♫ ♪♫ ♪•♫♪ 2006'dan bu yana Film, Dizi, Müzik ve Kitaplar üzerine Yazılar Diyarı... ♫ ♪♫ ♪ ♫ ♪♫

Dinleyeni "Meftun" Edecek Sıra Dışı Bir Albüm: Alaturka İlk Kez Caz İle Buluşuyor!

Çarşamba, Nisan 30, 2014
Özge Eyüpoğlu, Türk Sanat Müziği ve Cazı buluşturduğu ilk albümü “Meftun” ile Uluslararası Caz Günü’nde müzik marketlerde yerini aldı.

Güçlü yorumu ve dinleyeni “meftun” eden sesi ile müzikseverlerin karşısına çıkan Özge Eyüpoğlu’nun ilk albümü “Meftun” bu hafta müzik marketlerdeki yerini aldı. “Ada Sahillerinde Bekliyorum”, “Ben Seni Unutmak için Sevmedim” ve “Kırmızı Gülün Alı Var” eserleri ile üç şarkıdan oluşan maxi single albüm, Türk Sanat Müziği’ni caz altyapıları ile buluşturuyor.

1980 Ankara doğumlu Özge Eyüpoğlu; İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nda Şan, Solfej ve Türk Müziği repertuar ve Türk Müziği Edebiyatı derslerinin yanı sıra Prozodi, Repertuar Klasik Dönem Türk Müziği Üslubu eğitimi aldı.  2008 tarihinde vizyona giren, yapımcılığı ve senaryosu Özhan Eren’e ait olan “120” adlı sinema yapıtının film müziklerini seslendirdi.  Suzan Kardeş’in vokalistliğinin ardından ilk albümü “Meftun”un çalışmalarına başlayan Eyüpoğlu, ulusal ve uluslararası birçok etkinlikte solist olarak yer almanın yanı sıra söz yazıyor, beste yapıyor ve Haliç Üniversitesi Türk Müziği Konservatuarı Yüksek Lisans eğitimine devam ediyor.

Ünlü aranjör Ercüment Vural, ses getiren birçok yapıma imza atmış ünlü prodüktör Emre Irmak imzalarını taşıyan ve Irmak Plak etiketi ile çıkan albümün ilk video klibi “Ben Seni Unutmak için Sevmedim” ise Anıl Tütüncüoğlu tarafından çekildi. 

Alıştığımız “Türk Sanat Müziği Sanatçısı”’nın içe dönük haleti ruhiyesinden uzakta, hayatın tam içinde, hayata bulaşmayı çok seven,  dışa dönük bir karaktere sahip olan Özge Eyüpoğlu, sıradışı müzik meraklılarının heyecanla takip edeceği bir sanatçı olacak.



Yeni Şarkı: Coldplay "A Sky Full Of Stars"

Çarşamba, Nisan 30, 2014
Coldplay, çıkış tarihi yaklaşan albümü "Ghost Stories"ten yeni şarkılar servis etmeye devam ediyor. Albümden üçüncü single olarak belirlense de, 9 şarkılık albümden dinlediğimiz beşinci şarkı... Artık daha net anlaşılıyor ki grup tamamen popa yönelmiş ve ilk albümlerin havasını tamamen terk etmiş durumda... Haliyle albümün de merak edilecek bir tarafı yok...



İlk Bakış: Sabotage / Sabotaj

Salı, Nisan 29, 2014
“End of Watch”da polislerin hayatını gerçekçi ve cesurca perdeye aktarmasıyla ünlenen yönetmen David Ayer’in, Narkotik Büro ajanından oluşan dünyanın en iyi saldırı timlerinden birinin macerasını aktardığı yeni filmi “Sabotage”, “Sabotaj” adıyla 2 Mayıs’ta gösterime giriyor.

Senaryoyu aksiyon filmlerinin yükselişteki senaristi Skip Woods’la birlikte kotaran Ayer, tam kendine göre bir aksiyon macera bulmuşken, yıldız oyuncuları da toplamış... Arnold Schwarzenegger, Olivia Williams, Mireille Enos, Sam Worthington, Harold Perrineau, Terrence Howard, Joe Manganiello, Max Martini, Josh Holloway ve Kevin Vance kadronun öne çıkan isimleri...

Arnold Schwarzenegger’ı yeni baştan yarattığı söylenen Özel tim’in konusuysa şöyle... Bir kartelin hücre evine baskın düzenler, ama bu baskın aslında, bizzat Narkotik Büro çalışanları tarafından hazırlanmış çok ince bir soygun operasyonudur. Çaldıkları 10 milyon doları saklayan sahtekar ajanlar sırlarının güvende olduğunu düşünürken, birisi ekipteki herkesi teker teker öldürmeye başlar. Ceset sayısı giderek artarken, timdekiler de dahil olmak üzere herkes şüpheli durumuna düşer.

Ekipten Tiyolar:
John Breacher kimliği gizli Narkotik özel ajanlarından oluşan seçkin bir timin lideridir. Ayer’in “aile gibi” diye tanımladığı tim, “Uyuşturucuya karşı verilen savaşta büyük avların peşindedir. İster Paris’te konuşlanmış Faslı bir uyuşturucu kaçakçısı olsun, ister bir Kolombiya şehrindeki ya da Juarez - Meksika’daki bir uyuşturucu baronu olsun; timde, o örgütün içine sızabilecek biri mutlaka vardır.”

Breacher, Atlanta’da bir uyuşturucu karteline ait bir hücre evine düzenlenen son derece tehlikeli bir baskını yönetmektedir. Kartelin saklandığı yere vardıkları zaman, Breacher’ın idaresindeki Canavar, Şeker, Ense, Kundakçı, Tripod, Öğütücü ve Duman binaya hücum eder. 

David Ayer, “Beni bu filme çeken özelliklerinden biri de, açılıştaki detaylı ve karışık baskın sahnesi oldu. Senaryo yazımında, açılışı bir patlamayla yapmak gerektiği söylenegelir. Ben de buradan yola çıkarak, Narkotik ajanlarının düzenlediği bu soygunu, çok cesur bir baskın şeklinde vermeye karar verdim. Soygunu amirlerinin gözü önünde yapıyor olmaları hoşuma gitti.” diyor. “Ben bu adamları Deniz Komandoları Takım 6 olarak görüyorum. Felluce’de baskın düzenleyen 101. Hava Birliği gibi bir şey. Perdede böyle bir görüntü vermek istedim. Hemen görüyorsunuz: eğitim, silahlar, teçhizat ve genel görünüm. Her şey çok gerçekçi ve birer sanat eseri.” Ayer, “Breacher’ın timinin ahlaki değerlere öncelik vermediği söylenebilir.” diye anlatıyor. “Karmaşık bir hikaye. İyiler var, kötüler var, kahramanlar var, hainler var; ama kimin kim olduğu çok belli değil.” Ayer, “Her karakter çok güçlü ve hepsinin kendine has bir özelliği var.” diye devam ediyor. “Örneğin Canavar, Ari Irk savunucusu dazlakların arasına girip, o tip adamları haklayabilir. Breacher’ın timindeki herkes bir polis birliğinin yıldızı olabilecek kapasitede. Zaten kolluk kuvvetlerinin ve gizli polislerin yıldızlarını seçip bir araya getirmişler. Bu aile gibi timin başında da Arnold olunca, gidiyorlar, dalıyorlar ve en tehlikeli tipleri bile deliğinden çekip çıkarıyorlar. Ancak tabii, siz ne kadar kötü olursanız olun, sizden kötüsü illa ki vardır.”

Bina çok iyi korunuyor. Kartelin çok önemli bir şeyi korumaya çalıştığı belli oluyor. Lizzy, ağır ateş altındaki timi, içinde 200 milyon dolar nakit olan bir odaya götürüyor. Timden biri ölürken, diğerleri 10 milyon doları gizlice evin altındaki kanalizasyon sistemine saklıyor; ve paranın kalanını da yakıyor. Sakladıkları zulayı emniyete alınca, görevleri şimdilik bitmiş oluyor.

Altı ay sonra, İçişleri Bakanlığı timi sorgulamaya başlıyor. Müfettişler herhangi bir suistimal olduğunu ispat edemeyince, Breacher’a ekibini yeniden toplaması için izin veriyorlar. Bu arada sırlarının hâlâ güvende olduğunu düşünen tim üyeleri, ödeme gününü bekliyor. Ancak, biri tim üyelerini teker teker öldürmeye başlayınca şaşırıyorlar ve korkuyorlar. 

Korku ve paranoya devreye girince, tim üyeleri arasındaki dostluk bağları kopmaya başlıyor. Schwarzenegger, “Hikaye içindeki ihanetlerin büyüklüğü çok boyutluluk kazandırıyor.” diye anlatıyor. “Son derece çapraşık, ilginç ve bazı açılardan korkutucu.” 

Yönetmen David Ayer, kastı kafasındaki belirli bir fikirle yapmış. Ayer, “Seyircilerin, bu insanların gerçekten var olduğuna inanmasını istedim.” diyor. “Daha da önemlisi, Arnold’un etrafında çok güçlü ve yetenekli bir oyuncu kadrosu olmasını istedim. Arnold inanılmaz derecede karizmatik biri. Ayrıca çok da sıcak kanlı. Olivia’yla hem kamera önünde hem de kamera arkasında çok güzel bir ilişki kurdu. Müthiş bir ortak paydada buluştular. İki oyuncuyu aynı odaya koyana kadar nasıl anlaşacaklarından emin olamazsınız. Arnold uçaktan indi, saçını kestik, takım elbise giydirdik, Olivia’yla aynı arabaya koyduk ve ‘Başlayın.’ dedik. Daha ilk andan itibaren sihir yarattılar.” diye devam ediyor.

Worthington, “David’in çok serbest bir tarzı var.” diyor. “Kafasında sahnenin nasıl olacağına dair müthiş bir fikir oluyor. Sahnenin çok uçlarda oynanmasın istiyor. Bir uçtan öteki uca geçiş yaptırıyor. Ama size, onu şaşırtacak ve özel bir şey gösterecek fırsatı da veriyor. Yaptığınız araştırmaya güvenin, eğitiminizi tamamlayın, yarattığınız karaktere güvenin ve ortaya Ayer’i şaşırtacak bir şey koyun.”

Enos, “Sam’le odanın içinde hareket halinde üç steadicam kullanmayı çok konuştuk.” diye örnek veriyor. “Nerede olacaklarını önceden bilmiyorduk. Sonuçta milyon tane farklı yerde çekim yaptık. Hepimiz, filmin beyaz perdede nasıl görüneceğini çok merak ediyoruz. Her sahne 600 farklı şekilde çekildi. Çok hızlı bir film. Kameraları fazla düşünmedik. Siz bir odada olayı canlandırıyorsunuz, onlar da çekebildikleri her şeyi çekiyor.”

Ayer, “Ben bir filmin en büyük sırrının kasting olduğuna inanırım.” diye açıklıyor. “Kafanızda bir karakter var. Bu karakteri canlandırabilecek bir karakter bulmaya çalışıyorsunuz. İnsanları okuyorsunuz. Doğru insanı doğru deliğe koyunca simya oluveriyor.”

Polis düşkünü olarak gerektiğinde onları yüceltmekten hiç çekinmeyen Ayer’in bu tarzına karşı bir sorununuz olmaması lazım öncelikle... Zira “End Of Watch” ile abartmışta abartmış, gerçekçiliğe yaklaşsa da iki memurunu yere göğe sığdıramamıştı... Suçluları da polisleri de iyi tanıdığını her daim gösterir işlere imza atan Ayer, çok iyi kadro kurmuş, iyi de bir senaryo bulmuş... Amerika’da 28 Mart’ta gösterime giren 32 milyon dolar bütçeli film, ilk üç günde sadece 5 milyon doları biraz aşabildi ve çanları çalmaya başladı... Ne kadar iyi kadro gibi görünse de, artık dizilerde bile heyecanlandırmayan bir konu ve aksiyona herkesin karnı tok... Fragmanın da ihtişamdan yoksun oluşu durumu özetliyor... Bize ne timden, polisten onların yazdığı kahramanlık destanından... Yakın zamanda daha uçuk versiyonlarına şahit olduk zaten...



Yeni Şarkı: Coldplay "Always In My Head"

Salı, Nisan 29, 2014
19 Mayıs'ta kavuşacağımız yeni albümü "Ghost Stories" için gün saydıran Coldplay, albümün açılış şarkısının prömiyerini BBC Radio 1'de Zane Lowe'ın programında yaptı... Konuşmalar arasında yarım yamalak da olsa bir şarkıya daha kavuştuk...




İlk Bakış: The Nut Job / Fındık İşi

Salı, Nisan 29, 2014
2005 yapımı kısa filmden uyarlanan ve kısa sürede devam filmini garantileyerek dikkat çeken animasyon “The Nut Job”, “Fındık İşi” adıyla üç boyutlu ve Türkçe dublajlı olarak 2 Mayıs’ta gösterime giriyor...

Animasyon ekibinde pişerken 2005’te çektiği 11 dakikalık kısa animasyonu “Surly Squirrel” ile ilgi çeken ve iki de ödül alan Peter Lepeniotis, dokuz yıl sonra filmi uzun metraja dönüştürmüş ve ilk kez tek başına yönetmen koltuğunda... Kendi senaryosunu bu süreçte Daniel Woo ve Lorne Cameron ile kotarmış... Seslendirme kadrosunu da yıldızlardan oluşturmuş... Will Arnett, Brendan Fraser, Liam Neeson, Katherine Heigl, Stephen Lang, Maya Rudolph ve Jeff Dunham maalesef duyamayacağımız seslendirme kadrosu... Onun yerine her zamanki klasik kadroya yine mahkumuz...

Surley, yaşadığı yerden artık o kadar da memnun değildir. Kurallardan hoşlanmayan yaramaz sincap evinden çok uzaklara gitmek zorunda kalır. Dışarıda hayatın nasıl olduğunu merak etmekte ve keşfetmek için de can atmaktadır bir yandan da. Arkadaşı fare Buddy ile yollara düşerler. Büyük şehirde yaşamaya başlayan ikilinin koşullara ayak uydurması zordur. Yaklaşan kış mevsimi yiyecek bulmayı da zorlaştıracağından endişelidirler. Ancak akıllarına gelen bir yöntem onları bütün kış rahat ettirecektir: Fındıkçı soygunu yapmak! Ancak hedeflerine aldıkları fındıkçıyı soymayı düşünen yalnızca onlar değildir. Azılı bir rakun, istediğini elde etmeye ve Surley ile Buddy'nin planlarını altüst etmeye kararlıdır. 

Klasik animasyon konusu, yine çılgın hayvanlar ve soygun planı... Amerika’da 17 Ocak’ta vizyona giren film, açılış haftasında bütçesini çıkarmış seyircisini eğlendirdiğini ilan etmişti bir nevi... 2016 yılında devam filminin vizyona gireceği kesinleşmesi de bu döneme denk geliyor... Neredeyse her hafta bir animasyonun gösterime girdiği dönemde diğerlerine göre neyi iyi sorusunun bir cevabı yok... İyi film kokusu almıyoruz, büyüklere de hitap eden tipik bir eğlencelik olmaktan öte görünmüyor... Başka seçenek yoksa bir göz atarız...



İlk Bakış: Jimmy P. / Düş ve Gerçek

Salı, Nisan 29, 2014
Benicio Del Toro ve Mathieu Amalric’in başrollerini paylaştığı ve 66. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan gerçek bir hikâyeden uyarlanan “Jimmy P.”, “Düş ve Gerçek” adıyla 2 Mayıs’ta gösterime giriyor... 

Georges Devereux’un alanında çığır açan etnografik psikanaliz çalışması “Reality and Dream: Psychotherapy Of A Plains Indian”dan uyarlanan filmin yönetmeni, ilk uzun metrajı “La vie des morts”dan bu yana ne çekse konuşulan ve ödül avcısına dönüşen Arnaud Desplechin... Senaryoyu da Kent Jones ve Julie Peyr’le birlikte kotarmış... Benicio Del Toro, Mathieu Amalric, Gina McKee ve Larry Pine’dan oluşan dörtlüde filmin yükünü çekenler...

II. Dünya Savaşı’nda Fransa’da savaşmış olan Jimmy Picard, savaş sonrasında çektiği şiddetli baş ağrıları, ani görme ve işitme kayıpları üzerine hastaneye yatar. Doktorlar Jimmy üzerinde çeşitli testler uygulamalarına rağmen rahatsızlığının nedenini bir türlü bulamazlar. Bunun üzerine Jimmy, Fransız bir antropolog, psikolog ve Yerli Amerikan Kültürü Uzmanı George Devereux’a yönlendirilir. Normal şartlar altında asla tanışmayacak, hiçbir ortak noktaları olmayan bu ikilinin arasında ilk seanslarından itibaren karşılıklı güven ve saygıya dayalı samimi bir ilişki kurulur. İkisi birlikte Jimmy’nin anılarını ve düşlerini keşfetmeye başlarlar. 

İlk gösterimini yaptığı Cannes’dan sonra festival programlarından eksik olmayan film, ilgi çekici konusuyla öne çıkıyor... Festival izleyicilerinden de tam not alarak bu ilgiyi karşılıksız bırakmamış... Oyunculuklardan neredeyse hiç bahsedilmemesinin garipliğini ise izleyince anlayacağız galiba... Zira ikili keşiften doğan güçlü bir bağ olmalı... Fragmanın cezbediciliğinie de anmadan geçmeyelim... İyi bir yönetmen, ilginç bir konu, iyi kadro... Daha ne olsun, merakla bekliyoruz... 



İlk Bakış: Bensiz

Salı, Nisan 29, 2014
Felçli bir gencin kendi gözünden hayata bakış açısını ve sevdiği kadına ulaşma çabasını beyazperdeye aktaran “Bensiz” 2 Mayıs’ta gösterime giriyor...

Ahmet Küçükkayalı’nın yazıp yönettiği filmin oyuncu kadrosu da Metin Akdülger, Öykü Çelik, Nurhan Yılma, Cengiz Orhonlu, Levent Can, Nurseli İdiz, Sitare Akbaş, Burçin Abdullah, Melissa Papel, Onur Demircan, Ayla Algan, Turgay Tanülkü ve Eli Mango’dan oluşuyor...

Yaşamın içinde öylesine anlar, kırılma noktaları vardır ki, olumlu veya olumsuz hayatımızın tümünü ve beraberinde çevremizdekilerin kaderini değiştirebilir; işte Necip’in hikayesi böyle bir noktada başlar. Necip, yıllardır sürdürdüğü başarılı, profesyonel futbolcu olma hayalini 1.lige çıkmak için mücadele verdikleri son playoff maçına kadar taşımıştır. Egoların, kazanma hırsının öne çıktığı maçta, sert bir müdahale sonunda Necip’in vücudunun tamamı felç olur. Hastanede geçen yoğun bakım ve tedavi sonrasında evinde ilk gününde yaşananlar Necip’in yaşamına ve çevresindeki insanlara mercek tutacaktır. Genç ve yakışıklı, yetenekli ve başarılı Necip; yaşadıkları eski köşkün ahşap işlemeli koltuğunun üzerine bırakılmış bir örtü veya odanın içindeki diğer mobilyalardan farksızdır. Necip’in evinde bir Dünya saklıdır. Bu ev insanı var eden duyguların ve düşüncelerin çözümlemelerinin yer aldığı bir ahlak kuytusudur. Gören duyan ancak bedeni hissetmeyen, tepki veremeyen bir insan figürüdür. Necip, bedeninin içinde çıktığı içsel yolculukta kişisel uyanışını yaşayacaktır. Bazen kayıp, düşülen bir çukur; bir başlangıç, bir dönüş noktası olabilir…

Filmografisine baktığımızda unutmak istediğimiz filmlere rastladığımız Küçükyalı uzun aradan sonra yeniden setlere dönmüş... Dizilerin popüler isimlerinden oluşan kadro, futbol ve felçli gencin aşkı... Çok düz mantık formülüne rağmen ilk yargımızı fragmana saklıyoruz... O da pek ümit vermiyor... Neresinden tutulsa elde kalan fragmandan anladığımız, en iyisinin görmezden gelmek olduğu... İzleyecek olanlara şimdiden sabır dileyelim... 



İlk Bakış: The Other Woman / Öteki Kadın

Salı, Nisan 29, 2014
Erkek arkadaşının tek sevgilisi olmadığını fark eden bir kadının, adamın karısıyla birlikte intikam planı yapmasını konu alan komedi “The Other Woman”, “Öteki Kadın” adıyla 2 Mayıs’ta gösterime giriyor...

Senaryosunu Melissa Stack’ın yazdığı filmin yönetmen koltuğunda Nick Cassavetes oturuyor... İlk uzun metrajı “Unhook the Stars”dan sonra türden türe atlayan yönetmen yeniden komedide almış soluğu... Cameron Diaz, Leslie Mann, Kate Upton, Nikolaj Coster-Waldau ve Don Johnson’dan oluşan oyuncu kadrosu da göze çarpıyor...

Mutlu bir evliliği olduğuna inanan Kate, gayet sakin bir hayat sürmektedir. Ama içinde yaşadığı dünyanın gerçekten uzak olduğunu ve bir aşk üçgeninin tam da ortasında bulunduğunu fark ettiğinde her şey değişir. Bunun üzerine bu aşk içerisindeki üçüncü kişinin peşine düşer ve kocasının metresi Carly ile tanışır. İşte bu tanışmadan sonra intikam planını da başlatır. Tek amacı onu bu duruma düşüren adamdan intikamını almaktır. Diğer yandan, avukatlık yapan Carly, mükemmel bir ilişkisi olduğuna inanmaktadır. O da sevgilisi Mark´ın evli olduğunu öğrendiğinde adeta çılgına döner. Tesadüfen tanıştıkları karısı Kate ile tuhaf bir duruma düşmüşlerdir. Zamanla aralarında ilginç bir arkadaşlık gelişmeye başlar. İntikam için planlar kurarken, Mark´ın bir tek onlarla ilişki yaşamadığını fark ederler. Güzeller güzeli Amber´a da durumu anlattıklarında, intikam üçlüsü tamamlanmış olur. Carly´nin acımasızlığı, Kate´in kıvrak zekası ve Amber´ın cazibesi bir araya gelmiştir. Artık üçünün tek amacı vardır Mark´tan intikam almak.

Konu her ne kadar çok bildik olsa da; ne çekse vasatı aşan Cassavetes ve iyi oyuncu kadrosu bu durumu görmezden gelmemizi sağlayabilir... Amsterdam, Londra ve California’da prömiyer turu yapan film, 25 Nisan itibariyle de Amerika’da vizyonda... 40 milyon dolarlık bütçesinin ancak yarısını kurtarabildiği haftasonu gişesi pek iyi görünmese de durumu kurtaracağı belli... İlk gelen eleştirilerse beklentilerin üzerine çıktığında birleşiyor... Eğlencesi bol fragmanı da durumu iyi özetliyor gibi... Aksiyon ağırlıklı haftanın komedi alternatifi olacak... Arkadaş grubuyla izlenecek ideal seçenek...



İlk Bakış: 10. Köy Teyatora

Salı, Nisan 29, 2014
Türkiye’de tiyatronun doğduğu topraklara vurgu yapmak adına çekilen “10. Köy Teyatora: Yalanın Bilinmediği Bir Köy”, 2 Mayıs’ta gösterime giriyor...

“Sanatın piyasaya dair tarafı kadar, estetik tarafını ve gücünü de irdelemiş; günümüzde tiyatroya, kültüre, arkeolojiye ve mitolojiye olan ilginin canlandırılması adına, atılmış bir adım” olarak tanımlanan filmde Halikarnas Balıkçısı’nın çalışmalarına da yaslanılmış. Bu filmle birlikte, köydeki insanların hayatları merkezinde güncel ve komik olan anlar yakalanmaya çalışılmış; beri yandan ise şarabın ve tiyatronun temsilcisi olan Dionysos’u da öne çıkartarak, geçmişe ve arkeo-kültürün köklerine doğru sinemasal bir yolculuk tasarlanmış.

10. Köy "Teyatora" filmi; masum ve temiz kalpli insanların yaşadığı, şirin, komik ve henüz yalanın keşfedilmediği bir köyü anlatmaktadır. Tiyatronun temsilcisi Dionysos’un yaşadığı 10. Köy'e yolları düşen bir öğretmen ve bir tiyatro kumpanyası, burada garip durumların olduğunu ve köylülerin garip konuşmalar yaptıklarını fark ederler. Çünkü bu köyde henüz yalan keşfedilmemişdir. Yalnızca akıllarından ya da kalplerinden ne geçiyorsa onu söylemektedirler. Öğretmen, köy okulunda göreve başlarken, kumpanya elemanları da Dionysos adına canlandırmak istedikleri bir gösterimi ahaliye kabul ettirmek isterler. Yüzyıllardır "10. Köy"de insanlarla birlikte yaşayan ve burada yalan söylenmesini yasaklayan Dionysos’un varlığından köylülerin haberi yoktur. Dionysos etrafı gizliden gizliye izleyerek bazı olaylara müdahale etmektedir. Yaşanan olaylar birbirini kovalar, köylüler gelenlerle kaynaşmaya başlarlar ve ortaya komik, düşündürücü durumlar çıkar. Bu köyün en renkli yanı ise bünyesinde barındırdığı köylülerin birbirinden ilginç ve keyifli hikayeleridir. Ve elbette ''Aşk'' bütün bunların tam merkezindedir. Dionysos’la birlikte birçok mitolojik karakteri de tanıyacağınız ve henüz yalanın keşfedilmemiş olduğu bu köyde hayat nasıl mı sürüyor ? Cevabı ; 02 Mayıs 2014 ‘de sinemalarda..

Senaryosunu Neslihan Yalman’ın yazdığı, Bahadır Abşin’in yönetmen koltuğunda oturduğu filmin oyuncu kadrosunda da Necmi Yapıcı, Tanju Tuncel, Selçuk Uluergüven, Fırat Albayram, Alican Aytekin ve Ümit Bakış başı çekiyor...

Neden böyle bir film çekildiği şu sözlerle anlatılıyor:
 “10. Köy: Teyatora”, kendisi de bir nevi dokuz köyden kovulan ve ''10. Köy''de inzivaya çekilmek zorunda bırakılan Halikarnas Balıkçısı'nın metinleri de merkeze alınarak, kültürel sürekliliği anlatmak bakımından sinemasal bir denemedir. Nitekim; bu dememe dahilinde Türk sinemasına dair pek çok ilk de gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Öncelikli olarak temel misyon, tekil bir kültürel çerçeveye sahip olmayan Türkiye'de yaşayan mitlerin, inançların, tarihsel ve arkeolojik verilerin nasıl iç içe geçtiğini göstermek; başta sinema tüketicisi anlamında gençleri merkeze alarak her türlü seyircide bu farkındalığı yaratmaya çalışmaktır.
Filmin merkezindeki tiyatronun temsilcisi Dionysos ekseninde; ülkemizin heterojen yapısına da bir göndermede bulunulmuş, tiyatrosuyla – sanatıyla – diniyle – inancıyla – şarkısıyla - türküsüyle herkesin bir arada yaşayabileceği ortak bir payda oluşturulmaya çalışılmıştır. 

Yapımcıdan Notlar: Bülent Adyoslu
Bu filmi diğer sinema filmlerinden ayıran 3 önemli özelliğinin altını çizmek isterim. Bunlardan birincisi filmimizin FSEK (Fikir ve Sanat Eserleri kanunu) kapsamında bu güne kadar Türkiye’de hiçbir yapımcının gerçekleştirmediği ; profesyonel teknik ve oyuncu kadrosu hisse sahipliği mevcuttur. Yani filmde ne kadar profesyonel oyuncu ve teknik kadro var ise tamamı hem vizyon hem de tüm televizyon gelirlerinden pay alacaktır. Film yaşadığı sürece tüm gelirleri hisse sahiplerine hak ettikleri oranda dağılacaktır. Bu akımı başlatan yapım şirketi olarak diğer yapım şirketlerininde uygulaması halinde ileriki yaşlarında verimsizleşen sanatçılar önceki yaşlarında bulundukları projelerin sonraki yıllarındaki gelirlerinden paylarını alarak özellikle ekonomik anlamda yaşadıkları zorlukları çözebilecek ve geçimlerini devam ettirebileceklerdir. 

Filmin ikinci özel tarafı ise filmimizin şimdiye kadar Türk sinema tarihinde yok denecek kadar az olan görsel efekt konularında oldukça zengin olmasıdır. Neredeyse Amerikan sinema sektörüne bu anlamda kafa tutacak düzeyde after effectlerle donatılmış filmimizi tüm izleyicilerin beğeneceğini ve takdir edeceğini düşünüyoruz.

Üçüncü ve özellikle bizim açımızdan önemli diğer özelliği ise ; hem Türkiye hem de dünyada bir oyunculuk okulunun Vizyon Filmi statüsünde yaptığı ilk projedir. Teknik kadrosundan oyuncu kadrosunun tamamına kadar Boyoz Akademi’de eğitim almış ya da eğitim veren kişiler tarafından oluşmaktadır. Öğret ve uygulat anlayışıyla gerçekleşmiştir. Usta oyuncular ise projeye bizim felsefemize ve Türk sineması içerisindeki bu yeniliğe destek olmak için misafir olarak dahil olmuşlardır.

"10. Köy: Teyatora" Filmi kapsamında Boyoz Akademi öğrencileriyle buluşmuş olan yıldız oyuncular filmde önemli roller üstlenirlerken, genç isimlere de tecrübelerini aktarmak üzere harekete geçtiler. Yılların ilkeli oyuncularını bu çalışma için bir araya getiren yapımcı Bülent Aydoslu ve oyuncu koçu Ümit Bakış, bu alanda önemli bir yaklaşıma da imza attılar.

Filmde daha önce birçok filmden ve diziden tanıdığımız Tanju Tuncel, Necmi Yapıcı, Selçuk Uluergüven, Fırat Albayram gibi oyuncular yer alıyor. Devlet Tiyatrosu'nun önemli oyuncularından Ümit Bakış, Tamer Yılmaz, Cemalettin Çekmece ve Birgen Engin de “10. Köy: Teyatora”ya deneyimleriyle büyük katkı sağladılar. Müzikleri Ezgi'nin Günlüğü'nün solisti, söz yazarı ve bestecilerinden olan Hüsnü Arkan yaptı. 

Gelecek vadeden genç oyuncular da bir vizyon çalışması kapsamında bu isimlerle birlikte kadroya dahil olarak, kendilerini bu alanda yetiştirdiler. 

Senaristten Notlar:
Türkiye’de şimdiye kadar heterojen yapıya bu noktadan yaklaşan ve köyün kendi içsel gerçekliği kadar, onun katmanlı yapısına da vurgu yapan nitelikli filmler pek yok. Ayrıca; bu film "Greko-romen-ottomanik-bizantik" olarak kabul edilen, Hıristiyanlık’tan Selçuklu’ya, pagan dönemden tek tanrılı döneme ve göçerlikten yerleşik düzene değin pek çok zıt unsuru bir arada bulunduran Anadolu coğrafyasına vurgu yapıyor.

Türk sineması, vizyon ve hele köyde geçen filmler deyince aklımıza sınırlı ve bilindik konular geliyor. Kadın karakterlerin merkezde pek bulunmadığı, sadece güldürmeye ve gişe yapmaya dayalı bir sinema kaygısı beni baştan beri rahatsız eden bir şeydi. Bu yüzden; bazı koşulların bir araya gelmesiyle, böyle bir filmin yapılması gerektiğini düşündük. "10. Köy: Teyatora", tamamen ekip ruhuyla giderek genişlemiş, doğal bir projedir. Boyoz Akademi’nin sahibi ve aynı zamanda filmin yapımcısı olan Bülent Aydoslu’nun yalan söylenmeyen bir köy üstüne oluşturduğu bir hikâye ve kimi karakterler vardı. Ona iyi bir nedensellik ve alt metin eklemek gerekiyordu. Biz de; çekimlerin Çal’da gerçekleşmesinin neticesinde, o topraklarda yaşadığı varsayılan Tiyatronun temsilcisi Dionysos’u filme dahil etmeye karar verdik. Bu yönde, oldukça önemsediğim ve değerinin yeterince anlaşılmadığını düşündüğüm Halikarnas Balıkçısı da kitaplarıyla yazma sürecinde şahsıma harita oldu. Mitoloji, tarih, kültür karması içindeki bir ülkenin çeşitliliğini göstermek adına Tiyatronun temsilcisi olan Dionysos’un üstünden bir senaryo oluşturmaya gayret ettim. Yunanistan’ın, İtalya’nın kendi mitolojisi varsa; bizim de bir Anadolu mitolojimiz var düşüncesiyle, senaryoya derinlik katmaya çalıştım. 

Yönetmenden Notlar:
Filmin içeriğinde bulunan meseleler özellikle ülkemizde yıllarca işlenmemiş, biraz da üzerinde durulmaktan kaçınılmış hassas konulardır.7. sanata, özellikle tiyatroya, üretime, kültürel mirasa ve tarihe dokunmak gibi bir derdim vardı ve başardığımı düşünüyorum. Böylesine büyük bir kültürel mirasa sahip olan ülkemizde, sanatçı sorumluluğunu göz ardı etmeden ve bu değerleri de katarak, filmimizdeki hikayeyi anlatmak en büyük ödevimdi. Salt vizyon filmi yapmakya da fotoğrafçılık kökenli sinemacılar gibi, sinemayı sadece iyi görüntülerin arka arkaya dizilimi şeklinde görmekten ziyade Türk sinemasına, kültürel kodları da kullanmak suretiyle, sanatsal ve simgesel olarak anlamlar katmak istediğim bir film çektim. Burada okullu bir yönetmen olmamın etkisi büyüktür.

Tabii ki filmimiz komik durumları/sahneleri, görsel efektleri ve Türkiye’nin sevdiği medyatik oyuncuları sayesinde beğenilecek, keyifle izlenecektir. Ancak ne anlattığımız, senaryonun gücü, ideolojik derdi ve alt metni benim için çok daha önemli... İyi bir sinema izleyicisi için de bu ölçütler önemli olmalı zaten. Türk sinemasını severlerin de algı ve bilincinin geliştiğine, sinemamıza değer verdiklerine inanıyorum.

Şüphesiz, filmimiz Türk sinemasının vizyon filmi kodlarına uyum sağlıyor. Ancak, evrensel anlamda tanrıları, mitolojiyi, dini, kitle kültürünün ve tüketim alışkanlıklarının sanatı algılama şeklimizi nasıl olumsuz etkilediğini ve insanın yaşam-üretim savaşını ele alması itibarıyla birçok filmden farkı bir yerde…

Yönetmen olarak üstlendiğim görme biçimi ve üslubum biraz farklıdır. Sinemayı daha çok bir anlatı sanatı olarak gördüğümden filmlerin bize hikayecilikten öte; çok daha derin anlamlar işaret etmesi ve dünyamıza katma değerler sağlaması gerekmektedir. O yüzden film yaparken de hep bu ilkeye dikkat ederim. Sinemanın temel anlamsal malzemesini gerçek biçimde kullanıp işleyebilmemiz için Türk sinemasının nitelikli, sorumluluk sahibi ve film dilinin gramerine uygun işler yapması gerekmektedir. Böyle bir film ile izleyici karşısına çıktığımızı düşünüyorum. Umarım birçok insana dokunmayı başarırız. 

Gelelim yoruma...
Yapım ekibinin notlarından da görüldüğü üzere iyi bir fikir yakalanmış ve bunun peşinden inanılarak gidilmiş... Merak uyandıran bir film gibi görünüyor ama fragmanı izler izlemez tüm bu merak duygusu çekiliyor... Zira cinsellikten doğan espriler, artık baygınlık veren sosyal medya geyikleri popüler olma çabalarından... Daha çok tv filmi havasında olduğunu da buna eklersek pek umut vaadetmiyor...



Yeni Video: Kasabian "eez-eh"

Salı, Nisan 29, 2014
Geçtiğimiz Kasım ayında stüdyoya girdiklerini açıklayan dörtlü, sonunda albümün detaylarını açıklarken bir de şarkı servisledi... 13 şarkı içerecek albüm adını da bu şarkıların toplam sürelerinden almış... "48:13" grubun beşinci stüdyo albümü olarak 9 Haziran'da kulaklarımızı dolduracak... Şarkı listesi de şöyle...
1: (shiva)
2: bumblebee
3: stevie
4: (mortis)
5: doomsday
6: treat
7: glass
8: explodes
9: (levitation)
10: clouds
11: eez-eh
12: bow
13: sps





Yeni Şarkı: James "Moving On"

Pazartesi, Nisan 28, 2014
Manchester soundunun efsanelerinden James, yeniden birleşme sonrası ilk stüdyo albümüyle kulaklarımızı zenginleştirmeye hazırlanıyor. 2 Haziran'da kavuşacağımız "La Petite Mort"tan duyduğumuz ikinci şarkı, albümün ilk single'ı olarak anılıyor... Prömiyeri yapılır yapılmaz huzurlarınızda... İlk şarkı hangisiydi diyenleri ise şuraya alalım...



Ülke’nin Dört Bir Yanından Gelen Bisikletçiler İkinci Mersin Bisiklet Festivali'nde Buluşuyor!

Pazartesi, Nisan 28, 2014
Bisiklet kullanıcılarının trafikte yaşadığı sorunlara dikkat çekmek, Mersin’de bisiklet yollarının yapılası, çeşitli çevresel sorunlara dikkat çekmek amacıyla çeşitli çalışmaları ve etkinlikleriyle ön plana çıkan MERBİSDER, Mersin’in tarihi, coğrafik ve iklimsel dokusunu ülke genelinde ve uluslar arası alanda tanıtılmasına katkı sağlamak amacıyla geçtiğimiz yıl ilkini düzenlediği Mersin Bisiklet Festivali’nin bu yıl ikincisini gerçekleştirecek. Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Bursa, Kayseri, Hatay (Antakya), Balıkesir, Kütahya, Muğla, Gaziantep, Iğdır, Malatya, Manisa, Afyonkarahisar, Adana gibi illerde yaşayan bisiklet ve doğa tutkunlarının katılacağı 2. Mersin Bisiklet Festivali 8 Mayıs tarihinde başlayacak. Konuklar, Erdemli Talat Göktepe Çamlığın’nda ağırlanacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Mersin Valiliği, Akdeniz, Yenişehir, Toroslar, Mezitli ve Erdemli belediyelerinin desteklediği festival Arbella, Sistem Tıp, Forum Mersin AVM, Albatros Beach Clup, Acı Tantuni, Marmaris Büfe, Deliden Bike, İdeal Su, Uyar Marina, Antmen Bisiklet sponsorluğunda gerçekleştirilecek. 

Ülke genelinden yaklaşık 200 bisikletçinin katılması beklenen 2. Mersin Bisiklet Festivali 4 gün sürecek. Erdemli Talat Göktepe Çamlığı’nda ağırlanacak bisiklet tutkunları, festivalin ilk günün de Cennet Cehennem Obruğu, Astım Mağarası, Narlıkuyu, Akyar Plajı ekseninde yaklaşık 55 kilometre süren bir parkurda pedal basacaklar.

Festivalin ikinci gününde ise bisikletçiler, yine Mersin’in tarihi dokusunun yoğun bulunduğu Kanlı Divane, Kaya Mezarlar, Elause Sebaste Ören Yerleri ve Ayaş Plajını turlayacaklar. Bisikletçiler bu parkurda ise yaklaşık 40 kilometre bisiklet kullanacaklar

Bu yıl ikincisi gerçekleştirilecek Mersin Bisiklet Festivali’nin 3. gününde bisiklet ve doğa tutkunları, Mersin’in doğal güzelliklerine doğru yol alacaklar. Festival boyunca Erdemli Talat Göktepe Çamlığı’nda konaklayacak bisiklet sevdalıları, festivalin 3. gününde Batısandal Köyü, Karaahmetli Köyü, Çatıören ve İmirzeli Ören yerlerini görme şansını yakalayacaklar. Bu etap 50 kilometreden oluşuyor. 

Festival etabının son gününde de bisikletçiler, doğal dokunun ve tarihin iç içe girdiği Üçtepe Köyü, Üçtepe Göleti ve Lamos Kanyonuna pedal basacaklar. Bu par kur ise 35 kilometreden oluşuyor.

Festivalin amaç ve hedefleri hakkında bilgiler veren Mersin Bisiklet Derneği Başkanı Zerrin Arslantaş, amaçlarının insan sağlığını koruyan, havaya karbon salınımı yapmayan, seyahat ve ulaşım aracı olarak şehirde trafikte seyir halinde iken kişinin ve aynı zamanda ülkenin ekonomisine katkıda bulunan araç olarak kullanılan ve aynı zamanda spor yapma olanağı sağlayan bisikleti daha geniş çevrelerin kullanmasını sağlamak olduğunu söyledi. Arslantaş öte yandan bu yıl ikincisini düzenleyecekleri festivalle birlikte ise coğrafik özellikleri, 9 bin yıllık tarihe sahip ve binlerce yıl boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış adeta açık hava müzesi Mersin’in tanıtımına katkı sunmayı hedeflediklerini anlattı.

Arslantaş, “Amaç ve hedeflerimiz doğrultusunda Mersin’in tarihi eserleri ve doğal güzelliklerinin yer aldığı Erdemli bölgesinde bisiklet rotaları oluşturduk. Bu yıl ikincisini gerçekleştireceğimiz festivalde geçen yıl olduğu gibi yurtiçi ve yurt dışında bizler gibi bisiklet sevdalısı arkadaşlarımızla bu güzellikleri paylaşmak ve beraber pedallamak istedik. Dileğimiz, katılımcı arkadaşlarımızın festivalimizde güzel zaman geçirmesi ve Mersin’ den mutlu ayrılmalarıdır” dedi.

Arslantaş son olarak festivale katılmak isteyenlerin, http://form.jotformeu.com/form/40655406813352 internet adresinden katılım formunu doldurmalarını yada 532 338 28 23, 534 250 82 33 numaralı telefonlardan bilgi alabileceklerini söyledi. 


Yeni Video: Manic Street Preachers "Walk Me to the Bridge"

Pazartesi, Nisan 28, 2014
2013'ü "Rewind The Film" ile kapatan üçlü, çok bekletmeden yeni albümünün detaylarını açıkladı ve ilk şarkıyı kulaklarımıza yollarken, ön siparişleri de almaya başladı... Grubun on ikinci stüdyo albümü olacak "Futurology" 13 şarkıdan oluşacak ve 4 Temmuz'da yayımlanacak... Kapanış şarkısının adı "Mayakovsky" olunca meraklanmamak zor... Deluxe edisyonunda da albümün demoları ile üç yeni şarkı toplam 16 şarkılık esktra olacak... Albümden seçilen ilk single ise video klip olarak servis edilmiş durumda...



“Diktatörlüğün Psikolojisi” Yönetim, Demokrasi ve Psikoloji Adına Tüm Sorulara Cevap Bulmaya Devam Ediyor

Pazartesi, Nisan 28, 2014
İranlı Profesör Fathali M. Moghaddam’ın geçen sene Mayıs Ayı’nda Emine Erdoğan’a armağan ettiği kitap, Türkçe’ye çevrilerek raflardaki yerini aldı. 10 günde üç binin üzerinde bir satışla, demokrasi ve psikoloji dengesini merak edenlere ışık tuttu.

Kitapta, diktatörlüğün psikolojik analizi yapılırken; halkların diktatörlükten nasıl korunabileceklerine ve nasıl kurtulabileceklerine dair paha biçilmez öneriler de bulunuyor.

Dünyadaki farklı diktatörlük örneklerini, psikolojik yaklaşımlarla sebep sonuç ilişkisine dayanarak ele alan Diktatörlüğün Psikolojisi; tarih, siyaset bilimi, psikoloji ve yaşanmış hikayeleri merak edenlere kolay ve anlaşılır bir dil ile roman tadında aktarıyor.

Akıllarda kalan pek çok soruya ışık tutan, her sonucun sebebini psikolojik açıdan da değerlendiren, tarih ve siyaset bilimini irdeleyerek geçmiş örneklerle sunan ve oturttuğu mantık çerçevesinde çıkış yolları sunan bir başucu rehberi ve kaynak kitap niteliğinde.

Türkiye’de 3P Yayıncılık tarafından yayımlanan “Diktatörlüğün Psikolojisi” liderlik ve sosyal psikolojinin de incelendiği; okul, iş yaşamı ve günlük hayatta karşılaştığımız küçük büyük diktatörleri tanıma, anlama ve çözümlemeye dair ipuçlarını da içeriyor.

Kitaptan ilk bölümün alıntısı nasıl bir kitap olduğuna dair net fikri veriyor...

Diktatörlüğün Tanımı 
Diktatörlük-demokrasi sarkacı kavramını, bir ucunda saf diktatörlüğün ve diğer ucunda saf demokrasinin yer aldığı bir salınım olarak düşünebilirsiniz. Toplumların çoğu bu iki kutup arasında bir yerdedirler; kimi toplumlar katıksız diktatörlük kutbuna yakın dururlarken, kimi katıksız demokrasiye daha yakındır. Fakat kutuplardan hangisine yakın olunursa olunsun bu durumun değişebilir olduğu mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır; diktatörün balyozuyla ezilen bir toplum demokrasiye kayabileceği gibi, demokratik bir toplum diktatörlük ağına düşebilir de.

Peki bir toplumu, sarkacın diktatörlük ya da demokrasi kutuplarından birine yakınlaştıran özellikler nelerdir? Diktatörlük, özgür ve adil seçimlerle başa geçmemiş tek bir kişinin ya da hizipleşmiş bir grubun topluma hükmetmesi, emrindeki güvenlik güçlerini kullanarak politik muhaliflerini bastırması ve özgür seçimler yoluyla iktidardan indirilememesi durumudur; diktatörlüklerde bağımsız yasama ve yargıdan söz edilemeyeceği gibi, geçerli olan kanunlar toplumsal isteklere kulak tıkayarak diktatörün ya da hizipleşmiş grubun ölçüsüz isteklerine kulak verir; eğitim sistemi, basın, haberleşme ve bilişim sistemleri üzerinde eşi görülmemiş bir kontrol hatta sansür olduğu gibi, toplumun hareketleri de rejimin ayakta kalmasını sağlayacak şekilde kontrol altında tutulur.

Demokrasinin Asgari Koşulları 
Diktatörlüğü tanımladık, şimdi sıra demokratik hükümetin asgari koşullarını ortaya koymaya geldi. Bir hükümetin demokratik olup olmadığını değerlendirmek ve bir sonuca bağlamak için burada dört kriter öneriyorum.

1. Şehir Meydanı Testi
Şehir meydanı testi birinci koşuldur: Bir yurttaş yaşadığı şehrin meydanına çıkıp, tutuklanma, hapse atılma ve fiziksel şiddete uğrama korkusu olmadan özgürce konuşabilir mi (Sharansky & Dermer, 2004)? Şurası açık ki, bazı ülkeler bu testi geçer ve bazıları da kalırlar; yaşadığım acı tecrübelere dayanarak, İran’ın bu testten kaldığını ve Birleşik Devletler’inse geçtiğini söyleyebilirim. Örneğin Amerikalılar başkanın bile en ağır şekilde eleştirilmesinden rahatsızlık duymazlar. İran’daysa biri şehir meydanına gidip Ruhani Lider’i eleştirmeye cüret ederse kendini hapiste bulur ya da başına daha kötü birşey gelir. Aynı şey Kuzey Kore, Suudi Arabistan ya da diğer 21. yüzyıl diktatörlüklerinde de geçerlidir.

2. Yönetimi Seçim Sandığına Göndermek
Toplumda demokrasi için gerekli asgari koşulların olup olmadığını anlamanın ikinci yolu yönetimi seçim sandığında oylarınızla değiştirmektir: Acaba yurttaşlar, politik rakiplerin yarıştıkları hür, adil ve düzenli olarak yinelenen seçimlerde iktidardaki güçlü liderlerin aleyhinde oy kullanabiliyorlar ve yönetimi bu şekilde değiştirebiliyorlar mı?

3. Azınlık Hakları Testi
Toplum şehir meydanı testinden geçmiş olabilir, ayrıca yurttaşlar düzenli aralıklarla ve adilce yapılan seçimlerde sandıkta yönetimi değiştirebilirler, ancak toplumun çoğunluğu azınlıklara karşı ayrımcı politikaları destekler yönde oy vermiş olabilir. Peki çoğunluğun sözünün geçtiği böyle bir toplum demokratik olarak nitelenebilir mi? Cevabım kesinlikle hayır olacaktır, çünkü böyle bir toplum azınlık hakları testinden kalır. Demokrasinin üçüncü olmazsa olmazı azınlık haklarının korunmasıdır.

4. Bağımsız Yargı
Şehir meydanı testi, yönetimi seçim sandığında değiştirme testi ve azınlık hakları testi ancak bağımsız yargının varlığında tam anlamıyla uygulanabilirler. Kuzey Amerika’nın ve Batı Avrupa’nın en olgunlaşmış demokrasilerinde bile, mahkemeler kamu ve/veya politik oluşumlar aleyhinde karar almaları gerektiğinde, yargı baskıya ve denetime maruz kalabilmektedir (Russell & O’Brien, 2001)

Halk İsyanı Diktatörlükleri Devirebilir mi? 
Svolik (2009), 1945-2002 yılları arasında anayasaya aykırı olarak başa geçen ve iktidardan düşen 316 diktatörden sadece 32’sinin (yaklaşık %10’u) halk ayaklanmasıyla devrildiğini bildirmiştir. Bu diktatörlerin ezici çoğunluğunu oluşturan 205’i (%68’i), aynı elit grup içinden çıkan muhalif görüşlü bir başka diktatörün başrolü oynadığı bir darbeyle devrilmişlerdi. Belli başlı diktatör tiplerine ilişkin analizinde Geddes de (1999), diktatörlere yönelik başlıca tehdidin halktan değil iktidardaki elitin diğer üyelerinden kaynaklandığı sonucuna varmıştır.

Diktatörlüklerde İktidardaki Elitin Birbirine Kenetlenmesi 
Tunus’ta, Mısır’da ve sonra 2011’de Libya’da iktidarları deviren halk isyanları gibi isyanlar çıksa bile, rejimin devamlılığında ana faktör iktidardaki elitin kenetlenmesidir. Tunus’ta Bin Ali’yi, Mısır’da Mübarek’i ve Libya’da Kaddafi’yi en sonunda alaşağı eden, iktidardaki elitin en önemli parçalarının çözülmesiydi ki, mesela Mısır’da ordu kanadındaki elitlerin iktidara verdikleri desteği çekmeleri buna güzel bir örnektir. 1978’de İran şahının arkasındaki ordu desteğini yitirmesi de fazlasıyla benzer bir durumdur. 


Dizi Ajandası : 28 Nisan / 4 Mayıs

Pazartesi, Nisan 28, 2014
Kış sezonunda başlayan dizilerin birer birer final yapma maratonu tam gaz sürüyor... Sekiz sezon finali, iki yeni sezon başlangıcı ve bir yeni diziyle şenlenen haftada tüm gözler “The Following” ve “Vikings”in sezon finali ile “In The Flesh”in ikinci sezona başlayışında olacak... 


Pazartesi:
2 Broke Girls  3x23  And the Free Money
Bates Motel  2x9  The Box
Castle  6x21  Law & Boarder
Friends with Better Lives  1x4  Pros and Cons
Mike & Molly  4x19  Sex, Lies and Helicopters
Remedy  1x10  Quit the Horizon  [Sezon Finali]
Star-Crossed  1x11  Give Me a Torch
The Blacklist  1x20  The Kingmaker
The Boondocks  4x2  Good Times
The Following  2x15  Forgive  [Sezon Finali]
The Tomorrow People  1x21  Kill Switch
Warehouse 13  5x3  A Faire to Remember


Salı:
About A Boy  1x10  About a Boy's Father
Awkward  4x3  Touched by an Angel
Chicago Fire  2x20  A Dark Day (1)
Faking It  1x2  
Fargo  1x3  A Muddy Road
From Dusk Till Dawn  1x7  Pandemonium
Glee  5x18  The Back-Up Plan
Growing Up Fisher  1x10  First Time's The Charm
Law & Order: UK  8x8  Repeat to Fade  [Sezon Finali]
Marvel's Agents of S.H.I.E.L.D.  1x20  Nothing Personal
NCIS  11x22  Shooter
NCIS: Los Angeles  5x22  One More Chance
New Girl  3x22  Dance
Person of Interest  3x21  Beta
Playing House  1x1 1x2  Pilot / Bird Bones  [Yeni Dizi]
Supernatural  9x20  Bloodlines
The Mindy Project  2x21  The Girl Next Door
The Originals  1x20  A Closer Walk With Thee
Trophy Wife  1x20  There's No Guy in Team


Çarşamba:
Arrow  2x21  City of Blood
Baby Daddy  3x15  From Here to Paternity  [Sezon Finali]
Chicago PD  1x12  8:30 PM (2)
Criminal Minds  9x22  Fatal  [Sezon Finali]
CSI  14x21  Kitty
Derek  2x2
Hot In Cleveland  5x6  Rusty Banks Rides Again
Law & Order: SVU  15x22  Post-Mortem Blues
Legit  2x10  Weekend
Mixology  1x10  Liv & Jim
Modern Family  5x21  Sleeper
Nashville  2x20  Your Good Girl's Gonna Go Bad
Revolution  2x19  $#!& Happens
Suburgatory  3x11  Dalia Nicole Smith
The 100  1x7  Contents Under Pressure
The Americans  2x10  Yousaf
The Middle  5x20  The Optimist
The Soul Man  3x6  Daddy Issues


Perşembe:
Anger Management  2x59  Charlie Screws a Prisoners Girlfriend
Bad Teacher  1x2  Daddy Issues
Elementary  2x22  Paint It Black
Greys Anatomy  10x22  We Are Never Ever Getting Back
Motive  2x9  Abandoned
Portlandia  4x10  Getting Away  [Sezon Finali]
Reign  1x20  Higher Ground
Saint George  1x9  School's Out
Seed  2x8  The Bjorn Identity
Sirens (US)  1x10  Shotgun Wedding
Surviving Jack  1x6  She Drives Me Crazy
The Big Bang Theory  7x22  The Proton Transmogrification
The Black Box  1x2  Sweet Little Lies
The Millers  1x21  0072
The Vampire Diaries  5x20  What Lies Beneath
Two and a Half Men  11x21  Dial 1-900-Mix-a-Lot
Vikings  2x10  The Lord's Prayer  [Sezon Finali]


Cuma:
Blue Bloods  4x21  Above and Beyond
Grimm  3x20  My Fair Wesen
Hannibal  2x10  Naka-Choko
Hart Of Dixie  3x20  Together Again
Hawaii Five-0  4x21  Makani 'Olu a Holo Malie (Fair Winds and Following Seas)
Unforgettable  2x12  Omega Hour


Cumartesi:
A Place To Call Home  2x1  [Yeni Sezon]
Da Vinci's Demons  2x7  The Vault of Heaven
In The Flesh  2x1  [Yeni Sezon]
Orphan Black  2x3  Mingling Its Own Nature With It


Pazar:
American Dad!  9x18  Permanent Record Wrecker
Believe  1x9  Prodigy
Bob's Burgers  4x20  Gene It On!
Californication  7x4  Dicks
Continuum  3x7  Waning Minutes
Crisis  1x8  How Far Would You Go
Devious Maids  2x3  Dangerous Liaisons
Drop Dead Diva  6x7  Sister Act
Family Guy  2x19  Meg Stinks!
Game of Thrones  4x5  First of His Name
Mad Men  7x4  The Monolith  
Nurse Jackie  6x4  Jungle Love
Once Upon a Time  3x20  Kansas
Resurrection  1x8  Torn Apart  [Sezon Finali]
Revenge  3x21  Impetus
Salem  1x3  In Vain
Silicon Valley  1x5  Signaling Risk
The Good Wife  5x20  The Deep Web
The Mentalist  6x20  Il Tavolo Bianco
The Simpsons  25x20  Brick Like Me
Those Who Kill  1x8  Insomnia
Turn  1x5  Epiphany
Veep  3x5  Fishing


Madem Yalnız Değiliz Bize Bir Şey Olmaz : Hüsnü Arkan’dan Konser ve İmza Günü

Cumartesi, Nisan 26, 2014
Ezginin Günlüğü’nden bugüne keyifle takip ettiğim ve sevdiğim isimlerden biri geçti bu hafta Mersin’den... İki günü güzelleştirdi de geçti... Ne güzel oldu... 

Önce Çarşamba akşamı Hayal Kahvesi’nde sahnedeydi Arkan... Grup ve solo toplamda kaçıncı kez izlediğimi hatırlamıyorum artık, saymıyorum da... Aldığım haz hiç değişmedi... Belki onların birinde kötü gün geçirmişti, belki rahatsızdı ama hiç geçmedi onlar bize... Sahnede hep beklediğimizi verdi, hangi şarkı geçse içimizden söyledi... Yine öyleydi... 23 Nisan’dı tam da, konserdeki kitleyi bilmem ama ben yine çocuklar gibi şendim...

Konser ilk açıklandığında tüm derdim imza günüydü aslında... :) Kitapları Kırmızı Kedi’den yayınlanan Arkan, Mersin’de Kırmızı Kedi şubesi olması gibi bir güzelliği kullanır mıydı acaba geldiğinde... Meraklı bekleyişim de buydu... Külliyat toplu halde hazır ne de olsa... Albüme de imza almak gibi bir hevesi hala yitirmedim... Çok konserini izledim ama almamıştım hiç imza... Konser sonraları müzisyenlerin çıkışlarını beklemek hiç doğru gelmiyor bana, hiç bir etkinliğin sonrasında onlar çıkışta imza vereceğiz demedikçe beklemiyorum saygımdan... O yüzden külliyat imzasızdı bugüne kadar... Bir istisna hariç tabi... Harika bir tesadüfle, çok sevdiğim bir dostum Tüyap Kitap Fuarı’na gidiyorum var mı bir isteğin dedi geçen yıl... Tam da Arkan’ın imza gününde ve neredeyse o saatlerde... “Ölü Kelebeklerin Dansı” onun aracılığıyla adıma imzalanıp geldi... Kalan 6 kitap ve 1 cd ise bugün kavuştu imzalarına...

Mersin’de imza günü demek halen açlık demektir... Çok nadir gelir buralara yazarlar... Son iki yıldır avm’lerin artışıyla kitabevleri’nin rekabeti de artınca daha bir öne çıkmak için akla gelir oldu... Şehrin okuru yalnızdır kısacası... Yazarlarla tanışma konusunda başka şehirlere diker gözünü... Neyse gelelim imza gününe... Yazarak hem kendimi şımartayım, hem de şehirde daha fazla etkinlik olması için teşvik edici olsun...

Fotoğrafta gördüğünüz an aslında her şey... Poşetten çıkanlar ve Arkan’ın “oo külliyatla gelmişsiniz” cümlesi... O gülümseme de, o anın sevinciyse ne mutlu bana... O kadar kitap olunca sohbet etme fırsatımız da oldu tabii... Adımı söyleyince, tanıyorum galiba twitter’dan demesi de benim sevincimdi... “Uyku” kırmızı kedi’den çıkmayacak mı, öneriyorum bulamıyor kimse dedim, kendisinde bile yokmuş ama çıkacakmış yakında... “Hırsız ve Burjuva”nın en sert romanı olduğundan konuştuk sonra... Kadın okur için zor olduğunda hemfikiriz... Bundan sonra ne olacağı konusunda ise “kendim için yazacağım biraz” dedi, sitenin atıl kaldığını söylediğimde de döndük yeniden... Siteye yazmak gibi bir düşünce mevcut... Ne zaman olur bilmem ama sitede yeni yazılar göreceğiz yakında... Böyle güzelleşti gün... Önce konser, sonra imza günü ile güzel bir hafta geride kaldı... 

Teşekkürler Hüsnü Arkan... Artık kitaplığa dönüp baktığımda 7 kitap yan yana durmuş, şarkıda da dediğin gibi “madem yalnız değiliz bize bir şey olmaz” diyor bana...


Dadaş Film Festivali’nde Gülme Zamanı 2/7 Mayıs

Cuma, Nisan 25, 2014
T.C. Kültür Bakanlığı – Sinema Genel Müdürlüğü resmi sponsorluğu ve Halkbank Ana Sponsorluğunda, Erzurum Valiliği, Erzurum Büyük Şehir Belediyesi, Atatürk Üniversitesi desteği, Anadolu Kültür ve Sinema Derneği ve Dadaş Film organizasyonuyla gerçekleşen 9. Uluslararası Dadaş Film Festivali gülme zamanı için geri sayıma başladı.

9. Uluslararası Dadaş Film Festivali, ulusal yarışma filmleri, ulusal özel gösterimler, basına saygı belgesel filmi, uluslararası bölümde; Alman filmleri, kısaları, animasyonları, uzun metraj, çocuk filmleriyle aramızda olacak. Festival boyunca Erzurum birçok etkinliğe ev sahipliği yapacak; Erzurumlu çocuklar tarafından hazırlanan “Çocuk Haklarında Komedi” resim sergisi, Türk Komedi Filmlerinin Afiş Sergisi, Kortej, Açılış ve ödül törenleriyle dolu dolu, eğlenceli beş gün geçirilecek.

02 Mayıs 2014 akşamı Atatürk Üniversitesi’nin Kültür Merkezinde açılış töreniyle birlikte komedi sanatçılarına plaketleri verilecek ve gece Erzurumlu bir kanun sanatçısının dinletisiyle sona erecek. Ulusal yarışma filmerinin sonuçlarının açıklanacağı ödül gecesiniyse Ömür Gedik ve grubu kapatacak...

Eğlenceli Ulusal Yarışma filmleri, yedi farklı dalda yarışırken ödül heykeli için kapışacak...
— Eyvah Eyvah 3
— Kedi Özledi, 
— Kadın İşi Banka Soygunu 
— Senin Hikâyen

Animasyonlar, Kısa filmler, Uzun Metraj filmler, Çocuk Filmleri festivale neşe katacak.

Çocuk Filmleri; 
* Noktacık ve Anton (Pünktchen und Anton), 
* Küçük Sihirli Flüt (Die kleine Zauberflöte),
* Emil ve Dedektif (Emil und Die Detektive),
* Uçan Sınıf (Das Fliegende Klassenzimmer)

Animasyonlar; 
*Jam Session, 
*Manzaralı Pencere, 
*Beyaz, 
*Gerold’a Yer Yok, 
*Pazar 1, 
*Düşmek, 
*Sal, 
*Pencere Görüntüleri, 
*Mesaj, 
*Meşe, 
*Korku Tüneli, 
*Sınırlar Çizmek, 
*Ben Gördüm, 
*Yamacı Kraliçe, 
*Gri, 
*Bacaksız, 
*Tanrı’nın Cezası, 
*Fidan Çocuk, 
*Frank Nerede, 
*Yüzler, 
*Kartpostal, 
*Buzda Yüzen Kadın, 
*Hayvan Postlu Prenses, 
*Üç Güzeller, 
*Kısa süre önce 2, 
*Her Şeyin Başlangıcı ve Sonu Benim, 
*Teslimat, 
*Siber,
*Aşktan Ölmek, 
*Annie ve Boo, 
*Kara Sevda, 
*Kusursuz Bir Aşkın Günlüğü, 
*Modern”Tek Gözlü Dev”, 
*Nirvana’daki Adamımız

Kısa Filmler; 
*Denge (Balance), 
*Kaçak Yolcu (Schwarzfahrer,Quest), 
*Bozuk Para (Kleingeld), 
*Olmak İstiyorum (Quiero Ser), 
*The Periwig- Maker, 
*Gregor’un Büyük Buluşu (Gregors Grosste Erfindung), 
*Tekerlek (Das Rad), 
*Kırmızı Ceket (Die Rote Jacke), 
*Kaçak (Ausreisser), 
*Yolun Üzerinde (Auf Der Strecke), 
*Oyuncuklar Ülkesi (Spielzeugland), 
*Duvar Tavşanı (Mauerhase), 
*Raju

Uzun Metraj Filmler;
Evlatlık (Adopted) 
Otel Lüks (Hotel Lux)
Kırmızı Lahana Sever misin (Rotkohl und Blaukraut)

Ustalara Saygı – Restorasyonu Yapılmış Filmler;
*Hababam Sınıfı
*Muhsin Bey
Ertem Eğilmez, Yavuz Turgul, Şener Şen ve Halit Akçatepe’ye onur ödülü...

Özel Gösterimler;
*Düğün Dernek
*Bir Gazetecinin Sessiz Çığlığı (Van Depreminde ölen Gazeteci Sebahattin Yılmaz’a saygı duruşu)
* Muzi oldu Şarlo – Ege Çağdaş Eğitim Vakfı (Charlie Chaplin anısına)

Sergiler;
*60 Çocuğun “Çocuk Hakları ve Komedi” adlı resim sergisi
*12 Çocuğun hazırladığı “Komedi” adlı fotoğraf sergisi
 *Arşivci Vadullah Taş’ın hazırladığı “Türk Komedi Filmlerinin Afiş” Sergisi

Her dönemin filmi herkesin defalarca seyredip güldüğü film “Hababam Sınıfı”nın unutulmaz isimlerine ödül verilecek.

Hababam Sınıfı’nın yaramaz oyuncuları okullarda öğrenci arkadaşlarla birlikte derslere katılacak. 

Yapılan araştırmalara göre Erzurum’da en çok her yaştan insanın eğlenerek seyrettiği “Seksenler” dizisinin oyuncularına ödülleri verilecek.

Bütün gösterimlerin ücretsiz olduğu festivalle ilgili daha fazla bilgi ve program için; dadasfilmfestivali.com


İlk Bakış: Dom Hemingway

Perşembe, Nisan 24, 2014
13. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin beğenilen filmlerinden Jude Law gösterisine dönüşen “Dom Hemingway” 25 Nisan’da gösterime giriyor...

“The Matador” ve “The Hunting Party” ile tanıdığımız New Yorklu Richard Shepard’ın yazıp yönettiği film, Jude Law’ın omuzlarında yükselirken oyuncuya Richard E. Grant, Demian Bichir, Emilia Clarke, Kerry Condon, Jumayn Hunter, Madalina Ghenea ve Nathan Stewart-Jarrett eşlik ediyor...

Hapishanede 12 yıl boyunca dilini tutup sabrettikten sonra, epeydir beklediği şaşaalı hayatına kavuşmak üzere her şeye saldırır Hemingway. Kerameti kendinden menkul bir efsane olarak, iş arkadaşlarına ona olan borçlarını ödetmek ve hayattan ona ait olanı geri almak için... Mahrum kaldıklarına yumulurken gördüğümüz, öfkesini ve fermuarını kontrol edemeyen, aşırı edepsiz monologlarıyla herkesi dumura uğratan küfürbaz bir manyaktır. Hemingway. Eski ortağıyla bir araya gelir, kızını bulur, bonus olarak bir de torunu olduğunu öğrenir. Büyük bir hırsla eski işini canlandırmaya calışır, katıldığı her partinin kanı canı olmak ister. Bu sonuncusu en iyi yaptığı şeydir ama filmin esas ilginç tarafı, Hemingway’in öteki alanlarda tökezleyip durmasında yatar. 

Jude Law’un mükemmel canlandırdığı ‘muhteşem sevimsiz’ Dom Hemingway’in hayatına sıradışı bir mizahla bakıyoruz. Donuk ifadesi ve alaycılığıyla zıt karakterli ortağı oynayan Richard E. Grant ile Law’un uyumu da dillerde... “12 yılın acısı 3 günde çıkar mı? Adınız Hemingway'se çıkar! Dom ile ilgili Shakespearevari bir şey var. Doğası gereği kendini ayağından vuran epik bir karakter.” sözleriyse !f gösterimlerinden yadigar... Toronto’da yaptığı açılıştan bu yana izleyeni etkileyen filmi aman diyelim kimse ıskalamasın... 



İlk Bakış: Chennai Express / Aşk Treni

Perşembe, Nisan 24, 2014
Ülkesinde gösterime girer girmez gişe rekorlarını alt üst ederek geçtiğimiz yıla damgasını vuran Bollywood filmi “Chennai Express”, 25 Nisan’da “Aşk Treni” adıyla gösterime giriyor...

Hindistan’ın bir çok farklı bölgesinde Ekim 2012/Mayıs 2013 arasında çekilen film, 1982 yapımı “Angoor”undan esinlenerek senaryolaştırılmış... 2011’de “Singham” ile büyük başarı kazanan Rohit Shetty, bu başarının ardından senaryo çalışmalarına başlamış ama bir süre sonra yarım bırakmış... Hikayeyi paylaştığı Shah Rukh Khan’ın çok etkilenmesiyse en büyük gelişme olarak projeyi hızlandırmış... Böylece Khan oyuncu kadrosunda yerini kaparken, diğer oyuncular da peşi sıra gelmiş... Rohit Shetty’nin yönettiği ve Shahrukh Khan, Deepika Padukone, Satyaraj ile Nikitin Dheer’ın başrollerini paylaştığı film, yapım aşaması gibi bir serüven... Yönetmeni de oyuncuları da türün takipçileri için bilinen ve sevilen isimler, yani künyesinin iyi olduğunu belirterek filmin konusuna gelelim...

Ailesini çocukken kaybeden Rahul, 40 yaşında Mumbai’de yaşamaktadır. Büyükannesi ve büyükbabası tarafından büyütülmüştür. Büyükbabasına ait Y. Y. Mithaiwala adlı pastanede çalışan Rahul, onun 100. yaşını kutlayacakları doğum gününden hemen önce iki arkadaşı onu eğlence ve güzel kadınlarla birlikte olmak üzere Goa’ya davet ederler. Ancak doğum gününden hemen sonra büyükbaba ölür. Büyükbaba küllerinin bir kısmının Ganj nehrine dökülmesini istemiştir.

23 Mayıs 2013’te yayınlanan fragmanın 2 günde 4 milyon kişi tarafından izlendiği bir film var karşımızda... Bollywood’un son yıllardaki yükselişinin zirve noktalarından biri... Toplanan 14 ödül, 35 adaylıkta cabası... 2013 Kasım’ında vizyona girmesi beklenirken ertelenen film, o gün bugündür internet aleminde neredeyse izleyemeyenin kalmadığı hale gelmiş durumda... Filmde geçen şarkılar bile altyazılı halleriyle paylaşılıyor artık... Geç olsun güç olmasın kabilinden vizyona giriş için söyleyebileceğimiz tek şey türü sevenler için şölen, geri kalanlar içinse izlense de izlenmese de farkeden bir şey olmayacağı...



Shopi go Yayınları’ndan : Grace - Anılar, Birkin’in Peşinde, American Lady

Perşembe, Nisan 24, 2014
Shopi go, moda, şehir hayatı ve ışıltılı dünyalar üzerinde yoğunlaşan bir kitap serisi yayınlamaya başladı.

Sadece shopigo.com ve Robinson Crusoe Kitabevi’nde satışa sunulan özel ciltli ve baskılı kitaplardan ilki Amerikalı yazar, Michael Tonello’nun dünyanın en çok arzu edilen çantası olan Hermes'in Birkin Bag'i üzerine. Keyifli bir anı kitabı olmakla birlikte, anlatımı canlı ve komik olan “Birkin'in Peşinde” kitabında, yazar Tonello, herkesin hayalindeki ‘en iyi alışveriş arkadaşı’ olarak karşımıza çıkarak, çağdaş kadın kitaplarında kendine unutulmaz bir yer ediniyor. 

“Birkin'in Peşinde” kitabının hemen ardından, Amerika Birleşik Devletleri'nin kurucularından John Jay'in torunu, ABD'nin İstanbul elçilerinden Peter Augustus'un kızı ve dünyanın en tanınmış cemiyet ismi olarak kabul edilen Susan Mary Alsop'ın hayatını anlatan American Lady yayınlanarak, unutulmaz kadın kitaplarına bir yenisi ekleniyor. 

Shopi go Yayınları’nın üçüncü kitabı, efsanevi Vogue editörlerinden Grace Coddington'ın otobiyografisi olan “Grace-Anılar”. Grace-Anılar, Coddington’ın moda çekimlerindeki heyecanını ve bakışını paylaşırken, moda ikonunun özgün çizimleri ve vintage fotoğraflarını da sunuyor. R. J. Cutler'ın Vogue hakkında çektiği ‘Eylül Sayısı’ adlı belgesel ile birlikte beklenmedik bir biçimde yıldızı parlayan Grace Coddington’un 17 yaşında Vogue'un modellik yarışmasını kazanması, 26 yaşında geçirdiği bir trafik kazasının ardından modelliği bırakması, İngiliz Vogue'unda moda editörü olarak işe başlaması, 1986'da Calvin Klein'le çalışmak için New York'a taşınması, saç stilisti Didier Malige'nin saçlarını ikonlaştırışı, Anna Wintour'un kendisini keşfedip Amerikan Vogue'a alışı, dünyaca ünlü fotoğrafçı Bruce Weber ile imza attığı çekimler gibi kronolojik hayat hikayesinin yanı sıra kitap, Annie Leibovitz, Bruce Weber gibi ünlü fotoğrafçılara Naomi Campbell, Calvin Klein gibi moda dünyasının önemli isimlerine de yer veriyor.


Yeni Video: Blue October "Sway"

Perşembe, Nisan 24, 2014
Geçtiğimiz yılın Ağustos'unda yayımladığı albümle beklentileri karşılamanın tadını konserlerle çıkaran Texaslı beşli, yedinci albümleriyle aynı adı taşıyan "Sway"i üçüncü single olarak seçen Blue October performans videosuyla huzurlarınızda...



Yeni Şarkı: The Kooks "Around Town"

Perşembe, Nisan 24, 2014
Üç yıl sessizliğini dört gün önce yayımladığı ep'si "Down" ile bozan The Kooks, daha yeni şarkıları hazmetmeden yeni albümün detaylarını açıklayarak bir şarkı daha servisledi... Grubun diskografisinde dört numarayı kapan albüm "Listen" adını taşıyacak ve 1 Eylül'de kulaklarımızda olacak... Standart edisyonu 11 şarkıdan oluşacak albümün deluxe edisyonuysa 15 şarkı içerecek...




İlk Bakış: Casse Tete Chinois / Aşk Bilmecesi

Çarşamba, Nisan 23, 2014
Ülkemizde “İspanyol Pansiyonu”yla tanıdığımız Cedric Klapisch’in üçlemesinin son filmi “Casse Tete Chinois”, “Aşk Bilmecesi” adı ve Bir Film dağıtımıyla 25 Nisan’da gösterime giriyor...

Hikayesi, 2001’de yönetmenle tanışmamızı sağlayan “L'Auberge Espagnole” ile başlayan ve 2004’de “Russian Dolls” ile devam eden üçleme on yıl sonra tamamlanıyor... Elbette yönetmen koltuğunda Klapisch var ve senaryo da kendisine ait.

40 yaşında bir yazar olan Xavier için işler sonunda yolunda girmiştir: Dünyalar güzeli bir eş, harika iki çocuk ve dünyanın en romantik şehri Paris’te huzur dolu bir hayat. Ancak gerçek olamayacak kadar güzel görünen bu hayat, eşinin New York’ta biriyle tanıştığını ve Xavier’i terk edip onunla yaşamak için New York’a gideceğini açıklamasıyla tepetaklak olur. Üstelik giderken çocukları da yanında götürecektir! Xavier bir anda Paris’in ortasında yapayalnız kalmıştır, çocuklarını görmek için başka çaresi olmadığını fark edince onların peşi sıra New York’a gitmeye karar verir. New York’un çılgın ve eğlenceli atmosferinde kendine yeni bir hayat kurmaya çalışan kalbi kırık Xavier, özgürlükler şehrinde aşkla da yeni baştan tanışacaktır. 

1986’da kısa filmlerle başladığı filmografisinde pek boşu olmayan yönetmen, 2008’de “Paris” ile gönlümü çeldikten sonra “Ma part du gâteau / Acı Tatli Tesadüfler” ile o çizginin altında kalan sıradan bir romantik komediyle karşımıza çıktı... Aradan üç yıl geçtikten sonra üçlemeyi tamamlamaya geliyor... Bu kez işi tesadüflere bırakmıyor... Romain Durais, Audrey Tautou, Cécile De France, Kelly Reilly ve Sandrine Holt’un başını çektiği kadro gayet iyi... Zaten üçlemeyi de, yönetmeni de seviyorken fragmanın da çok önemi kalmıyor... Prömiyerini 23 Ağustos’ta yaptığından bugüne bolca festival gezen film, seyirciden de geçer not almış durumda... Yine ebeveynlik, arkadaşlık, ilişkiler ve aşk üzerine kafamızı kurcalayan pek çok konuya eğlenceli cevaplar bulmamızı bekliyor... Tabii ki kahkahalar eşliğinde... Bu çağrıya uymazsak çatlarız...



 
Designed by OddThemes & Distributed by Free Blogger Template