuklarını, direk karşısındakinin sözleriyle veriyor Livaneli. Romanın tek kusuru ise, onca şeyden sonra yaptığı kötü finalin hiç yakışmaması… Onca dramdan sonra “melek” takıntısı yüzünden tanrılaştırmaya gidişin, kahramanımızın seçimlerinin romanın genel havasına yakışmaması hevesi kırıyor… “Böyle gelmiş böyle gider” düsturunu kabul etmek istemiyoruz inatla… Gerçekte değişmiyor biliyoruz… En azından romanlarda değiştiğini görmek küçük de olsa hakkımız… Ne de olsa insanız…

Huzursuzluk / Zülfü Livaneli
Türk Edebiyatı, Roman, Doğan Kitap, Ocak 2017, 160 Sayfa, 15 TL

Melissa Landers’in Yeni Serisi Türkçede : Yıldız Gemisi

Pazar, Ocak 29, 2017
“Alienated” serisiyle tanınan Melissa Landers’in yeni serisi “Starflight” Türkçede! Landers’in Şubat 2016’da yayımlanan aynı adlı ilk kitapla başlayan serisi yine bilim kurgu elbette. Bu kez Landers, yıldızlara yolculuk yaptırıyor okurunu. Serinin ikinci romanı “Starfall”ın da 7 Şubat’ta yayımlanacağını belirtelim. Go! Kitap yine çok bekletmeden onu da okura sunacaktır şüphesiz.

Yıldızlara yolculuk artık çok kolay. Ama Solara için değil. On sekiz yaşındaki Solara Brooks kimsenin, tırnaklarının arasındaki makine yağını ya da parmaklarındaki mahkûmiyet dövmelerini önemsemeyeceği dış diyara giderek hayatında yeni bir sayfa açmak istemektedir. Ama Dünya dışı seyahat onun gibi kimsesiz bir kız için hiç de ucuz değildir.

Seyahat boyunca vereceği hizmetlere karşılık bir bilet bulmaya çalışan Solara’nın şansına hizmetlerinden faydalanmak isteyen tek kişi ona okul hayatını zehir etmiş olan şımarık, zengin çocuğu Doran Spaulding’dir. Beş aylık yolculuk boyunca bütün ayak işlerini yapması karşılığında bilet ücretini karşılamayı kabul eden Doran ona daha ilk dakikadan itibaren köle muamelesi yapmaya başlar. Ama çok geçmeden işler tersine dönecek ve bu kez Doran kendini Solara’nın hizmetkârı olarak Banshee adındaki tuhaf bir uzay gemisinde, geminin kendisi kadar tuhaf olan mürettebatı ile birlikte yolculuk yaparken bulacaktır.

Yıldız Gemisi / Melissa Landers
Çeviren: Demet Orhan
Yayınevi: GO!
Türü: Bilim Kurgu Roman
Sayfa Sayısı: 429
Etiket Fiyatı: 19.00 TL

Alejo Carpentier'in Başyapıtı İlk Kez Türkçede!

Cumartesi, Ocak 28, 2017
Bir krallığın övgüsü aynı zamanda bir köleliğin ağıtıdır.

Göklerin Krallığı’nda fethedilecek yücelik yoktur çünkü orada her şey katı hiyerarşi, bilinmezlikten sıyrılmışlık, sonu olmayan bir varoluş ve zevküsefa içindedir; orası kendini feda etmenin imkansızlığıdır.

Özellikle gerçekliği yeniden yaratmak üzere hayal gücüne çeşitli görünümler ve boyutlar ekleyen barok yazım tarzıyla “büyülü gerçeklik” adını verdiği akımı yaratarak tüm Latin Amerika edebiyatını derinden etkilemiş, dünya edebiyatının en büyüleyici ve en gerçekçi yazarı. “Edebiyatın Voodoo üstadı” aynı zamanda gazeteci,  eleştirmen ve oyun yazarı; Afrika’nın müziğine, dansına ve bunun Karayipler’deki yansımalarına olduğu kadar Batı müziğine de opera eleştirmenliği yapacak denli hakim bir uzman; Afrika halkları tarihine, kültürüne, geleneklerine vakıf bir araştırmacı ve İspanyol diline yeni kelimeler eklemiş bu dil sihirbazı Alejo Carpentier… Bir cümlede yüzyılları anlatan ama yüzyılların ağırlığını hissettiren bir yazar…

Avrupa-merkezciliğin miyop gözlerinde şeklen eğilip bükülmüş Latin Amerika gerçeğine, gönül gözüyle bakanların yanından bir bakış…

Haiti'nin, Santo Domingo adasının bir insan ömründen uzun olmayan bir dönemine ait olağandışı olayların hikâyesi ama aynı zamanda tüm ayrıntıları sıkı sıkıya izlenen bir gerçeklikte, büyülü olanın özgürce akmasına izin vererek, isyanla bilenmiş ve perçinlenmiş bir tarihin edebiyatı...

Saltanatın ancak ölümü anında saltanat olduğunu gösteren bir büyü. Her türden köleliğin ancak kendi kaderine sahip çıkma anında kölelik olduğunu gösteren bir gerçeklik. 

Kralların taçlarının yerlerde yuvarlandığı, büyücülerin silaha sarıldığı, apoletlerin şamataya verildiği, kölelerin zehir damıttığı karşılaştırmalı bir tarihsel süreklilik içinde olayların iç burkan acıklı gelişiminin, kişiliklerin düşsel görünümlerinin, mekânların biteviye dönüşümünün Yılan Tanrı Damballah'a yaraşır tarzla, yılankavi bir dille anlatımı.

Marksist bir duygusallık ama aynı zamanda Voodoo büyüsünün gerçekliğine dayanan bir destan. 

Dünyanın önde gelen yazarlarından Kübalı Alejo Carpentier'in olgunluk dönemi romanlarından en önemlisi ilk kez İspanyolca aslından çeviriyle Türkçede.

Bu Dünyanın Krallığı / Alejo Carpentier
İspanyolcadan Çeviren: Murat Tanakol
Dizi: Dünya Edebiyatı - 1
Sayfa: 192 sf.
Fiyat : 16,90 TL

Usta yazar Pınar Kür Roman ve Öyküleriyle Can Yayınları'nda

Cuma, Ocak 27, 2017
Türkçe edebiyatın büyük yazarlarından Pınar Kür’ün klasikleşmiş eserleri Yarın Yarın, Küçük Oyuncu, Akışı Olmayan Sular, Bir Deli Ağaç ve Bitmeyen Aşk, Can Yayınları etiketiyle tüm kitapçılarda…

Yarın Yarın
“Herkes kendi yoluna gitti. Herkes kendi yoluna... Herkes. Bir seninle ben kalakaldık orta yerde. Düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum... Hâlâ anlamadığım o kadar çok şey var ki... Karamsar değilim, inan. Olmamaya çalışıyorum hep. Yaşamakta direniyorum. Yaşama yapışmak, tutunmak sıkı sıkıya... Zorla, zorlaya zorlaya, inatla, inatla yaşamak... Buydu yapacağım, değil mi? Yapıyorum işte.”

Pınar Kür’ün ilk romanı Yarın Yarın, 1976 yılında yayımlandığında yazın dünyasında daha önce görülmemiş bir etki yaratmış ve yazarını bir anda üne kavuşturmuştu. Aradan geçen onlarca yıl romanın değerini azaltmadı. Yayımlandığı dönemde soruşturmalara uğrayıp toplatılan bu kitap, o günden beri okunmayı ve zaman içinde edebiyatımızın ustaları arasına girmiş olan Pınar Kür’ün ilk kitabı olarak ilgi çekmeyi sürdürüyor.
Roman, 375 sayfa, 17 TL

Küçük Oyuncu
“Çirkinliği yapay bir güzelliğe dönüştürmeye çalışmadan, küçüklüğü gerçeklere aykırı bir büyüklük gibi görme gereksinmesini duymadan, her şeyi olduğu gibi benimseyerek sevebilseydin eğer, güzel olurdu... Şimdiki durumda durmadan kendi kendinden ödün vermek zorunda kalıyorsun. Oyun ortasında yorum değiştiren ya da farkında olmadan yorum kaydıran, kaçıran küçük oyunculara benziyorsun...”

Uzun yıllar tiyatroda çalışan ve bu ortamı çok iyi tanıyan Pınar Kür, ikinci romanı olan Küçük Oyuncu’da “tiyatro insanı”ndan yola çıkarak “insan”ı araştırıyor. Sanat mı hayattan esinlenir hayat mı sanattan, sorusuna değişik bir açıdan yaklaşarak hayatın sanattan kaynaklanabileceğini, sanatın insan ilişkileri üstündeki etkisini gene kendine özgü bir biçimde irdeliyor. İnsan ilişkilerinin karmaşıklığını çözümleme konusundaki ustalığıyla ve özenli anlatımıyla tanınan Pınar Kür’ün bu romanını yeniden yayımlamaktan kıvanç duyuyoruz.
Roman, 248 sayfa, 14 TL

Akışı Olmayan Sular
“Eski günlerden ne zaman söz açsa, yalıdaki yaşamı bir masal anlatırcasına anlatmaya koyulsa bana, her şeyden, herkesten çok “Pertev Ağbi” ile ilgili anılar aktarması, kendisiyle ilgil hiçbir “aşk”ı araya katmaması, evlenmemişliği –“Hanımefendiden ayrılamazdım”– kafamda geliştirdiğim umutsuz sevgi imgesini pekiştiren öğelerdi. Ama inancımı doğrulayan, her şeyden çok Enise Abla’nın hep yumuşak bakan ela gözlerinin Pertev Bey’e bakarken daha bir ışıltılı yumuşamalarıydı.”

Pınar Kür, öykülerini bir yapı ustasının dikkatiyle kuran yazarlarımızdan. Edebiyatın her şeyden önce bir yapı sorunu olduğunu bilen, dağınık anlık izlenimlerin kolay şiirselliğine kendini kaptırmayan bir kurgu ustası. Pınar Kür’ün öykülerindeki şiirsellik, özellikle öyküler okunup bitirildikten sonra tadına varılan bir kusursuzluktan kaynaklanıyor. Bu öyküleri okuduğunuzda, yalnızca belli öykü kişilerinin aşklarına, acılarına, yaşamlarına değil, iyi edebiyat alanına giren bir yazarlık çabasına da tanık olacaksınız. Onun öykülerinin en belirgin özelliklerinden biri de zamana karşı dayanıklı oluşlarıdır.
Öykü, 231 sayfa, 14 TL

Bir Deli Ağaç
“Kırkıma gelmeden milyoner oldum, az iş mi bu? Ağbimse fakültenin en genç profesörü. Hocasının kızını almasaydı olamazdı diyeceksin belki ama, yanlış. Taa asistan girdiği yıl evlenmişti Nur’la. Profesör olduğunda çoktan boşanmışlardı. Olsa olsa doçentliğini hızlandırmıştır biraz... Eee, o kadar da olur artık. İlerlemek kolay mı dünyada? Hele bizim gibi arkasız, torpilsiz yola çıkanlar için...”

Pınar Kür, öykülerini bir yapı ustasının dikkatiyle kuran yazarlarımızdan. Edebiyatın her şeyden önce bir yapı sorunu olduğunu bilen, dağınık anlık izlenimlerin kolay şiirselliğine kendini kaptırmayan bir kurgu ustası. Bir Deli Ağaç’taki öykülerindeki şiirsellik, özellikle öyküler okunup bitirildikten sonra tadına varılan bir kusursuzluktan kaynaklanıyor. Bu öyküleri okuduğunuzda, yalnızca belli öykü kişilerinin aşklarına, acılarına, yaşamlarına değil, iyi edebiyat alanına giren bir yazarlık çabasına da tanık olacaksınız. Onun öykülerinin en belirgin özelliklerinden biri de zamana karşı dayanıklı oluşlarıdır.
Öykü, 182 sayfa, 12 TL

Bitmeyen Aşk
“Gelelim bu romanda ‘yazar’ kisvesi altına saklanan ukala yazara... Olayları doğru dürüst, sırasıyla anlatacağına, bir oraya bir buraya atlayan, başkişilerinin gevezeliklerine uzun uzun yer verdikten sonra, tam gevezelikler heyecanlı olmaya başladığında söze dalan bir yazara pek çok okur, belki de haklı olarak “ukala” sıfatını yakıştırmıştır. Buna karşı yazarın tek savunması, burada anlatılanın alışılmış bir öykü olmadığıdır. Burada anlatılan ne bir aşk öyküsüdür ne de Nilgün’ün, Sinan’ın yaşamları... Aşkın öyküsünü anlatmak gibi belki de olasız bir çabanın içine girmiş olan yazar, Nilgün ile Sinan’ın yardımını istemiştir yalnızca.Yani onların aşkı iyi mi sonuçlanacak kötü mü, mutlu mu olacak mutsuz mu, bu kalpsiz ve duygusuz ve cinselliği belirsiz yazarın umurunda bile değil.”

Edebiyatımızın ustalarından Pınar Kür, Bitmeyen Aşk’ta “aşk”ı tüm boyutlarıyla ve çok değişik, alışılmadık açılardan irdeliyor. Edebiyatın ve yaşamın en temel öğelerinden biri olan “aşk”ı duygusal değil de akılcı bir yaklaşımla ele alıp taşıdığı tüm olasılıkları bir bir ortaya çıkarmayı denerken, “klasik aşk romanı”nın konusunu olduğu gibi koruyor ama içeriğini ve anlatımını altüst ediyor. Bunu yaparken okur ve öteki kişilerle birlikte “yazar”ı da romanın başkişilerinden biri olarak olayları keşfetme sürecine sokuyor.Bu “yazar”, Nilgün ile Sinan’ın öznel anlatımlarını kendi nesnelliğiyle dengelemek iddiasındaysa da, nesnelliğini her zaman koruyup korumadığı konusundaki son karar okurun olacaktır elbette.
Roman, 527 sayfa, 20 TL

PINAR KÜR: Bursa’da doğdu ama hiç orada oturmadı. Çocukluğu Anadolu’nun çeşitli kentlerinde ve Londra’da geçti. On üç yaşında gittiği ABD’de beş yıl kaldı. Ortaöğrenimini New York’ta tamamladı, yükseköğrenimine yine orada başladı. İstanbul’da Robert Kolej Yüksek Okulu’nu bitirdikten sonra beş yıl Paris’te yaşadı. Sorbonne Üniversitesi’nde, Karşılaştırmalı Edebiyat Kürsüsü’nde doktora yaptı. Yurda döndükten sonra Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladı. Çeşitli gazete ve dergilerde tiyatro eleştirileri yazdı. 1984’te Akışı Olmayan Sular adlı öykü kitabıyla Sait Faik Öykü Ödülü’nü kazandı. İstanbul Bilgi Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı.


Alakarga'dan İki Yeni Kitap

Perşembe, Ocak 19, 2017
Nitelikli edebiyatın adresi Alakarga Yayınları Ocak ayı yenilerine iki kitap daha ekliyor! “Güvercinler Zamanı” ve “Kadın Olsaydınız Anlar mıydınız?” ile tanıdığımız Semrin Şahin’in yeni öykü toplamı “Gece, Kediler ve Sessizlik” ile Sabitfikir editörü olarak tanıdığımız Ece Karaağaç’ın ilk romanı “Yarım Kalan Bazı Aşklar” raflarda yerini alıyor.

Gece, Kediler ve Sessizlik / Semrin Şahin
“Kehribar çinko damlardan geçip, kiremit çatılara atladı. Doğa uykuya hazırlanıyordu. Bütün kötücüller inlerinde kıpırdandılar. Devir, onların devriydi artık.
Kehribar, damağındaki huzursuzlukla kuyruğunu salladı. 
Zaman nefes aldı. 
Toprak sarsıldı bir anda.
Öykü, zamanda asılı kaldı.”

Semrin Şahin, yeni bir öykü kitabı ile okur karşısına çıkıyor: Gece, Kediler ve Sessizlik. Şahin, kadın öykülerinden yola çıkarak hayatın gerçeklerini anlatıyor. Farklı bir duyarlılıkla kaleme aldığı öyküleri bir yanıyla can yaksa da bir yanıyla umudun hâlâ var olduğunu, kadının gücüne inancı anlatmaktan vazgeçmiyor. Bu öyküleri okurken hem irkilecek hem de içinizdeki gücü keşfe çıkacaksınız.
Sayfa: 118, Fiyat: 12 TL


Yarım Kalan Bazı Aşklar / Ece Karaağaç
“Dalından kopan bir yaprak Zeynep’in yüzüne doğru salına salına inerken Zeynep derinden, ama çok derinden, ona yaklaşmakta olan bir şeyin sesini duydu. Bütün bu gürültünün içinde bir şey, tekinsiz bir şey ona doğru hızla ilerliyordu sanki. İçinde yükselen dürtüyle gözbebekleri büyüdü. Aklının neon tabelasında tek bir cümle yanıp sönmeye başladı: Buradan hemen çıkmalıyım.”

Ece Karaağaç, bir ilk kitap için oldukça cesur bir hikâye anlatıyor Yarım Kalan Bazı Aşklar’da. Uykuyla yaşamı arasında sıkışmış Zeynep, dostluğu ve renkli yaşamıyla Arda, vicdanını hâlâ koruyabilen bir “öteki” olan Beyza… Karaağaç, hayatın her alanından seçtiği gerçek karakterlerle zenginleştirmiş anlatısını. Yarım Kalan Bazı Aşklar’ı okurken aşk, dostluk ve aile kavramlarını sorgulayacak; “insan”a olan inancınızı diri tutmayı öğreneceksiniz.
Sayfa: 188, Fiyat: 16 TL


Zygmunt Bauman’ın Türkçe’deki son kitabı “Akışkan Modernite” Can Yayınları’ndan Raflarda

Perşembe, Ocak 19, 2017
Yakın zamanda kaybettiğimiz ünlü sosyolog Zygmunt Bauman’ın Türkçe’deki son kitabı  “Akışkan Modernite” Can Yayınları etiketiyle raflarda.

Akışkan Modernite’de, yaygın olarak “postmodernite”, daha az oranda da “geç modernite”, “yüksek modernite” veya “ileri modernite” gibi şekillerde isimlendirilen olguyu ele alıyor Bauman. Aydınlanma sonrası yükselen rasyonel, hedefleri ve yolu belli, öngörülebilir, özgüvenli, katı modernitenin karşısına belirsiz, tekinsiz, güvencesiz bugünü anlamak için kendi kuramsal çerçevesini, akışkan moderniteyi koyuyor. Bunu da ancak kendi düzeyindeki birinin altından kalkabileceği biçimde yapıyor: Aynı metnin içinde bir yanda Platon, Marx, Weber, Huxley, Orwell, Bourdieu, Sennett var, bir yanda tüketim toplumu, kapitalizm, cep telefonları, alışveriş merkezleri, göçmenler, mülteciler, sanal dünya...

9 Ocak’ta 91 yaşında hayata veda eden Zygmunt Bauman, 20. yüzyılı da, 21. yüzyılı da görmüş ancak ilgisinin canlılığını, gencecik, taptaze yaklaşımını hiç kaybetmemiş. Ve hiç şüphe yok ki, gözlerimizin önünden akan hayatı, yaşadığımız dünyayı anlamlandırmada en güvenilir kılavuzlardan biri, aynı zamanda kendini merakla dinleten eğlenceli bir yol arkadaşı. 

ZYGMUNT BAUMAN, 1925’te Polonya’nın Poznań şehrinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Eğitimini, akademik formasyonunu ülkesinde aldı, 1960’ların sonunda yaşadığı politik bir sorun nedeniyle Polonya’yı terk etmek zorunda kalana dek de hayatını esas olarak burada sürdürdü. Sonrasında adıyla en çok özdeşleşen ülke İngiltere, kurum ise çok uzun yıllar çalıştığı Leeds Üniversitesi’dir. Eserlerinde Antonio Gramsci, Georg Simmel, Theodor Adorno, Hannah Arendt, Jacques Derrida gibi isimlerin izleri görülür. Fazlasıyla üretken bir biliminsanı olan Bauman’ın en önemli çalışmaları arasında, elinizdeki yapıtın yanı sıra Modernite ve Holocaust, Sosyolojik Düşünmek, Modernlik ve Müphemlik ile Postmodernlik ve Hoşnutsuzluklukları sayılabilir.

Akışkan Modernite / Zygmunt Bauman
Çeviri: Sinan Okan Çavuş
Tür: İnceleme
Sayfa sayısı: 310 Sayfa
Fiyatı: 24 TL
Yayın tarihi: 17 Ocak 2017

Arda Erel'den Yeni Kitap: Arayış

Perşembe, Ocak 19, 2017

İlk kitabı Senin İçin’le büyük bir okuyucu kitlesine ulaşan Arda Erel’in ikinci kitabı "Arayış" 6 Şubat günü raflarda yerini alıyor. Takipçileri bugünü bekliyor…

“Mutluluğumu, beni mutsuz eden insanlarda aramaktan vazgeçiyorum; çünkü o yol karanlık. Bense aydınlık istiyorum.”

İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlanan Arayış, yayımlanmasını merakla bekleyen okurlarına kavuşuyor. Arayış’ta Arda Erel, başımıza gelen her şeyin, aslında kendi seçimlerimiz olduğunu hatırlatıyor, yani içimizden geçen her ne ise onu yaşadığımızı…  

“Seni mutlu edecek bir sebep bulmalısın önce, onu istemelisin, ona ‘hazır olmalısın’. Göreceksin, hayatın, o sebebi bulduktan sonra güzelleşmeye başlayacak,” diyen Arda Erel, içimize dönersek cevapları bulabileceğimizi hatırlatıyor; içimize dönersek, dua edersek ve en sonunda “hazır” olursak… 

Bu hayata bir kere geliyoruz ve gelmemizin amacı bir arayıştır bana göre. Bak etrafına. Huzur arayışında biri, diğeri para arayışında, başka biri aşk, ötekisi sağlık...

Ben bu arayışıma çocukken başladım. İlk önce dışarıda aradım, sonra döndüm içime, kalbimde aradım. Yolculuk yaptım insanların hayatlarında. Koştum hayattan hayata.

Ama en önemlisi, içine dönmekmiş. 
En son da içime yaptığım yolculukla birleştirdim tüm parçaları... Ve aradığımı buldum sonunda...

Sonra istedim ki, bu arayışım bir kitap olsun ve ulaşsın binlerce kalbe...

Hayat yolculuğunda kalbine misafir olmayı çok isterim... 


Arda Erel, Arayış
İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2017
Sayfa Sayısı: 216



Hamdi Koç’tan Yeni Roman : Yalnız Kaldınız, Peyami Bey!

Salı, Ocak 17, 2017
Hamdi Koç yeni romanıyla Can Yayınları’nda… “Yalnız Kaldınız, Peyami Bey!” 17 Ocak itibariyle raflarda…

“Yaprağın ve külün huzuru. Ne hatıra ne bağlılık ne korku ne üzüntü. Peyami Bey’in fikirleri vardı, ve sessiz bir dinleyiciye kendini anlatma arzusuyla doluydu. Hayata ve sonrasına dair. Haksız ölüme, o ölümün hayata bıraktığı yüke, sonrasına taşıdığı acıya dair. Geri dönenlerin yalnızlığına, cevapların imkansızlığına. Ve kendine dair. Sırları, yalnızlığı, gizliliği. Bir hiç ve birçok hiç peşinde heba olan bir hayattan sonra. Geri getirmeyi hayal ettiği kayıplar. Kayıp lisan. İki dünya arasındaki. O yasak o unutulmuş bağ, yaşayanlarla ölüler arasındaki. Ve kendini adadığı ilim. Yaşayanların rüyalarında direnen çığlıklardan ses ses, hece hece. Ruhun doğum anına geri, karanlıklar ilminin içinden.”

Hamdi Koç, yeni romanı Yalnız Kaldınız, Peyami Bey! ile okuyucularıyla  buluşuyor. Günümüz edebiyatının önde gelen isimlerinden Hamdi Koç, okuru tartışmalı kimliğiyle Peyami Safa ve Türk edebiyatının önemli edebiyat kahramanları eşliğinde bir yolculuğa çıkarıyor. Yalnız Kaldınız, Peyami Bey!, Hamdi Koç'un yetkin anlatımı ve sıra dışı kurgusuyla keyifli bir okuma…

HAMDİ KOÇ: 1963 yılında Fatsa’da doğdu. İÜ İngiliz Filolojisi’nden mezun oldu. İlk romanı Çocuk Ölümü Şarkıları 1992’de yayımlandı. İkinci romanı Melekler Erkek Olur (2002) ile Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından biri oldu. Bu romanı Çiçeklerin Tanrısı (2003), İyi Dilekler Ülkesi (2005) ve Bir Eski Kocanın Öğleden Sonrası (2009) izledi. Koç sonraki romanı Çıplak ve Yalnız ile 2013 Dünya Kitap Yılın Telif Kitabı Ödülü’nü ve 2014 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı.

Yalnız Kaldınız, Peyami Bey! / Hamdi Koç
Tür: Roman
Sayfa sayısı: 260 Sayfa
Fiyatı: 21 TL
Yayın tarihi: 17 Ocak 2017


Doğan Kitap’tan Ocak Yenileri

Salı, Ocak 17, 2017
Doğan Kitap Ocak ayını beş yeni kitapla karşılıyor. Merakla beklenen yeni Zülfü Livaneli romanı “Huzursuzluk”, Figen Alkaç’ın yeni öykü toplamı “Israrı Kanadında”, Burak Soyer’in romanı “Zıvana”, Amy E. Reichert’in sürprizlerle dolu aşk romanı “Tatlı Tesadüf”, Özlem Kumrular ve Mehmet Perinçek’in tarihin renkli vagonlarında seyahati “Zaman Treni” ayın yeni kitapları olarak raflarda…

Huzursuzluk / Zülfü Livaneli
Merhamet zulmün merhemi olamaz!

İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer. 

Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.

Mardinli Hüseyin ile IŞİD zulmünü misliyle yaşamış Ezidi kızı Meleknaz’ın ve kelamın çocuklarının hikâyesi... Livaneli okuru, sevda ile acının iç içe geçtiği bir Ortadoğu gerçeğiyle buluşturuyor.
Türk Edebiyatı/Roman, 160 Sayfa, 15 TL

Israrı Kanadında / Figen Alkaç
“Geçmiş ile insanın arasındaki korku hiç eksilmez...”

Kaybın, telafisi mümkün olmayanın buruk hatırasıyla anımsananın kitabı Israrı Kanadında. O tuhaf, iyileşemeyen iç yabancının: Yutkunmanın, dile gelemeyenin, suskunun kitabı. 

Anton, Rahman, Hayim, Balô, Bihan, Aden, Rênas, Diyar, Cumhur, Daryal, Latif ve Rızgo’nun kederli, kırgın ve müstehzi öykülerini anlatıyor Figen Alkaç.  

Bu isimler, bu coğrafyada yerinden edilmenin, yurtsuzluğun yakıcı öfkesi ve hüznüyle damgalı... İşte Alkaç, belki de bu yüzden öykülerini uzak anlamlara sürüklemek istiyor. 

Figen Alkaç dilde kurduğu yeni bir yurt ile ötekiyi, iç sürgünü, artık burada olamayanı, en önemlisi de kayıp özneyi tüm sosyolojik yüklerden arındırmayı deniyor öykülerinde.

Çünkü anlatmak iyileştirir. Anlatılanı da anlatanı da. 
Ve elbette dinleyeni de... 

Figen Alkaç, 1970 yılında Ankara'da doğdu. Defter, Varlık, Sarnıç, E, Virgül, Milliyet Sanat, Radikal Kitap, Hece gibi dergilerde öykü ve denemeleri yayımlandı. Bela Davulları (Yitik Ülke, 2007) adında bir öykü kitabı var. İstanbul'da yaşıyor.  
Öykü, 112 Sayfa, 15 TL

Zıvana / Burak Soyer
Dövüşmek zorundasın!
Herhangi bir şeye inanmıyordum. 
Buna kendim de dahil…

Ruhum bedenimden ayrılalı çok olmuştu. Benden o kadar nefret etmiş olmalı ki arkasından el sallamama bile izin vermeden uzaklaşmıştı içimden. 

Elimde, babamın, büyük bir kısmı benim işsiz geçirdiğim dönemde harcanmak üzere çeşitli bankalardan çekmek zorunda kaldığı 80 bin liralık borçtan başka bir şey yoktu. Umudumu, hayallerimi ayaklarımın altında bokları çıkana kadar ezmiştim. Belki de bu yüzden duygu namına hiçbir şey taşımıyordum. Aileme, arkadaşlarıma, kendime olan saygımı tamamen yitirmiştim. Aynaya her baktığımda sırıtarak, korkağın teki olduğumu söylüyordum kendime. Ve bu bana artık hiç koymuyordu.    

Sert bir içki kadar sarsıcı bir metin Zıvana… Sarı’nın hikâyesi… 

Radikal, Akşam gibi gazetelerde muhabir olarak çalışmış, oyunculuk yapmış, halen muhtelif internet sitelerine siyaset, edebiyat ve müzik yazıları yazan Burak Soyer’den otobiyografik bir roman… 
Burak Soyer:  9 Ocak 1986 yılında Kütahya’da doğdu. 1992 yılında Çanakkale’ye yerleşti. İlkokul, ortaokul ve liseyi burada okudu. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı’nı kazandı. Aynı yıl okulu bıraktı. Bir süre garsonluk yaptı. 2005 yılında Radikal Gazetesi Kültür Sanat Servisi ve Radikal Kitap’ta stajyer olarak gazeteciliğe başladı. 2006 – 2008 yılları arasında Akşam Gazetesi Ekler Servisi’nde muhabir olarak çalıştı. 2008’in sonunda ‘Memleketim’ dediği Çanakkale’ye geri döndü. Burada çeşitli yerel gazetelerde görev yaptı. 2010 yılında internethaber.com’da editör olarak işe başladı. 2012 yılında Reklam Store şirketine bağlı 12 sektörel internet sitesinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Buradan ayrılıp sözcü.com.tr’de editör olarak işe başladı. Bu dönemde İstanbul Oyuncu Tayfası’ndan oyunculuk eğitimi aldı ve tekrar Çanakkale’ye dönerek Çanakkale’nin ilk özel tiyatrosu Tiyatro Troya’da oyunculuk eğitimine devam etti. Bu eğitimler neticesinde ‘Son Mektup’ filminde George karakterini canlandırdı. 2009 yılında girdiği Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden 2014 yılında mezun oldu. Halen BirGün, sendika.org, kitapeki.com ve muhtelif internet sitelerine siyaset, edebiyat ve müzik yazıları yazmaktadır. 
Roman, 176 Sayfa, 16 TL

Tatlı Tesadüf / Amy E. Reichert
Sürprizlerle dolu bir aşk hikâyesi

Lou, kendi açtığı sevimli Fransız restoranı Luella’s’ın başarısı için yorulmadan çalışır. Çok sevdiği işi ile yakışıklı ve zengin nişanlısı arasında bir denge de kurabilirse hayatı tam istediği gibi olacaktır.

İngiliz asilzade Al ise bir gazetede takma isimlerle yazdığı sert yemek eleştirileriyle tanınmıştır ve bir gün eline geçen bir not onu Lou’nun restoranına götürür. 

Şefin hayatının en berbat gününde gittiği restoranda, kötü yemekler yiyen Al, Luella’s hakkında en acımasız yazılarından birini yazar. Al son yazısının başarısını kutlarken, o sırada Lou’nun hayatı darmadağın olmak üzeredir: Nişanlısı onu aldatmıştır, restoranı hakkında zehir zemberek bir yazı çıkmıştır ve iflas etmek üzeredir. 

Ama sürprizlerle dolu hayat Al ile Lou’yu farklı kimliklerle karşılaştıracaktır… Artık ikisinin âşık olması an meselesidir. 

Ancak bir sorun vardır:
Gelecek için geçmiş görmezden gelinebilir mi?

Amy E. Reichert, bir akşam yemeğinde bir araya gelmek isteyeceğiniz kadar gerçek karakterlerle dolu, mutlu sonla biten hikâyeler yazmaya bayılıyor. En az bir aşçı kadar yemek yapmaya meraklı, elma şarabına da çok düşkün. Elinden her iş gelen bir anne. İngiliz edebiyatı bölümünü bitiren Reichert, yaşadığı kentin halk kütüphanesinin yönetiminde yer alıyor.
Çeviren: Belma Bulut, Aşk/Macera, 312 Sayfa, 27 TL

Zaman Treni / Özlem Kumrular & Mehmet Perinçek
Tarihin Renkli Vagonlarında Bir Seyahat
  • Anadolu’da 4000 yıl önce ocakta ne pişiyordu?
  • Halil İnalcık’a göre Osmanlı tarihinde efsane olarak gelişen ve yıllardır yanlış bilinen olaylar hangileri?
  • Venedik arşivinden Osmanlı tarihini yeniden yazdıracak hangi belgeler çıktı?
  • Türklerin de ütopyaları var mı?
  • Osmanlıca diye bir dil var mı?
  • Milli Mücadele'de gizli Türk-Japon temaslarının önemi neydi?
  • Atatürk’e göre Türkler neye tapardı?
  • Samurayların İkinci Dünya Savaşı'nda ne işi vardı?
  • Canavarların da bir tarihi var mı?

Zaman Treni renkli bir tarih yolculuğuna çıkarıyor okurları. Özlem Kumrular ve Mehmet Perinçek’in önemli tarihçiler ve uzmanlarla yaptığı söyleşiler yukarıdaki soruların yanıtlarını ve daha nice ilginç tarihi gerçeği ortaya koyuyor. Osmanlı’dan Japonya’ya, samuraylardan canavarlara, Fatih Sultan Mehmed’den Atatürk’e geniş bir coğrafyada, renkli tarihi kişiliklerle müthiş bir seyahat…

Doç. Dr. Özlem Kumrular; 1974'te İstanbul’da doğdu. Lisansını Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde, yüksek lisansını aynı üniversitenin Tarih Bölümü’nde, doktorasını ise İspanya’da Salamanca Üniversitesi’nde yaptı. 16. yüzyıl Avrupa-Osmanlı ve Akdeniz tarihi üzerinde çalıştı. Yayımlanmış çok sayıda kitabı bulunan Kumrular, halen Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. 

Dr. Mehmet Perinçek; 1978’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 2005-2006 öğretim yılında Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsü’nde, 2010-2011 öğretim yılında Moskova Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Ülkeleri Enstitüsü’nde misafir araştırma görevlisi olarak çalıştı. On beş seneyi aşkın zamandır Rus-Sovyet devlet arşivlerinde “Türk-Sovyet İlişkileri” ve “Ermeni Meselesi” üzerine araştırmalar yapıyor. Bu konular üzerine birçok makalesi ve kitabı var. “Sovyet Arşiv Belgelerinin Işığında Türk-Sovyet Askeri İlişkileri: Doğu Cephesi (1919-1922)” başlıklı doktora tezini yazdı. 
Tarih, 304 Sayfa, 25 TL


Yabancı Yayınları’ndan Ocak Yenileri

Salı, Ocak 17, 2017
Yabancı Yayınları Ocak ayını iki yeni kitapla karşılıyor. Maggie Lehrman’ın “Sil Baştan” filmini anımsatan aşk romanı “Her Şeyin Bedeli” ve Lynsay Sands’in tarihi romanı “İskoç Gelini” 20 Ocak’tan itibaren raflarda…


Her Şeyin Bedeli / Maggie Lehrman
Sil Baştan filmini anımsatan bu zekice yazılmış ve düşündürücü çıkış romanı, bir parça bir aşk hikâyesi, bir parça çözülmeyi bekleyen bir gizem ve bir parça da duygusal bir hikâye…

Kırık bir kalbi onarmak için ne feda edersiniz? 
Peki ya üzüntünüzden kurtulmak için? 
Veya dış görünüşünüzü değiştirmek için?
Doğru büyü ile her şeyi düzeltebilirsiniz…

Ari’nin erkek arkadaşı Win öldüğünde, Ari onunla ilgili tüm anılarını sildirtir. Fakat büyülerin de bir bedeli vardır ve bu büyünün bedeli Ari, arkadaşları ve artık hatırlayamadığı erkek arkadaşı arasındaki gizli, bazen de tehlikeli bağlantıları ortaya çıkaracaktır.

“Ne dilediğine dikkat et’ deyişine farklı, duygusal ve sürükleyici bir bakış.” –Kirkus Reviews

“Lehrman’ın kaleminin nabzı karanlık duygularla atıyor. Karakterlerinin sürekli çaresizliği aynı anda hem sinir bozucu hem de merak uyandırıyor.” –Publishers Weekly

“Akıllarda kalacak bir ilk roman. Okurlarına neyi dilediklerine dikkat etmelerini hatırlatıyor çünkü bir bakmışsınız gerçek olmuşlar.” –Booklist

“Dünya’nın en tuhaf ve muhteşem eğitici öyküsü. Büyü veya efsun, gerçekten var ve dilekleri yerine getirilebiliyor… fakat her zaman bir bedeli var. Zekice, kışkırtıcı ve tamamen büyüleyici.” –Lauren Myracle, Bizim Sonsuz Anımız’ın New York Times çoksatan yazarı

“Okuru esir alan konusu, zarif üslubu ve akıllarda kalıcı karakterleriyle Her Şeyin Bedeli insan olma deneyiminin bağlantılarını güçlü bir şekilde inceliyor.” –Franny Billingsley, National Book Award Finalisti Chime’ın yazarı
Orijinal Adı: The Cost of All Things
Çevirmen: Bige Turan Zourbakis
Sayfa Sayısı: 368
Fiyatı: 29 TL

İskoç Gelini / Lynsay Sands
Cesur ve baştan çıkarıcı toprak sahibi, tutkulu eşini New York Times çoksatan yazarı Lynsay Sands’in kaleminden çıkan göz kamaştırıcı bir İskoç aşk romanında buluyor… 

Kılıç kuşanmak, küfretmek ve ata bacaklarını iki yana açarak binmek Saidh Buchanan için son derece doğaldı. Yapmacık bir tavırla gülümsemek ve dilini tutmak… kesinlikle değildi. Gürültücü yedi abiyle büyüyen Saidh’in bağlanacağı bir koca bulmakla hiç alakası yoktu… ta ki gölde çıplak yıkanan yeni Lord MacDonnell ile karşılaşana kadar. Her ne kadar Saidh tam bir hanımefendi olmaktan fazlasıyla uzak olsa da, güçlü İskoç, onu her noktasına kadar bir kadın gibi hissettiriyordu. 

Kızın melek gibi görüntüsü, savaşçı tavrı vardı ve adamın öpücüklerine tutkuyla karşılık veriyordu. Greer’in bu beklenmedik misafire ilgi göstermesi pek de şaşılacak bir durum değildi. Pervasız bir tutku her ikisini de ele geçirdiğinde, Greer ipleri eline alıp onunla evlenmeye karar vermişti. Fakat Saidh gizli bir düşmanın hedefindeydi ve Greer her şeyden çok istediği kadını korumak için hayatının en önemli savaşıyla karşı karşıya kalmak üzereydi… 

“Tarihi aşk romanı hayranları, bu iyi yazılmış, ateşli romana ve güçlü karakterlerine bayılacaklar.” -RT Reviews (Top Pick)
Orijinal Adı: The Highlander Takes A Bride 
Çevirmen: Merve Solmaz
Sayfa Sayısı: 304
Fiyatı: 25 TL


İthaki Yayınları’ndan Ocak Yenileri

Salı, Ocak 17, 2017
İthaki Yayınları Ocak ayını üç yeni kitapla karşılıyor. Alfred Bester’in bilim kurgu başyapıtı “Kaplan! Kaplan!”, Hamit Çağlar Özdağ’ın tarihsel kurgusu “Bir Yeniçeri Masalı” ve Scott Hawkins’in fantastik romanı “Kül Dağı’ndaki Kütüphane” 20 Ocak’tan itibaren raflarda…

Kaplan! Kaplan! / Alfred Bester 
“Bester’in iki muazzam kitabı zamanının ötesine geçmeyi başardı. Yaklaşık altmış senedir herkesin en iyi on bilimkurgu kitabı listesindeki yerlerini korudular.” –Robert Silverberg

“En sevdiğim kitap ne mi? Kaplan! Kaplan!” –William Gibson

“Bilimkurgu edebiyatı gerçek deha ürünü çok az eser çıkardı ve bu da onlardan biri.” –Joe Haldeman
“Pekçoklarınca şimdiye dek yazılmış en iyi bilimkurgu romanı.” –Samuel R. Delany

“Kaplan! Kaplan!, Alfred Bester’in yazdığı en iyi eser.” –James Lovegrove

“Yüksek maceranın, zengin yaşamanın ve zor ölmenin olduğu bir Altın Çağ’dalardı… ama kimse öyle düşünmüyordu. Servet ve hırsızlığın, talan ve yağmacılığın, kültür ve ahlaksızlığın geleceği… ama kimse bunu kabul etmiyordu. Aşırıların çağındaydılar, ucubelerin büyüleyici yüzyılı… ama kimse bunu sevmiyordu.”

Uzayda ölüme terk edilen ve 170 gün boyunca havasız ortamda hayatta kalmayı başaran Gully Foyle, kendine geldikten sonra gemi enkazından kurtulur ve intikamını almak için yola koyulur. Tüm Dünya’yı değiştirecek bir sırrı da yanında taşımaktadır.

Alfred Bester Kaplan! Kaplan!’da bilimkurguya getirdiği tüm yenilikleri bir seviye ileri götürüyor ve belki de yazılmış en iyi bilimkurgu romanını ortaya çıkarıyor. Kaplan! Kaplan!, bilimkurgu edebiyatındaki Monte Kristo Kontu.

Graham Sleight’ın sunumuyla, Neil Gaiman’ın sonsözüyle
Orjinal Adı: The Stars My Destination
Çevirmen: Barış Tanyeri
Dizi Adı: Bilimkurgu
Sayfa Sayısı: 304
Fiyatı: 23 TL

Bir Yeniçeri Masalı / Hamit Çağlar Özdağ
Adreana… Alegra… Yok yok, biz ona Yosma Hatun diyelim, cümle âlem gibi…

16. yüzyılın sonlarında doğar Yosma, Hırvat toprağında. Hasbehas yeniçeridir, Osmanlıdır. Simsiyahtır saçı, kapkaradır gözü. Teni akça pakça, dili pabuç kadar. Fikri neyse zikri de odur. Ve bilinmeli ki gönlünde bir Şehzâde Daryal yatar, bir de intikam…

Geçmişten gelen bir hesabı vardır Yosma’nın. Irzına geçmişler, anasını öldürmüşler. Dört gözle beklemektedir sefer haberini. Ve gün gelir, ferman işitilir, sefer vaktidir! Viyana yollarına düşülecek, cenk edilecektir. Büyük müjdedir bu Yosma Hatun nazarında! Ama cengin dehşetli yanıyla, bu tahsilatın karanlık tarafıyla nasıl yüzleşecektir?

Buyurun bir yeniçerinin masalına… Pürdikkat yapışın bu cesur hatunun kelamına…
Sayfa Sayısı: 248
Fiyatı: 19 TL

Kül Dağı’ndaki Kütüphane / Scott Hawkins
“CEHENNEMDEN KAÇMANIN TEK GERÇEK YOLU ONU FETHETMEKTİR.”
Kayıp bir Tanrı.
Evrenin sırlarını gizleyen bir kütüphane.
İnsanlığını yitirdiğini fark edemeyecek kadar meşgul bir kadın.

Carolyn, evrene dair her türlü bilgiyi barındıran, Baba adında gizemli bir adamın mutlak yönetimindeki Kütüphane’yi mesken tutmuş, her biri farklı konulara hâkim on iki kütüphaneciden biridir. Kendisi tarafından evlat edinildikleri günden beri Baba’nın korumasında sorumlusu oldukları konuları öğrenen bu on iki kişi bir gün açıklanamayan bir şekilde Baba’nın ortadan kaybolması sonucunda ne yapacaklarını şaşırırlar. Son altmış bin yıldır dünyayı gizlice yöneten Baba’nın ölmüş olması ihtimali, güçlü rakipler arasında bir mücadeleye sebep olur.

Kül Dağı’ndaki Kütüphane, tanrı olmayı öğrenen bir kadının yitirdiği insanlığını geri kazanması üzerine tuhaf, korkunç ama dokunaklı bir hikâye anlatıyor.

“Fantastik edebiyatın en yeni yeteneğinden benzersiz bir roman.” —Wall Street Journal

“Neil Gaiman’ın korku ve fantazi anlatılarına kafa tutuyor.” —Library Journal (starred)

“Josh Malerman’ın Kafes’inden beri okuduğum en iyi çıkış kitabı.” —Porter Anderson, CNN

“Dünyayı alt üst eden bir gücün ve intikamın muhteşem hikâyesi. Özgün, sürükleyici, rahatsız edici ve zarif.” —Kirkus (starred)

“Birinci sınıf bir roman… Zulüm ve dünyanın sonu üzerine destansı, çekici ve esrarlı bir fantazi. Elinizden bırakamayacaksınız.” —Cory Doctorow, New York Times çoksatan yazarı

“Okuduğum en sıradışı fantastik kitap. Hawkins çok büyük fikirleri, kuvvetli bir hayal gücü, derinlikli karakterler ve beklenmedik, çarpıcı bir sonla ustaca bir araya getiriyor. “ —Nancy Kress, Hugo ve Nebula ödüllü yazar 

“Eğlenceli, korku verici ve yaratıcı. Ne olacağını tahmin ettiğiniz her an, sizi beklenmedik yerlere sürükleyen türden bir roman.” —David Wong, New York Times çoksatan yazarı
Orjinal Adı: Library at Mount Char
Çevirmen: M. Boran Evren
Sayfa Sayısı: 432
Fiyatı: 30 TL


Gerçek Suç Hikâyeleri Serisi’nden Yeni Kitap: Katil Babalar

Salı, Ocak 17, 2017
Paloma Yayınevi’nin polisiye meraklılarına şenlik yaşatan serisi “Gerçek Suç Hikâyeleri”nin yeni kitabı “Katil Babalar” raflarda.

Bu kitaptaki çocuklar sevdikleri ve kendilerini sevdiklerini düşündükleri kişiler tarafından öldürüldüler.

Beş yaşındaki üvey kızını acımasızca öldüren bir baba,

Karısını ve her şeyden çok sevdiği iki kızını planlayarak öldürüp, sonra da intihar eden, titiz ve aklı başında bir yetişkin olarak tanınan avukat bir baba,

Karısını öldürdükten günler sonra önce iki küçük oğlunu öldürüp sonra da kendisiyle birlikte evi ateşe veren genç bir baba,

Karısını ve çocuklarını öldürmek için tam üç yıl boyunca plan yapan ve cinayet günü için “Bu şanlı bir gün ve sanki Tanrı’nın takdiri hayırlara gülümsüyor,” diye yazan gururlu ve iş hayatında başarılı bir baba,

İlk çocuğunu bekleyen sekiz aylık hamile karısını Noel arifesinde öldüren müstakbel bir baba ...ve diğerleri.

Hiçbir suç, bir çocuğun kendi anne ya da babası tarafından öldürüldüğü cinayetler kadar korkunç değildir. Babaların kendi çocuklarını öldürdükleri bu cinayetler, ilişkiler ve insan davranışları hakkındaki inançları derinden sarstığı için toplum, arkadaşlar ve tanıdıklar için son derece şoke edicidir.

Gazeteci Mary Papenfuss, Katil Babalar'da aile dinamiklerini olabilecek en karanlık kâbusa çeviren gerçek vakaları inceliyor; mağdurların arkadaşları ve aileleriyle yaptığı görüşmeler, polis dosyalarının incelenmesi ve "katil babaları" izleyen araştırmacıların çalışmalarından ayrıntılı profiller sunuyor ve sonunda, modern toplumda bu tür suçları teşvik edebilecek faktörleri ve onları önlemek için alabileceğimiz ve almak zorunda olduğumuz önlemleri tartışıyor.

KATİL BABALAR – Babaları Kendi Çocuklarını Öldürmeye İten Çarpık Dürtüler / Mary Papenfuss
İngilizceden çeviren: Kumru Acaroğlu
Kategori: Gerçek Suç Hikâyeleri, Aile katliamları
Sayfa sayısı: 276
Fiyat: 24 TL


Büyük Patlama’dan Günümüze, Dünyanın Resimli Tarihine “Zaman Tüneli” ile Yolculuk!

Salı, Ocak 17, 2017
hep kitap her yaştan okuru “Zaman Tüneli” ile dünyanın resimli tarihine yolculuğa davet ediyor. Peter Goes’un yazıp resimlediği kitap 20 Ocak’ta hep kitap etiketiyle raflarda.

Peter Goes’un çocuklar için yazıp resimlediği Zaman Tüneli, Büyük Patlama’dan günümüze dünyamızın, kültürlerin, yaşananların resimli tarihini gözler önüne seriyor. Büyük küçük herkese hitap eden kitap, okurlarını adeta tarih içinde bir yolculuğa çıkarıyor.

Zaman Tüneli, dinozorlar çağından Azteklere, Vikinglerden uzay gemilerine uzanan süreçte insanlık ve dünya tarihini resimlerle anlatan bir kitap. hep kitap’ın okurlarla buluşturduğu bu dikkat çekici kitapta, Peter Goes’un hayal dünyasında şekillenen görsellere dönemin gerçekleri eşlik ediyor. 

Dünyayı güzelleştiren sanatçıları, insanlığı felakete sürükleyen zalim yöneticileri, çağı daha ileriye taşıyan kâşifleri, efsanelere konu olan yaratıkları da Zaman Tüneli’nin sayfalarında bulmak mümkün. Zaman ve mekân uyumunu gözeten, resimlerin ön planda olduğu bu kitap, boyutuyla da dikkat çekiyor.

Gül Özlen’in dilimize çevirdiği Zaman Tüneli, 20 Ocak’ta hep kitap etiketiyle raflardaki yerini alacak.

“Görsel detayları, kısa notları ile Büyük Patlama’dan Charlie Hebdo’ya kadar yaşananları anlatan bilgi dolu devasa bir kitap. Gözlerinizi okşayacak kadar şık, esprili aynı zamanda da ciddi...”
Yılın En İyi Kitabı, The Sunday Times (İngiltere) Aralık 2015

PETER GOES HAKKINDA
Belçikalı Peter Goes, 1968’de Ghent’te dünyaya geldi. Ghent Güzel Sanatlar Akademisi’nde animasyon eğitimi gördü. Profesyonel hayatını grafik tasarımcısı, illüstratör olarak devam ettirmeden önce tiyatrolarda sahne amiri, teknik yönetmen olarak uzun süre çalıştı. Artık yazıp çizmeden geçirdiği tek bir günü bile yok. 

Zaman Tüneli / Peter Goes
Çevirmen: Gül Özlen
Sayfa Sayısı: 80
Satış Fiyatı: 45 TL


Pelin Erdoğan’nın Hikaye Kitabı “Çok mu Çıplak?” Ağaçkakan Yayınları’ndan Raflarda

Salı, Ocak 17, 2017
Pelin Erdoğan, uzun yıllar boyu biriktirdiği erkek şiddeti haberlerini hikayeler haline getirdi. Bu kitap o hikayelerden oluşuyor. Hepsi kurmaca, hepsinin altında yaşanmış gerçekler var. Hepimizin civarında bol miktarda bulunan ama gazetelere düşene kadar yokmuş gibi davranılan, gazetelere düştükten sonra “bizden uzaktaymış” muamelesi gören, oysa yanıbaşımızda duran çok sert bir şiddet bu. Bu sertlik doğal olarak hikayelere de yansımış durumda.

“Öykülerim, hadsiz gerçekler. Yaşanmış.

Okuduğunuz bir öykü, belki komşunuzun hayat öyküsü. Belki her gün yüzüne bakıp da, kravatlı oluşu hatırına, edepsizliği yakıştıramadığınız müdürünüzün…

Babanın kızına, amcanın erkek yeğenine tecavüzü yalan değil. Babasından çocuk doğuranlar, köpekle, eşekle, tavukla yaşanan cinsel azgınlıklar yalan değil. Cinsiyet kimliklerinin parayla, güçle, kaba kuvvetle, etle, dolgun memelerle biçimlendiği sokaklar yalan değil.”

Pelin Erdoğan kimdir?
Ankara doğumlu. İstanbul Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği yüksek lisans sahibi. İngiltere ve Amerika’da enerji sistemleri alanında akademik çalışmalar yaptı. Kurucusu olduğu Idol Consultancy firmasında teknoloji yönetimi hizmeti veriyor. Toplumsal cinsiyet konusu, flamenco dans, opera, müzikal ve fotoğraf ile yakından ilgileniyor. Ud çalıyor. Radikal Gazetesi/Radikal İki, Imece.org, Wesvee ve Kuzey Yıldızı dergilerinde yayımlanmış yazıları, öyküleri ve fotoğrafları var.

Çok mu Çıplak? / Pelin Erdoğan
Ağaçkakan Edebiyat Serisi – 1
Birinci Basım: Ocak 2017, İstanbul
Satış Fiyatı: 21 TL.
Dağıtım Tarihi: 6 Ocak 2017-01-04

Adel Ben! Memnun Olunuz! : Kimin Hikâyesi?

Pazartesi, Ocak 16, 2017
“Kimim ben” sorusuna verilebilecek binlerce cevap bulabilir insan. Uzun uzun tasvirlere girişebilir. Kim olduğunu en abartılı ya da en nesnel şekilde açıklamaya çalışabilir en başından. Bu hikâye de ‘kimim ben’ sorusuyla açılıyor, ancak sorunun cevabı tersinden veriliyor. Anlatıcı, nam-ı diğer ‘Adel’ kim olmadığını tane tane tarif ederken gözümüzün önünde canlanıveriyor eti kemiğiyle.

Ervim Emeksiz’in ilk hikâyesi “Adel ben! Memnun Olunuz!” gerçekten de bize bir karakter tanıştırıyor. Emir kipi taşıdığına bakmayın Adel’in hallerindendir, yoksa kimseye zorlama yapmaz. Zaten tanıştığınıza memnun olmamanız imkânsız gibi. Öyle renkli, öyle taze, öyle hayat dolu ki, daha çok anlatsın, daha çok konuşsun istiyorsunuz. Anlattıkları da hemen hemen herkesin hayatında olan bitenden ibaret. Bu yüzden de çok tanıdık geliyor, ama onu farklı kılan anlatım biçimi. Buna sonra değiniriz, önce biraz hikâyeden bahsedelim. 

Esas hikâyenin ne olduğunu tabii ki söylemeyeceğim, ama okuyucular için biraz tanıtmak gerekirse, kısaca bir genç kadının hikâyesi diyebiliriz. Adel’in çocukluğuna inmesi, genç kızlık cağı, dünyaya bakışı, iletişim kurma biçimi, çevresindekileri anlamaya çalışması, sezgileri, gözlerinde parıldayan ışık, ve elbette hikayesinin yaratıcısına dönmesi, yani annesi Ida. Ida’nın penceresinin açılması, hikâyenin annenin eksenine kayması, ya da belki de hikâyenin hep Ida’nın hikâyesi olması, öyle naif, öyle sıcak, öyle samimi ki…

Bu hikâyeyi samimi kılan en önemli unsur kadın hikâyesi olması gibi geliyor bana. Ya da beni en çok bu yönüyle cezbetti. Elbette herkes alıp okumalı ama kadınların daha başka bir tatla, daha başka bir hisle okuyacaklarını düşünüyorum. Sanırım bunu düşündüren şey Adel’in ve İda’nın cinsiyetlerini unutmadan konuşmaları, konuşturulmaları. İkisi de kadın kadın ifade ediyor kendini, çocukluk dönemi bile kız çocuğu olarak beliriyor. Elbette bunu yazarın kullandığı dil yaratıyor. Kadın olduğunu unutmadan yapılan anlatım, hikâyeyi özel, güzel, samimi kılan en önemli nokta. 

Hikâye anlatıcılığının genç kadından annesine doğru gitmesi de kadınca bir durum. Geleneksel ataerkil anlatıda babadan oğula aktarılan miras, bu hikâyede kadınlar arasında ve tersine doğru işletilerek dönüştürülüyor. Sanki kadınlar köklerini hatırlamalı ve buna tutunmalıymışlar gibi... Adel’e annesinden kalan çok şey var sözlü anlatımda; ama yazınsal düzlemde anlatı Adel’den Ida’ya doğru işletiliyor. Bir anlamda Adel, yaratıcısına, köklerine dönüyor. İşte bu anlatım biçimi de hikâyenin tadına tat katıyor. 

Evrim Emeksiz, hikâyesini öyle yalın, öyle dolaysız anlatıyor ki belki Adel’in kendi deyişi de olabilecek bir ifadeyle ‘neyse o.’ Uzun zamandır okuduğum hikâyeler içinde en fazla diyalog içerenlerden biri. Cümleler gündelik yaşantıdan alınmış, gerçekliğine uygun ifade edilmiş. Öyle adalı ifadelere, bol sıfatlı tasvirlere yer verilmemiş. İşte burası ilginç. Diyaloga dayalı hikâye yazmak zordur. Okuyucuya çok boşluk bırakırsın ancak okuyucunun tüm boşlukları doldurması yorucu olabilir. Dolayısıyla okuma sureci ağır ve zor bir hal alabilir. Fakat yazar öyle ustalıkla kuruyor ki iletişimi, okuyucu olarak adeta olup bitene canlı bir şekilde tanıklık ediyorsunuz. Bütün atmosfer de gözünüzün önünde şekilleniyor. Hikâyeyi bu yalınlıkla resmetmek zor olsa da üstesinden gelinmiş. Tebrik etmek gerek yazarı.

Hikâyenin biçimsel özelliklerine şimdi değinebiliriz. Diyalogların ağırlıkta olduğu bu metin, biçimsel olarak açık bir yapı kuruyor. Okuyucuya daha fazla alan açan bu metin, her okuyan tarafından farklı şekillerde doldurulabilecek boşluklarla zenginleşiyor. Temel izleğini çizerken, çoklu anlamlar üretilmesine alan açıyor. Okuyucuyu etkileşim içine sokarak aktifleştiriyor. Okuyucu boşlukları doldururken nefes alıyor.

Günümüz okuyucusunu daha kolay kavrayabilecek en önemli biçimsel özelliklerden bir diğeri de anlatımın sıçramalı, sinematografik oluşu. Okuyucu kitap okurken sanki bir sinema filmi seyrediyor, bir andan başka bir ana sıçrıyor. Bu durum ana hikâyeyi oluşturan hikâyeciklerin de bir anlamda bağımsızlaşabileceğine işaret ediyor. Mesela hikâyenin ana izleğini bilmeyen biri açıp herhangi bir bölümü okusa bile kendi içinde bütünlüklü bir kısa hikâye özümsemiş olur. İşte böyle sıçramalı bir şekilde kaleme alınan bu hikâyecikler de bizi esas hikâyeye götürüyor.

Evrim Emeksiz bu ilk denemesiyle okurların karşısında gururla dursa yeri var, çünkü cesaretle, riskler alıp, en az sözle en çok şeyi anlatabilmeyi başarmış. Böylece bizlere de bu samimi, bir o kadar naif, bir o kadar renkli hikâyeyi okumak kalıyor. 

Meral Harmancı Mcdermott

Adel Ben! Memnun Olunuz! / Evrim Emeksiz
1.Basım: Ocak 2017
Sayfa: 152
Fiyat: 14 TL

Misket Mızrak, Bozlak Çatlak Bir Roman: Sezgin Kaymaz'dan Farfara!

Pazartesi, Ocak 16, 2017
April Yayınları'ndan müjde var! Daha Hang Kang’ın “Vejetaryen”ini okuma keyfi içimizdeyken, Sezgin Kaymaz müjdesiyle görüyor ve arttırıyorlar. Sezgin Kaymaz’ın yeni romanı “Farfara” Ocak ayının son haftası tüm kitapçılarda!

Charles M. Schulz der ki mutluluk sıcacık bir köpek yavrusudur. Hisarlı Ahmet der ki dünya dedikleri bir gölgeliktir. Neşet Ertaş der ki bu oyun havası değil ya, düğüne giden oynar. Aklı yetenler bu sırrı anlar, aklı yetmeyenlerin kusuruna bakılmaz. Misket mızrak, bozlak çatlak bir roman: Farfara.

Ankara kocaman bir patlak kâse, onlar da ateşini almış patlamış mısır, o yana bu yana sıçrayıp duruyorlar. Luki'nin romanı bu. Veya Madonna'nın veya Lucky'nin veya Matahari'nin; kısaca itin tekinin. Ne anasının başı kurtulduydu belâdan ne de yavrusunun kurtuldu. Ne anasının ağına düşenler kurtarabildiydi yakasını aşktan, ne yavrusunun ağına düşenler kurtarabildi. "Al sana bir yavru köpek. Oynaş, eğleş!" deyip verdi Allah bunlara bir yavru köpek, o yavru köpek de tuttu bir güzel oynaştı alayıyla; dalgasını geçti.

Mücellâ… Tahsin Bey’in kaybıyla yıkılan, kendini uykuyla iyileştirmeye çalışan, sitemkâr sır küpü bir Ankara hanımefendisi.

Gidip gidip bir milyoncuya yazılan, Kocabeyoğlu Pasajında ne kadar döküntü tişört, defolu pantolon varsa toplayıp toplayıp gelen, dibinde mis gibi grosmarket dururken pazar pazar dolanıp yemek yapmasını bilirmiş gibi evi ucuz sebzeyle dolduran, Olgunlar'ın korsan kitabına, Yüksel'in uyduruk kol saatine, cıncık boncuğuna meftun Bûse.
En sinirine giden şey: her şey!

Kemalettin… Kir pasak içinde ikide birde bitli horozlar gibi Buse'nin üstüne hoplayıp "Hadi beste yapalım canoş!" diye sulanan, beceriksizler kralı.

Zil kapı tanımaz taksiciler, belalı Batıkent efrâdı, içi dışı sevgi kokan yosmalar, tutkulu Ankara bebeleri. Ve âlemin hayatını değiştiren pas lekeli, sivri kafalı, rugan gibi bir yağlı kayış. Luki. Anasının kızı işte, kuyruğunu sayma.

Kimi dürülü kimi bükülü kimi serili, boklu sidikli gazetelerin arasından manevra yapa yapa, maceradan sırra, aşktan ölüme, hayattan hayata bir roman: Farfara.

Şu çocuk bahçesinde oynayıp duruyoruz hepimiz, koşup gideceğiz annemiz çağırınca.
Ne yapalım,  emir büyük yerden, çağrıldın mı gideceksin.
O güne kadar, yapacak bir şey yok, oy farfara farfara!

Yeni Tanışanlar için Sezgin Kaymaz
1962’de Sinop’ta doğdu, herkes ağlasın diye beklerken gık demeden öldü, anneannesi üstüne tülbentini örtüp dua okurken bir daha doğdu, ağlamaya o zaman başladı. Babası, annesini ve beş çocuğunu terk edip giderken o henüz üç buçuk yaşındaydı; beş kardeşin en küçüğü. Annesi devlet memuruydu, ebeydi, Sabiş'ti, tayini çıkınca topladı çoluğu çocuğu, bunu da aldı tekne kazıntısı olarak; Konya'ya götürdü. Bu da çok zeki bir çocuktu; zamanın Maarif Koleji'ne girdiydi, fakat okurken okurken okulun adı değiştiği için Konya Anadolu Lisesi'nden mezun oldu. Başladığı hiçbir okulu bitirememesinde bu travmanın etkisi olduğu söylenir. Nitekim, Ankara Hukuk Fakültesi'ne girdi, ikinci sınıftan terk etti, arada 19 Mayıs Spor Akademisi'ne girdi, hiç başlamadan terk etti, devâmen Hacettepe Üniversitesi İngilizce Dilbilimi Bölümü’ne girdi, Türkçe dersini veremediği için son sınıftan terk etti, en nihâyet Hukuk Fakültesi'ne geri döndü ve fakat onu da bu sefer üçüncü sınıftan ve bir kere daha terk etti. 1976’dan itibaren oyuncu ve teknik direktör olarak hentbolla uğraştı. Çeşitli kulüp takımlarını ve bütün kategorilerde milli takımları çalıştırdı. Hentbol Federasyonu Teknik Kurul Başkanıydı, gene terk etti. 2006 yılında Türkiye Voleybol Federasyonu'nda İcra Kurulu Koordinatörü oldu, 2012'nin sonlarına doğru onu da terk etti.

Eserleri: Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir (Roman / 1997 / İletişim), Geber Anne! (Roman / 1998 / İletişim), Kaptanın Teknesi (Roman / 1999 / İletişim), Lucky (Roman / 2000 / İletişim), Zindankale (Roman / 2004 / İletişim), Sandık Odası (Hikâye / 2005 / İletişim), Medet (Hikâye / 2007 / İletişim), Ateş Canına Yapışsın (Roman / 2008 / İletişim), Kün (Roman / 2013 / İletişim), Deccal'ın Hatırı (Roman / 2014 / İletişim), Kısas (Roman / 2014 / İletişim).
2015'te de İletişim'i terk etti, April'e geçti. Sinirini bozmazlarsa onu terk etmeyeceğini söylüyor. Şimdilik şunları yazdı:
Bakele (Hikâye / 2015 / April),
Şon Sûrâ (Roman / 2015 / April)
Bugün Bize Kim Geldi (Hikâye / 2016 / April)
Farfara (Roman / 2017 / April) 

Daha da yazıyor.
Yazmayı terk etmeyecek, Hülya'yla beraber evde baktığı on dört baş evlâd-ı hayvanatı terk etmeyecek, Hülya'yı terk etmeyecek. Sevdiklerini asla terk etmedi çünkü.

 Mektupkardeşleri için posta adresi bile var: sezgin.kaymaz@gmail.com

Farfara / Sezgin Kaymaz
Türü: Roman
Yayınevi: April
1. Baskı Ocak, 2017
Sayfa: 416
Fiyat: 26 TL

Sel Yayıncılık'tan Ocak Yenileri

Pazartesi, Ocak 16, 2017
Sel Yayıncılık Ocak ayını sekiz kitapla karşılıyor. Arthur Miller’ın romanı “Fokus” ilk kez dilimize çevrilerek sunulurken, Claude Simon’un uzun süredir raflarda görünmeyen başyapıtı “Tramway” da yeniden raflarda. Joseph Conrad’ın ilk romanı “Almayer’in Sırça Köşkü” ve Zeynep Kaçar’ın romanı “Kabuk” da ayın diğer edebiyat kitapları. Georges Bataille’ın “Lanetli Pay”ı kuram dizisinin, Éric Marty’nin “Marquis de Sade Yirminci Yüzyılda Neden Ciddiye Alındı”sı ve Kemal Özmen’in “Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri” araştırma/inceleme dizisinin, Enis Batur’un hazırladığı “Rönesans’ın Serüveni” de sanat dizisinin yeni kitapları. Enis Batur’un 30 yaşına basan kitabı “Bu Kalem Bukalemun”u genişletilmiş versiyonuyla yeniden raflarda yerini alıyor. Hangileri ilginizi çekti bilmem ama, “Fokus”, “Tramway” ve “Almayer’in Sırça Köşkü”nü şiddetle öneririm…


Fokus * Arthur Miller
“Yabancı düşmanlığı” daima bir bulanıklık içermiştir. Dil, din, ırk, mezhep ve cinsiyet üzerinden ayrımcılık mekanizmalarının harekete geçirildiği bu sistemde başka mahalleden ya da sokaktan olanlara dahi düşmanlık güdülebilir. “Biz” duygusunun kapsamı da aynı ölçüde bulanıktır. Kimi insanlar bu düşmanlığı kolaylıkla içselleştirirken, kimileri üzerine kafa yorar ve bazen de bu bulanıklığın kurbanı olur.

Arthur Miller, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen bitiminde kaleme aldığı Fokus’ta, ABD’deki küçük bir Hıristiyan kasabasında yükselen anti-semitizm üzerinden bu bulanıklığı irdeliyor. İktidar sahiplerinin, yabancı düşmanlığını hangi çıkarlara yönelik, hangi sorgulamaların önüne geçmek için kullandığını orta sınıftan bir karakter olan Bay Newman üzerinden ele alan Miller, akıldışılığın ve önyargıların karşısında insani değerlerin gerçekliğini ön plana çıkarıyor.

Hıristiyan değerlerine bağlılığın bir seçenekten bir zorunluluğa dönüştüğü siyasal atmosferde değerler karmaşası ve kitlesel manipülasyon yoluyla zehirlenen toplumdan küçük ama çarpıcı bir kesit sunan Fokus, yazıldığı dönemden bugüne ve bu coğrafyaya yakıcılığını koruyarak ulaşan temel sorunlarımızdan birini merkeze alan, sarsıcı bir eser.

ARTHUR MILLER, 1915 yılında New York’ta doğdu. Eğitimini Michigan Üniversitesi’nde tamamladı. Yirminci yüzyılın en büyük oyun yazarlarından biri olarak tanınmakla birlikte pek çok dalda eserler verdi. İki kez New York Tiyatro Eleştirmenleri Ödülü’nü ve bir kez de 1949 yılında Pulitzer Ödülü’nü kazandı. 2001 yılında, Amerikan edebiyatına seçkin katkıları nedeniyle National Book Foundation madalyası aldı. 2002 yılında Prince of Austurias of Letters Ödülü’ne, 2003 yılında ise The Jerusalem Ödülü’ne layık görülen Miller, 2005’te hayatını kaybetti. Yazarın kaleme aldığı Hepsi Oğlumdu (1947), Satıcının Ölümü (1949), Cadı Kazanı (1952) ve Bedel (1968) adlı tiyatro eserleri ülkemizde de sahnelenmiştir. 1961’de filme çekilen Misfits (Uygunsuzlar) adlı bir romanı daha bulunan Miller çok sayıda senaryo ve edebiyat dışı eser de yazmıştır.
Özgün Adı: Focus
Dünya Edebiyatı / Roman
Türkçesi: Ramazan Güngör
255 sayfa, 20 TL

Almayer’in Sırça Küşkü * Joseph Conrad
Denizaşırı küçük bir sömürge adasının el değmemiş ve yabani atmosferinde saplantı, hırs, kıstırılmışlık ve çıkarcı hesaplarla dolu günlerin orta yerinde Almayer’in “Sırça Köşkü” tüm heybetiyle durur. Bu köşk, içinde yaşamanın gerçekleşmeyen bir hayal olduğu gösterişli bir ev midir? Damarları yakıp kavuran bir zehir, yani altın saplantısı mı? Yoksa küstah Almayer’in, o çok sevdiği kızı Nina’nın kötücül annesi ve onun yerli akrabalarına karşı duyduğu küçümseme mi?

Joseph Conrad’ın ilk romanı Almayer’in Sırça Köşkü’nde, Hollandalı bir tüccarın zenginlik hülyaları ve kızının geleceğine dair planları kendi hırs ve önyargılarının ağırlığı altında çatırdarken, kişisel trajedisi karanlık bir sömürgecilik ve ırkçılık anlatısıyla güçlü bir tarihsel arka plan eşliğinde iç içe geçiyor.

Muhteşem tasvirleriyle okuru uzak ve egzotik diyarlara götürüp yoğun ve zengin üslubuyla her cümlesinde birer hikâye anlatan Conrad, satır aralarında işlediği ihanet, soyutlanmışlık, kültürel asimilasyon gibi temaların yanı sıra Borneo nehirlerinden akan insani zaafları Almayer’in hayalperest ve tutkulu kalbine saplıyor.

JOSEPH CONRAD, (1857-1924) Leh bir ailenin oğlu olarak Polonya’da dünyaya geldi. Genç yaşta denizci oldu ve yirmi yıl kadar bu meslekle uğraştı. Emekli olduktan sonra İngiliz vatandaşlığına geçip İngiltere’ye yerleşerek kendini yazarlığa adayan Conrad ilk romanı Almayer’in Sırça Köşkü’nü 1896’da kaleme aldı. Ölümüne dek pek çok eser verdi, eleştirmenlerden büyük övgüler aldı ve gerek İngiliz edebiyatının gerek dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri oldu. Edebiyatta modernizmin öncülerinden biri olarak kabul edilen Conrad, anlatım tarzı ve anti-kahramanları bakımından yirminci yüzyılın pek çok ünlü yazarını etkilemiştir. Conrad’ın romanları genellikle Avrupa’ya uzak, egzotik ülkelerde geçer. Eserlerinde karakterlerinin psikolojik tahlillerine ve insan doğasının kötü yönlerine özellikle ağırlık vermiş, dönemin Avrupa hakimiyetindeki dünyasının insan ruhuna etkilerini başarıyla yansıtmıştır. En ünlü romanları Lord Jim ve Karanlığın Yüreği’nin yanı sıra Batılı Gözler Altında, Nostromo, Altı Öykü, Zafer, Gizli Ajan, Narcissus’un Zencisi, Muhbir, Ölüm Seferi gibi eserleri de Türkçeye çevrilmiştir.
Özgün Adı: Almayer’s Folly
Klasiksel / Roman
Türkçesi: Ayşe Deniz Temiz
204 sayfa, 16 TL

Tramway * Claude Simon
Tramvay, çağdaş Fransız edebiyatının en büyük isimlerinden biri olan Claude Simon’un –bilindiği kadarıyla– son romanı. 1950’lerin “Yeni Roman” akımının önde gelen temsilcileri arasında kabul edilen, aynı zamanda 1985 Nobel Ödülü’nün de sahibi olan Simon’un yarım yüzyıla yayılan yazarlık serüveninin son durağı olarak kabul edilen Tramvay, onun bir yazar olarak geleneksel kalıpları aşma eğilimini net bir şekilde ortaya koyuyor. Daima çizgisel ya da kronolojik bir biçimde gelişen bir anlatının gerçek bir anlatı olmadığına inanan Simon, Tramvay’da da olayları –tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi– parçalı ve süreksiz olarak ele alıyor, geçmiş ve şimdi’nin üst üste bindiği başka bir zaman kuruyor.

Dünyaya hastane odasından bakan bir adamın şimdi ile dün arasında salınarak, hayatının ortasından geçen bir tramvayla geçmişe yaptığı yolculukları anlattığı Tramvay, Tahsin Yücel’in önsözüyle okurla buluşuyor.

Roman sanatının doruklarında gezinen bir başyapıt…

CLAUDE SIMON, 1913’te Madagaskar’da doğdu. 1950’lerde Fransa’da ortaya çıkan “Yeni Roman” akımının en özgün temsilcilerinden olan Simon, resim ve fotoğrafla da ilgilendi ve “insanlık durumunu temsil eden derin bir zaman bilinciyle şairin ve ressamın yaratıcılığını birleştiren romanları” nedeniyle 1985’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Claude Simon 2005 yılında Paris’te öldü. Tramvay’ın ardından başyapıtları arasında sayılan La Route des Flandres da yayın programımızdadır.
Özgün Adı: Le Tramway
Dünya Edebiyatı / Roman
Türkçesi: Samih Rifat
91 sayfa, 12 TL

Kabuk * Zeynep Kaçar
Bir ailenin tarihini, deliliğini, derinliğini, karanlığını, neşesini, acayipliğini kumaşlar ve yiyeceklerle çevrelenen üç kadının gözünden anlatıyor Zeynep Kaçar Kabuk’ta. Kendini gerçekleştirme çabası içindeki üç kuşağın hayatın gelip dayattıkları karşısında başkalaşması, kabuk değiştirmesi, kabuğuna sığamadıkça çaresizleşmesi, çaresizleştikçe gerçeklikten uzaklaşması sarmalını incelikle örüyor. Her bir birey için savaş alanına dönüşen ailenin aynı zamanda bütün yaraları iyileştirmedeki mucizevi mahirliğini de sakınmasızca ele alıyor.

Tutmaya çalıştıkça ellerinden kayan hayatlarının peşinde çözümü delirmekte bulanların hem kanatan, hem sağaltan ama hep güç veren hikâyesi...

“Bense sürekli değişmek, savaşmak, kendimle dalaşıp uğraşıp hep bir mantıklı yol bulmak zorundayım. Olağan güzel, olağan iyi, olağan makul değilim çünkü. Neyim varsa olağandan epey uzak. Sürekli kendimi akla yola uydurma çabası.”

ZEYNEP KAÇAR, 1972 yılında Lüleburgaz’da doğdu. 1991’de Bursa Anadolu Lisesi’nden, 1995’te MSM Tiyatro bölümünden, 1999’da İstanbul Üniversitesi Dramaturji bölümünden mezun oldu. 2007’de “Aşk İhanet Yalnızlık Vesaire”, “Krem Karamel”, “Bavullar”, “Bu Bir Oyun Değil”, “Dış Ses” adlı oyunları ve Ayla Kutlu’nun aynı adlı öyküsünden uyarladığı “Mekruh Kadınlar Mezarlığı” Toplu Oyunları 1, 2008’de “Böyle Bir Aşk Masalı” ve “Sahici İnsanlar/Plastik Ölümler” Toplu Oyunları 2, 2011’de “Bu Anlamlı Günde”, “Köprüden Önce Son Çıkış” ve “Medine” Toplu Oyunları 3, 2015’te “İd Ego ve Süper Kahraman” ve “Varolmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları” Toplu Oyunları 4 adı altında Mitos Boyut Yayınları tarafından yayımlandı. Oyunları çeşitli alternatif tiyatrolar, Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları tarafından sahnelendi. İngilizce ve Çince’ye çevrildi. ABD, Tayvan ve İsveç’te sahnelendi. Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen Krem Kramel 2010 yılında Ankara Sanat Kurumu tarafından Övgüye Değer Oyun Yazarı ödülüne, 2011 yılında Medine Dil Derneği Kerim Avşar En İyi Oyun Ödülüne layık görüldü. 2000-2007 yılları arasında tanıtım ve eleştiri yazıları Radikal kitap eki, Varlık dergisi ve çeşitli web sitelerinde yayımlandı. 2000’de Tiyatro Boyalı Kuş ve 2008’de Bab-ı Tiyatro’yu kurdu ve yazar, yönetmen ve oyuncu olarak bu topluluklarda görev aldı.
Türk Edebiyatı / Roman
173 sayfa, 14 TL

Bu Kalem Bukalemun * Enis Batur
Bu Kalem Bukalemun 30 yaşında!

Edebiyatı tehdit eden en büyük tehlikelerden birinin ‘ciddiyetten ölmek’ olduğuna inanan bir yazarın şakrak, deneysel, yer yer hırt çıkmalarından oluşan kitap zaman içinde tiryakilerini ve takipçilerini yarattı, kimilerinin gözünde bir tür kilometre taşı niteliği taşıdı.

Bu 5. basım, “Meşkler” ile ‘fevkalâde’ genişletildi.

Bu Kalem Bukalemun, yazarına göre, Patafizik Koleji’nden Oulipo’ya uzanan bir damarın meşru çocuğu.

Sel Yayıncılık, 2017 programına Enis Batur’dan “Bu Kalem” dizisinin genişletilmiş basımlarının yanısıra tükenen kitaplarının yeni basımlarını aldı. Araya yepyeni başlıklar girecek.

Düşler, Gündüşleri, Librettolar, Kuruntular, Oyunlar, Romanlar, Parçabaşı Dikişler ve Hurufi Notlar 1972-1986
Cep ve İçcep Meşkleri 1988-2012
Çağdaş Türk Edebiyatı / Deneme
261 sayfa, 20 TL

Lanetli Pay * Georges Bataille
20. yüzyılın sıradışı ve putkırıcı düşünürlerinden Georges Bataille Lanetli Pay adlı bu yoğun ve önemli metninde bize üretim ve birikim mantığına dayalı kapitalist zihniyetin tam tersini; sermayeyi ve birikimi yok etmeye, bağışlamaya ve paylaşmaya dayalı bir ekonominin temellerini gösteriyor.

Aşırılıklar filozofu Georges Bataille hem bireysel hayatında hem de toplumların hayatında bu aşırı enerjinin yok edilmesine büyük önem vermiş; 1933 yılında yazdığı “Harcama Kavramı” adlı makalesinden sonra ekonomi üzerinde yaptığı yoğun çalışmalarını 1949 yılında yayınlanan Lanetli Pay’la tamamlamıştır. Azteklerin mallarını törensel gösterilerle yok edişi, potlach geleneği, insan kurban etme, Tibet’in manastır sistemini esas almış kapalı toplum yapısı, askeri ve dini Müslüman toplumlar... Bütün bunlardan 20. yüzyılın sanayi yapılarına, Marshall Planı’na ve Sovyet ekonomisine uzanan Lanetli Pay, Bataille’ın doğa, insan, ekonomi ve tarih felsefelerini sistematik bir bütünlük içinde ele aldığı, değiş tokuş, harcama, tüketim, siyasal iktidar kavramlarıyla boğuştuğu en temel yapıtıdır.

İçinde yaşadığımız dünyanın her türden gerçek ve simgesel “Lanetli Pay”la tıka basa dolduğu günümüz koşullarında sistemi bütünüyle alaşağı etmeden hayatlarımızın düze çıkamayacağını görüyorsanız, kadim dünyaların seslerini bugüne taşımış bir kahin olan Georges Bataille’ın söyleyeceği çok şey var demektir.

GEORGES BATAILLE, (1897-1962), Fransız yazar, düşünür. 1922 yılında Ecole des Chartes’tan mezun oldu. Başlangıçta sürrealizm hareketine yakınlık duyduysa da kısa süre sonra André Breton’la arasındaki fikir ayrılıkları yüzünden o çevreden uzaklaştı. Bazılarını takma adlarla imzaladığı onlarca eseri Fransız düşünü ve yazını için birer çağdaş klasik olarak kabul edilmektedir. Zaman zaman bazı siyasal angajmanların içinde görünmekle birlikte bağımsız bir yaratıcı olarak sadece Fransız çağdaş yazını üzerinde değil, evrensel bir yazın ve düşün uğrağı üzerinde de kalıcı izler bırakmıştır. Lanetli Pay’ın ardından Rahip C., Göğün Mavisi ve Gözün Hikâyesi de yayın programımızdadır.
Özgün Adı: La Part maudite
DüşünSel / Kuram
Türkçesi: Işık Ergüden
183 sayfa, 16TL

Marquis de Sade Yirminci Yüzyılda Neden Ciddiye Alındı * Éric Marty
Lanetli yazar ve düşünür, kitapları yüzyıllar boyu kütüphanelerin “cehennem” bölümünde kilit altında tutulmuş Marquis de Sade, 20. yüzyıl başında yeniden keşfedilmiş, bütün bir yüzyıl boyunca dünya edebiyatına ve felsefi düşünceye damgasını vurmuştur. 1700’lerde insan ruhunun karanlıklarını ve derinliklerini eşeleyip, şiddeti, erotizmi ve pornografiyi yüzümüze vuran, aklı ve aydınlanmayı mantıki sonuçlarına dek vardırarak toplumsal konformizmimizi, ikiyüzlü ahlakımızı yere çalan Sade’ın bu 20. yüzyılda, insanlığın gördüğü en kanlı yüzyıllardan birinde muhakkak ki söyleyebileceği çok şey vardı...

Éric Marty, Marquis de Sade Yirminci Yüzyılda Neden Ciddiye Alındı’da onun düşüncesini yaşadıkları çağın sorunsalları içine yerleştiren; eserleriyle boğuşarak kendi düşünsel ve yaratıcı serüvenlerinin peşinde koşan Georges Bataille, Jacques Lacan, Maurice Blanchot, Roland Barthes, Philippe Sollers, Pier Paolo Pasolini, Michel Foucault, Gilles Deleuze, Pierre Klossowski gibi düşünür, yazar ve sinemacılar dolayımıyla hem Sade’ın hem de 20. yüzyıl düşüncesinin ayrıntılı bir panoramasını çiziyor.

Bunca savaş, soykırım ve katliam üreten 20. yüzyılda Sade neden ciddiye alındı? Düşünce ve yaratı dünyasının labirentlerinde gizli bu sorunun yanıtını aradığımız derinlemesine bir yolculuk...

ÉRIC MARTY, 1955 yılında Paris’te doğdu. Çağdaş Fransız edebiyatı profesörü, yazar ve düşünürdür.André Gide, René Char, Georges Bernanos, Jean Genet ve Roland Barthes’ın eserleri üzerinde çalışmış, editörlüklerini yapmıştır. Çeşitli yayınevlerinde dizi yöneticiliği görevini de yürüten Marty’nin 20. yüzyıl Fransız edebiyatının birçok önemli şahsiyeti üzerine çok sayıda eseri vardır. Bu eserlerin başlıcaları şunlardır: L’Écriture du jour: le “Journal” d’André Gide; René Char; Louis Althusser: Un sujet sans procès; Lacan et la littérature; Jean Genet: Post-scriptum; Roland Barthes: Le Métier d’écrire; Une querelle avec Alain Badiou, philosophe.
Özgün Adı: Pourquoi le xxe siècle a-t-il pris Sade au sérieux?
Araştırma/ İnceleme
Türkçesi: Işık Ergüden
296 sayfa, 25 TL

Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri * Kemal Özmen
Tanzimat dönemiyle başlayan modernleşme sürecinde ‘’dışarı’’dan gelen etkilerin Tevfik Fikret, Ahmet Hâşim, Yahya Kemal, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, İlhan Berk gibi Fransız şiiriyle bağlantı içindeki bu coğrafyanın şairlerini etkilememesi düşünülemezdi.

Fransız etkileri şairlerimizin entelektüel ve yazınsal formasyonları kadar, modern şiirimizin yol haritasının, dahası poetikasının belirlenmesinde temel bir işlev üstlenmiştir. Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri, temel değerlendirmelerin ötesine geçerek, modern şiirimizin doğasını, özgünlüğünü ve niteliğini sorguluyor.

Kemal Özmen, Divan edebiyatından şiirlerini net çizgilerle ayırma çabası içindeki Tanzimat şairlerinin yanı sıra günümüz şairlerinin de karşılaştırmalı bir talihine girişirken, bütün bu etkilerin sosyokültürel ve sosyo-politik çerçevesini çizmekten çekinmiyor.

‘’Hiçbir edebiyatının, gücünü yitirmeden kendi içine kapanabildiği görülmemiştir. Ulusal edebiyatlarda gerçekleşen en parlak başarılar her zaman yabancı katkılara dayanmıştır.’’

KEMAL ÖZMEN, 1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi ve aynı bölümde asistan olarak çalışmaya başladı. Lisansüstü eğitimine 1976-1977 yıllarında Fransa’da devam etti. 1978 yılında “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Eserlerinde Fransız Dünyası” adlı doktora çalışmasını tamamladı. Çağdaş Fransız şiirini konu alan kapsamlı çalışmalarıyla 1986 yılında doçent, 1995 yılında profesör oldu. Çeşitli sanat ve edebiyat dergilerinde Fransız edebiyatı (modern ve çağdaş Fransız şiiri), Türk edebiyatı(modern Türk şiiri) ve karşılaştırmalı edebiyat alanlarında yetmişin üstünde araştırma inceleme yazısı yayımladı. André Malraux üzerine yazdığı dört inceleme yazısı Fransa’da yayımlandı. Paul Eluard’ın Gala’ya Mektuplar’ını Türkçeye; “Orhun Yazıtları”nı Fransızcaya çevirdi. Halen Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde profesör olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda, merkezi Paris’te bulunan “Uluslararası André Malraux Derneği’nin üyesidir.
Araştırma / İnceleme
390 sayfa, 30 TL

Rönesans’ın Serüveni * Hazırlayan: Enis Batur
Rönesans sahneyi bireyciliğin aldığı, sanatta güzellik duygusunun şaşırtıcı ve eksiksiz bir coşkuyla uyandığı bir dönem ya da Kıta Avrupası’nın aklın egemenliğine girdiği ve kendisinden sonraki akımlara bir anlamda öncülük eden akademik bir terim ve üslup tanımından mı ibarettir?

XV. yüzyılda İtalya’da ışımaya başlayıp, karşılığını XVI. yüzyılda tam anlamıyla Fransa’da bulan bu kültürel kavram, sayısız kaynak çatısı altında incelenmiş, irdelenmiş, araştırılmıştır. Fakat bu yeniden uyanış ve silkinişin gerçekte ne olduğu sorusu, onu gösteren terimin gelişiminden ve öncüllerinden ayrı tutularak hata edilir.

Rönesans’ın Serüveni seçkisi sanat ağırlıklı olmak üzere Panofsky, Huizinga, Vasari, Wölfflin gibi sanat tarihinde yer etmiş araştırmacıların kaleme aldığı makalelerin yanı sıra Machiavelli, da Vinci, Cavalieri, Kepler gibi düşün ve bilim insanlarının yazışmaları ve notlarıyla bu erguvan rengi-altın tonlarında, hoş bir aydınlığın altında gür seslerin çınladığı şenlik dünyasını gerçek aydınlığa kavuşturuyor. Bitimsiz bir canlılık kazanan ve aklın egemen duvarlarını sarsılmazca ören Avrupa’nın yanı sıra Ortodoks ve Müslüman dünyasının da XVI. yüzyılına ışık tutuyor. Rönesans’ın Serüveni, seçkin çevirmenlerin Türkçeye kazandırdığı metinlerle dolambaçlı soruların beylik yanıtlarını unutturacak bir kaynak-kitap niteliği taşıyor.
Sanat Kitapları
429 sayfa, 50 TL


 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template