♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

McFarland, USA : Koşar Adım Zafere

Pazar, Mayıs 31, 2015
Sportif başarıların adeta unutulmuş yerlerden çıkması ve madalyaya giden uzun yolun imkansızlıklarla dolu olması her daim anlatılır. Bu başarı öyküleri daha ilk cümlelerinden film olmaya da hazırdırlar. Her yıl bir tane sportif başarı öyküsü çıkar ve bu oyuna herkesin katılabileceğini göstererek o ruhu aşılar... Gerçek hikayeden esinlenilmiştir ibaresiyle resmedilen filmlerin şimdilik son örneği bir Disney yapımı “McFarland, USA”, sıfırdan kros şampiyonluğuna uzanmanın öyküsü...

2006 yapımı “Glory Road”un yaratıcıları tekrar iş başında... Christopher Cleveland ve Bettina Gilois öykülerini Grant Thompson ile birlikte senaryolaştırmışlar. Yönetmen koltuğundaysa şaşırtıcı bir isim var: Niki Caro... “Whale Rider” ile 2002’nin en iyi filmlerinden birine imza atarak adını tüm dünyaya duyuran Yeni Zelandalı yönetmen, üç yıl sonra “North Country” ile çıkışını sürdürmüş ve 2009’da çektiği “The Vintner's Luck”dan bu yana ortalarda görünmemişti... Altı yıl sonra setlere adına hayli hafif kalan bir filmle dönüş yapması şaşırtıcı. Her yıla bir spor filmi sıkıştıran Kevin Costner’ın başını çektiği oyuncu kadrosu da Maria Bello, Ramiro Rodriguez, Carlos Pratts, Johnny Ortiz, Hector Duran, Sergio Avelar, Michael Aguero, Rafael Martinez ve Morgan Saylor’dan oluşuyor...

Jim White ile tanışıyoruz... Bir maçın devre arasında oyuncularıyla konuşurken içlerinden birine sert davranıyor... Bu son vukuatı olunca daha kötü şartlarla unutulmuş bir diyarda alıyor soluğu... Hem fen bilimleri öğretmeni hem de koçluk yapmak üzere Meksikalıların yoğun yaşadığı McFarland okulunda buluyor kendini... Yetmişli yıllar, farklı bir kültür ve herkesin unuttuğu bilenlerinde “amigo” diyerek dalga geçtiği bir yer. Öğrencilerin aileleriyle birlikte tarlalarda ırgat olarak çalıştığı bir kasaba bu. İsyankarlığı sonrası futbol takımının koçluğunu da bırakması istenince beden eğitimi dersinde öğrencileri koştururken başlıyor her şey... İyi koşuyorlar ve hızlılar, hem de beklenmedik derecede! Kolları sıvıyor ve hedeflerini belirliyor: Yedi kişilik bir kros takımı kuracak ve şampiyonaya katılmak için mücadele verecek...

Her spor filmi gibi küçümsenen bir grubun sıfırdan zafere koşar adım yükselmesinin öyküsü bu... Tipik Amerikan rüyası... Türü sevenler için üretilmiş bir formül... Çok inişi çıkışı yok, kötü anlar barındırmıyor, her şey aşırı derecede tozpembe... Bir türlü içe işleyemeyen bir film aynı zamanda. Zafer naralarını atmamızı sağlayan heyecanlandıran herhangi bir an da barındırmıyor. Hayli sıradan bir işleyişle, zafere koşuyor. Yedi kişilik grup arasında bir sorun yok, koçun hayatı düzenli, kasaba sorunsuz... E bu huzur ortamından başarı çıkmasında nerden çıksın sahi? Son yarım saate sığdırılan sorun ihtimali de çok mantıksız olunca, inandırıcılık sorunu baş gösteriyor. Tamam yaşanmış bir öykü bu ama onu özel yapan ne? Takım kurulmuş antrenmanlar yapılmış ve şampiyon olmuşlar hepsi o kadar... Böylesi sıradan bir öyküyü bir de klişelerle anlatınca ortaya çok sıradan bir film çıkmış... 

17 milyon dolarlık bütçesiyle 20 Şubat’ta izleyici karşısına çıkan film daha ilk üç günde gişeden istediğini almış. Malum sitelerde kullanıcı oyları da yüksek bir not çıkarmış. Bir değişiklik olmazsa 26 Haziran’da ülkemizde vizyona girmesi bekleniyor. Hiç girmese de olur ama dağıtımcıların yaz sezonunu bir şekilde doldurma hırsına yenik düşüyorlar maalesef...

Sinema için hiç bir albenisi olmayan sıradan bir öyküyü anlatan “McFarland, USA”, sportif başarı filminden çok izleyicisine kendini iyi hissettirenlerden olmaya çalışırken sunileşen ve uzun süresiyle sarkan bir film... Koca 129 dakikayı heyecansız geçirip hiçbir şey hissettirmemesinden dolayı madalya verilmeli...


Run All Night : Babalar ve Oğullar

Cumartesi, Mayıs 30, 2015
Doksanların ilk yarısını Oscar adayı oyuncu olarak geçiren Liam Neeson’un misyonu milenyumla birlikte değişti. 2008 yapımı “Taken”dan itibaren her filminde elinde silah koşturup ailesini koruyor. Gördüğü ilgi ile seriye de dönüşen bu aksiyonların dışına da pek taşmıyor Neeson. Her yıl bir gişe aksiyonunda ailesini ya da insanları kurtaran profilin dışına çıkmıyor. Çoğu zaman ya alkolik ya da eski ajan… 2015 yapımı “Run All Night” da bu kez eski bir tetikçi olarak oğlunu korumakla mükellef. Tek gecelik babalık “Gece Takibi” adıyla vizyonda.

Senaryoyu yakında adını daha sık duyacağımız Brad Ingelsby kotarmış. Ödüllü iki kısa filmin senaryosuyla parlayan Ingelsby, ilk uzun metraj sınavını da Scott Cooper ile birlikte “Out of the Furnace” ile vermiş ve iyi iş çıkarmıştı. İkinci uzun metraj senaryosunda bildik formülü kolayca kurmuş ve bir iki süsleme ile detaylandırmayı planlamış. Yönetmen koltuğundaysa bir katalan oturuyor. Yeniden çevrim “House of Wax” ile yönetmenliğe başlayan, futbol aşkına yönettiği “Goal II: Living the Dream”den sonra “Orphan” ile çok iyi iş çıkararak sınıf atlayan Jaume Collet-Serra, gişe aksiyonlarına geçiş yaparak “Unknown” ve “Non-Stop” ile beklentileri de karşılamıştı. Collet-Serra ile üçüncü kez birlikte çalışan Neeson’a, “The Killing”le yıldızı parlayan Joel Kinnaman, Ed Harris, Boyd Holbrook, Bruce McGill, Genesis Rodriguez ve Vincent D'Onofrio eşlik ediyor.

Jimmy Conlon ile tanışıyoruz… Mafya tetikçisi olarak geçirdiği günlerin kefaretini çeken yalnız ve mutsuz bir adam… Ailesiyle bağlarını koparmış kendini alkole vermiş ve uykusuzluk sorunuyla boğuşuyor. Mafyanın başındaki Shawn Maguire ile ilişkisi tetikçilikten de öte, çocukluk arkadaşları… İkisinin de yetişkin oğulları babalarından kopmuş ve yeni bir hayat hazırlığında… Mike Conlon ailesini kurmuş, bir yandan boksla uğraşıyor bir yandan da limuzin şöförü olarak çalışıyor. Himayesindeki genci de koruyup kollayan mafya tablosunun dışına çıkmayı başarmış bir adam. Danny Maguire ise tam bir çıkıntı… Babasından işleri devralmak için kendini göstermeye çabalıyor ama sürekli arızalar çıkaran delişmen bir adam ve tüm klişeleri barındıran oğul… Bir girişimi babasının itirazıyla sonuçlanınca bu başarısızlığı ikiliyi karşı karşıya getiriyor. Jimmy’nin oğlunu korumak için Danny’i vurmasıyla başlayan uzun gecede silahlar çekiliyor…

Basit formülünü süslü cümleler ve küçük yan öykülerle süslemeye çalışan bir film “Run All Night”… Yeni bir şey denemeyi aklına bile getirmiyor, karakter yaratmakla da uğraşmadan tipik babalar ve oğullar konusuyla işliyor… Tek gecede geçen film için malzemesi bol görünse de Ingelsby dengeyi tutturamamış ve bolca dağıtmış senaryosunu. “Onu almana izin vermeyeceğim, Shawn.” “Seçim hakkın yok. Varımla yoğumla oğlunun peşindeyim, Jimmy.” gibi karşılıklı sözlerle karakterlerini çarpıştırarak heyecan ve gerilim yaratmaya çalışsa da bir etki yaratmaktan uzak. Zaten ana yapısı formüle olan senaryonun tahmin edilebilir bir işleyişle ilerlemesi de daha önce izlemiştim hissiyle yorgunluk verince sıradan finaline ilerlemek de hayli zor.

Prömiyerini 9 Mart’ta yapan film aynı hafta dünya sinemalarında kendi salon bulup gösterime çıktıysa da 50 milyon dolarlık bütçesinin ancak yarısını çıkarabilmiş durumda. İzleyici bulmaya devam etmesini de o meşhur oylamalardaki yüksek notuna borçlu.

Oğlunun intikamını alma peşindeki baba ile oğlunu korumaya çalışan babanın bir gecelik mücadelesini afili cümlelerle anlatmaya çalışırken bildik yolları tercih eden “Run All Night”, ikinci yarısında tempo sıkıntısı çekerek zor geçen 114 dakikasıyla vasat bir film… Boşa harcayacak zamanınız yoksa ilişmeyin…


İletişim Yayınlarından Haziran Yenileri

Perşembe, Mayıs 28, 2015
İletişim Yayınları Haziran ayını yedi yeni kitapla karşılıyor. Yeni yazarlar Elif Türker “Sevgili Alef” ile Sedef Betil de “Kısa Karanlıklar” ile ilk kitaplarıyla okurlara merhaba derken, Yaşar Nabi Nayır Ödülü’nü kazanan Gökçe Bezirgan’ın “Hasta Öyküler ve Kulağakaçan” ile “Ağıtın Sonu” ile 2015 Duygu Asena Edebiyat Ödülü’nü alan Menekşe Toprak’ın “Temmuz Çocukları” da bu ayın Türkçe edebiyat yenileri… Sanat Hayat dizisi “Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik” ile sürerken, Mehmet Seyman Önder’in Kürt meselesinin en çetrefilli konularından biri olan koruculuğu büyüteç altına aldığı “Devlet ve PKK İkileminde Korucular” da raflarda yerini alıyor. Francesca Simon’ın tüm dünyada milyonlarca satan ünlü çocuk dizisi Felaket Henry’nin en yeni kitabı, “Felaket Henry ile Vücudumuz” da çocuk okurların ilgisini bekliyor. Yedi kitabın raflarda olacağı tarih ise 5 Haziran…


Devlet ve PKK İkileminde: Korucular, “Kürt Meselesi”nin en Sevgili Alef / Elif Türker
İletişim Yayınları, yeni bir yazar olan Elif Türker’in ilk kitabı Sevgili Alef’i okurlara sunuyor. Rüyayla gerçek arasındaki sınırları belirsizleştiren tarzıyla Türker, postmodern esinlerle dolu bir roman ortaya koyuyor. Kelime oyunlarıyla örülü, kuytu bir ormanda geziniyormuşçasına okuyucuyu avcuna alan Sevgili Alef, edebiyatta yeni yaklaşımlar arayanların ilgisini çekecek.

Biri var, hayalini kurduğu her yol bir ormana çıkıyor. Roman mı dedim? Hayır, kapkaranlık bir orman. Kelimelerin günahı olmaz. Gülmeyin ama Alef ne kadar suratsız, muşmulaya benziyor.
Sevgili Alef, rüyalı ve oyunbaz bir ormanın romanı. Beyaz bir boşluk… Meğer aradıkları “o kız” değil “öküz”müş.

"İnsan, yalnızlığı idrak etmek için şiir ya da roman yazar, bilirsiniz. Ve yalnızlık, insana inanın her şeyi yaptırabilir. Belki de sırf bu yüzden dünya üstünde işleyebileceği en büyük günahı işler ve yazdıklarında onlarca insanı öldürebilir. Onlar gerçek değiller, diyeceksiniz ya, demeyin. Belki sadece hayaldir, belki de rüya; hatta belki de her ikisi birden. Hadi daha ileriye götürelim ve diyelim ki gerçeğin ta kendisidir onlar. Hiçbir gerçeğin olamayacağı kadar gerçektirler hem de. Çünkü bilirsiniz, hayal ve rüya bir araya geldiği vakit gerçekten söz edilebilir ancak." 
Türkçe Edebiyat, 127 sayfa, 13,50 TL


Kısa Karanlıklar / Sedef Betil
Sedef Betil’in ilk kitabı Kısa Karanlıklar, geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları’ndan çıktı. Betil, günlük hayatta hepimizin yaşadığı ve yaşattığı küçük kötülükleri tüm doğallığıyla yazıya döküyor. Kıskançlıklar, kırgınlıklar, küçük hesaplar ve tüm bunların çatışmasından doğup bir yara gibi kendini hep hatırlatan kederleri anlatan Kısa Karanlıklar, derinlere sakladığımız hislerin üstündeki örtüyü kaldırıyor.

Sessiz öfkeler, küçük sırlar, mor ışıltılar, turuncu şezlonglar, yokuşun dibinde kalan ve yolu tek olan evler. Yanını yöresini ışıtamayan anneler ve babalar, sesler, alışkanlıklar… Bulut bulut fısıltılar… Nemli ve ılık toprak, yağmuru emmiş. Masada çatal bıçak sesleri ve nefeslerimiz.
Sedef Betil, uzak ve yakın kederleri anlatıyor Kısa Karanlıklar’da… Kendini hatırlatan yaraları… Uzun ve serin zamanları… 

"Daha sahilden uzaklaşmadan 'Abla, abla, beklesenize,' sesine döndüm, baktım plaj tarafından koşarak gelen Ayşe, kardeşim. Osman kürekleri bıraktı, Ayşe de sandala atladı. 
Üstünde yine benim bikinilerimden biri, indirimi bekleyip aldığım. Hep sormadan alır, bunca zamandır ne desem faydası olmadı. Ben kimseden bir şey istemem. Plajda kalabalık bir grubu gösterdi.

'Onlarla geldim ama sandalla gezmek istiyorum, eskiden de gezerdik, değil mi abla?' Ben biliyorum, aklı fikri Osman’da, merak ediyor."
Türkçe Edebiyat, 100 sayfa, 11,00 TL


Hasta Öyküler ve Kulağakaçan / Gökçe Bezirgan 
Hasta Öyküler’le Yaşar Nabi Nayır Ödülü’nü kazanan Gökçe Bezirgan’ın hikâyeleri, Kulağakaçan’la birleşti ve İletişim Yayınları tarafından okurlara sunuldu. Okuyucuyu “rahatsız etmekten” korkmayan Bezirgan, kötülük ve masumiyet temalarını hikâyelerinde ustaca bir araya getiriyor. Kaderin insanlara fırlattığı acı oklarına temas eden bu öyküler, bir anlamda kendi kuyularına hapsolanların hikâyeleri…
Varsayalım güneş batıyor, sene bilmem kaç. Üç masalı bir meyhane var ileride… Rüzgâr, sokağın dar girişinde kalakalmış. Sokaktan çocuk sesleri geliyor, cızırtıları evlere doluyor. Korna sesleri, uzun kısa.

Güveler şehri istila ediyor. Kırt kırt. Bütün elbiselerin potu var. Kırt kırt. Herkes kendi kuyusunda kayboluyor, kendi kuyusundan zuhur ediyor.

"Bir kızım var. Annemin beni çok sevdiği gibi seviyorum onu. Herkesten, her şeyden koruyup kolluyorum. Babası kim bilmiyorum. Bilmem ne teyze biliyor. Ama bilmemek daha iyi... Kızımın saçları çok güzel. Sokakta çocuklar saçlarını çekiyor. Telleri birbirine dolanıyor. Önüme oturtup tarıyorum; acıtmadan. Diplerinden deniz kokusu yayılıyor..." 

Gökçe Bezirgan, ince bir koyuluk anlatıyor, sızım sızım. Kader varsa eğer acıdan besleniyor muhakkak.

Hasta Öyküler ve Kulağakaçan, biri Yaşar Nabi Nayır Ödülü almış iki öykü destesini birleştiriyor. Kaderi anlamak için masumiyet gerekiyor.
Türkçe Edebiyat, 139 sayfa, 13,50 TL


Temmuz Çocukları / Menekşe Toprak
Ağıtın Sonu ile 2015 Duygu Asena Edebiyat Ödülü’nü alan Menekşe Toprak, bu kez İletişim Yayınları’ndan çıkan Temmuz Çocukları ile karşımızda… Bu romana konu olanlar ise arada derede kalmış, bir ayağı Türkiye’de bir ayağı Almanya’da, kendisini iki ülkeye de tam anlamıyla ait hissedemeyerek büyüyen çocuklar. “Almancı”ların ikinci kuşağı olan bu çocuklara sinen köksüzlüğü anlatan Toprak, en büyük özlemi “herkesin yaşadığı gibi yaşayabilmek” olan bu göçmen çocuklarının kesintili hayatlarını bize en derinden duyuruyor.

Arada kalmış bir kuşak, Almancıların ikinci kuşağı. Aşklar, tereddütler, küçümsemeler, kollamalar, kardeşler, çocuklar, anneler, memleketten gelenler, memlekete dönenler… Herkes hayatını yaşıyor işte… Herkes acısını taşıyor işte…

"Her sınıfta, her okulda göçmen, Almancı çocuklar vardı demek. Garip çıbanlar... Yazları ailelerinin gelmesini bekleyen, geldiklerindeyse yaşamlarının akışı değişen, kesintiye uğrayan, bir aylığına analı-babalı olmanın ayrıcalığına kavuşan ama çoğunlukla bu anne-babayı nereye koyacağını bilmeyen yaz çocukları. En çok da temmuz çocukları."

Menekşe Toprak, evleri konuşturan, vicdanı çağıran bir dille, göçmenleri, sürüklenenleri anlatıyor.
Türkçe Edebiyat, 283 sayfa, 21,50 TL


Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik / Begüm Özden Fırat, Aylin Kuryel
Ali Artun’un dizi editörlüğünü yaptığı Sanat Hayat dizisinin yeni kitabı Direniş ve Estetik, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Aylin Kuryel ve Begüm Özden Fırat’ın derlediği bu kitap, sanatın devrimler ve diğer toplumsal hareketlerle olan yakın ilişkisine dikkat çekiyor. Kitapta yer alan makaleler, kültür endüstrisinin özelleştirilmiş ve profesyonelleştirilmiş bir alanı haline gelen sanatı eleştirerek, sanatın tarihte toplumsal devinimlerle ne kadar ilişkili olduğunu gözler önüne seriyor. 1830 ve 1848 Devrimi’nden Gezi Parkı ve Özgür Kazova hareketine, farklı örnekler üzerinden sanatın hayatla iç içeliğini inceleyen, sıradışı bir derleme…

Bu derleme, estetik ile siyaset, sanat ile hayat arasındaki sınırları bulanıklaştıran teorik ve pratik çabalara katkıda bulunmayı amaçlıyor. Sanatın profesyonelleşmiş ve özelleştirilmiş bir alana hapsolmasını, yaratıcılığın kültür endüstrileri tarafından tanımlanmasını reddeden tartışmalar açmayı hedefliyor. Sanatın ve estetiğin, devrimci toplumsal dönüşüm tahayyülleriyle arasındaki organik bağı görünür kılmaya çalışıyor. Bu doğrultuda, dada, sürrealizm ve sitüasyonizm gibi radikal avangard hareketlerden 1990’larda başlayan küresel antikapitalist harekete; Filistin’den Tahrir’e; Paris Sinemateki’nden Emek Sineması’na; Tekel Direnişi’nden Gezi Parkı’na ve Özgür Kazova’ya uzanan mücadeleleri odağına alıyor. 

"1830 ve 1848 devrimleri sonrasında sanatçının ve sanatın toplumsal rolünü, dönemin devrimci kalkışmaları, ayaklanmalar, ütopik sosyalistkomünist akımlar ve Komün olmadan anlayabilir miyiz? Sürrealizmi, o dönemin anarşist ve Troçkist akımlarından ayrı düşünebilir miyiz? Savaş sonrası Berlin Dada’sını, Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Spartakusbund’u hesaba katmadan açıklayabilir miyiz? Sitüasyonist Enternasyonal’i, yükselen komünist, anarşist hareketlerden ve 60’ların radikalizminden bağımsız ele alabilir miyiz? Ve nihayet, çağdaş sanattaki “politik dönüş” tartışmalarını, neoliberal küreselleşmeye karşı hareketlerle arasındaki bakışımı görmeden kavrayabilir miyiz?"
Sanat Hayat Dizisi, 440 sayfa, 29,80 TL


Devlet ve PKK İkileminde Korucular / Mehmet Seyman Önder
İletişim Yayınları’ndan çıkan Devlet ve PKK İkileminde: Korucular, “Kürt Meselesi”nin en çetrefilli konularından biri olan koruculuğu büyüteç altına alıyor. Mehmet Seyman Önder, Hamidiye Alayları’ndan başlayan bir devlet geleneğiyle örgütlenen korucuların “devlete karşı durma” korkusuyla “kendi halkına ihanet etme” suçlaması arasında salınan konumuna dikkat çekiyor. Niçin bazı aşiretler korucu olurken bazılarının olmadığını, korucuların Kürt kimliğiyle kurdukları ilişkiyi, devlete ve PKK’ye olan bakışlarını, koruculuk sisteminin bölgede yarattığı fiziksel ve psikolojik tahribatı derinlemesine inceleyen Önder, bu karmaşık konuda bize “içeriden” bilgi veriyor.

Korucular, “Kürt Meselesi”nin belki “mesele” adını en fazla hak eden konusu; belki en problemli, en zorlu cephesi… Hamidiye Alayları’ndan günümüze uzanan evveliyatıyla ve olası bir çözüm sürecinde çıkaracağı sorunlarla…

Mehmet Seyman Önder, korucuların gerçekliğine güçlü bir ışık tutuyor. Hangi aşiret, hangi yollarla korucu oluyor? Korucuların sosyal portresi nasıldır? Sürdürülebilir bir sistem olarak koruculuk nasıl işliyor? Koruculuğun ekonomisi nedir? Korucular Kürt kimliğiyle nasıl bir ilişki kuruyorlar? Devlete ve PKK’ye bakışları nasıldır? Korucular ne gibi sorunlara yol açtılar, suçlara karıştılar? Düşük yoğunluklu savaş sürecinde, ne gibi değişimlere uğradılar? Koruculuk sisteminin kaldırılması nasıl mümkün olabilir? Nüfuz edilmesi çok zor bir konuda, etkileyici bir durum raporu. 

“Kürt halkı arasında vatan haini olarak değerlendiriliyorduk.”
“Koruculuk yaptığımız dönemlerde, toplum bize vatan haini gözüyle bakıyor, bize yaratıkmışız gibi davranılıyordu… aşağılanıyorduk.”
“Biz devletin güvenliğini sağlamak için korucu yapıldık, ancak diğer bölgelerdeki bazı korucuların ihaneti sonrası devlet unsurları, askerlerdense korucu kayıplarını tercih ediyor. Bu da bize kullanıldığımız hissi veriyordu.”
Araştırma-İnceleme Dizisi, 283 sayfa, 22,50 TL


Felaket Henry ile Vücudumuz / Francesca Simon
Francesca Simon’ın tüm dünyada milyonlarca satan ünlü çocuk dizisi Felaket Henry’nin en yeni kitabı, Felaket Henry ile Vücudumuz İletişim Yayınları’ndan çıktı. Çocuklar bu kitapta yazarın eğlenceli anlatım tarzıyla sıkılmadan öğrenecek ve vücudun işleyişi hakkında birçok bilgiye sahip olacaklar.
Beynimizin nasıl bir dokusu olduğunu hiç merak ettin mi?
Kızlar mı daha zekidir, yoksa erkekler mi?

Tuhaf ama gerçek bilgiler, şaşırtıcı ama eğlenceli veriler. Felaket Henry VÜCUDUMUZ hakkında merak ettiğin her şeyi bu kitapta topladı. Biyoloji hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı.
Çocuk Kitapları, 93 sayfa, 9,50 TL


Bound : Grinin Taklit Tonları

Perşembe, Mayıs 28, 2015
Dünya çapında fenomen olan ve yıl içinde de sinema uyarlaması salonlarda boy gösteren “Grinin Elli Tonu”, doksanlarda iz bırakmış bir türü de yeni hortlattı... “Wild Orchid” ve “Nine 1/2 Weeks” gibi öncüllerin yaratıcısı Zalman King’in bile setlere geri dönüp 2013 yapımı “Pleasure or Pain”e imza atmasını sağlayan bu çılgınlığın örnekleri ev sinemasına akın ediyor. “Elli Ton” üçlemesinden esinlendiklerini de gizlemeyen filmlerden biri, Charisma Carpenter’ın varlığıyla diğerlerinden ayrılıyor... 2015 yapımı “Bound”, griyi yok sayarak sadece siyah veya beyaz vardır diyor.

Düşük bütçeli Amerikan işinin yaratıcısı, benzer rüzgarları yakaladığında değerlendiren senarist / oyuncu ve yönetmen Jared Cohn... Blockbuster’ları taklit ettiği için “mockbuster” adı verilen türe seri üretimle destek verenlerden. 2011’de yazıp yönettiği “Born Bad” ve “Underground Lizard People” ile çift filmli başlangıç yapan Cohn, bir yıl sonra üç filme imza atarak dikkatleri çekmişti. “Bikini Spring Break”, “Hold Your Breath” ve “12/12/12” kötü olmalarına rağmen video pazarında ilgi gören filmler. “Atlantic Rim” ve “Jailbait” de aynı ilgiyle karşılaşınca 2015’i de setlerde geçirmiş yönetmen... Yıla şimdiden altı film sığdırmış. Onlardan seyirciyle ilk buluşan “Bound”un senaryosunu Delondra Williams’la birlikte kotarmış. “Buffy the Vampire Slayer”ın Cordelia’sı Charisma Carpenter’ı başrole oturtarak filmini sıradan mockbuster olmanın ötesine geçirmiş. Bir dönemin yıldızı bir türlü sinemaya transfer olamamış ve hep vasat dizilerden ibaret kariyeriyle gözümüzün önünde 45 yaşına gelmişti... Yaşına rağmen onu çıplak görmek isteyenleri çağıran filmde Bryce Draper, Morgan Obenreder, Michael Monks ve Daniel Baldwin de eşlik edenlerden başı çekenler...

“Grinin Elli Tonu”nun mockbuster’ı hikayeyi bolca değiştirerek kullanmış. Yine sapıkça zevkler var, zenginlik var, kırbaçlamalar ve hediyeler var ama doğal olarak mantıkla kurulan bir bütünden oldukça uzakta. Orta yaşlı çocuklu dul iş kadını Michelle Mulan ile tanışıyoruz... Babasının şirketinde çalışıyor ve işler kritik dönemde olunca stres içinde. Bir türlü rahatlayamayan kadın ile Ryan Black’in yolları kesişince o bildiğimiz köle-efendi ilişkisi de başlıyor. Mümkün olduğu kadar kötü çıkarımlarla ilerleyen film, orta yaşlı kadının seks sayesinde kendini bulmasına odaklanıyor. İş kadını profili yamalanmış, kızı gerektiğinde görünüyor, babasıyla ilişkisi de aynı komiklikte. Ryan ile de bir bağ kurmaları da gerekmiyor... Herhangi bir mantık beklenmemesi gereken bir tür bu ne de olsa. Üretimi de oldukça kolay. Cohn’un derdi cinselliği belli bir sınırda göstererek kolayca anlaşılır bir taklit yaratmak. Bunu da başardığını söylemek mümkün... İlk kez mockbuster izleyenler için farklı bir deneyim olduğuna da şüphe yok... Yönetmenin bire bir taklit ya da alay etmek yerine değiştirerek klişeler ve basit seçimlerle ilerleyişi “suçlu zevk” arayışındaki izleyiciyi de tavlayabilir. Carpenter’ı çıplak görme hevesindekileri de hayal kırıklığı beklediğini belirteyim... Doğal bir yaşlanma hali olmuş ve tüm albenisini yitirmiş... 

2015’in ilk haftasında sınırlı sayıda da olsa kendine gösterim yapacak salon bulabilen film yakın zamanda ev sinemasında kendini göstererek ilgi görmeye devam ediyor. Beklendiği gibi notları düşük ve berbat bir taklit olduğu yorumları yapılsa da izlenmeye devam edeceği ve elli ton çılgınlığının süreceği aşikar... İçi ne kadar boş olursa olsun sırf konuşulduğu için popüler kültürün “fenomen” etiketi yapıştırarak gündemde tuttuğu taklitleri gelmeye devam edecek. “Bound”da bu yağmurda şemsiye yerine kırbaç tutmak isteyenler için biçilmiş kaftan...


Akbank Sanat Caz Günleri Başlıyor

Çarşamba, Mayıs 27, 2015
Akbank Sanat, Haziran ayında düzenleyeceği Akbank Sanat Caz Günleri’nde dünyaca ünlü ustaları ve Türk cazının önde gelen isimlerini müzik tutkunlarıyla buluşturuyor. 

Gitarda Dave Allan, davulda Joey Baron ve basta Drew Gress’dan oluşan American Trio’nun 02 Haziran 2015, Salı günü gerçekleştireceği konser ile başlayacak olan Akbank Sanat Caz Günleri’ne 4 Haziran 2015, Perşembe günü Evrim Demirel konuk olacak. Etkinlik kapsamında Türkçe cazın güçlü vokallerinden Şenay Lambaoğlu, 10 Haziran 2015 Çarşamba günü; kuşağının en yetenekli saksafoncusu  olarak gösterilen En İyi Avrupa Müzisyen Ödülü sahibi Francesco Bearzatti  ise 16 Haziran 2015, Salı günü caz tutkunlarıyla buluşacak. Akbank Sanat Caz Günleri, dünyaca ünlü Cezayirli sanatçı Karima Nayt’ın 30 Haziran 2015, Salı günü yaylı çalgılar dörtlüsü BİS Quartet eşliğinde vereceği konserle sona erecek. 

Akbank Sanat Caz Günleri American Trio ile Başlıyor
Akbank Sanat Caz Günleri, 02 Haziran 2015, Salı günü American Trio’nun gerçekleştireceği konser ile başlayacak. Fantastik tekniği, kuvvetli melodik anlatımı ve kusursuz besteleri ile tanınan Dave Allan, Carmen McRae, Dizzy Gillespie, Tony Bennett, Hampton Hawes, Chet Baker gibi dünyaca ünlü isimlerle sahne alan ünlü davul sanatçısı Joey Baron ve New Yorklu bas gitarist Drew Gress’den oluşan American Trio konserde sevilen parçalarından oluşan bir repertuar seslendirecek.     

Konser – AMERICAN TRIO
Dave Allan (gitar), Joey Baron (davul), Drew Gress  (bass )
02 Haziran 2015, Salı / 21.00 / Yer: Akbank Sanat
Bilet Fiyatı:  Tam: 20 TL / Öğr: 10 TL

Caz ve Klasik Müziğin Yetenekli İsmi Evrim Demirel, Akbank Sanat Caz Günleri’nde
Son dönem caz ve klasik müziğin en yetenekli isimlerinden biri olan besteci ve piyanist Evrim Demirel, Türk folkloru ve Osmanlı dönemi musikisinden etkiler taşıyan müzikleri ile 04 Haziran 2015, Perşembe günü Akbank Sanat Caz Günleri kapsamında sahne alacak. 

Doğu ve batı çalgılarını bir araya getirerek kendine has bir yol çizen Evrim Demirel’in ister caz ister Türk müziği, ister klasik müzik takipçisi olsun tüm dinleyicileri hayran bırakan eserlerini seslendireceği konserinde sanatçıya, tanburda Bora Uymaz, kontrabasta Volkan Topakoğlu ve davulda Erdem Göymen eşlik edecek. 

Konser – EVRİM DEMİREL
Evrim Demirel (piyano), Bora Uymaz (tanbur), Volkan Topakoğlu (kontrabas), Erdem Göymen (davul)
04 Haziran 2015, Perşembe / 20.00 / Yer: Akbank Sanat
Bilet Fiyatı: Tam: 20 TL / Öğr: 10 TL


Türk Caz Sahnesinin Heyecan Uyandıran Sesi Şenay Lambaoğlu Akbank Sanat’ta
Türkçe cazın güçlü vokallerinden Şenay Lambaoğlu, 10 Haziran 2015, Çarşamba günü Akbank Sanat’ta vereceği konser ile sevenleriyle buluşacak. Lambaoğlu konserinde, İçimde Aşk Var ve 2014 yılında yayınladığı Zarf Tümleci albümlerinde yer alan sevilen eserlerinin yanı sıra Ayten Alpman, İlhan Şeşen, MFÖ ve Fikret Kızılok’un şarkılarını da yorumlayacak. Sanatçıya konserde davulda Ekin Cengizkan, piyanoda Baki Duyarlar, basta Kağan Yıldız ve trompette Şenova Ülker’dan oluşan yıldız bir kadro eşlik edecek. 

KONSER – Şenay Lambaoğlu
Şenay Lambaoğlu (vokal), Ekin Cengizkan (davul), Baki Duyarlar (piyano), Kağan Yıldız (bas),
Şenova Ülker (trompet) 
10 Haziran 2015, Çarşamba / 20:00 / Akbank Sanat
Bilet Fiyatı: Tam: 20 TL Öğrenci: 10 TL

Ünlü Saksafoncu Francesco Bearzatti Akbank Sanat Caz Günleri’nde
Müzik otoriteleri tarafından kuşağının en yetenekli saksafon ustası olarak tanımlanan En İyi Avrupa müzisyen ödülü sahibi Francesco Bearzatti, 16 Haziran 2015, Salı günü Akbank Sanat Caz Günleri’nin konuğu oluyor. 

2011 yılında Around Ornette albümü ile yılın en iyi CD’si ödülünü kazanan ünlü trompetçi Giovanni Falzone, kalın ve pes seslerin virtüözü olarak tanınan basçı Danilo Gallo ve çağdaş İtalyan müzik sahnesinin en aranılan davulcularından Zénon de Rossi ile birlikte sahne alacak olan Francesco Bearzatti caz tutkunlarına unutamayacakları bir konser vaad ediyor. 

Konser – FRANCESCO BEARZATTI
Francesco Bearzatti (saksofon, klarinet, elektronik çalgılar, vokal), Giovanni Falzone (trompet), Danilo Gallo (kontrbas, bas gitar, bas flüt), Zeno De Rossi (davul, perküsyon)
16 Haziran 2015, Salı / 20.00 / Akbank Sanat
Bilet Fiyatı: Tam: 20 TL / Öğr: 10 TL

Caz Dünyasının Özgün Sesi Karima Nayt Akbank Sanat’ta
Dünyaca ünlü Cezayirli sanatçı Karima Nayt, yaylı çalgılar dörtlüsü BİS Quartet eşliğinde 30 Haziran 2015, Salı günü  Akbank Sanat Caz Günleri’nde  sahne alıyor. Yaşanmışlıklar üzerine yazdığı besteleri ile tanınan ünlü şarkıcı, dansçı ve oyuncu Karima Nayt, şarkılarını Cezayir Arapçası, klasik Arapça ve Fransızca olarak seslendiriyor.  

Akbank Sanat’taki konserinde 13 farklı karakter hakkında 13 şarkı içeren “Quoi d'Autre?” isimli albümünden eserler seslendirecek olan sanatçıya bendir ve perküsyonda Youcef Grim,  gitarda Olle Linder, basta Andreas Unge, bandoneonda Mikael Augustsson ve perküsyonda Fredrik Gille eşlik edecek. Müzikseverlere farklı bir deneyim sunmayı vaadeden Nayt, etkileyici sahne performansı ile unutulmaz bir gece yaşatacak.

KONSER – Karima Nayt
Karima Nayt (vokal), Youcef Grim (bendir, perküsyon), Olle Linder (gitar), Andreas Unge (bas), Mikael Augustsson (bandoneon), Fredrik Gille (perküsyon)
30 Haziran 2015, Salı / 20:00 / Akbank Sanat
Bilet Fiyatı: Tam: 20 TL Öğrenci: 10 TL


David Harvey'nin Son Kitabı “On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu” Sel’den Raflarda

Salı, Mayıs 26, 2015
Kapitalizm bir krizden ötekine tökezleyerek ilerlemeye devam mı edecek, yoksa yıkıcı dinamikler barındıran çelişkiler yüzünden sona mı erecek? Bu soru her geçen gün daha da yakıcı bir hal alıyor. Dünyanın adil, akılcı ve sürdürülebilir bir medeniyete dönüştürülmesini sağlamak için bizi klasik anlatıların ötesine taşıyacak analizlere ihtiyacımız var. David Harvey, On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu’nda işte bu ihtiyaca cevap veriyor. 

İçinde yaşadığımız sistem ne salt emek-sermaye çelişkisi üzerinden, ne de başlı başına ekonomik kriz veya büyüme üzerinden yeterince kavranabilir. Üstelik her çelişki kısa vadede kapitalizmin yıkımıyla sonuçlanmayacak. Harvey, Temel Çelişkiler, Hareketli Çelişkiler ve Tehlikeli Çelişkiler şeklinde üç ayrı kategori tanımlayarak toplumsal mücadelenin ana eksenleri ve öncelikleri konusunda da önerilerde bulunuyor.

Yeni Tanışanlar İçin David Harvey
1935, İngiltere doğumlu. 1961'de Cambridge Üniversitesi'nde coğrafya alanında doktorasını tamamladı. Bristol Üniversitesi'ndeki çalışmalarının ardından 1969'da ABD, Baltimore'daki John Hopkins Üniversitesi'ne geçti. Sayısız makalesi ve birçok dile çevrilen kitaplarının yanı sıra verdiği konferanslarla da bilinen Harvey, beşeri bilimler alanında dünyada en çok atıf yapılan 20 yazar arasında yer almaktadır. 2001'de City University of New York'ta çalışmaya başlayan Harvey, özellikle "mekân" konusundaki çalışmaları ve bu konuda Marksist kurama katkılarıyla dikkat çeker.

Yapıtlarından başlıcaları: Postmodernliğin Durumu (1989; Metis, 1997), Sosyal Adalet ve Şehir (1973; Metis, 2003), Sermayenin Sınırları (1982; Tan, 2000), Yeni Emperyalizm (2003; Everest, 2004), Umut Mekânları (2002; Metis, 2008), Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz (2011; Metis, 2012), Paris, Modernitenin Başkenti (2005; Sel, 2012),  Sermaye Muamması – Kapitalizmin Krizleri (2011; Sel, 2012) , On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu (2014; Sel, 2015).
A Brief Histrory of Neoliberalism [Neoliberalizmin Kısa Tarihi,2005 ] ile The Urban Experience [Kentsel Deneyim, 1989 ] ise Sel yayınlarının yayın programında…


David Harvey
DüşünSel / Kuram
Özgün Adı: Seventeen Contradictions and The End of Capitalism
Türkçesi: Esin Soğancılar
332 sayfa, 25 TL
Dağıtım Tarihi : 1 Haziran 2015

Stephen King'in Beklenen Romanı "Diriliş" Raflardaki Yerini Aldı!

Pazartesi, Mayıs 25, 2015
Stephen King’in merakla beklenen son romanı Diriliş/Revival, Altın Kitaplar etiketiyle raflardaki yerini aldı!

Stephen King’in her romanı birbirinden iddialıdır, kimi gerilim unsuru, kimi de polisiye örgü açısından… Fakat Diriliş’in iddiası bu sefer hikâyenin sonunda saklı; çünkü Stephen King’in şimdiye dek yazdığı en dehşet verici sonla noktalanıyor! 

Elli yıllık bir dönemin anlatıldığı romanda yazar herkesin kendine sorduğu soruları da sorarak kurgunun içine okuru hızlı ve derin bir şekilde çekmeyi başarıyor! 

New England’ın ufak bir kasabasında küçük bir çocuk ile kasabanın yeni rahibi arasında gizli bir takıntıyı temel alan derin bir bağ oluşur. Ancak, ailesinin başına korkunç bir felaket gelen genç rahip Tanrı’yı lanetleyerek kasabayı terk eder.

Aradan yıllar geçer. Artık bir yetişkin olan küçük çocuk, parçası olduğu rock gruplarıyla bütün ülkeyi dolaşırken eski dostu ile tekrar karşılaşır ve bu karşılaşma şeytanın bile aklına gelmeyecek bir anlaşmayla perçinlenir...

Stephen King’in şimdiye dek yazdığı en dehşet verici sonla noktalanan Diriliş, King’in neden “dünya edebiyatının merkezinde olduğunu” (Margaret Atwood, New York Times) tartışma götürmez bir şekilde kanıtlayan eşsiz bir şaheser.

Yeni Tanışanlar için Stephen King
Hepsi de dünya çapında çok satanlar listelerine girmiş elliden fazla romanın yazarıdır. Son eserlerinin arasında Doktor Uyku ve CBS’te çok başarılı bir dizi yorumlaması olan Kubbe’nin Altında vardır. Romanı 22/11/63, New York Times Kitap Eleştirisi tarafından 2011’in ilk on kitabı arasında gösterilmiş, En İyi Gizem/Macera Romanı seçilerek Los Angeles Kitap Ödülü’nü ve Uluslararası Macera Yazarları En İyi Kitap Ödülü’nü kazanmıştır. Yazar, 2003’te Ulusal Kitap Vakfı’ndan Amerikan Edebiyatına Güzide Katkı Madalyası almıştır. Kendisi de roman yazarı olan eşi Tabitha King ile Bangor, Maine’de yaşamaktadır.


Kitabın Adı: Diriliş
Orijinal Adı: Revival
Yazar: Stephen King
Çevirmen: Canan Kim
Sayfa Sayısı: 392 sayfa
Fiyat: 25.00 TL
Dağıtım Tarihi: 15.05.2015


Rengarenk Bir Programla Cinsiyet ve Kimlik Temalı Filmler Pera Müzesi’nde

Pazar, Mayıs 24, 2015
Pera Film, sezon kapanışını “Grayson Perry: Küçük Farklılıklar” sergisi kapsamında düzenlediği Tam Benlik: İngiliz Sinemasında Cinsiyet ve Kimlik temalı filmlerin gösterimleri ile yapıyor. 27 Mayıs Çarşamba günü başlayacak olan gösterimler izleyiciyi cinsiyet, kimlik ve deneyimlere odaklanan özgün hikayeler arasında bir yolculuğa çıkarıyor. 

Pera Film’in “Grayson Perry: Küçük Farklılıklar” sergisi kapsamında düzenlediği “Tam Benlik: İngiliz Sinemasında Cinsiyet ve Kimlik”  programı Pera Müzesi’nde 27 Mayıs’ta başlıyor. 28 Haziran’a kadar devam edecek programda toplumsal cinsiyet, kimlik ve farklı kişisel deneyimlerden oluşan hikayeleri konu alan 10 film gösterilecek. 

“Tam Benlik: İngiliz Sinemasında Cinsiyet ve Kimlik” programı, 27 Mayıs Çarşamba günü saat 17:00’de İngiliz yönetmen Neil Crombie’nin “En İncesinden Bir Zevkle” adlı belgesel filmi ile başlıyor. Üç ayrı bölümden oluşan filmde Grayson Perry anlatıcı ve oyuncu olarak rol alıyor. Perry filmde, “İnsanlar satın aldıkları şeyleri niye tercih eder?”, “Niye belli bir şekilde giyinirler?” ve “Bu tercihleri yaparken kendileri hakkında ne söylemeye çalışırlar” sorularına yanıt arıyor. 

İngiliz sinemasından farklı yönetmenlerin filmlerinin yer aldığı programda ayrıca Neil Crombie’nin “Grayson Perry: Kimsin Sen?”, Julian Jarrold’un “Müstehcen Çizmeler”, Geoffrey Sax’ın “Kadife Dokunuşlar”, Neil Jordan’ın “Plüton’da Kahvaltı”, Peter Strickland’ın “Burgundy Dükü”, Hong Khaou’nun “Sevgilinin Ardından”, Andrew Haigh’ın “Hafta Sonu”, Steve McQueen’in “Utanç”, Dan Murdoch’ın “Genç Trans Güzellik Kraliçesi”, Kim Longinotto ve Jano Williams’ın “Rüya Kızları” ve “Şinjukulu Erkekler” adlı filmleri ile “Maskeli Leydi” filminin, 1945’te Leslie Arliss, 1983’te de Michael Winner tarafından çekilmiş iki ayrı versiyonu da gösterilecek.

“Seçki, filmseverleri toplumsal cinsiyet ve kimlik konuları üzerine düşünmeye davet ediyor”
Pera Müzesi Film ve Video Programları Yöneticisi Fatma Çolakoğlu, Grayson Perry sergisinin paralelinde düzenlenen bu seçki ile toplumsal cinsiyet ve kimliğin oluşumunu kurmaca ve belgesel sinema üzerinden yeniden sorgulamayı hedeflediklerini belirtiyor. Çolakoğlu, Batı kültürünün toplumsal cinsiyeti fiziksel anatomiye dayanarak sadece kadın veya erkekten oluşan bir kavram gibi gördüğünü söylüyor ve ekliyor: 

“İngiliz Sinemasında Cinsiyet ve Kimlik” başlıklı seçkimiz, aslında bizi toplumlardan bağımsız olarak,  cinsiyet ve kimlik konuları üzerine düşünmeye davet ediyor. Seçki aynı zamanda, transcinsel ve transseksüel bireylerin yanı sıra toplumsal baskılar karşısında kimliklerini, toplumsal cinsiyetlerini gizleme ihtiyacı duyanların da karşılaştığı gerçeklik ve zorlukları sorgulayacak.”

23. İstanbul LGBTİ Onur Haftası ile aynı dönemde olması ile de dikkat çeken program, Haziran ayının sonuna kadar devam edecek. 


“TAM BENLİK: İngiliz Sinemasında Cinsiyet ve Kimlik” Seçkisi
En İncesinden Bir Zevkle
Yönetmen:  Neil Crombie
Oyuncular:  Grayson Perry
Birleşik Krallık, 2002, 50 dakikalık 3 bölüm, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
27 Mayıs Çarşamba, saat: 17:00 (Bölüm 1)
27 Mayıs Çarşamba, saat: 18:00 (Bölüm 2)
27 Mayıs Çarşamba, saat: 19:00 (Bölüm 3)
29 Mayıs Cuma, saat: 19:00 (Bölüm 1)
29 Mayıs Cuma, saat: 20:00 (Bölüm 2)
29 Mayıs Cuma, saat: 21:00 (Bölüm 3)
30 Mayıs Cumartesi, saat: 13:00 (Bölüm 1)
30 Mayıs Cumartesi, saat: 14:00 (Bölüm 2)
30 Mayıs Cumartesi, saat: 15:00 (Bölüm 3)
6 Haziran Cumartesi, saat: 11:00 (Bölüm 1)
6 Haziran Cumartesi, saat: 12:00 (Bölüm 2)
6 Haziran Cumartesi, saat: 13:00 (Bölüm 3)


Maskeli Leydi
Yönetmen:  Leslie Arliss
Oyuncular: Margaret Lockwood, James Mason, Patricia Roc
Birleşik Krallık, 1945, 97’, siyah-beyaz 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
30 Mayıs Cumartesi, saat: 16:00
20 Haziran Cumartesi, saat: 18:00


Maskeli Leydi
Yönetmen: Michael Winner 
Oyuncular: Faye Dunaway, Alan Bates, John Gielgud
Birleşik Krallık, 1983, 98’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
30 Mayıs Cumartesi, saat: 18:00
18 Haziran Perşembe, saat: 19:00 


Müstehcen Çizmeler
Yönetmen: Julian Jarrold
Oyuncular:  Chiwetel Ejiofor, Joel Edgerton, Sarah-Jane Potts
Birleşik Krallık ,2005, 107’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
3 Haziran Çarşamba, saat: 19:00
20 Haziran Cumartesi, saat: 16:00

Kadife Dokunuşlar
Yönetmen: Geoffrey Sax
Oyuncular:  Rachael Stirling, Keeley Hawes, Anna Chancellor
Birleşik Krallık, 2002, 178’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
6 Haziran Cumartesi, saat: 15:00
14 Haziran Pazar, saat: 14:00


Plüton'da Kahvaltı
Yönetmen: Neil Jordan
Oyuncular:  Cillian Murphy, Morgan Jones, Eva Birthistle
Birleşik Krallık, 2005, 128’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
24 Haziran Çarşamba, saat:19:00
27 Haziran Cumartesi, saat: 19:00


Burgundy Dükü
Yönetmen: Peter Strickland
Oyuncular:  Sidse Babett Knudsen, Monica Swinn, Chiara D'Anna
Birleşik Krallık, 2014, 104’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla
Bu filmde cinsellik ve / veya şiddet içeren sahneler yaşı küçük izleyiciler için uygun olmayabilir.
27 Haziran Cumartesi, saat: 17:00
28 Haziran Pazar, saat: 16:00


Sevgilinin Ardından
Yönetmen: Hong Khaou
Oyuncular:  Pei-pei Cheng, Ben Whishaw, Andrew Leung
Birleşik Krallık, 2014, 91’, renkli 
İngilizce ve Mandarin; Türkçe altyazıyla 
13 Haziran Cumartesi, saat: 16:00
19 Haziran Cuma, saat: 19:00


Hafta Sonu
Yönetmen: Andrew Haigh
Oyuncular:  Tom Cullen, Chris New, Jonathan Race
Birleşik Krallık, 2011, 97’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
13 Haziran Cumartesi, saat: 18:00
19 Haziran Cuma, saat: 21:00


Utanç 
Yönetmen: Steve McQueen
Oyuncular:  Michael Fassbender, Carey Mulligan, James Badge Dale
Birleşik Krallık, 2011, 101’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
11 Haziran Perşembe, saat: 19:00
20 Haziran Cumartesi, saat: 14:00


Genç Trans Güzellik Kraliçesi
Yönetmen: Dan Murdoch
Birleşik Krallık, 2012, 60’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
26 Haziran Cuma, saat: 21:00
27 Haziran Cumartesi, saat: 15:00


Rüya Kızları
Yönetmen: Kim Longinotto, Jano Williams
Oyuncular:  Miki Maya, Anju Mira
Birleşik Krallık, 1994, 50’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
12 Haziran Cuma, saat: 19:00
13 Haziran Cumartesi, saat: 14:00


Şinjukulu Erkekler
Yönetmen: Kim Longinotto, Jano Williams
Oyuncular: Gaish, Tatsu, Kazuki
Birleşik Krallık, 1995, 53’, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
12 Haziran Cuma, saat: 20:00
13 Haziran Cumartesi, saat: 15:00


Grayson Perry: Kimsin Sen?
Yönetmen:  Neil Crombie
Oyuncular:  Grayson Perry
Birleşik Krallık, 2014, 50 dakikalık 3 bölüm, renkli 
İngilizce; Türkçe altyazıyla 
26 Haziran Cuma, saat: 18:00 (Bölüm 1)
26 Haziran Cuma, saat: 19:00 (Bölüm 2)
26 Haziran Cuma, saat: 20:00 (Bölüm 3)
28 Haziran Pazar, saat: 13:00 (Bölüm 1)
28 Haziran Pazar, saat: 14:00 (Bölüm 2)
28 Haziran Pazar, saat: 15:00 (Bölüm 3)


Trendeki Kız : Akşamdan Kalma Tanık

Perşembe, Mayıs 21, 2015
Ne kadar yalnız olursanız olun dünyadan soyutlanmak sizin elinizde olan bir şey değil… Sıklıkla kullandığınız güzergah, sürekli alışveriş yaptığınız dükkanlar ve takıldığınız mekanlarda az cümle de kursanız birinin sizi görmesi sadece o kadarla kalmaz… Yüz aşinalığı ile başlayan bu dikkatli bakışlarla hep denk geldiğiniz insanlarla örüldüyseniz birileri sizi izliyor ve kendince öyküde rol veriyordur. Ne de olsa başkalarının hayatını izlemenin karşı konulmaz bir yanı vardır… Her zaman tek taraflı öyküyle sınırlı kalmaz bu durum. Bazen çift taraflı olur bazen de öyküye kendi rolünüzü almak üzere dahil olursunuz… Paula Hawkins’in romanı “The Girl on the Train”, izlediği insanların yaşamına dahil olduğu bir polisiye… 

13 Ocak 2015’de yayımlanan ve kısa sürede bir milyonluk satış rakamıyla dünyaca tanınan polisiye haline gelen roman birçok dile de çevrildi. Uzun soluklu çoksatar olarak da yıla damgasını vurmaya devam ediyor. Doğal olarak bizde de raflara çıktı. Aslıhan Kuzucan’ın çevirisiyle “Trendeki Kız” adını alarak şubat ayında İthaki Yayınları etiketiyle çıkan roman bizde de aynı ilgiyi gördü ve tekrar baskılarla devam ediyor. Benim okuduğum Nisan’da yapılan dördüncü baskı, varın gerisini siz düşünün. Dünyadaki yankılarının sonucunda kaçınılmaz olarak filme de dönüşüyor… Dreamworks stüdyoları Mart sonunda filmin haklarını alarak Marc Platt’ın prodüktörlüğünde çalışmalara başladı.
Başta Tess Gerritsen olmak üzere türün önemli yazarlarının övgülere boğduğu roman “Hitchcockian thriller” olarak etiketlenmiş durumda. Bir ilk roman… Zimbabwe’de doğup büyüyen, 1989’da yerleştiği Londra’da yaşayan yazar, on beş yıl boyunca gazeteci olarak çalışmış ve kurgu edebiyatına ilk adımını psikolojik gerilimle atmış. Çok iddialı sözlerle pazarlanan romanın yarattığı albeni çok beklenti yaratıyor.

Her gün kullandığı trenle eski evinin olduğu bölgedeki bir çifti izleyerek onlar hakkında hayal kuran Rachel ile tanışıyoruz… Alkolik, beceriksiz, yalancı ve huysuz bir kadın… Sevmemizi sağlayacak bir özelliği yok. Hawkins’in olabildiğince ete kemiğe büründürdüğü ve akılda kalan karakteri, izlediği çiftin başına gelenlerden haberdar olunca devreye girmesiyle olaylar başlıyor. Tam da onun hayranlık duyacağı bir kadın, Megan ölü bulunmuş ve araştırma başlamış. Eşi Scott’tan şüpheleniliyor… Olay gecesini hayal meyal hatırlayan Rachel, yardımcı olmaya çalışırken diğer yandan hayatı da daha kötüye gidiyor… Eski eşi Tom’u düzenli olarak rahatsız ediyor… Yeni eş Anna da bebeğiyle mutlu evlilik tablosunun bozulmasından şikayetçi… Tüm bu olay örgüsünün içinde hep birlikte katilin peşine düşüyoruz. 

Öyküsünü anlatmak için üç anlatıcı kullanıyor Hawkins… Rachel, Megan ve Anna… Ortak noktalarını açık etmeyeyim ama iyi seçimler. Bir günümüzden, bir geçmişten anlatarak yarattığı kurguyu akıcı bir dille çabucak okunur hale getirmiş. Merakla çevrilen sayfalarla 359 sayfa olmasına rağmen bir oturuşta bitirilecek bir roman yaratmış. İlk roman için fazlasıyla iyi bir karakter yaratımı var ama olay örgüsünün ilerleyişi ve çözümlenmesi konusunda tipik çok satar öğeleri devreye girmiş. “Dikkatli okurun bile çözemeyeceği şaşırtıcılık” vaadi fazla iddialı olmuş. “Hitchcockian thriller” denmesineyse gülüp geçelim… Kolayca anlaşılır ve beklenen bir final yapıyor “Trendeki Kız”… 

Şimdilik yılın en çok satan polisiyesi olan “Trendeki Kız”, karakterlerini derinleştirerek ilerleyen ve basit bir çözümlemeyle finaline akıcı bir şekilde ilerleyen tipik bir çok satar… Yaz tatilinde tüketecek kitap arayanlar için biçilmiş kaftan… Daha fazlasını beklemek hata olur…


Project Almanac : Dünyanın Sonu Gelmeden

Perşembe, Mayıs 21, 2015
Fiziksel olarak mümkün gözüktüğüne dair bolca teori üretilen ama hiçbir zaman uygulanacak hale gelmeyen “zamanda yolculuk” üzerine üretilen kurmacalara olan ilgi artarak sürüyor. Yolculuğu mümkün kılacak biri henüz çıkmamış olsa da, teknoloji ilerledikçe film ve dizilerde artık bir iki efekt sayesinde gerçekleştirmek çok kolay. Paradoksları ve kurallarıyla her tür filme malzeme olan kavram bu kez gençlik filmi olarak karşımızda... 2014 yapımı “Project Almanac”, bir grup lise öğrencisini ellerinde kamera ile zamanda yolculuk macerasına çıkarıyor.

MTV’nin de yapımcılarından biri olduğu filmde kısa metrajlardan gelme üçlü iş başında... Jason Pagan ve Andrew Deutschman ilk senaryolarını kotarmış, Dean Israelite de ilk uzun metrajı için yönetmen koltuğunda... Bu yıla dört film sığdıran Jonny Weston, kısa ömürlü dizi “The Messengers”ın Erin’i Sofia Black-D'Elia, “The Secret Life of the American Teenager”ın Henry’si Allen Evangelista, dokuz yaşında keşfedilip setlerde büyüyen Sam Lerner ve “The Goldbergs”in ilk sezonunda dikkat çeken Virginia Gardner da oyuncu kadrosunun başını çekenler... Yakın zamanda adlarını daha sık duyacağımız beşliden özellikle Gardner henüz 20 yaşında ve şimdiden arzu nesnesi sarışın olarak dikkat çeken bir kitlesi de mevcut. 

Buluntu film öğelerini kullanan “Project Almanac”da kamera sürekli kayıtta... MIT’e burslu olarak kabul edilmek için proje geliştirmeye çalışan David Ruskin ile tanışıyoruz... Arkadaşları Quinn ve Adam yardım ederken kardeşi Christina da kamera ile projenin günlüğünü kaydediyor. Merakla beklenen cevabın gelişiyle bursun sadece küçük bir bölümünü alabilen zeki çocuk David, şansını tekrar denemek için babasının eşyalarını kurcalarken bulduğu kamera ile her şey değişiyor... Yarım kalmış bir projeyi tamamlama amacıyla indikleri bodrumda önemli bir keşif yapıyor... Kolları sıvayan dörtlünün zaman makinası deneylerine eklenen Jessie ile ekip tamamlanıyor ve macera başlıyor...

Pagan ve Deutschman olabildiğince tanıdık bir senaryo ile yola çıkmış. Israelite de aynı mantıkla aktarmış peliküle... 2012 yapımı “Chronicle”dan ödünç alınmış gibi her şey. Farklı bir versiyonu gibi ama onun kadar yaratıcı değil elbette. Zamanda yolculuk filmleriyle ezberlediğimiz her şeyden beslenen film seyircisini eğlendirmek için fazla düşündürtmek istemiyor ve beklenen ne varsa işliyor. Tempoyu iyi ayarlayarak zamanı eriterek eğlendiriyorlar ama bu da fazla sürmüyor. Formül basit aslında... Beşlimiz ilk yarıda keşfinin tadını çıkarıp sefasını sürmeli, ikinci yarıda her şeyin sandıkları kadar basit olmadığını anlayacakları bir sorun çıkmalı... Kilit olay konusunda çok kötü tercihler yaparak dağılıyor ve tüm albenisini kaybediyor “Project Almanac”... Mantıksız bir sebeple aceleci davranarak finale yürümeye çalışan filmin sorunları da peş peşe geliyor... Karakterdeki değişimlerin tam o anda çıkmış gibi görünmesini sağlayan bu hazırlıksız yakalanma hali de filmi bambaşka bir noktaya getiriyor. Eğlenceli bilim kurgu olarak ilerlerken gerilime meyletme tercihi başarısızlığın yanında temponun düşmesini de beraberinde getirmiş. Bu önemli keşfin avantajları olduğu kadar dezavantajlarının olduğunu işlemeyi de neredeyse kulak çekmeye dönüştürerek yapılan finalle hiç olmazsa ağlatalım denilse de iş işten geçmiş bir kere... 

Beşlinin lollapalooza’da eğlendiği sırada duvarda yazılanlar üzerinden yakaladıkları fırsatları “dünyanın sonuna gelmeden...” diye başlayan cümlelerle örneklediği anlar aynı zamanda filmin de kilit noktası... Filmin sonuna gelmeden dönülüp tekrar denenmesi gereken yer olduğu için de o kadar sırıtıyor ki ortadan ikiye bölüyor... 

Gençleri zamanda yolculuğa çıkaran “Project Almanac” öncüllerinden ödünç aldıklarıyla başladığı eğlenceli partiyi yanlış seçimleriyle beceriksizce kabusa çevirerek heba olan bir 106 dakika sunuyor izleyicisine... Zamanda yolculuğa çıkıp harcananı geri kazanma isteği uyandırıyor... Hafif eğlencelik olarak tüketilecekse beklentilerin düşük tutulmasında fayda var... 


Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Cemaat Yapılanması : İmamların Öcü

Çarşamba, Mayıs 20, 2015
Kırmızı Kedi’nin gündemi belirleyen araştırma kitapları hız kesmiyor. “İn”, “Kayıp Sicil” “ve “Mahrem”le yılın en çok konuşulan kitapları serisine bu ay da “İmamların Öcü” ekleniyor. Gazeteci Yavuz Selim Demirağ’ın Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki Cemaat yapılanmasını, dünü ve bugünüyle gözler önüne serdiği kitap hafta sonunda raflarda…

Gazeteci-yazar Yavuz Selim Demirağ, bugüne dek girilmemiş bir alanda cesur adımlar atıyor. İmamların Öcü, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki Cemaat yapılanmasını, dünü ve bugünüyle gözler önüne seriyor. Uzun süre iktidarın nimetlerinden faydalanan “Paralel Yapı”nın polis, yargı, medya, bankacılık ve eğitimle ilgili çalışmaları giderek aydınlanırken, Demirağ hâlâ karanlıkta kalan bir noktaya ışık tutuyor. “Peki ya TSK?” diyen yazar, milli güvenlik meselesi haline gelen büyük tehlikeye dikkat çekiyor.

İmamların Öcü, Harp Okulları’ndaki örgütlenmeden Balyoz kumpasına, Atatürkçü-vatansever subay ve öğrencilerin tasfiyesinden şaşırtıcı ifade tutanaklarına, Casusluk davasından TSK’daki Cemaat soruşturmasına dek, adı konmamış bir savaşın tarihini yazıyor.

Yavuz Selim Demirağ’dan, “TSK içindeki ‘paraleller’ nasıl tespit edilecek?” sorusunu gündeme getiren ve şaşırtıcı yanıtlar veren bir kitap.

Dizisi : Araştırma / İnceleme
Yazan : Yavuz Selim Demirağ
Sayfa : 260
Fiyatı : 20 TL


Boy : Bir Kurban, Bir Kefaret

Salı, Mayıs 19, 2015
Ölümle başa çıkmak zordur... Yakınlarınızdan biri öldüğünde daha da zordur... Hele bir de uzun bekleyişler sonunda kavuştuğunuz çocuğunuz öldüğünde içinizde kıyametler kopar. Evlatlık aldığınız çocuğun ölümü polisin araştırmasında intihar olarak sonuçlanıyorsa bu kıyamet daha da artar, her şey değişir ve nefes almak tam bir yük olur... Wystke Versteeg’in romanı “Boy”, bu yükü taşımaya çalışan bir annenin hikayesini anlatıyor.

1983 doğumlu Hollandalı yazar Versteeg siyaset bilimi, sosyal coğrafya ve drama okumuş ve halen Twente Üniversitesi'nde bilim iletişimi hakkında doktorasını yapıyor. 2012 yılında büyük övgüyle karşılanan ilk romanı De Wezenlozen (Unutkanlar) ile edebiyat dünyasına giriş yapmış. 2013 yılında ise ikinci romanı “Boy” gelmiş. Serge Heedrik Ödülü ve Kwakoe Edebiyat Ödülü'nü kazanmış olan Versteeg, uluslararası gazete ve dergilerde makaleler, öyküler, şiirler ve oyunlar yazarak devam ediyor. Yazarın Türk okurlara tanışmasını sağlayan Kahve Yayınları, 2011’de Ankara'da, iki kadın girişimci tarafından kurulmuş. Sekizinci kitapları olarak Ocak ayında yayınlanmış “Boy”... Hedefleri “Türkçe'ye mümkün olduğunca farklı ülkelerden, kültürlerden kitap kazandırmak.” diyor ve bu doğrultuda devam ediyorlar.

Evlatlık alınan bir çocuğun beklenmedik ölümüyle yüzleşmek ve bu ölümün intihar olma ihtimaliyle yüzleşmenin romanı Boy... Üç bölümden oluşan roman, dizi ve filmlerde görüp o hayran olduğumuz kuzey ülkeleri atmosferine sahip. Çok yalın ve net ve hayranlık uyandıracak derecede derin. Tam bir kadın romanı... Herhangi bir erkek yazarın böyle bir romanı yazabileceğini hiç zannetmiyorum. Ana karakterinin bağrından kopan cümlelerle etkileyici bir anlatı. 

“Benim yumurtalık sıvım Mark’ın sperm hücrelerini öldürüyormuş, bedenim onun bana verdiğini yok ediyormuş.” diyen psikiyatrist bir kadın. Doğacak olanı öldüren, katil rahim sahibi olduğunu belirten kadının ve doğduğu ülkeden alınıp farklı bir kültürün içinde büyümeye çalışan bir çocuk Boy... 14 yaşında ölen Boy, pek arkadaşı olmayan uyum sağlamasına izin verilmeyenlerden biri...  Önce kayıp olduğu düşünülmüş ama sonra cesedi bulunmuş ve polis olayı kısa sürede kapatmış. Hiç bir annenin böyle bir belirsizlikle yaşaması mümkün değil elbette. Önce son durumu anlatan Versteeg ilk bölümü annenin ölümle yüzleşmesine ayırmış. 

“Ölüler ne olursa olsun, yüzeye çıkarlar ve belki de bu yüzden onlar için mezar taşları dikeriz; parlak, ağır mermerden mezar taşları, bir daha açılmaması gereken kapılar. Tüm o ritüeller boşuna değil. Nasıl da süsleriz onları ölmeden önceki hallerine benzemeleri için; yanaklarına allık süreriz, en güzel giysilerini giydiririz. Kartlar yazarız elle ve herkese yollarız ölüm haberini vermek için. Tabut toprağa sarkıtılırken veya gözden kaybolurken, bizi seven herkesin yanımızda durmasını, yanımızda olmasını isteriz vedalaşırken. Ölen kişi için ne kadar uzakta ve ileri yaşta olursa olsun, bizler hep kendimizi ve çok geçmeden kendimizin de bu dünyadan ayrılacağını görürüz ve bu yüzden aşırı sesli güler, önceden kek ve kahve siparişi veririz. Yiyorsak, yaşıyoruz demektir çünkü. Fakat ölen kişi bir çocuksa, kimse bir şey yemek istemez; cenaze konukları törenden hemen sonra uzaklaşırlar; çocuk ne güzel, ne huzurlu yatıyor demez kimse.”

Çok iyi kurgusuyla karı kocanın hikayesini ve evlat alma macerasını da anlatarak başlıyor roman. Boy’un bir kurban olabileceği, sistemin erittiği yüzlerce çocuktan biri olup olmadığını düşündürerek ilerliyor. Çok fazla soru uyandırmıyor okurunun içinde ve çok büyük beklentilere de sokmuyor. Kendinizi romanın içinde bulduğunuzda pek bir şansınız da yok zaten. Sonuna kadar nefes aldırmadan okuruyla birlikte finaline yürüyen bir roman... 

Karakterlerini derinlemesine işleyen Versteeg, ikinci bölümde kahramanını bir kefaret yolculuğuna çıkararak Boy’u başka birinden daha tanıyarak hikayeyi tamamlamamızı sağlıyor. Daha fazlasını açık etmeden belirteyim, ikinci bölümle birlikte iyice coşuyor roman. Sistemin dışına çıkan ve kendi öykülerini yaratmış insanların arasına dalarak mutluluk ve sevgiyi irdeliyor. 

-Sağlıklı denen şey, bir insanın işlevini mümkün kılan şeydir.
-Bu kadar mı? Yani işlevden başka bir şey yok mu; biz makine miyiz?
-Daha ne olabilir?
-Bilmem, kendini gerçekleştirme. Mutluluk.
-Bunlar boş kavramlar, marketing; dergiler bu tür şeylerle dolu.

Yalın dili ve çok gerçekçi anlatımıyla ustaca yazılmış derinlikli bir roman “Boy”, çok da sürükleyici... Çocuğunun ölümüyle yüzleşmek zorunda kalan kadından çok etkileyici bir ağıt... Bu yıl okuduğum en iyi romanlardan biri...  

BOY / Wytske Versteeg
Çeviri : Erhan Gürer
Kahve Yayınları
Roman / Ocak 2015
192 Sayfa  
14.00 TL


Katalan Yazarın Büyük Yankı Uyandıran Romanı Türkçe’de

Pazartesi, Mayıs 18, 2015
Dünyaca tanınmış Katalan kadın yazar Maria Barbal’ın ilk romanı “Gölgeli Şarkı” ülkemizde ilk kez okuyucu ile buluşuyor. Amazon, Goodreads ve Googlebooks’ta okurların tam not verdiği roman Soyka Yayınları etiketiyle raflarda…

Roman, novella ve tiyatro oyunları Almanya, Avusturya, Portekiz ve Fransa gibi ülkelerde yayınlanarak dünyada nitelikli edebiyat eserleri seçen okuyucu ile buluşan Katalan kadın yazar Maria Barbal’ın ilk eseri “Pedra de tartera” (heyelanda bir çakıltaşı) “Gölgeli Şarkı” adı ve titiz bir Türkçe çeviri ile ülkemizde.

Yazarların bir yandan yaşadıkları coğrafyadan beslenerek öte yandan evrensel değerlere sahip eserler vererek değerli olduğunu ifade edersek Barbal’ın yaşam öyküsünün önemi ortaya çıkıyor. Katalanların Pallars Jussa adını verdikleri bölgede; Tremp’te doğan Barbal (bu nedenle Trempli diye de çağrılmaktadır) Barselona’da yaşamını sürdürmüştür. Novellasında Barbal, yaşam öyküsünün varsıllığından da yola çıkarak kır ve köy yaşamına dair gözlemleriyle bir çocuğun kadına dönüşen yoksullukla iç içe yaşamını kısa ve çarpıcı tümcelerle bize aktarıyor. Baskıcı dönemlerin en hoyrat, zalim ve denetimsiz uygulamalarının yaşandığı anları, kendine özgü yapısıyla, içten ve dramatik bir dille okuyucusuna aktarmayı başarıyor. Köyde ya da kentte, nerede yaşanırsa yaşansın insanın içine işleyen öyküler vardır. Gölgeli Şarkı, koşulsuz, zorlamasız içimizden birinin öyküsüne dönüşüyor.

Barbal; “yazıyorum çünkü yazmak başka birinin derisinden içeri nüfuz etmek gibidir,” diyor. “Gölgeli Şarkı” da tıpkı yazarın söylediği gibi en sonunda derimizden içeri dalarak, bizi ele geçiriveriyor. Günümüz koşuşturmasının, yeni dünya düzeni dayatmalarının arasından susuzluğumuz giderecek bir vaha gibi bizi karşılıyor. Dünyaca tanınan ve beğenilen çok güçlü bir kalemle sizleri buluşturmanın onurunu yaşıyoruz.  Maria Barbal’ı bir yere not edin.

Bu arada iki cümle de yayıncısı için edelim… Soyka Yayınları, Odem Yayınları’nın markası olarak henüz çok yeni… “Yayıncılık toplumsal bir sorumluluğu yerine getirmektir.” mottosuyla ilk kitaplarını Nisan ayında yayımlamışlar. Peter Venison’un kaynak kitap olarak nitelenen “Otelciler İçin 100 İpucu” dünyada best seller da olmuş.

Yayıncılığı ticari bir iş olmaktan öte toplumsal sorumluluğun bir parçası diye niteleyen Odem Yayıncılık Limited Şirketi, okura tüketici diye yaklaşmıyor, okumanın erdem olduğuna inanıyor. Yazara, çevirmene, editöre emeğinden dolayı saygı duyuyor. Hevesle hazırlanılıp iletilen yapıtların sahiplerine yüksekten bakmıyor, yanıtlıyor, ağırlıyor ama eleştiriyor da. “Bizim için yayınlanamayacak kitap, okuyucunun önüne çıkarmaktan sıkıntı duyacağımız acemilikte olandır. Yazımdan, okuyucuya ulaşana kadar her merhaledeki insan emeğine saygılıyız. Her konuda çok nadir kitaplarla geliyoruz. Aranabilecek, ulaşılabilir, yakın…” diyorlar… 

Yakında basacakları iki kitabı da açıklamışlar. Latin Amerika ve Avrupa edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak gösterilen ve ödüllere boğulan yazarı Andres Neuman’ın son romanı “Talking to Ourselves”i okurla buluşturacaklar. Üç yıl önce Cervantes Enstitüsü'nde Arjantin Günleri kapsamında ülkemize de gelen yazar ilk defa dilimize çevrilmiş olacak. Hakkında yapılan yorumlara bakılırsa şimdiden listemize ekleyeceğiz…

Romen oyun yazarı, gazeteci ve romancı Mihail Sebastian’ın “Kaza” adlı romanı da çıkıyormuş. 1940’da yayımlanan “Accidentul” da ilk kez okurlar buluşuyor. Zamanının ruhunu yansıtan ve Romanya üzerine yazılmış kusursuz bir örnek olarak nitelenen romanı da merakla bekliyoruz… 

Eser Adı: Gölgeli Şarkı
Orijinal Adı: Pedra de tartera
Yazar: Maria Barbal
Çeviri: Pınar Savaş
Orijinal Dili: Katalanca
Yayın Yönetmeni: Doğan Erdem
Editör: Fatih Balkış
Sayfa Tasarımı: Burhan Maden
Kapak Tasarımı: Melis Rozental
Kitabın Türü: Roman
Baskı: Nisan 2015 / 1. Basım
Sayfa Sayısı: 92
Etiket Fiyatı: 11 TL


Superfast! : Hızlı ve Öfkeli ve Absürt

Perşembe, Mayıs 14, 2015
Klasik örnekleriyle tüm zamanların en iyileri listelerine giren, uzun bir süre yeni örneği üretilmeyen parodi filmlerin milenyumla birlikte yeniden popülerleşmesinin getirisi artık her filmi kapsıyor. Bir dönem popüler gişe filmlerinin karması olarak skeçler üzerinden yürüyen tür artık tek bir film üzerine de kuruluyor. 2001 yılında başladığından bu yana büyük ilgi gören ve şimdilik yedi filmlik bir fenomene dönüşen “Hızlı ve Öfkeli” gibi bir malzemeyi es geçecek değillerdi ya... 2015 yapımı “Superfast!” bu kez komedi için direksiyon başına geçmiş...

“Scary Movie” ekibinden Jason Friedberg ve Aaron Seltzer iş başında... Türün öncüllerinden “Spy Hard”ın senaryosuyla türe giriş yapan ikili, 2006 yapımı “Date Movie” ile hem yazıp hem yönetmeye başlamışlardı... "Epic Movie”, “Meet the Spartans”, “Disaster Movie”, “Vampires Suck”, “The Starving Games”, “Best Night Ever” derken kısa sürede sekiz filmi geride bırakmış durumdalar... Gittikçe yavanlaşan ve bel altı esprilerle ayakta kalmaya çalışan bu filmlerin ardından tam da zamanında dalmışlar hızlı ve öfkeli serisine... Oyuncu kadrosunu da alışıldığı üzere tanınmamış oyunculardan kurmuşlar. Dale Pavinski, Alex Ashbaugh, Lili Mirojnick, Andrea Navedo, Daniel Booko, Joseph Julian Soria, Dio Johnson ve Shantel Wislawski başı çekenler... Oyunculuktan öte benzer yüzleri önemsedikleri malum. Pavinski’nin Vin Diesel’in suratsız hali olması en çok dikkat çekeni olurken, Wislawski de bunca tipsizin arasında çölde serap güzelliği gibi...

“Superfast!” konu olarak kendisine ilk filmi temel alıyor... Polisin gizli görevle ekibe katılması ve ele başının yakalanması. İlk adımı da sokak yarışıyla atarak komik girişini de yapıyor. Serinin diğer filmlerinden parçalar serpiştirerek ilerleyen senaryo gayet derli toplu. Mizahını da Paul Walker’ın oynadığı Brian’ın üzerine kurmuşlar. Diğer karakterlerin isim ve sima benzerliklerinin aksine doğru bir seçim yapılmış. Ölümüyle bizi şoke eden oyuncuyla direk dalga geçmek yerine Lucas White adıyla izlediğimiz karakteri saf ve sakar bir salak olarak yaratmışlar ve ekibe girmesiyle yaşananlardan gülmece yaratmayı planlamışlar. Diğer karakterlere de oyuncuların isimlerini vermişler: Vin Serento, Michelle, Jordana ve Rock Johnson... İçlerinde en komiği de, sürekli vücuduna bebek yağı süren ve meme uçları görünen dar t-shirtler giyen Hobbs...

Serinin artık kemikleşen karakterleri üzerinden yapılan esprilerle ilerleyen film elbette bir kötü adam buluyor ve bu sayede ekibine soygun planları yaptırıyor. Bel altı esprilerinden uzak durulması en büyük artısı olurken yaratıcılıktan uzak olsa da en azından sonuna kadar sıkılmadan izlenebiliyor. Abartı ve tekrardan uzak durulmuş. Soygun için kurulacak ekibin seçim kıstasları ve Hobbs’un halleri filmin en parlak anları. En büyük eksisiyse serinin ruhundan uzak oluşu... Fanatiklerin içini eriten o motor sesi başta olmak üzere arabalar üzerinden hiç espri üretmemiş ikili... Arabaları neredeyse yok saymış... Serinin fanatiklerinden bir grubu toplayıp komedisini yapın desek daha iyi fikirler çıkardı kuşkusuz...

Absürt mizahını salaklıklar üzerinden kurarak kolay yoldan güldürmeye çalışan “Superfast!” serinin şöhretinden faydalanmak için girişilmiş tadı tuzu eksik bir fast-food... Bir iki sahne dışında güldürmekten uzak 99 dakika, kötü bir parodi... Serinin fanatikleri içinse tam bir hayal kırıklığı...


Maggie : Çürüme Sancıları

Çarşamba, Mayıs 13, 2015
Tedavisi bulunamamış bir virüs insanı aşama aşama öldürüyor. Yapılması gereken şeyler belli. Enfeksiyon kapan kişinin son aşamada karantinaya alınması gerekiyor. O karantina aşaması en kötü safha ve hastalar birbirlerini yiyor deniyor. Peki sevdiğiniz biri enfeksiyon kaparsa, siz olsaydınız ne yapardınız? Genç karakterini hızla çürüyerek ölümün eşiğine getiren 2015 yapımı “Maggie” kendinizi babasının yerine koymanızı bekleyen bir drama...

Daha çok oyuncu kadrosuyla dikkat çeken “Maggie” bir ilk film... John Scott 3’ün ilk senaryosu, daha önce teknik departmanlarda emek veren ve Oscar törenlerinde çaylaklığını atan Henry Hobson da ilk yönetmenlik denemesinde... Filmin adının bu kadar duyulmasını sağlayan da baba-kızı oynayan Arnold Schwarzenegger ve Abigail Breslin... Efsane dizi “Nip/Tuck”ın paylaşılamayan kadını Julie olarak tanıdığımız Joely Richardson, Laura Cayouette, Denise Williamson ve J.D. Evermore da onlara eşlik edenler. 2013 yapımı “The Last Stand” ile oyunculuğa geri dönüş yapan Schwarzenegger farklı bir rolle karşımızda. 2006 yapımı “Little Miss Sunshine” ile yaşından büyük iş çıkartıp oscar adayı olan Breslin de artık 19 yaşında ve genç kız rollerine geçiş yapmış oluyor. Breslin demişken bir parantez açayım... Yaşıtı oyuncular serpilip güzelleşti, o çirkinlik ile iticilik arasında büyümeye devam ediyor. Oscar adaylığından ikinci sınıf filmlerin standart rollerine düşmüş durumda ve bu durum değişecekmiş gibi de görünmüyor.

Durumu haberlerden öğreniyoruz... Dünya çapındaki ilk salgından sonra necroambulis virüsünü ortadan kaldırmaya başlamışlar. Bu sayede yayılma % 30 düşürülmüş. Enfeksiyon kapmış mahsuller için bir çözüm bulunamamış ve onların da yakılarak yok edilmesi isteniyor. Tasfiye ve askeri kanunlar yürürlükte ve sokağa çıkma yasağı da devam ediyor. Aşı ve tedavi konusundaysa hiç bir umut yok... Enfeksiyonu kapan dönüşüm geçiriyor ve çürüyerek ölüyor. Tam bu sırada Maggie ile tanışıyoruz... Evden kaçmış, şehirde ısırılmış ve enfeksiyon kapmış. Yaklaşık sekiz hafta içinde karantinaya götürülmesi gerekiyor.

Hastalığın ne olduğu konusunda bilgi sahibi değiliz... Bir tür zombileşme hali var ortada. Agresifleştiren, önce iştahı kapatıp sonra açan çürüyerek ilerleyen bir süreç... Tamamen “siz olsaydınız ne yapardınız?” sorusuna odaklanan berbat senaryo sayesinde bildiklerimiz sadece bu kadar. Bir babanın kızını kaçınılmaz sondan ne kadar koruyabileceğini anlatma derdinde film. Başka bir şeyle ilgilenmiyor. Karakter yaratmak gibi bir niyeti de yok. Klişelemiş tiplemeleri kullanmayı tercih etmiş. Ağır buhranlı bir atmosfer kurmaya çalışan yönetmen, konusunu sanatsal drama şeklinde işlemeye çalışmış. Etiketi korku/gerilim olan filmin bu yönde hiçbir girişimi de yok. Bir iki küçük zombi sahnesi dışında tamamen dram ama o da neredeyse sancılar çektiren bir ağırlıkta... Maggie başına gelecekleri bilerek nasıl nefes almaya devam ediyorsa, izleyici de öyle bir bakıma... Gün batımı manzaraları, puslu tonlar, aralara serpiştirilmiş kısa kesik hatırlama sahneleri derken neredeyse slow-motion gibi ilerliyor film... Aksiyonu, olayı olmayan senaryo ne kadar kötüyse yönetmenlik de o kadar kötü. Bir iki küçük eklemeyle kısa metraj olabilecek bir konuyu uzun metrajla anlatmayı denemiş Hobson... Bir şekilde sonuna kadar izlemeyi başarabileni de bildik ve kötü bir final bekliyor. Kötü demek için bile zorlamak lazım ama nafile...

Açılışını Tribeca Film Festivalinde yapan ve 8 Mayıs’ta internet üzerinden izleyicisiyle buluşan “Maggie” 95 dakikalık bir işkence, uzak durulması gereken enfeksiyonlu bir mahsül...


Uğruna Ölünecek Bir Yer… : Çamlık

Çarşamba, Mayıs 13, 2015
Blake Crouch’un, 2013’te Uluslararası Gerilim Ödülü adayı olan ve Uluslararası Çoksatanlar Listesi’nde haftalarca üst sıralarda yer alan Pines adlı kitabı, 14 Mayıs 2015 tarihinde Çamlık adıyla raflardaki yerini alıyor. Çamlık Sayfa 6 Yayınları tarafından yayımlandı.

Çamlık romanından uyarlanarak çekilen, M. Night Shyamalan’ın yapımcılığını üstlendiği ve başrolünde Matt Dillon’ın oynadığı Wayward Pines dizisi de yine aynı tarihte FX kanalında bir ilke imza atacak: Bir dünya prömiyeri.

Gizli Servis Ajanı Ethan Burke, kayıp iki federal ajanı bulmak için Wayward Pines’a giderken ağır bir trafik kazası geçirir. Bir hastane odasında kendine geldiğinde kimlik, silah, telefon ve cüzdanının kaybolduğunu fark eder. Ethan, sadece kişisel eşyalarını değil, anbean fazlalaşan gizemli sorulara cevap da aramak zorunda kalacaktır. 

Neden karısı ve oğluyla haberleşememektedir? 
Neden hiç kimse söylediklerine inanmamaktadır?
Başına gelen kaza nasıl meydana gelmiştir?
Kimliği, telefonu ve cüzdanı nerededir?
Wayward Pines neden elektrikli çitlerle çevrilidir? Tehlike çitlerin içinde mi, yoksa ötesinde midir? 
Gerçeğe ne kadar yaklaşacaktır? Ya da yaklaştığı gerçek kimin gerçeğidir?
Wayward Pines’ta hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığından şüphelenen Ethan Burke, göründüğü gibi midir? 
Aklını yitirmekten daha ürkütücü olan tek şey, deli olmadığını fark etmektir...

Lost, Twin Peaks, The X-Files ve Shutter Island takipçileri! Çamlık’ta gerilimin dozu artıyor, bilinmezler daha karanlık gölgelere saklanıyor. 

Nefeslerinizi tutun ve şunu düşünün: 
Ya siz de bir bilinmeyenin ortasında tek başınıza kalsaydınız?

Yeni Tanışanlar İçin Blake Crouch
IndieBound Koleksiyonu Kindle listesindeki çok satan kitaplar arasında bulunan Pines, Run, Stirred, Desert Places ve Abandon’un yazarıdır. Kısa romanları Ellery Queen’s Mystery Magazine, Alfred Hitchcock’s Mystery Magazine, Thriller 2, Shivers VI ve daha başka antolojilerde yayınlanmıştır. 2009 senesinde JA Konrath ile ortaklaşa kaleme aldığı “Serial” 500,000’den fazla indirilerek dört hafta boyunca, Kindle çok satanlar listesinin en üstünde yer almıştır. Bu hikâyeyle birlikte Run, Desert Places ve Abandon filmi çekilecek adaylar arasındadır. Blake Colorado’da yaşamaktadır. Daha fazla bilgi için internet sitesi: www.blakecrouch.com.

Çamlık / Blake Crouch
Çeviri: Elif Durmaz Arslan
Sayfa6 Yayınları
Mayıs 2015
222 Sayfa
20 TL


Serhat Sezen’den Sıradışı Şarkılar, Sıradışı Hikayeler

Çarşamba, Mayıs 13, 2015
Alternatif müziğin genç temsilcilerinden Serhat Sezen, Rock, Reaggea, Pop ve çeşitli soundları harmanlayıp hazırladığı Kimse Bilmesin adlı üçlü single çalışmasını müzikseverlere sunuyor.

On yıldır İstanbul’un bir çok mekanında grubu ile sahne alan müzisyen yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştığı ve albüm kapağından, sound ve bestelere kadar sıradışı bir çalışma olan “Kimse Bilmesin”i Sekiz Müzik Yapım etiketi ile piyasaya çıkarttı.

Kimse Bilmesin, Yalnızlık Reaggesi ve Madam adlı şarkılardan oluşan maxi single’da tüm söz ve müzikler Serhat Sezen’e aitken, canlı performansları ile sanatçıya grubu ve misafir sanatçılar eşlik etti.

İlk önce dijital platformlarda yerini alan çalışmanın çıkış şarkısı olarak belirlenen Madam için video klip çalışmasını da tamamlayan sanatçı, kariyerinin ilk adımı ile Alternatif Müzik piyasasında emin adımlarla ilerlemeye devam ediyor.




 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template