♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Artık Özgürsün : Suskunluğun Serencamı

Salı, Mayıs 31, 2016
Beş yaşındaki bir çocuk okul dönüşünde annesinin elini bırakarak koşmaya başlar, işte o anda bir araba hızla çocuğa çarpar ve olay yerinden hızla uzaklaşır. Katil kimdir? Beş yaşında bir çocuk, iki anne, dedektifler ve bir adam… Clare Mackintosh’un romanı “Artık Özgürsün” bir yandan günümüzde katili ararken diğer yandan geçmişinin ağır yükünden kurtulmak isteyen bir kadının yeni başlangıcına odaklanıyor. Üç sesli roman okurunu u dönüşleriyle sürekli şaşırtarak hikâyenin içine hapsediyor.

Kriminal suçlar ve asayiş tim komutanlığı da dahil olmak üzere polis teşkilatında on iki yıl boyunca görev yapan Clare Mackintosh, 2011’de teşkilattan ayrılıp serbest gazetecilik ve sosyal medya danışmanlığı yapmaya başlamış. Böylece bütün vaktini yazmaya ayırmış. Chipping Norton Edebiyat Festivali’nin kurucusu, eşi ve üç çocuğuyla birlikte Cotswolds’de yaşamakta. İlk romanı olan “Artık Özgürsün” 2014 Kasım’ında “I Let You Go” adıyla yayımlanmış. Kısa sürede büyük ilgi görerek okurların beğeniyle birbirlerine önerdikleri roman haline gelmiş. Yılın en iyi gerilim romanlarından biri olarak anılmış. Özellikle “Trendeki Kız” ve “Kayıp Kız”ın gördüğü ilginin katkısı da büyük olmuş. Kurgusunun benzerliği sayesinde referans noktası olarak adı daha sık anılmış. 2016 yılında bakıldığında otuz dile çevrilmiş ve beş yüz binden fazla kopya satmış bir roman Artık Özgürsün. Yazarın ikinci romanı “I See You” da Temmuz sonunda yayımlanıyor. Özellikle goodreads ve benzeri platformlarda kullanıcıların en çok merak ettikleri romanlar arasında.

“Trajik bir kaza. Kaçamayacağın bir geçmiş” ve “Susmak cinayet, alttan almak teslim olmaktır!” sloganıyla sunulan roman bugünü ve geçmişi harmanlıyor. Özellikle kurgusu ile ön plana çıkıyor. Kaza anıyla açılan roman iki kısımdan oluşuyor. İlk kısımda iki anlatıcımız var. Yazar kazayı aydınlatmak üzere Bristol Kriminal Şube’den Komiser Ray Stevens, yardımcısı “kütük” lakaplı Jake Owens ve devriye polisliğinden şubeye yeni atanmış Kate Evans’la tanıştırıyor okurunu. İkinci anlatıcımız ise yaşanan trajik kazayla birlikte dünyası altüst olan kadın Jenna Gray. Sürekli kaza anını gören Jenna hayatına devam etmenin yolunu her şeye sil baştan başlamakta buluyor. Bir kâbus gibi üzerine çöken çaresizliği üzerinden atmak üzere Galler sahilindeki yıkık dökük bir kır evine yerleşerek yaşama yeniden tutunmaya çalışıyor. İlk kısmı bu iki olaya ayıran yazar, Jenna’yı okuruna çabucak sevdiriyor. Kiriminal şubede ise işler pek kolay olmuyor. Ray ve Kate’i daha yakından tanırken, tüm araştırmaların hiç ipucu olmadığı için sonuçsuz kaldığına şahit oluyoruz. İlk kısımda tempoyu düşük tutan yazar önceliği karakterleri tanıtmaya verirken merak uyandırmayı da ihmal etmemiş. Özellikle Jenna ile kadın okurların özdeşleşmesini sağlamış. İlk kısmın sonunu da çok vurucu bir şokla kapatarak ikinci kısma geçiyor. Dananın kuyruğu da ikinci kısımda kopuyor zaten. Üçüncü anlatıcı ile heyecan uyandıran roman bir adamla tanıştırıyor okuru. Bu sayede de geçmişe gidiyoruz ve romanın gerçek rengi de ortaya çıkıyor. Polisiye ve dram arasında yapılan girişin ardından etkileyici bir psikolojik gerilimin ortasında kalıyoruz. Romanın beklenen kötü karakteri olan adamın anlatıcı konumunda olması da romanı üst seviyeye çıkarıyor. Jenna’nın tam karşıtı olan bu karakter romanın etkileyiciliğini de güçlendiriyor. Nefes nefese geçen ikinci kısım, soruşturmanın sonuca bağlanması ve Jenna’nın yüzleşmesiyle o kadar hızlı akıyor ki romanı elden bırakmak neredeyse imkansız. Şaşırmacalar da işin tuzu biberi oluyor. Bunu da abartmadan, gerçeğin dışına taşmadan yapıyor yazar. Tahmin edilebiliyor mu derseniz, o tempoda kimin umurunda yahu…

İlk roman acemiliğini taşımayan, ustaca kurgulanmış ve yazılmış bir roman Artık Özgürsün. Yan öykülerle zenginleşerek günümüz ergenlerine de bakış atıyor. Her şeyin ak ya da kara olmayacağını da gösteriyor. Kazanın taraflarının dramını işlerken, katilin kimliği ve yarattığı şiddeti de çok iyi estetize ediyor. Suskunluğun nelere kadir olduğunu da göstererek kadınlara mesajını vermeyi de ihmal etmiyor. Psikolojik gerilim ile polisiye harmanı olarak tempolu ve bolca şaşırtan harika bir bulmaca. Yılın es geçilmemesi gereken romanlarından…

Artık Özgürsün / Clare Mackintosh
Çevirmen: Berna Gülpınar
Altın Kitaplar
Polisiye Roman Dizisi
Basım Tarihi: Nisan 2016
Sayfa Sayısı: 408
Etiket Fiyatı: 25,00 TL

Ratter : Biri Bizi Gözetliyor

Salı, Mayıs 31, 2016
Çağ internet çağı ve herkesin kimliği apaçık ortada. Facebook, twitter, instagram, e-mail başta olmak üzere birçok hesapla her şeyimizi herkes görebiliyor. Telefonlar akıllandı, laptopların yerini tabletler aldı ve hepsinde kamera olunca gözetlenmek de daha kolay hale geldi. Hal böyle olunca son teknolojinin kâbusu da bu hesapların hacklenmesi. Bir hackerın bu hesaplara erişebilmesi, hakimiyet kurabilmesi neredeyse her şeyi yapabilmesini sağlıyor desek yeridir. 2015 yapımı bağımsız gerilim “Ratter” işte bu kâbusu anlatıyor.

“Ratter” bir ilk film. Branden Kramer’in ilk filmi. Senaryoyu da kotaran Kramer, ilk adımı da aynı konuyla atmış. Dört yönetmenli sekiz dakikalık 2012 yapımı kısa film “Webcam”, Mart 2010’da gerçekleşen bir olaydan yola çıkılarak çekilmiş. California’da gerçekleşen olayda 31 yaşındaki bir hacker gözetlediği genç kadını kaçırmış. Kısa filmin senaryosunu yazan Kramer, projeyi daha da geliştirerek uzun metraja dönüştürmüş ve teknolojinin kötü niyetle kullanıldığında insanın başına ne işler açabileceğini anlatmış. Filmin dikkat çekmesini sağlayan ise oyuncu kadrosu olmuş. “Pretty Little Liars”ın yıldızı Ashley Benson gözetlenen kızımızı oynarken ona “How to Get Away with Murder”ın Asher’ı Matt McGorry, Rebecca Naomi Jones ve Alex Cranmer eşlik ediyor.

Emma ile tanışıyoruz. Sevgilisinden yeni ayrılmış, New York’ta taze bir başlangıç yapmaya çalışan öğrenci kızımız üniversite okuyor. Tek başına yaşıyordur ama çok geçmeden gariplikleri fark etmeye başlar. Garip telefonlar, hesaplarındaki gariplikler, mesajlarında eksikler derken birinin onu izlediğini düşünmektedir. 

Mütevazi bir korku gerilim filmi olan “Ratter” izleyicisini hackerın gözünden anlatıyor. Kramer, buluntu film formülünü kullanıyor. Gündelik yaşamı, üniversitede dersleri, arkadaşları ve annesiyle olan konuşmaları derken çoğunlukla evin içinde Emma’yı izliyoruz. Senaryonun zaafları da burada başlıyor. Emma’nın çok sıradan bir karakter ve sıradan bir tip olması filmi sıradanlaştırırken izlemeyi de zorlaştırıyor. Sarışın afet Ashley Benson’un varlığı ile heyecan yaratan film, oyuncusunu saç rengi başta olmak üzere tipini de değiştirerek kullanmış. Bu sıradanlığın yarattığı ilk darbenin devamı da işleyişle geliyor. Beklendiği gibi çıplaklık, frikikler falan yok. Cinselliği elinin tersiyle iten yönetmen şiddet ve korku konusunda da aynı ürkeklikle hareket ediyor. Hackerının yüzünü göstermemesi doğru tercih olsa da varlığının yarattığı tehdidi işleme konusunda da aynı ürkekliği gösteriyor. Birinin gözetlenmesinin yeterince korkuttuğunu düşünerek seyircinin Emma ile özdeşleşmesini bekliyor. Bu tercih korku gerilim bekleyen izleyicinin filmden uzaklaşmasını sağlıyor. 80 dakikalık film korkutmuyor, germiyor, Emma’nın durumunu dramatize ediyor. Salt tek cümleyle özetlenebilecek olay evet korkutucu ama sadece o kadarla kalıyor yönetmen. Hackerın izlemekle kalmayacağı harekete geçeceğini hissettirmekten de uzak kalınca hayli sönük bir final yapıyor Ratter.

Prömiyerini yaptığı Slamdance Film Festivalinde pek beğenilmese de herkesi teknolojik kâbus üzerine düşünmeye teşvik ederek yılı festivallerde geçirmiş bir film. Konuyu ve Benson’un varlığını görünce heveslenen izleyicilerde hayal kırıklığı yaratıyorsa da gerçek olaydan yola çıkılmış olması ve örneklerin yıllar içinde çoğalacak olması dolayısıyla yine de seyircisini etkiliyor. Ne kadar kötü film olursa olsun filmde konu edilen olaylar her an herkesin başına gelebilecek denli ürkütücü. Tüm kimliğini, benliğini internet üzerinden paylaşan insanların kapısında bekleyen bu düşmandan sakınmasında fayda var…

Sistemin Dayattığı Güzellik Algısını Reddediyoruz!

Salı, Mayıs 31, 2016
Sarai Walker’ın kaleme aldığı Sıfır Beden Cehennemi, son yıllarda hızla yayılan beden, estetik, moda ve diyet ekonomisiyle; taciz, tecavüz ve çocuk istismarı gerçekliğiyle hesaplaşmaya girişen radikal bir roman! Walker, Sıfır Beden Cehennemi ile sistemin dayattığı güzellik algısına sert bir şekilde itiraz ediyor.

Sıfır Beden Cehennemi, Altın Kitaplar etiketiyle 2 Haziran’da raflardaki yerini alacak! 

“Parlak renkler giyiyor, bu bedende olduğum için özür dilemeyi reddediyorum.”
Alicia Kettle, namı diğer Balkabağı, küçüklüğünden beri kilolarından kurtulmak için büyük çaba sarf etmekte, zayıf olacağı bir geleceğin hayalini kurmaktadır; öyle mutsuz ve yalnızdır ki, “hep cenazeye gidiyormuş gibi” görünür. Fakat bir gün, renkli çoraplar giyen koca gözlü bir kız –Leeta– onun rutinini de düşüncelerini de değiştirecektir. Leeta aracılığıyla bir kadın kolektifiyle bağ kuran Balkabağı’nın yaşadığı dönüşüm süreci, Amerika ve İngiltere başta olmak üzere Batı metropollerini sarsan “Jennifer” eylemleriyle de kesişecektir.

Erkek egemen sistemin kadın bedenini ve cinselliğini metalaştıran, onu yalnızca seks nesnesi olarak gören yapısında büyük gedikler açmaya başlayan bu eylemlerin kimler tarafından yapıldığı bilinmemekle birlikte, cezalandırılan kişilerin üzerinden çıkan kâğıtlarda “Jennifer” yazmaktadır. Şiddetin dozunu giderek artıran “Jennifer hareketi”nin eylemleri, artık kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete, taciz ve tecavüze karşı intikam saldırılarını da içermeye başlamıştır. Erkek egemen sistem, pimi çekilmiş bir el bombası gibi patlayan bu yıkıcı öfke karşısında diken üstündedir. 

Sıfır Beden Cehennemi, son yıllarda hızla yayılan beden, estetik, moda ve diyet ekonomisiyle; taciz, tecavüz ve çocuk istismarı gerçekliğiyle hesaplaşmaya girişen radikal bir metin olduğu kadar, sistemin dayattığı güzellik algısına sert ve etkili bir itiraz olarak da okunabilir.

Sarai Walker, Bennington College’da yaratıcı yazarlık bölümünü bitirdi. Aralarında Seventeen ve Mademoiselle’ın da olduğu birçok dergide makaleleri yayımlandı. Our Bodies, Ourselves kitap dizisinde editör ve yazar olarak çalıştı. Doktora çalışmalarını Londra ve Paris’te sürdürdü. Şimdi New York’ta yaşıyor. Sıfır Beden Cehennemi yazarın ilk romanıdır.

Sıfır Beden Cehennemi / Sarai Walker
Orijinal Adı: Dietland 
Türkçesi: Meltem Deniz
Roman
Dağıtım Tarihi: 02.06.2016
Sayfa Sayısı: 360
Fiyatı: 22.00 TL


AWOL-72 : Kaçak Askerin Mahşeri

Pazartesi, Mayıs 30, 2016
Doksanlı yıllara canlılık getiren video piyasası eskisi kadar ilgi görmese de internet çağında inatla üretmeye devam ediyor. Düşük maliyetlerle kotarılan b türü filmleri izle-öde sistemi üzerinden pazarlayan ve dvd pazarından beslenen bu filmlerin albenisi eskisi kadar olmasa da halen sürüyor. Türün ön plana çıkan oyuncularından biri olan Luke Goss’un 2015 yılına dört film sığdırmasından bu ilgiyi daha rahat anlamanız mümkün. O dörtlüden “AWOL-72” salt aksiyon olmanın dışına taşmaya çalışan bir deneme.

Filmin yaratıcıları b türü filmlerin vasat isimleri Cecil Chambers ile Christian Sesma. Senaryoyu kotaran ikiliden Chambers prodüktör olarak bilinen bir isim. 2012’de “God's Country” ile ilk senaryosuna imza attıktan üç yıl sonra yeniden kalemi eline almış ve iki senaryo kotarmış. Yönetmen koltuğunda da oturan Sesma ise ilk sınavını 2005’de “6:30” ile veren bir isim. “On Bloody Sunday”, “Shoot the Hero” ve “I'm Not Like That No More”la geçen komedi yıllarından sonra 2014’de “Lost Time” ile korku bilim kurgu sularına dalış yapmış. Bizde pek bilinmese de üretmeye devam ediyor ve ajandasında şimdiden iki film var. Luke Goss, Heather Roop, RZA, Bokeem Woodbine, Louis Mandylor ve Brooke Newton’un başını çektiği oyuncu kadrosu da birkaçı dışında tanımadığımız isimlerden oluşuyor.

Conrad Miller ile tanışıyoruz… Sevgilisiyle birlikte kaçış hazırlıkları yapıyorlar. Neden kaçtıklarını anlamamız ise uzun sürmüyor. Conrad’ın elinde hükümetin gizli belgeleri var. Bu yüzden hem Rus özel kuvvetleri hem de Los Angeles polis teşkilatı peşinde. Arananlar listesinin başında yer alan Conrad da kaçmak üzere arabasına atlıyor ve gaza basıyor… 

AWOL-72, benzerlerinden ayrılarak farklı bir yere konuşlanıyor. Klişe bir senaryosu olmasına rağmen kurgusu ile çekici hale getirilmiş. Seyircisini tahmin yürütmeye zorlayarak ilerliyor. Beklendiği üzere aksiyona da pek meyletmiyor. Bu tür filmler için konusunu o kadar ciddiye almış ki yan öykü ile de zenginleştirme çabasında. Hoş, o yan öykü de çok bilindik ama olsun en azından deniyor. Yola düşen asker başına ekstra bela açacak ve mahşerini yaşayacak, yaşatacak… Sesma vasat bir aksiyon filminden daha fazlasını yaratma isteğiyle bol bol Goss üzerine oynamayı tercih etmiş. Kamerasını hep doğru noktaya çeviriyorsa da kötü senaryo yüzünden ne yapsa boş… Atmosferi kuramayan film, saçma diyalogları yüzünden müsamere havasında sürüyor. Oyunculukların kötü olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım. Birkaç kapışma sahnesi dışında tempo da yok, heyecan da. Tüm bunlara ek olarak bir de şaşırtmaca denemesi var. 

Televizyon kanallarının gece yarısı sineması kuşaklarında izlenebilecek herhangi bir filmden farksız AWOL-72 bütünlükten uzak bir karma. Bolca klişe, karikatür karakterler ve ucuz numaralar. Kötü film olmanın da hayli uzağında 82 dakikalık bir zaman kaybı. 


Nordik Film Günleri Akbank Sanat'ta

Pazartesi, Mayıs 30, 2016
Akbank Sanat Sinema Kuşağı, Haziran ayında İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka Sineması’nın son dönem seçkin filmlerinin yer aldığı Nordik Film Günleri’ne ev sahipliği yapıyor. Etkinlik, İstanbul İsveç Başkonsolosluğu, İsveç Enstitüsü, Norveç Ankara Büyükelçiliği, Finlandiya Ankara Büyükelçiliği, Finlandiya Film Vakfı, Danimarka Ankara Büyükelçiliği ve Danimarka Film Enstitüsü’nün katkılarıyla gerçekleşecek.

ETKİNLİK: Akbank Sanat Sinema Kuşağı – Nordik Film Günleri 
Yer: Akbank Sanat
Bilet: 5 TL
Program: 
4 Haziran Cumartesi, saat: 16.00 BENİM ANNEM (Aideista Parhain) – Finlandiya 
8 Haziran Çarşamba, saat: 17.00 BİZ EN İYİYİZ (Vi Ar Bast) – İsveç 
9 Haziran Perşembe, saat: 17.00 STOCKHOLM HİKAYELERİ (Stockholm Stories) – İsveç
10 Haziran Cuma, saat: 20.00 VİCTORİA (Victoria) - Norveç
11 Haziran Cumartesi, saat: 16.00 KON-TİKİ (Kon-Tiki) - Norveç
14 Haziran Salı, saat: 17.00 STOCKHOLM HİKAYELERİ (Stockholm Stories) – İsveç
15 Haziran Çarşamba, saat: 17.00 KON-TİKİ (Kon-Tiki) - Norveç
16 Haziran Perşembe, saat: 17.00 VİCTORİA (Victoria) - Norveç
17 Haziran Cuma, saat: 17.00 GÜNEŞ BALIĞI (Klumpfisken) – Danimarka 
18 Haziran Cumartesi, saat:16.00 SESSİZ KALP (Stille Hjerte) – Danimarka
21 Haziran Salı, saat: 17.00 BENİM ANNEM (Aideista Parhain) – Finlandiya 
22 Haziran Çarşamba, saat: 17.00 GÜNEŞ BALIĞI (Klumpfisken) - Danimarka 
25 Haziran Cumartesi, saat: 12.00 İYİ OĞUL (Hyva Poika) – Finlandiya 
25 Haziran Cumartesi, saat: 16.00 BİZ EN İYİYİZ (Vi Ar Bast) – İsveç 
28 Haziran Salı, saat: 17.00 SESSİZ KALP (Stille Hjerte) – Danimarka
29 Haziran Çarşamba, saat: 17.00 İYİ OĞUL (Hyva Poika) – Finlandiya 

* Filmler, orijinal dillerinde, Türkçe altyazılı gösterilecektir.

Filmler…
Güneş Balığı (Klumpfisken) - Danimarka 
Tarih: 17 Haziran 2016, Cuma saat: 17.00
Tarih: 22 Haziran 2016, Çarşamba saat: 17.00
Yönetmen: Søren Balle
Oyuncular: Henrik Birch, Susanne Storm, Lars Torpp Thomsen
Yapım: 2014, 100 dk.
Kuzey Jutland’da yaşayan Kesse’nin ailesi üç kuşaktır balıkçılık yapmaktadır. Değişen zamanla birlikte yeni balıkçılık düzenlemeleri yerel balıkçıları sıkıştırmaktadır. Kesse, Kopenhaglı kadın biyolog Gerd’e aşık olunca  çok iyi tanıdığı hayat için savaşmak ya da yeni bir hayata başlamak arasında seçim yapmak zorunda kalır. 

Sessiz Kalp (Stille Hjerte) - Danimarka
Tarih: 18 Haziran 2016, Cumartesi saat:16.00
Tarih: 28 Haziran 2016, Salı saat: 17.00
Yönetmen: Bille August
Oyuncular: Ghita Nørby, Paprika Steen, Danica Curcic
Yapım: 2014, 98 dk.
Ailenin üç kuşak temsilcileri haftasonu bir araya gelir. İki kız kardeş Sanne ve Heidi, ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan annelerinin, hastalık daha da kötüye gitmeden ölme isteğini kabul eder. Zaman geçtikçe annelerinin kararı ile uğraşmak daha da zorlaşır, eski anlaşmazlıklar su yüzüne çıkar.

İyi Oğul (Hyva Poika) - Finlandiya
Tarih: 25 Haziran 2016, Cumartesi saat: 12.00
Tarih: 29 Haziran 2016, Çarşamba saat: 17.00
Yönetmen: Zaida Bergroth
Oyuncular: Antti Raivio, Eero Aho, Samuli Niittymäki
Yapım: 2011, 88 dk.
Şanssız bir prömiyerin ardından aktris Leila, oğulları Ilmari ve Unto’yla ailesinin eski yazlık evine kaçar. Huzurlu tatil, Leila’nın haftasonu için arkadaşlarını davet etmesiyle kesintiye uğrar. Partiden sonra Leila, konuklardan yazar Aimo’yu onlarla kalmaya davet eder. Ilmari hemen düşmanca bir tutum takınır.

Benim Annem (Aideista Parhain) - Finlandiya
Tarih: 4 Haziran 2016, Cumartesi saat: 16.00
Tarih: 21 Haziran 2016, Salı saat: 17.00
Yönetmen: Klaus Härö
Oyuncular: Topi Majaniemi, Marjaana Maijala, Maria Lundqvist
Yapım: 2005, 111 dk.
Finlandiya savaşa girince 9 yaşındaki Eero’nun babası cepheye gönderilir. Babası savaşın kısa süre sonra biteceğine söz verse de, hiç bir şey eskisi gibi değildir. Cepheden gelen üzücü haberler Eero’nun annesi Kirsti’yi harap eder. Kirsti, oğlunu İsveç’e yollar. 

Biz En İyiyiz (Vi Ar Bast) - İsveç
Tarih: 8 Haziran 2016, Çarşamba saat: 17.00
Tarih: 25 Haziran 2016, Cumartesi saat: 16.00
Yönetmen: Lukas Moodysson
Oyuncular: Mira Barkhammar,Mira Grosin, Liv LeMoyne
Yapım: İsveç, 2013, 102 dk.
Stockholm 1982. Çok erken yaşta kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalan üç kız çocuğu, hiç bir enstrümanları olmadığı halde bir punk grubu kurar.

Stockholm Hikayeleri (Stockholm Stories) - İsveç
Tarih: 9 Haziran 2016, Perşembe saat: 17.00
Tarih: 14 Haziran 2016, Salı saat: 17.00
Yönetmen: Karin Fahlén
Oyuncular: Martin Wallström, Jonas Karlsson, Cecilia Frode
Yapım: 2013, 97 dk.
Kasım ayının yağmurlu günlerinde yolları kesişen beş kişiyle ilgili çağdaş ve mizahi bir drama. Şehir ışıklandırması ile ilgili teorisine saplantılı bir şekilde bağlı olan Johan, kısa süre önce terk edilmiş ve şu an işsiz olan Anna’ya aşık olan Douglas, evlat edinme talebi reddedilen Jessica ve Bakanlık’taki görevinden rastgele yollanmış bir aşk mektubu yüzünden uzaklaştırılan işkolik Thomas....

Kon-Tiki (Kon-Tiki) - Norveç
Tarih: 11 Haziran 2016, Cumartesi saat: 16.00
Tarih: 15 Haziran 2016, Çarşamba saat: 17.00
Yönetmen: Joachim Rønning,  Espen Sandberg
Oyuncular: Pål Sverre Hagen,  Anders Baasmo Christiansen,  Gustaf Skarsgård
Yapım: 2012, 118 dk.
1947 yılında genç Norveçli maceracı Thor Heyerdahl, Kon-tiki adlı salla Pasifik Okyanusu boyunca 4.300 deniz mili sürecek bir keşif gezisine başladığında bu yolculuk tüm Dünya’da heyecanla karşılanmıştı. Eşi Liv’le Markiz Adaları’na yaşadığı günlerden beri Thor, Güney Denizi Adaları’na, Doğu’ya doğru binlerce mil boyunca, eski Güney Amerikalılar’ın yerleştiğinden şüphe etmişti. Thor, bu teorisini kanıtlamak için yüzme bilmemesine ve sudan korkmasına rağmen, bu efsanevi yolculuğu tek başına yapmaya karar verir.

Victoria (Victoria) - Norveç
Tarih: 10 Haziran 2016, Cuma saat: 20.00
Tarih: 16 Haziran 2016, Perşembe saat: 17.00
Yönetmen: Torun Lian
Oyuncular: Iben Akerlie, Jakob Oftebro, Petronella Barker
Yapım ve Format: 2013, 105 dk.
Nobel ödüllü yazar Knut Hamsun’un 1898 tarihli ölümsüz romanı Victoria, orijinal bir aşk hikayesini anlatıyor. Gençlik aşkı, sınıf farklılıkları, tüm engellere rağmen gelen başarı, kostümler ve güzel mekanlar…


Patrick O’Brian’ın Ödüllü Romanı Türkçede: Rüzgârın Süvarisi

Pazartesi, Mayıs 30, 2016
Patrick O’Brian’ın 1969 yılında yayımlanan ve 2003 yılında aynı adlı filme de çekilen ünlü tarihi romanı “Master and Commander” Türkçede. Son yılların en önemli yazarlarından biri olarak gösterilen İngiliz yazarın Aubrey-Maturin serisinin de ilk romanı olarak klasikleşen roman “Rüzgârın Süvarisi” adıyla Olasılık Kitap etiketiyle raflarda.

Rüzgârın Süvarisi (Master and Commander), Patrick O’Brian’ın şimdi çok ünlü olan ve birçok kişi tarafından bugüne kadar yazılan tarihî roman serilerinin en iyisi olarak gösterilen Aubrey-Maturin romanlarının ilkidir. Kitap, İngiliz Kraliyet Donanması subayı Kaptan Jack Aubrey ile gemisinin ketum cerrahı ve gizli ajanına dönüşen Stephen Maturin arasında bir arkadaşlık kuruyor ve ikisinin maceraları, bir tarihî romandan beklenecek tüm aksiyon ve heyecanı içeriyor. Ayrıca Nelson Dönemi savaş gemilerindeki denizde ve karada geçen hayata, silahlara, yiyeceklere, konuşmalara ve genel atmosfere ilişkin detayların tasvirleri ile O’Brian’ı rakiplerinin önüne geçiren bir nitelik de gösteriyor. O’Brian’ın bütün bunlara ilişkin betimlemesi son derece hatasız ve o dönemi kavramak açısından oldukça güçlü. Her şeyden öte, karakter oluşturmadaki ustalığı müthiş.

"Bu yüzyılda Patrick O’Brian’ın başarısıyla rekabet edebilecek hiçbir şey yok. Romanları, 18. yüzyıl dünyasının bütün zenginliğini sevecen bir berraklıkla kucaklıyor. Savaşın zalimliği, erkek hayatının komedileri, kalplerini dağlayan tanımsız korkular, bu kitaplarda cisimleşiyor; fakat gene de ideal bir varoluş vizyonundan uzakta değil.” AMANDA FOREMAN, NEW YORK TIMES

Aldığı Ödüller:
BBC's Big Read (Best loved novel, 2003, No 149)
Guardian 1000 (War and travel)
The Telegraph's 110 Best Books: The Perfect Library (2008)
The Modern Library: the 200 best novels in English since 1950 (1970s)
The Lost Man Booker Prize (Longlisted, 1970)
Image: 100 Writers of Faith
Esquire's 75 Books Every Man Should Read

Rüzgârın Süvarisi, Kaptan Aubrey ve Doktor Maturin / Patrick O’Brian
Orijinal Adı: Master and Commander
Çev. ve Edit.: Zeynep Ünalan
Türü: Tarihî Kurgu
Yayın Markası: OLASILIK
İlk Baskı: Mayıs 2016
Sayfa: 512
Fiyatı: 29 TL


İyidüşün Yayınları'ndan Yeni Bir Kitap: S@V@ŞT@ - Beşinci Cephenin Yükselişi

Pazartesi, Mayıs 30, 2016
İyidüşün Yayınları, son dönemde özellikle Edward Snowden vakasından sonra tüm dünyada yoğun biçimde tartışılmaya başlayan siber güvenlik/savaş ve bireysel özgürlükler meselesini tarihsel bir perspektife oturtan “S@v@şt@: Beşinci Cephenin Yükselişi” kitabını yayınladı.

2003’te başlayan Amerikan’ın Irak işgalinden itibaren, devletler arası savaşların yürütüldüğü dört cepheye (kara, hava, deniz ve uzay) beşinci bir cephenin, siber uzayın eklendiği savıyla açılan kitapta Shane Harris, konunun uzmanı sayısız profesyonelle yaptığı görüşmeleri sıradan bir okuyucunun da anlayabileceği bir üslupla analiz ediyor ve konvansiyonel savaş yöntemlerinde, özellikle Amerikan hükümetinin özel güvenlik şirketleriyle yürüttüğü işbirliğinin bu yeni cephede de hız kesmeden ilerlediğini gösteriyor. Bununla birlikte, hükümetlerin ulusal güvenliği bahane ederek kişisel özgürlükleri nasıl askıya aldıkları da kitabın ana eksenlerinden birini oluşturuyor.

Harris’in bu kitabı yazmaktaki amacını Eisenhower’dan alıntıladığı şu sözler gayet açık biçimde özetliyor: “Hiçbir şeyi doğal hakkımız olarak görmemeliyiz. Savunma dünyasının dev endüstriyel ve askeri yapısını sahip olduğumuz barışçıl yöntem ve amaçlarla uyumlu bir şekilde hareket etmeye zorlayacak tek şey vatandaşlarımızın uyanık ve bilgili olmasıdır; güvenlik ve özgürlük ancak bu sayede birlikte gelişebilir.” 

Hâlihazırda The Daily Beast gazetesinde ulusal güvenlik, istihbarat ve siber güvenlik konularında yazan Harris, gazeteciliğe 1999’da Washington’da Governing dergisinde araştırmacı ve yazar olarak başladı, daha sonra Government Executive dergisinde teknoloji editörü ve kadrolu muhabir oldu.  2005’ten 2010’a kadar National Journal dergisinde kadrolu muhabir olarak istihbarat ve güvenlik konuları hakkında yazdı. 2010 yılında yazdığı The Watchers kitabı, New York Public Library’s Helen Bernstein kitap ödülünü kazandı ve Economist dergisi kitabı 2010 yılının en iyi kitaplarından biri olarak gösterdi.

Kitapla ilgili daha fazla bilgi için http://www.matbuat.com.tr/SAVASTA__UD54 linki, yazarla ilgili daha fazla bilgi içinse http://www.matbuat.com.tr/asp/menu_items.asp?ID=130 linki ziyaret edilebilir. 

Kitap, Matbuat’ın kendi sitesinden olduğu gibi;  Kitapyurdu, İdefix, D&R gibi belli başlı tüm kitap satış sitelerinden ve seçkin kitapçılardan temin edilebilir.

Orijinal Adı: @war: The Rise of the Military-Internet Complex
Çeviren: Timur Demirtaş
Yayınevi: İyidüşün
Sayfa Sayısı: 344 
Fiyat: 30 TL


Kill Command : Yapayların Talimi

Pazartesi, Mayıs 30, 2016
Bilim Kurgu filmlerinin en sık kullandığı teoriye göre, günün birinde robotlar insanlardan daha zeki olduklarını fark ederek harekete geçecek ve hükmetmek için adımlar atacak. İnsanlığın kıyameti de bu yolla gelecek. Bu senaryo üzerine çekilmiş filmler türün bel kemiğini oluşturuyor. Her biri farklı bir evreyi mercek altına alan öncüllerine göre daha mütevazı bir film bugünlerde bolca izleniyor. 2016 yapımı İngiliz işi Kill Command bu kıyametin ilk adımlarına odaklanıyor.

Filmin yaratıcısı görsel efektçi Steven Gomez ilk uzun metrajına soyunmuş aynı zamanda. Tv ve video yapımlarında görev alan Gomez, 1996’da çektiği kısa filminin ardından ikinci işiyle karşımızda. Bilim kurgu özlemi çeken izleyicilerin dikkatini çeken yönetmen, senaryoyu da kendisi kotarmış. Çekimleri 2014 yılında tamamlanan filme ancak iki yıl sonra son şeklini verebilmiş. Oyuncu kadrosunu da tanıdık simalardan oluşturmuş. Vanessa Kirby, Thure Lindhardt, David Ajala, Bentley Kalu, Tom McKay, Osi Okerafor, Mike Noble ve Kelly Gough’a robotlar eşlik ediyor.

Yakın bir gelecekteyiz... Askeri bir eğitim için hazırlıklar yapan yedi kişilik bir ekiple tanışıyoruz. Onlara bir de yarı robot Mills ekleniyor ve ekimiz eğitim talimi için yola çıkıyor. Issız bir adaya havadan iniş yaparak hazırlanıyor ve tabletlerindeki bilgilerle göreve başlıyorlar. Eğitim tatbikatının amacı, yeni icat edilmiş olan robotların yapay zekasını test etmek ve gelişimlerini sağlamak. Daha önce defalarca bu görevde bulunduklarını anladığımız ekip bu kez bir değişiklik olduğunu fark edince olaylar kontrolden çıkıyor.

Hangi zamanda ve nerde olduğumuzla hiç ilgilenmeyen bir film Kill Command. Issız bir adayı mesken tutuyor ve az insanla kuruyor öyküsünü. Ne geçmişi ne de geleceği bilmemizi istemiyor. Bir labaratuvar sahnesi ile askeri tesis dışında dünyayı da popülasyonu da hiç kullanmıyor. Tıpkı ekip gibi her şeyin ortasına düşmemizi istiyor Gomez. Bunu da başarıyor. Tam ortasına düştüğümüz eğitim talimine bolca vakit ayırarak aksiyonu işlerken akıllara “Preadator”u getiriyor. Sonrasında da “Alien”la başlayan uzun bir liste ile her öncülünü hatırlatıyor neredeyse. Özgün olmak gibi bir derdi olmadığını anlıyoruz. Bir görsel efektçi olarak mekanı, atmosferi ve robotları yaratıp oyuncularla aynı kaba koyup çalkalamış hepsi bu. Kötü oyunculuklar, klişe diyaloglar ve karakterlerle bir şeyler anlatmaya çalışıyorsa da nafile. Yeni bir şey denemeden, risk almadan olanları kullanarak basit bir karma yaratmayı seçmiş. Bu seçimi sayesinde de daha çok bir dizinin ilk bölümü gibi duruyor. Bir türlü atmosferi kuramayan Gomez, seyircisini bir türlü filmin içine sokacak hamleyi yapamıyor. Ne heyecan, ne gerilim ne de aksiyon... Ne yapsa etkisiz... Elde hiçbir şey olmayınca da mantık hataları daha da göze batar hale geliyor ve tempo sorunu sayesinde daha yarısına gelmeden eziyete dönüşüyor. 

Robotların yaratım sürecine daha fazla mesai harcadığı belli olan yönetmenin senaryosundaki zaafları görmemesi türün fanatiklerini kızdıracak düzeyde. Robotların giderek gelişim göstermesinin altını bir türlü dolduramıyor. İşin görseline bu kadar odaklanmak yerine konuyu biraz daha derinleştirebilse en basit anlatımla “Terminator” serisinde konu edilen o meşhur “makinelerin yükselişi” vakasına milad olabilir ve serinin önüne de konuşlanabilirmiş. Bir kaç numarayla robotlarını da T serisinin ataları haline getirebilirmiş ama onun yerine işi ucuz Predator çakması haline getirmeyi tercih etmiş.

Mayıs ortasından itibaren seyirciyle buluşan film türün hayranlarını da ikiye bölmüş durumda. İnternet çağında film izlemeye başlayan ergenlerce kült potansiyeli taşıdığı düşünülerek övgüler de alıyor, görsellikten ibaret bir balon yergileri de... Özellikle 99 dakikalık süresiyle fazla uzun görünen Kill Command, bilim kurgu sevenleri bu süre ile sınayarak yapay bir talime zorluyor.

Burundi Prensesi : İyi İnsanlar ve Dip Balıkları

Cumartesi, Mayıs 28, 2016
Milenyum üçlemesi ile önemli bir popülerlik kazanan İskandinav polisiyesi bu çıkışı dizilerle getirmiş ve Amerikan yeniden çevrimlerle bir anda ihracatçı mertebesine de yükselmişti. Kuzey ülkelerinin havası, olaylara hep yukarıdan bakışı, insanlarının da hep çok net oluşuyla İskandinav işleri polisiye sevenler için neredeyse bir bağımlılığa doğru yürüyor. Şimdilik dizi ve filmlerle tatmin olmaya çalışanların gördüğü roman açığı da artık giderek kapanıyor. İskandinav polisiyesi damarı artık dilimizde de giderek genişliyor. Kjell Eriksson’un romanı “Burundi Prensesi” revaçtaki türe yeni bir soluk getiriyor.

1952 doğumlu İsveçli yazar Karl Stig Kjell Eriksson’un yedinci romanı “Prinsessan av Burundi” 2002 yılında yayımlanmış. Ülkesinde yılın romanı ödülleriyle taçlanmış. 1999’da dördüncü romanı “Den upplysta stigen” ile başlayan Ann Lindell serisinin dördüncü romanı. On romanlık serinin dünya dillerindeki ilk adımı olarak ününü duyurmuş. 2007’de İngilizce çevirisiyle dünyaca tanınan yazar haline getirmiş Eriksson’u. Hemen belirtelim okur için seri durumu hiç fark edilmiyor bile. Lindell bebekli bir dedektif olarak izinde ancak romanın yarısından sonra dahil oluyor olaylara. 

Uppsala, sert geçen kış mevsimi ve noel arifesindeyiz. Bıçaklanmış bir adamın cesedi kar küreme alanında bulunur. Şehirdeki herkesin tanıdığı bir sima, bir eş ve baba olan adamın öldürülmesi herkes için şaşırtıcıdır. Kabarık sabıkalı bir adamdır ama işsizdir. Eskinin usta kaynakçısı, şimdinin ünlü akvaryumcusudur. Böyle bir adamı kim niye öldürmek ister sorusunun peşinden gideriz...

Romanın türe getirdiği yeni soluk özellikle nordik polisiyeyi dizilerle tanıyıp sevenler için haz verecek anlatımı, kurgusu ve bakış açısı. Mükellef bir sofra gibi “Brundi Prensesi”. Sofradaki her şeyin üreticisinin hayat hikayesi hakkında bilgi sahibi olduğumuz, yemeklerdeki her malzemenin buraya kadar nasıl geldiğinin öyküsünü öğrendiğimiz mükellef bir sofra bu. Üstelik sofraya da hep geniş açıyla yaklaşan bir roman... 

Eriksson cinayeti bölgenin huzuru ve sosyolojik çözümlemeleri için kullanırken tepkileri de buna paralel olarak veriyor. Cinayet haberi gazetede kendisine şöyle yer buluyor: “Şiddet ve korku şehri. Hareketli öğrenci yaşamı, saygın eğitim gelenekleriyle durgun, huzurlu bir üniversite şehri görüntüsü gitgide daha fazla şiddet görüntüsüyle yer değiştiriyor. İç çekişmelerle bütçe kısıntılarından bezmiş polis ne yapacağını bilemiyor.” “Kim bir insanı bıçakla öldürür?” sorusuna “ancak sadist biri” cevabını vererek cinayeti araştıran bir polisiye bu. Bu sadistler komşumuz, akrabamız, sıra arkadaşımızdı bir zamanlar. Şüphelilerden birinin bir kadını taciz etmesiyle oluşan üçlü de bu sosyolojik derinliği sağlıyor. Üçünün de okul arkadaşı olduğunu öğrenen polis vasıtasıyla yazar toplumun, sistemin etkisine değiniyor: Bugün okul dağıldığında ortalıkta gördüğümüz çocuklar yarın belki birer katil, hırsız vs. olacak. Üzerimize düşenleri yapmalıyız.

Akvaryum metaforunu kullanan Eriksson, insanları da iyi insanlar ve dip balıkları olarak sınıflandırıyor. Bu balıkların dibe itilmesinde sistemin ne kadar payı olduğunu da sık sık sorguluyor. Suçlunun kim olduğunun gerçekten önemi olup olmadığını soruyor. Dedektiflerin araştırmaları sırasında vatandaşların polise gösterdikleri tepki de benzer tonda. Kurbanın eşi “Sınırlarda yaşamak, yine de hayattan zevk almaktır” diyerek hayıflanırken, Lindell de “Hiçbir meslektaşım çok yönlü değil. Bazıları bu kelimenin ne demek olduğunu bile bilmez. Onlar sadece çalışır.” diyerek çalıştığı kurumu sorguluyor.

Cinayetin açtığı kapıdan giren ama bunun sadece bir örnek olduğunu vurgulayan Brundi Prensesi, katilin kim olduğunun önemsiz bir detay olduğunun altını çiziyor. Yaşanan yer eğitimli bir bölge olsa da, hayallerinin peşinde sınırda yaşayan insanların bu koca akvaryumda giderek diplerde yüzmeye mahkum olduklarını belgeliyor. Suyu bulandıran ve kirleten sistem oldukça bir katil ve kurban hep olacak. Cinayeti çözebilmek için kurbanın hayatını mercek altına alsak ne fayda... “O insanlara hayattayken bu ilgiyi göstersek ne olurdu?” sorusunu okurun kucağına bırakan bir şaheser polisiye.

Burundi Prensesi / Kjell Eriksson
Çevirmen: Müge Kızıltuğ
Labirent Yayınları, Ocak 2016
Sayfa Sayısı: 368
25 TL


Mekan Artı Sezonu 3 Haziran'da “Burada.Bugün” ile Kapatıyor!

Cumartesi, Mayıs 28, 2016
Mekan Artı 2015-2016 sezonunu 3 Haziran’da “Burada.Bugün” ile Kapatıyor! Igor Bauersima’nın yazdığı, Murat Baykan’ın çevirdiği ve Mert Öner’in yönettiği ‘‘Burada.Bugün’’ Türkiye’de ilk defa Mekan Artı’da sahneleniyor. Oyunda sevilen oyuncular Büşra Develi ve Sercan Badur yer alıyor.

Çağdaş Alman tiyatrosunun önemli isimlerinden Çek asıllı yazar, yönetmen Igor Bauersima’nın yazdığı oyun ‘‘Norway.Today’’, ‘‘Burada.Bugün’’ adıyla Şubat ayında Türkiye’de ilk defa Mekan Artı’da sahnelenmiş ve prömiyerini 26 Şubat’ta yapmıştı. Mert Öner’in yönettiği oyunun kadrosunda genç oyuncular Büşra Develi ve Sercan Badur yer alıyor. 

Bauersima, ‘‘Burada.Bugün’’ü 2001 yılında gerçek bir olaydan esinlenerek Basel Schauspielhaus tiyatrosu için yazdı. 2001 yılında en iyi metin ödülü ve izleyici özel ödülleri gibi ödüller alan oyun, daha sonra 25 dile çevrildi ve 2003-2004 sezonunda dünya çapında 200’den fazla tiyatro tarafından sahnelenerek Bauersima’ya, oyunları en çok sahnelenen Alman yazar ünvanını kazandırdı.

Oyun, intihar etmeye karar veren ve bunu yaparken kendine eşlik edecek birini bulmak için internet üzerinden ilan veren Julie ve bu ilana cevap veren August’un intihara giden yolculuğunu anlatıyor. Bauersima, iletişim çağının yol açtığı iletişimsizliği, sanal dünyanın gerçekliğini sorgulayan iki genç üzerinden felsefenin temel sorularını tartışıyor; genç jenerasyonun ağzından varoluş sorusuna bir cevap arıyor.

Oyunun yazarı Igor Bauersima, metinleri kadar tiyatro ve sinemanın tekniğini harmanladığı sahne tasarımlarıyla da biliniyor. Murat Baykan’ın çevirisiyle Türkçeleştirilen oyun, Mekan Artı’nın bir sinema salonundan dönüştürülen yeni sahnesinde Mert Öner’in yönetimiyle oyunun ve gerçekliğin, sinemanın ve tiyatronun iç içe geçtiği bir anlatımla sahneleniyor.


Oyun Tarihi: 3 Haziran 2016 20:30 Cuma
Oyun Süresi: 85 dk
Bilet Fiyatları: 40/25

Mekan Artı (Bilgi & Rezervasyon):  0 538 879 82 92 - 0 212 224 57 56
www.mekanarti.com 
iletisim@mekanarti.com
Adres: Yeniçeriler Caddesi No:1 Çemberlitaş Alışveriş Merkezi / Alt Kat /Şafak Sineması İçi 
(Çemberlitaş Tramvay Durağı Yanı) 
Çemberlitaş / İstanbul


Alakarga’dan Haziran Yenileri

Cuma, Mayıs 27, 2016
Alakarga Kitap Haziran ayını üç yeni kitapla karşılıyor. Ünlü Macar romancı Krisztián Grecsó’nun sevilen romanı “Peşinden Gidiyorum”, İzzet Dönmez’in yeni romanı “Süt ve Çikolata” ve öyküleriyle tanıdığımız Nalân Kiraz'ın novellası “Günindi” ayın yeni kitapları. Özellikle Grecsó’yu herkese önermeyi borç biliriz…

Peşinden Gidiyorum / Krisztián Grecsó
Ünlü Macar romancı Krisztián Grecsó’nun sevilen romanı Peşinden Gidiyorum Türkçede.

Kendisinden bir üçüncü kişi olarak bahseden Daru, küçüklüğünden başlayarak ilk aşkını, sevgililerini, heyecanlarını, okul günlerini, babasını ve Damos Dede’yi anlatıyor.

Küçük bir oğlan çocuğundan bir genç adama doğru yol alan Daru hayatının peşinden giderken, biz de eşlik ediyoruz bu kitapta
Çeviren: Gün Benderli
1.Basım: Haziran 2016
Sayfa: 371
Fiyat: 20 TL


Süt ve Çikolata / İzzet Dönmez
Devrim bazen tek kişiliktir.

Bir modern zaman kahramanı Çikolata. Arkasında ahlaksızlardan, gizli suçlulardan oluşan bir ölüler ordusu bırakıp kaçmaya koyulmuşken karşısına çıkan güzel öğretmen Süt’e tutulunca her şeyin rengi değişir. Bu arada okur, Emiliano Zapata’nın en yakın dava arkadaşlarından Chocolate ve karısı Leche ile bu ikisi arasında ne gibi bir ilişki olduğunu merakla takip edecek.

İzzet Dönmez’in Alakarga’dan çıkan bu ikinci romanını zevkle okuyacaksınız.
1.Basım: Haziran 2016
Sayfa: 389
Fiyat: 20 TL


Günindi / Nalân Kiraz
Sakin bir kıyı kasabasında...

Öyküleriyle tanıdığımız Nalân Kiraz'dan bu kez bir kısa roman. Günindi, ülkemizin güneyinde bulunan sakin bir kıyı kasabasıdır. Tatilini geçirmek için buraya bir arkadaşının yanına giden Ezra, ne yazık ki, geçmişini geride bırakamayacaktır. 

Nalân Kiraz, taşranın idealize edilmiş bir "kafa dinleme mekânı" olmadığını, tersine tüm olasılıklara açık, insanın içindeki öbür kişilikleri ortaya çıkarmaya hazır bir dünyanın taşrada hazır beklediğini anlatıyor Günindi'de. Bir solukta okuyacaksınız.
1.Basım: Haziran 2016
Sayfa: 112
Fiyat: 10 TL


İletişim Yayınları’ndan Haziran Yenileri

Cuma, Mayıs 27, 2016
İletişim Yayınları 3 Haziran’da raflarda yerini alacak kitaplarını duyurdu. Kemal Selçuk’un yeni romanı “Cemiyet Kaçkını”, Vladimir Nabokov’un, 1951 yılında Harvard Üniversitesi’nde verdiği derslerden oluşan “Don Quijote Dersleri”, üniversitelerin bilgiyi nasıl yarattıklarını ve işlediklerini ele alan derleme “Paylaşımlar”, Anayasa yoluyla geleceklerinin ipotek altına alınmaması için özellikle gençlerin okuması gereken kaynak niteliğindeki araştırma kitabı “Türkiye'nin Anayasa Gündemi”, Sevinç Doğan’ın analitik bir mikro iktidar perspektifiyle, İstanbul Kâğıthane’nin işçi ve gecekondu mahallesi Sanayi Mahallesi örneğinde iktidar partisinin nasıl işlediğine bakışını anlattığı araştırması “Mahalledeki AKP” ve Türkçe çocuk edebiyatının en önemli kalemleri arasında kendi yerini bulan Tülin Kozikoğlu’nun yeni çalışması “Mıstık, Seni Anlamıyoruz!” ayın yeni kitapları…

Cemiyet Kaçkını / Kemal Selçuk
Anayurt Oteli’nin Zebercet’ini, Tutunamayanlar’ın Selim Işık’ını ve Kuyucaklı Yusuf’un Muazzez’ini andıran karakterleriyle okuru kurmacanın büyülü atmosferine sokan Cemiyet Kaçkını, öfkeyi, kaybetmeyi ve umudu titiz bir dille anlatıyor.

Oğuz ile Kerim, bir Bursa baharında, Tuz Pazarı’nın hemen altındaki okunmuş kitap satılan tezgâhların önünde tanışmışlardı. Sait Faik’in Havuz Başı’sına önce uzanan Kerim olmuştu. Oğuz sonradan, asılı kalan elini ve Kerim’in hafifçe gülümseyişini hatırlayacak, talihin seçimini ta o zamandan kimin için yaptığını anlayacaktı. 

Anayurt Oteli’nin Zebercet’i ile Tutunamayanlar’ın Selim’i arasında gezinen, okumuş yazmış, şehirli ve biraz da snop Oğuz… Edebiyat cemiyetine pek de yakışmayan, çirkin parmaklarıyla kitap sayfalarını karıştıran, fakat giderek Clark Gable çekiciliğini haiz olan Kerim… Biçimli ağzı, dudakları, gözleriyle Kuyucaklı Yusuf’un Muazzez’i gibi bir Makbule…

Kemal Selçuk, dost mu düşman mı oldukları belli olmayan iki yazar adayının bir kadın etrafında şekillenen ikircikli ilişkisini anlatıyor. Bursa’yı, yazma iştahını, yıllar süren bir öfkeyi, kaybetmeyi, unutamamayı resmediyor. 

Cemiyet Kaçkını edebiyatı hayatın ta kendisi olarak gören karakterlerin romanı…
Türkçe Edebiyat, 128 Sayfa, 13,50 TL


Don Quijote Dersleri / Vladimir Nabokov
Nabokov’un, 1951 yılında Harvard Üniversitesi’nde verdiği derslerden oluşan Don Quijote Dersleri, edebiyat üzerine düşünenlere yeni yollar gösterirken, aynı zamanda okuyucusuna büyük bir yazarı başka bir büyük yazarın kaleminden okumanın zevkini tattırtıyor.

Vladimir Nabokov, 1951 yılında Harvard Üniversitesi’ne misafir öğretim üyesi olarak geldiğinde, Don Quijote üzerine altı ders vermiştir. Yıllar sonra “Zalim ve kaba, eski püskü bir kitap olan Don Quijote’yi Memorial Hall binasında, muhafazakâr meslektaşlarım dehşet ve utançla seyrederlerken paramparça edişimi keyifle hatırlıyorum” diye yâd ettiği bu derslerde Nabokov, romanın tatlı ve taşlamalı bir güldürü olduğuna dair yerleşik düşünceyi tamamen reddeder. Aksine, Don Quijote’nin “en acımasız ve insanlıkdışı kitaplardan biri” olduğunu söyler. Paramparça ettiği bu kitabı bir “zulüm aksiklopedisi” olarak yeniden inşa ederken, kataloglama görevinde Cervantes’in hayatını, 16. yüzyıl İspanyası’nı, romanın edebiyattaki yankılarını ve yazarın geçmiş edebiyattan faydalandığı her bir unsuru da mercek altına alır.

Don Quijote Dersleri bu klasiği okuyacakların başucunda bulundurmaları gereken bir kılavuz, Nabokov severler için de usta bir eleştirmen ile bir edebiyat devinin destansı bir karşılaşması.
Edebiyat Eleştirisi, 294 Sayfa, 23,50 TL


Paylaşımlar - Üniversite, Bilgi, Üretim / Erdoğan Yıldırım, Barış Mücen, Çağatay Topal
Bilginin, devlet ve siyaset ile ilişkisinden, ekonomik baskı altında yaşadığı zorluklara uzanan geniş bir zeminde değerlendirildiği araştırmada, aynı zamanda akademisyenlerin evrensel ve tarafsız kalabilme iddiası da sorgulanıyor.

Bu kapsamlı derlemedeki yazılar, bilimsel bilginin üniversite ve üretim alanlarında nasıl inşa edilip nasıl “işlediğini” ele alıyor öncelikle. Bilimsel bilginin evrenselcilik, ilerlemecilik ve tarafsızlık iddialarını sorguluyor; bununla beraber bilgiye onu belirleyen tarihsel koşullara müdahale eden eleştirel bir eylem olarak bakmakta ısrar ediyor. Hasan Ünal Nalbantoğlu, bu kaygıların ve daimon’un eksikliğinin, bilgiyle ilişkiyi nasıl “bozduğunu” mesele etmişti. Kitap, onun anısına düzenlenen sempozyumların çok yönlü bir verimidir…

“Bilimsel bilginin iktidar sorusundan bağımsız düşünülemeyeceğini, ‘postmodern’ zamanlarda değil, modern zamanlarda her türlü iktidarı eleştiren, her türlü iktidarın büyüsünü bozan modernliğin eleştirel geleneğinden öğrendik. (…) Üniversite, bilimsel bilginin tanımının çoğu zaman ilk belirleyicisi bile olmadı. Devlet ve piyasanın ihtiyaçları bilimsel bilgiyi şekillendiren temel kaynaklar olageldi. (…) Buna rağmen, günümüzde bunlardan habersizmişçesine yeniden ortaya atılan iddialar, bilginin bir yandan devlet ve siyasetle ilişkisi içinde göreceliliğe düşerek, hakikat iddiasını yitirdiği, diğer yandan da pazar ekonomisinin baskısı altında özerklik kaybına uğradığı söyleniyor. Ama neden şimdi ve neden yeniden? (…) Bizim açımızdan daha yakıcı sorun şudur: Bilimsel özerkliğe ve hakikat iddiasına atfedilen gerçeklikler günümüzde nasıl bir bağlamsal süzgeçten geçerek sorunsallaştırılmaktadır?”

Ahmet Acar, Tansu Açık, Ali Akay, Güçlü Ateşoğlu, Zeynep Direk, Hayriye Erbaş, Ali Ergur, Reyhan Varlı Görk, H. Bülent Gözkân, Barış Mücen, Sanem Güvenç-Salgırlı, Belkıs Ayhan Tarhan, Çağatay Topal, V. Şafak Uysal, Erdoğan Yıldırım ve Latif Yılmaz’ın katkılarıyla…
Politika, 423 Sayfa, 30 TL


Türkiye'nin Anayasa Gündemi (27 uzman, 66 soru-yanıt) / İbrahim Ö. Kaboğlu
Anayasa, başkanlık sistemi, siyasal rejimler başta olmak üzere birçok temel mesele üzerine bilinmeyenleri açığa çıkaran araştırma, günümüz güncel tartışmalarına bir rehber olmasının yanı sıra, uzun yıllar alanının kaynak kitaplarından biri olacak.

“Devlet anayasa ile doğar ve anayasa ile yaşar” deyişi, çağdaş devletlerin “anayasal düzen” kavramı ile tanımlandığını da ortaya koyar. Bu deyiş ve tanım, 1921 Anayasası ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti için haydi haydi geçerli. Anayasal düzen, askerî darbe ve müdahale yoluyla zaman zaman kesintiye uğramış olsa da şu iki özellik kayda değer: İlki, yeni bir anayasal düzen kurma hedefi; ikincisi ise geçiş döneminin elden geldiğince düzenleyici kurallar eşliğinde sağlanması. 

TBMM’deki farklı siyasal çoğunlukların sürekli değiştirdiği ve gözden geçirdiği 1982 Anayasası, yürürlükte kaldığı sürece herkes için “bağlayıcı ve üstün” hukuk normu. Ne var ki, özellikle Ağustos 2014’te cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte “fiili durum” kavramı sıkça kullanılmaya başladı. Oysa bir hukuk devletinde sadece hukuki durum (de jure), anayasal düzen ile örtüşür; anayasa dışı uygulamalar (de facto) kabul edilemez.

Bu ortak yapıt, de jure ve de facto ayrımı çerçevesinde yayılan bilgi kirliliği eşliğinde, siyasal rejimler üzerine toplumda yaratılmak istenen algı operasyonu karşısında uzmanların, “anayasa kamuoyu”nu doğru ve gerçek bilgiye yönlendirme çabası...

Bu özelliğiyle kitap, başta seçilmiş siyasetçiler olmak üzere bütün yurttaşlara hitap ediyor. Anayasa yoluyla geleceklerinin ipotek altına alınmaması için özellikle gençlerin okuması gereken bir eser.
Bugünün Kitapları, 296 Sayfa, 22 TL


Mahalledeki AKP - Parti İşleyişi, Taban Mobilizasyonu ve Siyasal Yabancılaşma / Sevinç Doğan
Doğan’ın İstanbul’un Kağıthane ilçesinde bulunan Sanayi Mahallesi örneğinden yola çıktığı çalışması, AKP iktidarının toplumsallaşmasında yerel örgütlerinin rolünü inceliyor. Üyelerinin bu mahalli örgütlere nasıl destek olduğundan, mahalli örgütlerin üyelerinin yaşamlarını nasıl değiştirdiğine uzanan geniş bir çerçevede bir “mikro iktidar” çalışması yapıyor.

AKP iktidara geldiğinde çocuk yaşta olan, bugünse orta yaşlarına dayanan epeyce insan AKP iktidarından başka bir iktidarı görmedi, tanımadı. “Her şeye rağmen” ve “hâlâ” süren bu iktidarın arkasında, AKP açısından bakıldığında bu büyük “başarı hikâyesinin” arkasında nasıl bir politik toplumsallaşma var? Elinizdeki kitap, bu soruya cevap arıyor.

Sevinç Doğan, analitik bir mikro iktidar perspektifiyle, İstanbul Kâğıthane’nin işçi ve gecekondu mahallesi Sanayi Mahallesi örneğinde iktidar partisinin nasıl işlediğine bakıyor. Partinin yerel örgütü toplumsallaşma dinamiklerine nasıl etki ediyor, himayeci/koruyucu ilişkiler vasıtasıyla kurduğu “şirket” mekanizmasını nasıl çalıştırıyor, insanların gündelik pratiklerine nasıl değiyor?

“Partiye biz ne kadar destek oluyorsak, parti de bizi değiştirdi. Ben kendim, kişiliğim, kıyafetim... Çocuklarımızla ilişkilerimiz değişti. Ev hanımıydık, günlük, temizlik vesaire... Burada oturunca kendimizi daha çalışkan, daha faydalı hissediyoruz. (…) Oturmaktan kalkmaya [kadar], biz partiye ne kadar faydalı olduysak da o da... Ben yaptığım çok şeyi burada kazandım. Seminerlere katıldıktan sonra çocuklarımla, eşimle aramdaki diyalog değişti.”

Bir iktidar mekânı olarak mahalleyi merceğine alan kitap, çok defa afakî cevaplarla karşılanan soruların peşine düşerek, AKP iktidarının yeniden üretim dinamiğini analiz ediyor.
Araştırma İnceleme, 270 Sayfa, 22 TL


Mıstık, Seni Anlamıyoruz - Noktalama İşaretlerinin Öyküsü / Tülin Kozikoğlu
Lili ve Yedi Çocuğu serisiyle Türkçe çocuk edebiyatının en önemli kalemleri arasında kendi yerini bulan Tülin Kozikoğlu’nun Mıstık, Seni Anlamıyoruz! adlı yeni çalışması İletişim Yayınları tarafından çocukların beğenisine sunuldu. Mıstık’ın yazı yazma ve noktalama işaretlerini öğrenme serüvenini anlatan kitap, çocuklara eğlenceli bir öğrenme süreci sunacak.

Mıstık yazı yazmayı çok seviyor, heyecanla eline geçen her türlü kâğıda yazıyor. Düz beyaz kâğıtlara, mavi çizgili kâğıtlara, hatta peçetelere, kâğıt mendillere... Ne mi yazıyor? İşte onu kimse bilmiyor, çünkü yazdıklarını okuyanlar hiçbir şey anlamıyor. Mıstık’ın kelimeleri, kağıdın üstünde yan yana dizilince anlaşılmaz oluyor. Sanki ya bir şeyler eksik ya da bir şeyler fazla. Yanlış olan ne acaba?
Çocuk Kitapları, 55 Sayfa, 12 TL



İletişim Yayınları 10 Haziran’da raflarda yerini alacak kitaplarını da duyurdu.


Al da At Dercesine - Futbol Öyküleri
19 yazarın futbol üzerine yazdıkları hikâyelerden oluşan Al da At Dercesine İletişim Yayınları’ndan çıktı. Futbol ile edebiyatı ve hayatı buluşturan derlemedeki öyküler, verdikleri edebi zevkin yanı sıra futbola başka bir açıdan bakılmasına da katkı sunuyor.

İki pas yapamayan orta saha, bilmem kaç maçtır gol yemeyen kaleci, rakip sahaya ses hızında geçen Konkord Ziya, Dinamoçükreş’le maça çıkan Cumhur Abi, Dünya Kupası finalini Kars kaşarı yiyerek izleyen aklı havada rockçı…

Duvar pasıyla, “pardon”uyla halı saha futbolu, rakibin golcüsünü kaçıran çılgın taraftar, kaleci kazağını düzeltiyordu diye golü iptal eden hakem, antrenörlük yapan Borges, Mahmure’yi başkasına kaptıran kulüp başkanı…

Futbolu halkın afyonu olarak görmeyenlerin, endüstriyel futbola karşı çıkanların, ufak ufak takılanların, sıradan insanların ve figüranların anlatıldığı öyküler. Al da At Dercesine, edebiyatçı gözüyle futbol. Neşeli, oyunbaz ve âşık.

Alper Atalan | İlyas Barut | Murat Başekim | Emre Bayın | Can Belge | Bülent Çallı | Mustafa Çiftci | Necdet Dümelli | Serhan Ergin | Mahir Ünsal Eriş | Ayla Duru Karadağ | Giray Kemer | Ercan Kesal | Işıl Kocaoğlan | Kıvanç Koçak | Yekta Kopan | Hakan Kulaçoğlu | Akif Kurtuluş | Bağış Erten
Türkçe Edebiyat, 161 Sayfa, 16,50 TL


Romantik Yürekler - Futbol Tarihimizin Yeni Devreleri: 1952-1992 Türkiye Futbol Tarihi 3. Cilt
Mehmet Yüce
Mehmet Yüce’nin Türkiye futbol tarihini derinlemesine incelediği çalışmasının üçüncü ve son cildi Romantik Yürekler, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Yüce, 1952’den 1992’ye varan kırk yıllık bir dönemi ele aldığı bu çalışmasında, futbol tarihimizin bilinmeyen tüm yönlerini açığa çıkarırken, unutulmaz hikâyeleri ve artık her biri birer efsaneye dönüşmüş kahramanlarıyla okuyucusunu da bu romantik dünyanın içine katıyor.

Mehmet Yüce’nin, Türkiye futbol tarihi çalışmasının üçüncü ve son cildi, 1952’den 1992’ye uzanan kırk yıllık dönemi ele alıyor. ’50’lerden ’60’lara uzanan kesit, tam anlamıyla romantik dönemdir. Sonra, masumiyeti bitiren yeni çağ başlıyor. Aslında ikisi arasında bir geçiş var; arada “romantik çağın son silahşorları” misali bir Metin-Ali-Feyyaz mesela veya bir Trabzonspor çıkabiliyor... Yeni çağ tam olarak, Metin Oktay’ın rekorunu kırması için Tanju Çolak’a ikram edilen kolay golle başlıyor Yüce’ye göre.

“Fenerbahçe’ye yarı finalde Benfica çıktı… Radyodan dinlemiştim maçı, goller peş peşe geliyordu… Maçın ertesi günü sokakta konuşurken, arkadaşlardan biri ‘Yahu’ demiş, ‘Bir gol de biz atalım bütün misketlerimi vermeye razıyım.’ Diğeri atıldı: ‘Ben de hazırım vermeye gazoz kapaklarımı, hem de Ali Kemâl’i, Gökmen’i, Ziya’yı, Kör Tuğrul’u.’”

Yine zengin bir tarihsel döküm… Yine taşrayı ihmal etmeden, her hikâyenin, her kahramanın hakkını veren, zengin bir anlatı…
Futbol Kitapları, 655 Sayfa, 41,50 TL


Tuhaf hikâyeleri sever misiniz? - Ece Erdoğuş 
Genç yazar Ece Erdoğuş’un Tuhaf hikâyeleri sever misiniz? adlı romanı İletişim Yayınları tarafından edebiyatseverlerin beğenisine sunuldu. Gençliği tüm renkleriyle birlikte bulacağınız bu romanda, tek isteği hayat hikâyesinin kitap olarak yayımlaması olan Jaklin’in peşine takılıp kendinizi kurmacanın içinde bir kurmacada bulacaksınız.

“Aşağılık bir yazar”, bir sandalye, bir halat, incecik bir jilet… Jaklin’in tek arzusu hayat hikâyesini kitaplaştırmak. Doktorlar ne derse desin eksik parçayı bulup çıkaracak. Çetin nerden bilecek neler olup bittiğini… Belki, Ringo, o da ne kadar bilirse artık… Bir gece… Her şey çığırından çıkıyor. Ya da zaten çoktan çıkmıştı da biz daha önce neler olmuş bilmiyorduk…

“Soyut resimler gibiydi Jaklin. Uydurmak isteyene mana doluydu, gönlü olmayan içinse deli saçmasıydı. Şimdi, tam tamına otuz yaşındayken komodinin gözünde uzun zamandır kullanmadığı bir jilet gizliydi ve kolundaki yara izlerinin üzerinde kocaman, uçuk pembe bir opium çiçeğiyle dalları çiziliydi. Jaklin, Bahariye Caddesi’nin kalabalığında, garsonluk yaptığı bara doğru adımlarını peş peşe dizerken bir roman kahramanı olacağından henüz habersizdi.”

Tuhaf Hikâyeleri Sever misiniz? gençliğin ve deliliğin tuhaf renkleriyle dolu. Tek mekânda çığlık çığlığa, kurmaca içinde kurmaca… Roman içinde roman… Barlar, hastaneler, Kadıköy’de sokaklar, daracık evler…

Ece Erdoğuş, iştahlı bir yazar, dizginsiz ve muzip
Türkçe Edebiyat, 219 Sayfa, 19 TL


Albion'un Kızı / Cilt 1 -  Anton Pavloviç Çehov
Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Çehov’un, yazmaya yeni başladığı yıllarda kaleme aldığı öykülerden oluşan Albion’un Kızı İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Mehmet Özgül’ün titiz çevirisi ve Maksim Gorki’nin sonsözüyle zenginleşen eseri, hem Çehov’la henüz tanışmamış olan okurlar, hem de yeniden Çehov okumak isteyen okurlar uzun süre ellerinden bırakamayacaklar.

Mehmet Özgül çevirisi,
Richard Pevear’in önsözü ve Maksim Gorki’nin sonsözüyle,
Yazar ve dönem kronolojisiyle,
Kitaba dair görsellerle.

Çehov’un bir tıp öğrencisiyken yazdığı ilk öykülerin yer aldığı Albion’un Kızı, yazarın özgün dünyasının ve imgeleminin oluşma sürecini izliyor.

Anton Çehov’un yazarlığa ilk başladığı yıllarda kaleme aldığı öyküleri bir araya getiren Albion’un Kızı, adı öykü türüyle neredeyse eş anlamlı olan yazarın öğrencilik yıllarında bile ışıldayan dehasını gözler önüne seriyor. 1880-1884 yılları arasında çeşitli edebi dergilerde yayımlanmış olan eskizlerinde Çehov, çağdaşlarının kaleme aldığı görkemli başyapıtların aksine, ölçeğine insanı alan mütevazı yapılar kurmaya başlamış ve bu sayede yeni ve yalın bir hakikate ulaşmıştır. Ustası Gogol gibi Çehov da yakından tanıdığı ve asla tepeden seyretmediği Rus taşrasına hâkim olan bağnazlıkları ve ahmaklıkları olduğu kadar, gösterişsizliği ve saf dilliliği de resmetmiş, hiçbiri karikatüre kaçmayan bu tiplemelere olan şefkatinden ve gerçekçilikten hiçbir zaman ödün vermemiştir.

“Çehov’un edebi eserlerine hâkim olan muazzam iyilik hissi bir gündem veya edebi tebliğ olmasından değil, sahip olduğu yeteneğin doğal rengini almasından gelir.” VLADIMIR NABOKOV
İletişim Klasikleri, 484 Sayfa, 28,50 TL


Çatışan İktisadi Teoriler - Neoklasik, Keynesçi ve Marksçı 
Richard D. Wolff, Stephen A. Resnick
Neoklasik, Keynesçi ve Marksçı iktisat teorilerini inceleyen Çatışan İktisadi Teoriler adlı çalışma İletişim Yayınları’ndan çıktı. Bu en önemli üç iktisat teorisini kavramları ve analiz yöntemleri üzerinden değerlendiren çalışma, aynı zamanda teorilerin aralarındaki farkları ve hayatlarımız üzerindeki etkilerini de karşılaştırıyor.

Çatışan İktisadi Teoriler, bugün dünyada birbiriyle yarışan en önemli üç iktisat teorisini inceliyor. Bu teorilerin birbirlerinden sistemli olarak nasıl ayrıştığını özetleyerek tek tek her teoriyi betimliyor ve her birinden çıkan farklı sonuçları analiz ediyor. Her teorinin seçtiği kavramlara, analiz yöntemlerine, iktisadı kavramsallaştırma biçimine dair kapsamlı tartışmalar sunuyor. Farklı teorilerin yaşamlarımız üzerindeki farklı etkilerini açıklayıp karşılaştırmasını yaparak, genel olarak farklı düşünme biçimlerinin, özel olarak da bu üç iktisat teorisinin toplumu farklı şekillerde nasıl biçimlendirdiğini gösteriyor.

“Mevcut iktisat teorileri arasında bir seçimin var olduğunun bilinçli veya bilinçsiz farkına varmanıza yardımcı olmak için yazdık bu kitabı. (…) İktisat hakkında düşünürken birçok insan soru sormanın ve soruları yanıtlamanın sanki tek bir bariz şekli varmış gibi davranıyor. İktisat teorisini teorik bir çoğulluk olarak değil, tek bir kavram olarak düşünüyorlar. Zorlu teorik seçimlerden kaçarak onları ihmâl ediyorlar ve o dönem ne çoğunluktaysa onu seçerek akışa ayak uyduruyorlar. Kendilerinin de seçim yapabileceğinin ve alternatiflerin var olduğunun farkına varmaksızın başka insanların seçimlerini kabul etmenin verdiği rahatlığa ve güvenliğe sığınıp kendi seçme özgürlüklerinden kaçıyorlar. Eğer düşünme biçiminizin böyle alternatifler arasından bir seçim barındırdığının farkına varırsanız, umuyoruz ki o alternatifler hakkında daha fazla şey öğrenmek isteyeceksiniz.” Richard Wolff, Stephen Resnick
Politika, 456 Sayfa, 34 TL


Sudan Sebepler - Türkiye’de Neoliberal Su-Enerji Politikaları ve Direnişleri
Derleyenler: Cemil Aksu, Sinan Erensü, Erdem Evren
İletişim Yayınları, neoliberal su-enerji politikalarını çok yönlü bir şekilde inceleyen Sudan Sebepler adlı çalışmayı yayımlıyor. Sudan Sebepler, Doğu Karadeniz’den Hasankeyf’e, Ege’den Munzur Vadisi’ne uzanan geniş bir coğrafyada yaşanan yıkıcı süreçleri tüm gerçekliğiyle yansıtırken, bu süreçlere karşı sürdürülen toplumsal mücadeleleri de ele alıyor.

İlk kez 1990’lı yılların ikinci yarısında Bergama’da ve Artvin Cerrattepe’de siyanürlü altın madenciliğine karşı gelişen mücadeleler ile görünürlük kazanan yerel çevre hareketleri, son 10 yılda talepleri, yöntemleri, mekânsal dağılımı ve bileşenlerinin niteliği itibariyle olağanüstü bir çeşitliliğe ulaştı. Nükleer, termik ve rüzgâr santrallerinden, taş ve mermer ocaklarına; yol, tünel ya da elektrik iletim hattı inşaatlarından ormanlık alanların imara açılmasına, neredeyse her gün en az bir projenin yeni bir protestoya ya da davaya konu olmasına tanığız. Vadi vadi, kasaba kasaba hatta köy köy örgütlenen “yaşam alanı savucunuları”, 2000’lerin başından beri doğanın ve müştereklerin daha önce görülmemiş ölçüde piyasa ilişkilerine açılmasının toplumsal, ekolojik ve ekonomik etkilerine direniyor.

Sudan Sebepler, bu sürecin bir kolunu, neoliberal su-enerji politikalarının ekonomi-politiğini ve hidroelektrik santralleri (HES) ile büyük barajlara karşı yirmi yıla yakın bir zamandır sürmekte olan mücadele deneyimlerini şekillendiren saikleri, süreçleri ve failleri birçok boyutuyla kayda geçirmeyi hedefliyor. Doğu Karadeniz’den, Hasankeyf’e, Ege’den Munzur vadisine uzanıyor; Türkiye taşrası ve kırsalının hangi “sudan sebepler” nedeniyle ayağa kalktığını sorarak devlet, toplumsal mücadeleler, iktisat arasındaki açık çatışma noktalarını gözler önüne seriyor.

Fikret Adaman, Meral Akbaş, Bengi Akbulut, Mustafa Akçınar, Cemil Aksu, Murat Arsel, Özlem Aslan, Mehmet Bozok, Nihan Bozok, Atakan Büke, Dilşa Deniz, Zeynep Ceren Eren, Sinan Erensü, Erdem Evren, Ahmet Kerim Gültekin, Arif Cem Gündoğan, Mine Işlar, Akgün İlhan, Alp Yücel Kaya, Umut Kocagöz, Sıla Pelin Oğuz, Yakup Şekip Okumuşoğlu, Fevzi Özlüer, Caterina Scaramelli, Ethemcan Turhan, Özge Yaka’nın katkılarıyla...
Bugünün Kitapları, 528 Sayfa, 36 TL




Küçük Prens’i Teninde Taşıyanların Hikâyesi: Küçük Prens Tenimde

Cuma, Mayıs 27, 2016
Fotoğrafçı Melissa Mey, İnkılâp Kitabevi’nin yayımladığı Küçük Prens Tenimde ile en çok sevilen kitap karakterlerinden biri olan Küçük Prens’i tenine kazıyanları fotoğraflayıp hikâyelerini anlatıyor.

“Küçük Prens, pek çok dile çevrildi. En çok farklı dile çevrilen kitaplar arasında ilk sıralarda. Melissa Mey’in kitabı Küçük Prens’in ‘tence’si… Böyle bir dil var mı, demeyin!? Çünkü, ‘beden dili’ diye bir gerçeğin varlığını sorgulamaya gerek yok. Böylelikle, insan bedenlerindeki Exupéry’nin resimlerini büyük bir araştırma ve titiz bir çalışmayla bir araya getiren Melissa Mey, Küçük Prens’in çevrildiği diller arasına bir yenisini eklemiş oluyor.”    Sunay Akın

Küçük Prens’im Hep Benimle…
Bazıları içinde tutar yaşadıklarını, bazılarıysa kâğıda döker... Kimileri ise yaptırdığı bir tattoo ile anlatır hikâyesini. Yaptıranlar için ayrı, özel bir anlamı vardır tattoonun. Kimi sevdiği bir cümleyi dövdürür tenine, kimi kendi çizdiği bir figürü, kimi de sevdiği bir kahramanı… İşte Küçük Prens de bunlardan biridir. 

Melissa Mey kendi gibi Küçük Prens’in hikâyesinden etkilenerek Küçük Prens tattoosu yaptıranları “Küçük Prens Tenimde” projesi ile bir araya getirip içindeki çocuğu hiç yitirmemiş büyükleri tek tek fotoğrafladı, hikâyelerini dinledi.

Sevinç Erbulak, Hazal Kaya, Yunus Günçe gibi ünlü isimlerin de yer aldığı bu projede hikâyeleriyle Türkiye’nin pek çok yerinden birçok isim var.  

Herkesin bir hikâyesi vardır. Bazıları kâğıda yazar hikâyelerini, bazıları sadece içinde tutar ve yaşar. Ama bazıları vardır ki, bir küçük resimle bedenine kazıyarak her an yanında taşır hikâyesini. 

Küçük Prens Tenimde kitabını açtığınız andan itibaren onlarca fotoğraf görecek ve her bir fotoğrafta derin hikâyelere tanıklık edeceksiniz. Kim bilir belki birçoğu size kendi hikâyenizi anımsatacak. 

Kolay değildir hikâyesini tenine kazımak; her an taşımak ve görmek. Unutmamak veya hatırlamak. Bu nedenle tattoolu insanlar hep biraz daha tuhaftır ve belki de hikâyeleri bir o kadar derin. Çünkü artık kâğıtlar, defterler yetmemiştir, tenleri şahitleri olmuştur anbean. 

Hikâyesi tenlerinde olanlara ve Küçük Prens’i tanıyanlara...

* Bu bir çocuk kitabı değildir; içindeki çocuğu hiç yitirmemiş ama bedenleri büyümüş çocukların kitabıdır.
Melissa Mey

Melissa Mey, Küçük Prens Tenimde
İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2016
Sayfa Sayısı: 136
Fiyatı: 25 TL


Kafka’dan Felice’ye Mektuplar

Perşembe, Mayıs 26, 2016
Çek asıllı Avusturyalı yazar Kafka’nın 1912-1917 yılları arasında nişanlısı Felice Bauer’e yazdığı mektuplar Felice’ye Mektuplar, Türkiye İş Bankası Modern Klasikler Dizisi’nde yerini aldı.

Beş yıl devam eden yazışmalar Kafka’nın kendisinden dört yaş daha genç olan Felice ile bir yaz akşamı Max Broud’un babasının evinde tanışmasıyla 1912 yılının Eylül ayında başlıyor ve Kafka’nın verem teşhisini öğrendiği, iyice karamsarlığa gömüldüğü 1917 yılının Ekim ayında sona eriyor.

Avusturya’dan Berlin’e göç etmiş orta halli bir Yahudi ailesinin kızı olan Felice Bauer o dönemde Berlin’de dikte aletleri üreten bir şirkette yönetici olarak çalışmaktadır. Felice Bauer, Kafka ile iki kez nişanlanıp ayrıldıktan sonra 1919 yılında varlıklı bir banka yöneticisi ile evlenir. 1960 yılında ölen Felice Bauer, Kafka’dan gelen mektupları hayatının son dönemlerine kadar muhafaza eder, ancak daha sonra maddi sıkıntılar nedeniyle içlerinden bazılarını ayırarak ve muhtemelen imha ederek mektupların yayın hakkını 8000 dolar karşılığında Amerika’daki Schocken Yayınevi’ne satmak zorunda kalır. Kafka’nın Felice’ye yazdığı mektuplar ilk kez 1967 yılında basılır, aynı yayınevi 1987 yılındaki açık artırmada mektupları yaklaşık yarım milyon doların üzerinde bir rakama satar. Felice’in Kafka’ya yazdığı mektupların Kafka tarafından imha edildiği düşünülüyor.

Yüz yüze görüşmek, birlikte vakit geçirmek yerine neredeyse tamamı yazışmayla sürdürülmeye çalışılan bu ilişkide, okur, yazarın çözümsüz çelişkilerine tanıklık ediyor. Almanca aslından Çağlar Tanyeri, Murat Sözen ve Turgay Kurultay’ın ortak çalışmalarıyla Türkçeye çevrilen kitap, Kafka severleri yazarın düşünce ve duygu dünyasına keyifli bir yolculuğa davet ediyor.

Franz Kafka (1883-1924): Çek asıllı Avusturyalı yazar, Prag’da dünyaya geldi. Çağımızın en büyük yazarlarından biridir. Yapıtlarını edebiyat tarihinin belirli bir akımına dâhil etmek zordur. Taşralı Çek bir babayla, burjuva bir Alman Yahudisi annenin çocuğuydu. Prag Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. İki kez nişanlanıp bir türlü evlenemediği Felice Bauer’le ilişkisiden geriye kalan beş yüzü aşkın mektup, ölümünden çok sonra, 1967’de Briefe an Felice (Felice’ye Mektuplar) adıyla yayımlandı. Yapıtlarını Çekçeye çevirmek isteyen Milena Jesenka’ya yazdığı mektuplar ise yine ölümünden sonra Briefe an Milena (Milena’ya Mektuplar) başlığıyla okurla buluştu. Die Verwandlung (Dönüşüm), Der Prozess (Dava) ve Amerika önemli yapıtları arasındadır. Öykü ve romanlarında çağımız insanının korkularını, yalnızlığını, kendine yabancılaşmasını ve çevresiyle iletişimsizliğini ele aldı. 1924’te vereme yenik düşerek yaşama veda etti.

Felice’ye Mektuplar / Franz Kafka 
İş Bankası Kültür Yayınları / Modern Klasikler
Basım Tarihi: Mayıs 2016
Çevirmenler:
Çağlar Tanrıverdi
Murat Sözen
Turgay Kurultay
Sayfa Sayısı: 720
32 TL


London Has Fallen : Londra Düşer, Başkan Düşmez!

Çarşamba, Mayıs 25, 2016
11 Eylül saldırılarını can simidi olarak kullanmayı seçen Hoolywood, milliyetçiliğine level atlatarak şovunu sürdürüyor. Her durumda başkanını, bayrağını koruduğunu göstermenin yeni yollarını aramaya devam ediyor. Bu zihniyetin son ürünü 2013 yapımı “Olympus Has Fallen”ın sevilince kaçınılmaz olarak devam filmi geldi. 2016 yapımı “London Has Fallen” bu kez Amerikan Başkanını deplasmanda ölüm kalım mücadelesine sokarken terörü de maksimize ediyor.

Antoine Fuqua’nın yönettiği ilk film “Olympus Has Fallen”, aksiyon-gerilim olarak son yılların en başarılı filmleri arasında gösterilmişti. Beyaz saraya yapılan saldırı sonrası rambovari bir kurtarma operasyonu ile başkanını kaderine terk etmiyor ve kurtarıyordu. İkinci film için kollar sıvandığında senarist ve yönetmen kadrosunda değişim yaşanmış. Creighton Rothenberger ve Katrin Benedikt yine öykünün yaratıcıları olurken senaryo aşamasında Christian Gudegast ile Chad St. John da onlara katılmış. En büyük değişimse filmi bir İranlının Babak Najafi’nin yönetmesi… Bu tarz bir milliyetçi şovu Amerikalıların genellikle en büyük terör tehdidi olarak gördüğü ülke vatandaşının yönetmesi de hayli ilginç. Kısa filmlerin ardından ilk uzun metraj sınavını 2010’da İsveç yapımı “Sebbe” ile başarıyla veren Najafi, iki yıl sonra “Snabba cash II” ile aksiyondaki hünerini göstermişti. Okyanusu “Banshee”nin iki bölümünü yöneterek aşan Najafi Hollywood’daki ilk sınavını da “London Has Fallen” ile veriyor. Sevilen oyuncu kadrosu da aynen korunmuş. Gerard Butler, Aaron Eckhart, Morgan Freeman, Alon Moni Aboutboul, Angela Bassett, Robert Forster, Melissa Leo ve Radha Mitchell kadrounun başını çeken isimler desek de tüm yük yine Butler’ın omuzlarında.

Kahramanımız Mike Banning önemli bir kararın arifesinde… Doğacak çocuğu öncesinde istifasını vermeye hazırlanan bir adam artık. Aksiyonun uzağına düşmek ve ailesine daha fazla zaman ayırmak istiyor. İngiltere Başbakanının ani vefatı işleri değiştiriyor. Londra’da düzenlenecek cenaze töreninde Başkan Asher’ın yakın koruması olarak görevlendiriliyor. Törenin başlamasından kısa bir süre sonra, Londra’da bombalar patlamaya başlıyor. Teröristlerin en önemli hedefi Başkan Asher’ın can güvenliğini korumak ve saldırıların sorumlularını etkisiz hale getirmek de kahramanımıza düşüyor.

İlk filmle atılan sağlam adımın üzerine minik dokunuşlar yaparak hiç zaman kaybetmeden aksiyonuna odaklanıyor London Has Fallen. Seyirciyi yormayan, basit ve akıcı bir senaryoya sahip… Elbette mantık yürütmenizi istemiyor ve buna fırsat vermemek için elinden geleni yapıyor. 20 dünya liderinin katıldığı törende başlayan saldırıları hayli gerçekçi ve etkili bir şekilde veriyorsa da kalan 19 lider için hiç uğraşmıyor. Karikatürize ederek geçiştiriyor. En önemli olan elbette Amerikan Başkanı olacak… Saldırının arkasında da her zamanki gibi araplar var. Tahmin edilebileceği gibi Aamir Barkawi’nin amacı intikam. Sık sık yinelediği üzere intikam planında hataya yer yok. Hatasız bir plan kurmuşlar ve uyguluyorlar ama bilmedikleri şey Amerikan Başkanı’nın o kadar da kolay öldürülemeyeceği. Filmin verdiği mesaj da o zaten. Londra düşer ama Başka düşmez… 

Najafi ilk sınavını başarıyla geçmiş. Filme hakim, tempoyu iyi ayarlamış ve boş sahne yok. Bunun bir aksiyon şovu olduğunu göstererek hiç hız kesmiyor. Klişeleri, abartıları ve mantık hatalarını görünmez hale getiren de bu durmak bilmeyen temposu. Elbette şovenist dokunuşlar da olacak. Gerekli şovlar en olmadık yerde karşımıza çıkıyor ama onları da olabildiğince kısa kesiyor.

Çok saçma bir ana fikirden yola çıkılmış olmasına ve klişelerle dolu işleyişine rağmen ilk filmi aşan bir devam filmi London Has Fallen. Dur durak bilmeyen temposu ile aksiyon sevenler için nasıl geçtiğini fark etmeye fırsat bulamayacakları keyifli bir 119 dakika sunuyor. 


Meraklısına: “Olympus Has Fallen” kritiğini okumak için tıklayın

Sara Raasch Fantastik Dünyanın Kapılarını Aralıyor: Kül Gibi Kar

Çarşamba, Mayıs 25, 2016
Sara Raasch’ın 2014 yılında yayımlanan ve övgülere boğulan fantastik üçlemesinin ilk kitabı “Snow Like Ashes” nihayet Türkçede. Orijinal kapağı ve “Kül Gibi Kar” adıyla Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle 1 Haziran’da raflarda.

Özellikle “Game of Thrones” fanlarınca çok sevilen roman, genç-yetişkin kategorisinin en önemli kitaplarından biri haline gelmişti. 2015 yılında yayımlanan “Ice Like Fire” da aynı ilgiyle karşılanmış durumda. Üçlemenin son romanı “Frost Like Night”ın da Eylül ayında yayımlanması merakla bekleniyor.

Kalbi kırık genç bir kız… Korkusuz bir savaşçı… Geleceğin kahramanı...

Yazarın ilk fantastik romanı olan Kül Gibi Kar, sadakat, aşk ve kişinin kaderini keşfetmesiyle ilgili sürükleyici bir hikâye. Kurgusu sağlam temellere oturtulmuş bu roman eşsiz bir fantastik dünyanın kapılarını aralıyor.

“Kül Gibi Kar, şaşırtıcı bir fantastik dünyada geçen, unutulmaz karakterle dolu, bana sayfaları peş peşe çevirten heyecanlı bir öykü. Daha da fazlasını istiyorum!” 
Morgan Rhodes, Falling Kingdoms yazarı

“Hem kurgu, hem anlatım olağanüstü. Kesinlikle öneririz.” 
School Library Journal

“Zevkle okunacak bir romantik bir serüven.”
Publishers Weekly

“Yeni bir toplum, muhteşem bir serüven, bir ilk aşk; bunların hepsi büyük bir fantastik destanda bir araya gelmiş.”
Booklist

Kül Gibi Kar / Sara Raasch
Orjinal isim: Snow Like Ashes
Çeviren: Bala Tanık
392 sayfa
19 TL


 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template